ISLAMGREEN34 NEW WORLD

GENÇ KUŞAK ŞAİRLER YAZARLAR - ŞİİR VE KOMPOZİSYON SAYFASI - SİTE ZİYARETÇİ ŞİİR VE KOMPOZİSYON BÖLÜMÜ => ÖMER - SİVAS - İSLAMİ METİNLER => Konuyu başlatan: admin üzerinde Eylül 23, 2009, 03:24:20 ÖÖ



Konu Başlığı: İSLAMİ MAKALELER - http://www.porsukkoyu-58.tr.gg KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ
Gönderen: admin üzerinde Eylül 23, 2009, 03:24:20 ÖÖ

İSLAMİ MAKALELER
ÖMER - SİVAS http://www.porsukkoyu-58.tr.gg
Aşağıdaki Konular http://www.islam-green34.com
Yazı grubu üyesi Ömer-Sivas tarafından hazırlanmıştır


METİN KONUSU : İSLAMİ MAKALE
ANA TEMA ...    : MESCİD-İ AKSA

Mescidi Aksa neresi?
Abdurrahm an Dilipak – Vakit                  2009-07-21
Ayet mealen şöyle: “Bir kısım ayetlerim izi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, çevresini bereketle ndirdiğimiz Mescidi Aksa'ya götüren O (Allah) Yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.”
Mescidi Aksa, Kur’an-ı Kerim’de belirtile n şekli ile, bugünki Mescidi Aksa ve Ömer Mescidi’nin içinde bulunduğu alandır..
Ömer Mescidi olan bilinen yer, içinde “Hacer-i Muallaka”nın bulunduğu yerdir..
Hacer-i Muallaka ise, Resululla h’ın Miraca yükseldiği taş’ı ifade eder.
İsra ve Mirac aynı zamanda gerçekleşen iki ayrı olayı ifade etmektedi r..
Aslında İsra, mekan farklılıkların olduğu ama “zamansız” bir olaydır..
Mescidi Haram’dan Mescidi Aksa’ya yolculuk, “Gece yürüyüşü” olarak adlandırılmıştır.. İsra/İsrail aynı kökten gelmekted ir ve İsrail adı Hz. Yakub’a nisbet edilmekte dir..
Hazreti Yakub Peygamber in lakabı İsrail idi. Oğullarına ve O’nun neslinden gelenlere de Beni İsrail veya İsrail Oğulları denilmekt edir. On iki oğlu bulunmakt adır. En küçüğü Bünyamin ve Yusuf’tur. İsrail oğulları bu on iki oğlunun soyundan gelmekted ir.
Ya’kûb (a.s)’ın soyu, İshâk (a.s) vasıtasiyle İbrahim (a.s)’a dayanmakt adır. O, İshak (a.s)’ın ve İshak (a.s) da İbrahim (a.s)’ın oğludur. Annesinin adı Refaka’dır. Kardeşi Ays ile beraber, ikiz olarak doğmuştur. Kardeşinin ardından doğduğu için ona Ya’kûb denmiştir. Ya’kûb (a.s)’ın diğer bir adı da İsrail’dir. Kardeşi Ays’tan kaçarak dayısının yanına giderken gündüzleri saklanmış ve geceleri yürümüştür. Bundan dolayı kendisine İsrâil denmiştir. Kelime olarak İsrâil “geceleyin (Allah’a) yürüyen demektir
“(Tarih et-Taberî)
Mescidi Aksa derken bu iki yapıyı birden düşünmek gerek.. Daha doğrusu bu iki yapının bizatihi kendisind e bir kudsiyet yok.. O mekanın kutsallığı sözkonusu.. Ömer Mescidi, içindeki Hacer-i Muallakanın muhafazası içindir..
O makamın kutsallığı ise, tâ Hz. Musa’ya kadar dayanır. O makam Hz. Musa’ya vaad edilen yerdir.. Esasen o makamın kutsallığına ilişkin işaretleri
Hz. İbrahim zamanında da görürüz.. Hz. Lut aleyhisse lam da o bölgede yaşamıştır. Salih aleyhisse lam da o coğrafyada yaşamıştır. Hatta Hz. Adem’in, çocukları dünyaya geldikten sonra Şam’a hicret ettiği rivayet olunur. Yani Habil-Kabil olayı Cebelünnur’da yaşanmış bir hadisedir .. Şam aynı coğrafyada bulunur.. Bu bölge “çevresi mübarek kılınan bir bölge”dir..
Hz. Davut(as)’ın o makama bir mabet inşası için kolları sıvaması bu referansl ardan dolayıdır.. Hz. Süleyman aleyhisse lam tarafından inşa edilen mabed ise ins ve cinin ortak eseridir. . Masonluk, derin devlet, Ergenekon vari yapılar da bu Rahmani tecellini n karşısında ortaya çıkan, şeytani tezahürleridir..
Bu makamın kıyametle ilişkilendirilmesi de ayrı ve özel bir anlam taşımaktadır.. Süleyman Mabedi’nin yıkılması ve Emanet Sandığı’nın gaybeti, Mehdi ve Mesih inancı bu konu ile ilgilidir ..
Son zamanlard a, Babil sürgününün sorumlusu Nebukadne zar’ın (Buhtunnas r) yeniden farklı vesileler le gündeme gelmesi de ilginç.. En son da Nebuco projesi ile bu konu yeniden gündeme geldi!
Nebukadne zar, Nemrut mu? Önce iyi bir kral iken, sonra ilahlık taslamaya mı başladı, Allah onu, sapkın bir topluluğu terbiye etmek için Yahudiler in başına mı musallat etti, bu konuda o kadar çok rivayet var ki!
Dahası da var, kimlerine göre, Emanet Sandığı Adıyaman’da “Kızılkum tepeciği”nin altında.
Mescidi Aksa, aynı zamanda Hz. Süleyman Mabedi’nin bulunduğu yere inşa edilen bir mescidi ifade etmektedi r..
O makam, iki mescid (Mescidi Aksa ve Ömer Mescidi), iki kilise (Doğuş ve Kıyamet) ve Süleyman Mabedi’nden arta kaldığı kabul edilen Ağlama Duvarı’ndan oluşan bölgeyi kapsamakt adır..
Bugünki Mescidi Aksa, bu mabede teberrüken inşa edilmiştir ve avlu da esasen mescide dahildir. .
Bu bölgeye Yahudiler hakimken Hıristiyanları, Hıristiyanlar hakim olunca Yahudiler i sokmadılar. İslâm, diğer ehli kitap toplulukl arın ibadetine imkan tanıdı. Hz. Ömer döneminde millet sistemini n kabulü ile diğer inanç mensuplarının ibadetler ine ve mabedleri ne koruma getirildi ..
Bizim için hem bugünki Mescidi Aksa, hem de Ömer Mescidi aynı kutsal alanda bulunmakt adır..
İsra ve Mirac iki ayrı etabda gerçekleşen bir hadise olduğunu söylemiştik.. Mirac ise başlangıç noktası ve dönüş noktası belli olsa da, gidilen yer açısından mekansızlık sözkonusudur..
Esasen bu olay, zaman ve mekan dışı, gaybı ifade eden, gaybe imanın sembolleştiği bir durumu ifade etmektedi r..
Mekke’den Kudüs’e yolculuk mekanda yatay ve zamansız, Kudüs’ten Miraca yükseliş ise zamansız ve mekansız, dikey bir yolculukt ur..
İsra, Mescidi Aksa’ya yapılan bir yolculukt ur, Mirac ise Ömer Mescidi’nin içindeki Hacer-i Muallaka’da başlayıp - biten bir hadisedir .. Yani Mescidi Aksa içinde ayrı, özel bir noktayı işaret eder..
Sonuçta Mescidi Aksa ve Ömer Mescidi’nin birlikte mütalaa edilmesi gerekir. Yani ne Ömer Mescidi için Mescidi Aksa’yı, ne de Mescidi Aksa için Ömer Mescidi’ni gözden çıkarabiliriz.. İkisi iç içe bir paranın iki yüzü gibi olan bir değerdir bizim için.. Bu paranın ön yüzü İsra, arka yüzü Miractır. Aslında Sefer Turan da TRT’nin Mescidi Aksa’dan yaptığı yayında bunu vurguladı.. TRT’yi ve Sefer Turan’ı bu başarılarından dolayı kutlamak gerek..
Keşke kamera karşısında, cep telefonun dan arkadaşlarını arayıp kameraya el sallayan o küçük kalabalık olmasaydı..
Selâm ve dua ile..

METİN KONUSU : İSLAMİ MAKALE
ANA TEMA ....  : RAMAZAN-BERAT-KADİR GECESİNİN ÖNEMİ

Abdullah Yıldız - Vakit
abdullahy ildiz@umran.org    2009-08-04
Kalplerin Öldüğü Gün Kalbi Diri Tutma Fırsatı
 
Zaman su gibi akıp gidiyor. Allah’ın her birimize takdir ettiği ve süresini asla bilemediğimiz ömür hazinesi her gün bir bir azalıyor. Yolun sonuna ne kadar yakın olduğumuz belli değil; kaç yıl, kaç ay, kaç hafta, kaç gün, kaç saat, dakika, saniye... Bilmemiz kesinlikl e mümkün değil. Yolun sonu gelince de, Hesap Günü için bir şeyler yapma, azık hazırlama fırsatı, bir daha geri gelmemek üzere elimizden uçup gitmiş olacak.
“Keşke şu hayatım için önceden bir şeyler yapıp göndermiş olsaydım.” (Fecr/24) diye pişmanlık duyacak insanlar arasında olmamak için, henüz vakit varken, Ahiret azığı hazırlamaya gayret etmenin tam zamanıdır.
Şu kısacık ömrümüzü neler uğruna tükettiğimizin, zamanımızı nasıl hoyratça harcadığımızın, imkân ve enerjimiz i neler için seferber ettiğimizin, gündemimizi kimlerin ve nelerin işgal etmesine izin verdiğimizin hesabının tek tek görüleceği bir Gün mutlaka gelecek. O yakîn olarak iman ettiğimiz “Din Günü” (Fatiha/4), o “Hesap Günü” (Mümin/27), o “Toplanma Günü” (Teğâbün/9), o “Kâr-Zarar Günü” (Teğâbün/9), o “Bağrışıp-Çağrışma Günü” (Mümin/32), o “Pişmanlık Günü” (Meryem/39) kesin olarak gelecek.
“Sonra o gün (dünyada size verilmiş olan) her nimetten sorguya çekileceksiniz!” (Tekâsür/8)
Kendisind en hesaba çekileceğimiz nimetleri n başında da zaman nimeti gelir kuşkusuz. Şu kadrü kıymetini bir türlü bilemediğimiz, “nasıl geçti fark edemediğimiz”, “hoşça (!) tükettiğimiz”, “öldürdüğümüz!” zaman...
İşte pervasızca harcadığımız vakitleri n; yılların, ayların, haftaların değil günlerin, gecelerin hatta anların değerini bizlere ardı ardına hatırlatan mübarek bir zaman diliminde n geçiyoruz: Üç Aylar! Recep bitti, Şaban ayının ortasındayız ve içinde “bin aydan hayırlı olan Kadir Gecesi”nin bulunduğu Ramazan ise iyice yaklaştı.
Hz. Peygamber (s.), diğer aylardan daha çok Recep ayına, Recep’ten daha çok Şaban ayına, Şaban’dan daha çok da Ramazan ayına önem verir, daha bir özen gösterir, ibadet ve âhiret havasına girerdi. "Allahım, Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına eriştir" diye dua ederdi. İşte vakit bilinci!
Yarın Şaban’ın on beşi; tam yarısı. Yarın gece “Leyletü Nısf-i Şa'bân” (Şaban'ın Yarısı Gecesi); bilinen adı ile Berât Gecesi’dir. “Berât” kelimesin in aslı Arapça "berâet" olup ‘kurtulmak, iyileşmek’ demektir. Borçtan, suçtan, cezadan, hastalıktan kurtulmak, iyileşmek, uzaklaşmak, temizlenm ek anlamlarına gelir. Ayrıca, "yazı, belge" anlamı da kazanmıştır. Dinî anlamıyla berâet, günahlardan, kötülüklerden arınmak, temize çıkmak, ilâhî af ve rahmete nail olmak, erişmektir. Bu geceye, bereketli ve feyizli olması sebebiyle Mübarek gece (leyle-i mübarek); günahların affı ve kulların temize çıkarılması sebebiyle Berat gecesi (leyle-i berat/ferman) ve Sakk/belge gecesi, kulların ihsana kavuşmaları nedeniyle de Rahmet gecesi (leyle-i rahmet) denmiştir. Tevbe(Berâe)/1.ayette geçtiği üzere ‘Şirke/müşriklere ültimatom, son ihtar, kesin uyarı’ anlamına da gelir.
Bu geceye dair rivayetle ri tartışıp zaman israfı yapmak yerine; bereket ve feyizlerl e dolu Şaban ayının kalan yarısını anbean yaşamaya gayret etmenin daha hayırlı olacağı kanaati ile bazı bilgileri aktarıyorum:
Bazı müfessirler, "Apaçık kitaba yemin olsun ki, biz Kur'ân'ı mübarek bir gecede indirdik." (Duhân/2-5) âyetindeki "mübarek gece"nin Berat Gecesi; çoğu müfessir ise Kadir Gecesi olduğu görüşündedir. İlk müfessirlerden İkrime ve bir grup alim, Kur'ân Levh-i Mahfuz'dan topluca dünya semasına bu gece indirildi; Kadir Gecesi de Cebrail vasıtasıyla Peygamber imize parça parça indirilme ye başladı, der(Hak Dini Kur’ân Dili, 4294). Kur’ân’ı bize lütfeden Rabbimize bu gece ve her gece O’nu okuyup yaşayarak ne kadar hamdetsek azdır!
Hadis: “Şaban ayının yarısı gelince; gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçirin.” (İbn Mâce, ikâmet)
Hadis: "Yüce Allah, Şaban'ın on beşinci gecesinde, Kelb kabilesin in koyunlarının tüyleri sayısından daha çok insanı cehennemd en kurtarır. Ancak, kendisine şirk koşanların, Müslümanlara karşı kin ve düşmanlık besleyenl erin, akrabalarıyla bağını koparanla rın, kibirlile rin, ana-babasına isyankâr olanların ve içki içmeye devam edenlerin yüzüne bakmaz." (İbn Mâce, ikâmet; Tirmizî, savm)
"Kim Şâban’ın 15.gecesi ni ibadetle ihyâ ederse, kalplerin öldüğü günde o kişinin kalbi ölmez." (İbn Mâce)
İmdi, bir geceyi ibadetle geçirip sonra eski hayata geri dönmenin elbette hiçbir anlamı yok. Ancak bu gece tevbe, istiğfar ve af dilemek için bulunmaz bir fırsattır: Bu geceler, bu günler ve yaklaşan Ramazan, her türlü günah, hata ve isyandan vazgeçip yepyeni bir başlangıç yapmak isteyenle r için bir karar vesilesi ve bir dönüm noktası olabilir. Sadece harama batanlar değil herkes için fırsat! Günahı, hatası, ihmali olmayan var mı?
İşte Rasûlüllah’tan dualar: "Allahım, sen çok affedicis in, affetmeyi seversin; beni de affet." (Tirmizî, daavât)
Hz. Ayşe (r.a): Rasûlüllah, bu gece kıldığı namazın secdesind e şöyle dua etti: "Allahım! Gazabından rızana sığınıyorum. Cezandan affına sığınıyorum. Allahım! Senden, yine sana iltica ediyorum. Sana yaptığım senâyı (övgüyü), senin kendine yaptığın senâ ölçüsünde yapmaktan âciz olduğumu itiraf ederim. Senin komşuluğun ve yakınlığın, azizlikti r. Senin senâ ve övülmen yücedir. Senin ordun mağlup edilemez. Sen, vaat ettiğin şeyde, vaadinden dönmezsin. Senden başka tanrı, senden başka mabud yoktur." (Müslim, salât)
Berât gecesi, her müminin, bütün İslâm âleminin ve tüm insanlığın şirkten, haramlard an, günahlardan berâtına vesile olur, inşallah.

METİN KONUSU : İSLAMİ MAKALE
ANA TEMA        : BERAT GECESİ
  
Bu gece Berat Gecesi
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Berat Kandili dolayısıyla yayınladığı mesajında, insanlard an “öze dönme ve arınma fırsatını” kaçırmamalarını istedi. Bardakoğlu, “Bu gece, bizlere hızlı bir şekilde geçmekte olan hayatta durup düşünme, özümüze dönme ve günahlarla kirlenen gönül dünyamızı temizleme fırsatı sunar” dedi.
 
 

BERAT; KURTULUŞ, ARINMA VE AFTIR
Bardakoğlu, Berat Kandili'nin, Rabbimize, kendimize ve bütün insanlığa karşı sorumlulu klarımızı hatırlattığını, bu görevleri ihmal edip etmediğimizi sorgulayıp hata ve günahlarımızdan tevbe ederek uzaklaşma imkanı sağladığına işaret etti. Bu gece Berat Kandili'nin idrak edileceğini hatırlatan Bardakoğlu, “Kurtuluş, af ve arınma gibi anlamlara gelen, ayrıca, mübarek Ramazan ayının da bir müjdecisi olan Berat Gecesi, inananlar a kulluk bilinci ve hesap verme şuuruyla suç ve yanlışlardan kaçınmaları, günahlardan arınmaları ve Yüce Yaratıcı'nın sonsuz rahmet ve merhameti ne iltica etmeleri gerektiğini bir kere daha hatırlatır” diye konuştu.

GÜNAHLARDAN ARINMA FIRSATINI KAÇIRMAYIN
Bardakoğlu'nun açıklamaları şöyle: “Milletimizin kandil olarak adlandırdığı bu geceler, bizlere hızlı bir şekilde geçmekte olan hayatta durup düşünme, özümüze dönme ve günahlarla kirlenen gönül dünyamızı temizleme fırsatı sunar. Ayrıca, Rabbimize, kendimize ve bütün insanlığa karşı sorumlulu klarımızı hatırlatır, bu görevlerimizi ihmal edip etmediğimizi sorgulayıp hata ve günahlarımızdan tevbe ederek uzaklaşma imkanı sağlar. Berat gecesini değerlendirme imkanını bulan herkes, Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'deki; ‘De ki: Ey kendileri nin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetind en ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.' (Zümer, 39/53) müjdesinin farkına vararak, ümitlerini canlı tutmalı, bağışlama ve bağışlanma duygularını güçlendirmelidir.

KUR'AN İLE BULUŞUN
Böyle mübarek gün ve geceler, Kur'an'la buluşma, Hz. Peygamber'in (sas) eskimez öğütlerine kulak verme ve O'nun (sas) sünneti ile hayat bulma fırsatlarıdır. Bu gece, Kur'an'ın bizlere öğrettiği “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik . Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerde n (kaybedenl erden) oluruz.” (A'raf, 7/23) gibi dualarla ve Sevgili Peygamber imiz'in (sav) bu gece bolca yaptığı “Allah'ım! Azabından affına, gazabından rızana sığınıyorum, senden yine sana iltica ediyorum. Senin şanın yücedir. Sana yaptığım senayı, senin kendine yaptığın senaya denk bulmuyoru m. Sana layık bir surette hamd etmekten acizim” (Müslim, Salat, 222/1090; İbn-i Mace, Hadis no: 3841) duasıyla Yüce Rabbimiz'e yakarma zamanıdır. Bu duygu ve düşüncelerle aziz milletimi zin ve yurt dışında yaşayan vatandaş ve soydaşlarımızla birlikte bütün İslam aleminin Berat Kandili'ni kutlar, bu gecede yapacağımız ibadet, dua ve yakarışların bizleri istikamet sahibi yapmasını ve insanlığa barış ve huzur getirmesi ni Yüce Allah'tan niyaz ederim.”

METİN KONUSU : BİLİMSEL MAKALE
ANA TEMA       : GSM TEKNOLOJİSİNİN İNSANA VERDİĞİ ZARAR

Tıpkı sigaradak i gibi. 1960’larda, sigaranın sadece öksürüğe sebep olduğu söyleniyordu. Bugün artık çok iyi biliyoruz ki, kanserin baş etkenleri nden biri. Veriler gösteriyor ki abone başına aylık ortalama kullanım dakikası verileri (MoU) incelendiğinde, 2009’un ilk üç ayında 2008’in aynı dilimine göre hayli artmış. Anlayacağınız ceple yatıp ceple kalkmışız. Artış yüzdeleri Turkcell’de 45, Vodafone’da 13,7, Avea’da ise 8. Bir ayda Turkcell’li 107,1 dakika, Vodafone’lu 141 dakika, Avea’lı ise 188 dakika konuşmuş. Tabii bu sayılar ortalama. Günde yarım ya da bir saat konuşanlar var. Konuşma alışkanlığının yanı sıra teknoloji yi takipte de, kelimenin tam anlamıyla, ‘cep telefonu’ müptelasıyız. Ortalama cihaz yenileme süresi Avrupa’da 2 yıl iken, Türkiye’de 11 ay.
Her an ve her yerde ulaşılmayı sağlayan bu teknoloji k ürün dünya genelinde büyük ilgi görüyor. Uluslarar ası araştırma şirketlerinden IDC’nin çalışması bunu doğruluyor. Geçen yılın ocak, şubat ve mart aylarında 290 milyon cep telefonu satılmış. Bu yılki satış global ekonomik krizin tesiriyle 244 milyona gerilemiş. Dünya Telekomünikasyon Birliği (ITU), bu yılbaşı cep abone sayısının 4 milyarı geçeceğini duyurmuştu. Mobil telefon daha ziyade gençler arasında revaçta. Türkiye’de Turkcell’in 36,4, Vodafone’un 15,5 ve Avea’nın 12,6 milyon abonesi var. Avrupa’nın en genç nüfusuna sahibiz. Bu durum, cep telefonun un sağlığa zararında ülkemiz için yadsınamaz bir dezavanta j oluşturuyor.
TEHLİKEYİ KİM ÖRTÜYOR?
‘Elektromanyetik dalgaların insanda yol açtığı tahribatın açık bir dille ortaya konulmama sında teknoloji firmalarının baskıları ne derece etkin?’ sorusunun muhatapla rı, elbette ki hükûmetler. Birkaç dikkat çekici bilgiyle başlayalım. Uluslarar ası Kanser Araştırma Ajansı (IARC), cep telefonla rı ve baz istasyonl arının yaydığı radyo dalgalarının meydana getirdiği elektroma nyetik alanları, muhtemel kanseroje n içeren 2-B grubuna dahil etti. İngiltere Radyoloji k Koruma Kurulu da, cep telefonun un bilhassa küçük çocuklarda tümör riski doğurduğunu bildirdi. Çok yeni ve geniş çaplı araştırma sonuçları gerçekten vahim. ABD’li ve Danimarka lı bilim adamları 1990’ların sonunda dünyaya merhaba diyen 13 bin 159 çocuğu inceliyor . Belirliyo rlar ki; hamileyke n günde 2-3 defa cep telefonu kullananl arda, davranış bozukluğu yaşayan çocuk ihtimali yüzde 54 yükseliyor. Risk, çocuk ceple 7 yaşından evvel tanışırsa yüzde 80’lere fırlıyor. Bu annelerin çocuklarının karşı karşıya bulunduğu diğer risk yüzdeleri; hiperakti vitede 35, duygusal ve psikoloji k problem yaşamada 25, arkadaşlarıyla sıkıntılı iletişim kurmada 34 ve çevresiyle uyum bozukluğunda 49 çoğalıyor.
Cebin sağlığa verdiği zararda ana unsur cihazın kullanım süresi ve kullanırken vücuda yakınlığı. Cep telefonu üreticileri ve onları destekley en araştırmacılar maalesef bu kriterler i önemsemiyor. Radyo frekans dalgaları ve elektroma nyetik alan iki türlü. İlki iyonlaştırıcı, ikincisi iyonlaştırıcısız. Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroşirurji Klinik Şefi Doç. Dr. İlhan Elmacı, cep telefonu kaynaklı dalga ve alanların iyonlaştırıcısızlığına sığınıldığının ve bu yüzden sağlığa zarar öngörülmediğinin altını çiziyor. Oysa gerçek sanıldığının tersine. Amerikan Ulusal Sağlık Örgütü’nün yayınlarını tarayan Doç. Dr. Elmacı, ‘mobil phone - brain’ (cep telefonu ve beyin) konulu 293 yayınla karşılaşıyor. 20’si 2009 tarihli. Yayınların çoğu, insan sağlığına maksimum değer atfeden Kuzey Avrupa ülkeleri ile Japonya’dan. “Bu alandaki araştırmalarda ciddi bir yoğunlaşma var.” diyen Doç. Elmacı, şu ana kadarki çalışmalarda varılan sonucu şöyle özetliyor: “10 yıl süreyle aynı el ve kulağını kullanara k cep telefonuy la konuşan kişide glial (beynin kendi hücrelerinden köken alan) beyin tümörü ve işitme siniri kökenli tümör oluşma ihtimali yüzde 30 artmaktadır.” Süredeki eşik 10 yıl, başka bir söyleyişle 2 bin saat. Zaten günde yarım saat cepten konuşan bir kişi yaklaşık 10 yılda saat limitini dolduruyo r. GSM operatörlerinin ‘sınırsız konuş’ kampanyal arıyla olayın hangi boyutlara ulaştığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Kaba bir hesapla, günde 1 saatlik görüşme, tehlikeni n kapıyı çalacağı yıl limitini 5’e indiriyor .
Çevreye dağılan radyasyon cep telefonu çaldığında ve aranan numaranın bağlandığı anlarda yoğunlaşıyor. Telefonun kulak mesafesin deki hayatiyet derecesi, konuşma süresindekini aratmıyor. Ha bir inç (1 inç 2,54 cm), ha 8 inç dememek gerekiyor . Telefonda ki çağrıyı onayladıktan ya da karşıya bağlandıktan bir iki saniye sonra kulağı cihaza yaklaştırmak da sağlık açısından göz ardı edilemez bir tedbir.
ÇOCUKLARI CEPTEN UZAK TUTUN
 Doç. Dr. Elmacı’nın anlattığı bir ayrıntı, aynı zamanda biraz ürkütücü. Beynimiz yaratılıştan koruma altında. ‘Kan beyin bariyeri’ sayesinde her mikrop beyne geçemiyor. Bazı deney hayvanları üzerinde bu nüans irdelenmiş. Fareler bir hafta boyunca günde ikişer saat elektroma nyetik alana bırakıldığında, koruyucu bariyerin bozulduğu; durumun, hayvanlar da baş ağrısı ve ateşlenme yaptığı belirlenm iş. Elmacı, araştırmaların, “cep telefonu sigaradan daha tehlikedi r”, “çocuk elindeki cep telefonun u hemen bırak” netliği kazandığını söylüyor. Niçin çocuklar? Cevabı, Hayykitap’ın yayınladığı ‘Tehlikeli Oyuncak’ adlı eserin yazarlarından Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Şeker’den öğreniyoruz. Cep görüşmesinde radyasyon un yüzde 40-50’si kulak bölgesiyle kafatasını çevreliyor. Artanı geriye dönüyor. Ama çocukların kafatasla rı yetişkinlere nazaran bir hayli ince. Radyasyon çocuktaki beynin tümünü etkiliyor . Öte yandan gelişim çağındayken, vücuttaki her mekanizma etkilenme ye müsait. Şeker, “Fizikte rezonans denen bir olay vardır. Çocukların ölçüleri ile cep telefonu dalgaları birbirine çok yakındır. O nedenle çocuklar büyüklerden çok daha fazla enerjiye maruz kalırlar.” diyor. Medya çalışanları ve havaalanı radar görevlilerinin sık sık baş ağrısından yakınmalarının ardındaki gerçek de, elektroma nyetik ortam imiş.
DOMATES BİLE BÜZÜLÜYOR
Şeker ilginç bir anekdot aktarıyor. Rusya’daki ABD elçiliğine Ruslar bilgi kotarmak gayesiyle epey bir müddet elektroma nyetik şok uyguluyor . Amerikalılar olayı fark etmesine rağmen ‘zararsızdır’ düşüncesiyle aldırmıyor. 30 yılda dört elçiden üçü kanserden ölünce, elçilik Doğu Almanya’nın Bonn şehrine taşınıyor. Fransa’nın Clerment Ferrand Üniversitesi’ndeki cep telefonu deneyi de çok ilgi çekici. Le Parisien Gazetesi’nin manşetten duyurduğu deneyde, 10 dakika çalışan bir telefonun yanında duran domatesle r yüksek oranda stres hormonu salgılıyor. 6 saat bittiğinde ezilip büzüşerek kendilikl erinden parçalanıyor.
Sakarya Üniversitesi Elektrik Elektroni k Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Çerezci’nin cep araştırmasında, ‘biyokimyasal reaksiyon’ ve ‘psikolojik bozukluk’ sonuçlarıyla karşılaşıldı. Cep başta konsantra syonu ters yüz ediyordu. Sinirlili k, uyku düzensizliği, huysuzluk ve bitkinlik hâlleri sebebiyle yaşam kalitesi düşüyordu.
Dünyaca tanınan çok ödüllü beyin cerrahlarından Dr. Vini Gautam Krurana, cep telefonu hakkında yüzü aşkın araştırma ve incelemey e imza atmanın tecrübesiyle, kesinlikl e bu cihazdan uzak durulmasını tavsiye ediyor. Önümüzdeki 10-15 yılda bu cihazdan dolayı ölen insan sayısında olağanüstü artışlar kaydedile ceğini ileri süren uzman; cihazın sağlığı sigara, hatta asbestten dahi fazla zarara uğrattığını ifade ediyor. Krurana’ya göre, mutlaka bir gün cep telefonla rının üzerine de ‘sağlığa zararladır’ ibaresi yazılacak.
ABD’de şişmanlık hiç de uzun sayılmayacak geçmişte, 15-20 yıl önce müstakil hastalık kapsamında görülmüyordu. Bazı hastalıkların sonucu zannedili yordu obezite. Bugün çok iyi biliniyor ki, ülke sosyal güvenlik sistemler ini çökerten hastalıkların sebebi aynı zamanda. Şeker, kalp-damar ve hipertans iyon hastalıklarıyla kader arkadaşı… Tartışılan teknoloji harikaları arasına kablosuz internet ‘Wireles Fidelity’ (Wi-Fi) katıldı son aylarda. Fransa, okul ve kütüphanelerde yasakladı. İngiltere’de her an böyle bir karar yürürlüğe girebilir . Avusturya’da da bu yönde kamuoyu oluşmakta. Kablosuz interneti bir şehrin geneline yayan sistemler in (WiMax) kurulması da tartışılıyor öte yandan.
Aslında cep telefonu yakın tutulan her organı sağlıksızlaştırıyor. İşin açıkçası cebimizde baz istasyonu taşıyoruz. Genellikl e kulak ve beyne yaklaştırıldığından bu organlard a gelişen zararlar öne çıkıyor. Dünyaca meşhur beyin cerrahımız Prof. Dr. Gazi Yaşargil’in cep telefonu kullanmayı hiç tercih etmediği bilgisini dilediğiniz gibi yorumlaya bilirsini z. Üstelik yakın çevresine telkin ediyor bunu. İnsanlık acaba sigaradak i acı sonucun bir benzerini cepte de görmek için onlarca yıl bekleyece k mi? Genç Türkiye, ‘genç kanserlil er ülkesi’ne dönüşmeden uyanma vakti şimdi!
Cep telefonun un tespit edilen zararları
KISA VADELİ: Geçici işitme aksaklıkları, Gözlerde kararma, sulanma ve yanma, Kalp ritminde bozukluk, Kalp pilinin arızalanma riski, Yoğun stres ve yorgunluk hâli, Konsantra syon ve dikkat dağılması, Baş ağrısı ve sersemlem e, Unutkanlık, refleks zafiyeti, Kulakta çınlama ve ısınma, Görüş alanında daralma, Gözlerin çapaklanması.
 
UZUN VADELİ: Beyin tümörü, işitme siniri kökenli tümörler, Lenfoma (beyaz kan hücresi) kanseri, Cilt kanseri, Yüksek tansiyon, Görme bozukluğu, Kan hücrelerinin deformasy onu, Kan beyin bariyerin in zedelenme si, Kalıcı işitme kayıpları, Kalp hastalıkları, Hafızada zayıflama, Embriyo gelişiminin zarara uğraması, Düşük ihtimalin de artış, Sperm sayısının azalması, Bağışıklık sistemind e arızalar.
Birkaç önemli ikaz
Kısa sürelerle konuşun. Gerekmedi kçe konuşmayın. Sabit hatları tercih edin. Zararı tümden engelleye mese de kulaklıkla görüşün. Kısa bilgi iletimler ini mesajla gerçekleştirin. Geceleri cep telefonun u kapatın. Hamileyse niz, mecbur kalmadıkça kullanmayın. Cihazlard an mümkün olduğunca uzak durun. Acil vaziyetle r haricinde çocukları cepten görüştürmeyin. Siz görüşürken yakınınızda çocuk bulundurm ayın. Telefon çalar çalmaz ya da karşı tarafı arar aramaz cihazı kulağınıza dayamayın. Cep telefonu bilhassa kalp, beyin ve üreme organlarına yakın yerlerde taşınmamalı. Dar ve kapalı alanlarda görüşme yapmaktan kaçının. Örneğin asansör ve otomobil gibi mekânlarda cihaz çekmediği için iletilen radyasyon artacaktır. Cep telefonu bir oyun ya da müzik dinleme aracı değildir.

METİN KONUSU : İSLAMİ MAKALE
ANA TEMA        : TÜRKİSTAN VE GÜNÜMÜZDEKİ İÇLER ACISI DURUMU

Geçen hafta, bir “acı haber”le daha sarsıldı Türkiye... Doğu Türkistan’dan gelen “vahşet, katliam ve soykırım” haberleri, hepimizi derinden sarstı... Çünkü, Doğu Türkistan’ı yıllardır “işgal” altında tutan Kızıl Çin yönetimi; “öldürülen arkadaşları”nın katilleri nin bulunmasını isteyip, “protesto gösterisi” yapan Uygur gençlerinin üzerine “kurşun” yağdırmaya başlamıştı... Birçok ölü ve bir o kadar da yaralı vardı... Kızıl Çin yönetimi ölenlerin sayısını “186” olarak açıklayıp, bunların çoğunun da “Çinli” olduğunu iddia etse de, bu “resmî yalan”dan başka bir şey değildi!.. Çin, “katliamın boyutu”nu küçük göstermek için böyle bir “yalan”a başvuruyordu.
Oysa, “ölü sayısı en az 700”dü ve hatta “1000’den aşağı değil”di!..
HABERİ İLK VEREN VAKİT OLDU
Hepinizin bildiği gibi;
Bu rakamı “ilk telâffuz” eden Vakit’ti... Diğer gazeteler, bir-iki gün öncesine kadar, “Çin’in resmî açıklamaları”nı esas alıp, hâlâ “186 ölü”den söz ederlerke n, Vakit, hem de 7 Temmuz Salı günkü sürmanşetinde “Doğu Türkistan’da 1000’den fazla şehit” olduğunu duyurmuştu.
Sadece bu da değil;
“Uygur kızlarının fuhuşa sürüklenmek istenmesi” ve “İslâm dinine savaş açılması” üzerine isyan eden Uygur gençlerinin 26 Haziran’da katledilm esiyle başlayan olaylarda, “Çin ordusunun tam bir vahşet sergilediğini” ilk duyuran yine Vakit oldu!..
Bunu “övünmek” için değil, ama bir “gerçeğin altını çizmek” için söylüyoruz...
Türkiye’deki tüm gazeteler, olayların büyüklüğünü “Vakit’in haberinde n sonra” kavradılar...
Vakit, ilk haberini 6 Temmuz Pazartesi günü iç sayfalard an, sonraki haberini ise 7 Temmuz günü sürmanşetten “Çin iyice kudurdu” başlığıyla verdi.
“Vakit’in haberinde n sonra”dır ki, diğer gazeteler “katliamı görmek” zorunda kaldılar...
İfade etmek durumunda yız ki;
Vakit’in bu duyarlılığında, “dış haberler” konusunda son darece “dikkatli” olan muhabirim iz Mustafa R. Özgür’ün çabalarının büyük rolü vardır...
Genç muhabirim iz Mustafa R. Özgür, olayları yakından takip etmiş ve “Çin vahşeti”nin bir “soykırım”a dönüşmek üzere olduğu konusunda bizim dikkatimi zi çekmiş, Vakit Yayın Kurulu da bu hassasiye te kulak vermiştir...
Ondan sonrasını zaten biliyorsu nuz... Gerek İstanbul Haber Merkezimi z’deki, gerek Ankara Büromuz’daki muhabirle rimiz; hem Doğu Türkistan’daki ve hem de Türkiye’deki gelişmeleri adım adım izlemişler ve sizlere duyurmaya gayret etmişlerdir...
Hafta boyu verilen “demeç”leri, gerçekleşen “protesto gösterileri”ni, yapılan “resmî açıklama”ları ve “miting”leri, günü gününe sizlere duyurmaya çalıştık...
DOĞU TÜRKİSTAN NİÇİN ÖNEMLİ?
Sadece “haber vermek”le de yetinmedi k...
Haberlerl e, yorumlarl a ve köşe yazılarıyla “Doğu Türkistan Dâvâsı”nın tarihçesini, “olayların perde arkası”nı anlatıp, “soykırıma yardım ve yataklık” edenleri “deşifre” etmeye çalıştık.
Çünkü Doğu Türkistan’ın; gerek “Türklük” olarak, gerek “Müslümanlık” olarak bizim tarihimiz de çok önemli bir yeri vardır!..
Bazı yazarlarımızın ifadesiyl e;
Biz, millet olarak “göçebelik”ten “şehir” hayatına ilk olarak Doğu Türkistan’da, Uygurlar Devleti devrinde geçmişiz... Karahanlılar devrinde, Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın izinde topluca İslâm’la şereflenmeye başladığımız mübarek vatan coğrafyası da Doğu Türkistan’dır.
İlk Türkçe sözlük olan “Divan-ı Lugat-it Türk”ü yazan Kaşgarlı Mahmud’u, devlet idaresiyl e ilgili ilk eserimiz olan “Kutadgu Bilig”i kaleme alan Yusuf Has Hacib’i, daha lise kitaplarından öğrenmeye başladık...
İşte şu anda 35 milyon soy ve din kardeşimizin gerçek mânâda “Çin işkencesine” tabi tutulduğu, doğum kontrolü bahaneler iyle bebelerin dahi, daha ana rahminde iken analarıyla beraber katledild iği Doğu Türkistan’dan bahsediyo ruz!..
Nükleer denemeler sonucu onbinlerc e kardeşimizin ölü veya sakat doğduğu, yine onbinlerc esinin kansere yenik düştüğü, onbinlerc esinin çeşitli bahaneler le “rejim muhalifi-terörist” ilan edilerek zindanlar a atıldığı, kurşuna dizildiği Doğu Türkistan’dan!..
Sahip olduğu dünyanın en yüksek graviteli ve en zengin petrol ve doğalgaz yataklarının sömürüldüğü, boru hatlarıyla işgalci Kızıl Çin Devleti’nin değişik bölgelerine akıtıldığı, yeraltı ve yerüstü zenginlik lerinin talan edildiği, her gün demiryolu ve havayoluy la binlerce Çinlinin yerleştirildiği, genç kızlarının ve erkekleri nin Çinlilerle evlenmeye zorlanara k asimilasy ona tabi tutulduğu Doğu Türkistan’dan bahsediyo ruz!..
10 YIL ÖNCE GÖSTERİ DE YASAKTI!
İşte o Doğu Türkistan; bugün “kan ve gözyaşı deryası” içinde, 1 milyarlık Kızıl Çin’e karşı “var olma” savaşı veriyor!..
Sesini de, Türkiye’den duyurmaya çalışıyor.
Hiç olmazsa, “Türkiye” gibi bir ülkeleri ve “Vakit” gibi bir gazeteler i var ki, “özgürce” haykırabiliyorlar!..
Çünkü, 10 yıl önce böyle bir imkânları da yoktu!..
Çünkü 10 yıl önce;
Kızıl Çin Devleti’nin baskısına, 1998 yılında net bir şekilde boyun eğerek; “23 Aralık 1998 tarihli ve 36 sayılı Başbakanlık gizli genelgesi yle” Türkiye’de Doğu Türkistan’ın adının anılmasını ve Doğu Türkistan’ın Ay-Yıldızlı Gökbayrak’ının asılmasını resmen yasaklaya n bir Başbakan, evet; Anasol-D Koalisyon u’nun başı Mesut Yılmaz vardı!..
Ardından “57. Çarpık Koalisyon Hükümeti” dönemi gelip çatmıştı... 2000 yılı Ocak ayında Türkiye’yi ziyaret eden Kızıl Çin Devlet Başkanı Jan Zemin’e, “Atayurdumuzdaki soy ve din kardeşlerimize uyguladığı mezalim için bir armağan” olsa gerek(!) “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” takdim edilmişti!.. O günlerde; Türkistan göçmeni kardeşlerimiz kan ağlarken, koalisyon da Başbakan Yardımcısı olarak görev alan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, tabandan yükselen sitemlere karşı, bu madalyanın veriliş gerekçesini; “Cumhurbaşkanı Demirel çok ısrar etti, verdik” diye izah etmeye çalışıyordu.
Bahçeli bey bununla da yetinmemiş, Pekin’in davetine icabet ederek Çin’e 2002 Mayıs’ında resmî bir ziyaret yapmış ve Çin Başbakanı’na altın kaplamalı bir tabanca hediye etmişti!..
Bahçeli ve heyeti, daha Pekin’e ayak bastığında, Kızıl Çin Devleti, Doğu Türkistan’da o zamana kadar sınırlı izin verdiği Türkçe eğitimi de yasaklamıştı!..
Bu arada Çin’in, Ukrayna’dan “eğlence gemisi yapacağız” gerekçesiyle satın aldığı ve silahlarını söktüğü Varyag uçak gemisi, uzun tartışmalardan ve MHP kanadının uzun süre direnişinden sonra, izin belgesi devrin Başbakanı Ecevit’in baskısıyla MHP’li Devlet Bakanı’na bizzat imzalatılarak, Boğazlar’dan römorkörler yardımıyla geçirilmişti!..
Bu gemi şu anda Çin’in en modern uçak gemisi olarak donatılmış bulunmakt adır!..
TÜKETİMDEN GELEN GÜÇ: BOYKOT!
Biraz önce dedik ya;
“10 yıl öncesinin Türkiye’si”nden farklı olarak; hiç olmazsa bugün “isyan”lar dile getirileb iliyor, “protesto”lar yapılabiliyor, “miting”ler düzenlenip “Gök Bayrak”lar dalgalandırılabiliyor... Bu ülkenin Başbakanı, Çin’in uygulamal arı için “Vahşet” diyebiliy or, “soykırım” diyebiliy or!..
Dahası; daha düne kadar “Türkiye’ye gelmesi”ne izin verilmeye n ve “Uygurların Anası” olarak bilinen Rabia Kadir’e “vize” verileceği resmen açıklanıyor!..
Yeter mi?.. Elbette yetmez!..
Gerisi, insanımıza düşüyor... İnsanımız, Kızıl Çin mallarına karşı “boykot” başlatıp “tüketimden gelen güç”lerini kullanırlarsa; en azından Çin’in, “tavrını gözden geçirmesi”ne sebep olabilirl er!.. Kadınlar “Çin malı tabaklar”a, çocuklar “Çin malı oyuncakla r”a ve erkekler de “Çin malı takke, tesbih, seccade” ve benzeri eşyalara “boykot” uygularla rsa, en azından “vicdanî ret” haklarını kullanıp, “kanayan yaraya merhem” olurlar!..
Çünkü bir şey yapmak, hiçbir şey yapmamakt an daha iyidir!..
TÜRKİYE DE DÖNÜŞTÜRÜLMEK İSTENİYOR!
Biz, hafta boyunca bu tür “duyarlılık” çağrılarında bulunmakl a yetinmeyi p, “benzeri tehlike”nin Türkiye için de var olduğunu anlatmaya çalıştık...
Kızıl Çin; gerek “medya” yoluyla, gerek “resmî kararlar”la, “işgal” altında tuttuğu Doğu Türkistan’da tam bir “kültür soykırımı” uyguladı, halen de uyguluyor!.. “Kur’an-ı Kerimler yakıldı”, dinî ve milli kitaplar “imha” edildi... “Cami”lerin ise çoğu kapalı!.. Açık olanlarda da, ancak “ismi yasak listesind e olmayanla r” namaz kılabiliyor!..
Kısacası, bir “asimilasyon”, bir “dönüştürme” stratejis i uygulanıyor Doğu Türkistan’da!..
Ne yazık ki; bu “asimilasyon”a uygun olarak “kılık-kıyafetlerini Çin’lilere benzetenl er” ve “onların yaşam biçimi”ni tercih edenler yok değil!..
Ama “benzemek istedikle ri Çinliler” şimdi onları, hem de “yaşam biçimlerine bakmadan” katlediyo r!..
Dedik ya, aynı tehlike, Türkiye’yi de bekliyor. ..
Türkiye de, bir “kültür işgali” altında...
“Toplumu dönüştürme” stratejis i; “medya” ve “toplum mühendisleri” tarafından bütün hızıyla ve en ince taktikler le uygulanıyor!..
Ne yazık ki; “Türkiye’deki Müslümanlar” da, hem de “kendi paraları” ile bu “asimilasyon”a destek veriyor!.. Onların “ahlâksız dizileri”ni seyrediyo r, onların dikte ettiği “yaşam biçimi”ne özeniyor, onların “gazete”lerine para veriyor!..
Unutmayalım ki; bu “iç işgal”in ardından, Allah korusun bir “dış işgal”in gelmesi, hiç de ihtimal dışı değildir!.. Böyle bir ihtimale karşı “uyarı”da bulunmak, bizim insanî görevimizdir!..
Biz, Doğu Türkistan’a dikkat çekerken, Türkiye’yi de böyle bir tehlikeni n beklediğine işaret etmek istiyoruz ...
Son gelişmelere bakın, kararı siz verin!..
Selâm, saygı ve gönül dolusu muhabbetl erimizle.

METİN KONUSU : İSLAMİ MAKALE
ANA TEMA       : ŞEYH EDEBALİNİN NASİHATLERİ
 
Mevlüt Özcan - Milli Gazete   2009-08-06
Şu üç kişiye acıyın!
 
Devlet nasıl yaşar?

Bir gün yolunuzu Bilecik ilimize uğratmanızı tavsiye ederim. Bilecik bizim millet olarak övüncümüz/yüzakımızdır. Devlet-i aliyye-i Osmani'nin kurulduğu, mübarek ecdadımızın medfun bulunduğu mübarek yerlerimi zden biridir.

Bilecik'in müstesna ve mütenâsip bir tepeciğinde Devlet'in kurucusu Osman Gazi'nin kayınpederi Şeyh Edebâli rahmetull ahi aleyh medfundur . Yolunuz oradan geçerse bu zâtı mutlaka ziyaret etmelisin iz. Niyetiniz oranında mânevi haz alacağınızı ümit ediyorum. Bir başka yazımda bu zatın mübarekliğini nakledeceğim.

Ancak burada Şeyh Edebâli hazretler inin, damadı Osman Gazi'ye nasihatla rını nakletmek istiyorum . İnşaallah ders alınır, ibret olur, ufuk açılır; mesaj yerini bulur.

Bu güzel insan nasihatında diyor ki:

"Oğul!

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler.

Avun oğlum avun...

Güçlüsün, kuvvetlis in, akıllısın, kelâmlısın. Ama; bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgârında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Dâima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gördüğün gibi değildir. Bütün fethedilm emiş gizemler, bilinmeye nler, görülmeyenler, ancak; senin fazilet ve erdemleri nle gün ışığına çıkacaktır.

Ananı, Atanı say, bereket büyüklerle beraberdi r. Bu dünyada inancını kaybeders en yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol. Her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme.

Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbeti n itibârın olmaz.

Üç kişiye acı:

• Cahiller arasında âlime.

• Zenginken fakir düşene.

• Hayırlı iken itibarını kaybedene .

Unutma ki!

Yüksekte yer tutanlar aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğunda mücadeleden korkma. Bilesin ki, atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.

Ey oğul!

Bundan sonra öfke bize, uysallık sana.

Güceniklik bize, gönül almak sana.

Suçlamak bize, katlanmak sana.

Âcizlik bize, yanılgı bize, hoşgörmek sana.

Geçimsizlik, çatışmalar, uyumsuzlu klar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana.

Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlamak sana.

Ey oğul!

Bölmek bize, bütünlemek sana.

Üşengençlik bize, uyarmak, gayretlen dirmek şekillendirmek sana.

Ey oğul!

Sabretmes ini bil... Vaktinden önce çiçek açmaz.

Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın...

Ey oğul!

İşin ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı.

Allah (c.c.) yardımcın olsun..."

Merhum Şeyh Edebâli'nin merhum Osman Gazi'ye yapmış oldukları bu nasihatle ri bir defa daha okuyun... Gene okuyun... Tekrar okuyun... Her okuyuşunuzda çok şeyler kaanacağınıza inanıyorum


METİN KONUSU : İSLAMİ MAKALE
ANA TEMA       : MESİH
 
Mustafa Özcan - Vakit   2009-07-30
Mesih beni İslam’a çağırdı’
 
Geçtiğimiz günler gazeteler bir haberle çalkalandı ve yankılandı. Gazeteler e düşen bir habere göre, İsrail’de her yıl en azından 100 kadar Yahudi İslamiyeti seçiyor. İsrail’de günlük olarak çıkan Maariv Gazetesi’nin yaptığı araştırma okuyanları ve duyanları şoke etti. Gazeteye göre, yüzlerce Yahudi dinlerini bırakıp Müslüman oluyor. İsrail mahkemele rinin verileri, son iki yılda 250 Yahudi’nin Müslüman olma talebiyle mahkemele re başvurduğunu gösteriyor. Başvuranlar nüfus cüzdanlarında yazan Yahudi ibaresini İslam’a çevirmek istiyor. Gazetenin haberine göre, Yahudiler arasında artan ‘Müslüman olma’ olgusu son beş yılda gözle görülür biçimde arttı ve yaygınlaştı.
Neden? İslamiyet muzaffer ve galip bir din olduğu için mi? Kestirmed en hayır. Zahiri olarak böyle bir durum yok. Bununla birlikte, İslamiyet yenik göründüğünde dahi o muzafferd ir. Zira, İslamiyetin değerleri yenilmez. Sadece onun mensupları yenilir. O da muvakkate n ve yenilenme k için. Bediüzzaman, ‘kimse Risale-i Nuru yenemez’ derken işte bu gerçeğe işaret ediyor ve bu gerçeğin köklerine ve aslına vurguda bulunuyor du. Moğollar zaferleri nin zirvesind eyken Müslüman oldular. Müslümanların yenilgide n yenilgiye koştukları 19’uncu asırda Senusiler Afrika’da milyonları İslam’a kazandırdılar. Dolayısıyla İslamiyetin dışındaki bir terkiple günümüzdeki ruhi boşlukları doldurmak tek kelime ile imkansız. Yahudiler de Hıristiyanlar da, aynı bozulmamış berrak kaynağa muhtaçlar. Bir gün muhakkak fevc fevc yani grup grup İslamiyete dahalet edecekler . Zira aradıklarını onda bulacakla r. İslamiyet beşeriyet için son reçetedir ve güneş Batı’dan tulu edene kadar bu reçete geçerliliğini ve salahiyet ini muhafaza edecektir . Yahudiler gibi Hıristiyanlar da birer ikişer Müslüman oluyorlar . Biz efalimizl e İslamiyetin değerlerini izhar etsek ve gerçek manada ona ayna ve ayine olabilsek belki de bütün beşeriyet kısa zamanda İslamiyetle şereflenecektir. Lakin bizim kötü örnekliğimiz ve usve-i hasene olamamamız İslamiyetin yayılmasını da muvakkate n perdeliyo r ve engelliyo r. Son sevindiri ci bir gelişme ‘İsevi Müslümanlar’ bağlamında, siyah bir Amerikalı rahibenin Müslüman olması ve onun ötesinde hizmet verdiği kilisede beş vakit namaz kılmasıdır. Rahibe ve arkadaşları, kilisenin bir bölümünü mescid haline getirmişler ve oraya yaygılar ve kilimler sermişler ve topluca ve ferdi olarak orada beş vakit namazlarını eda ediyorlar . Homes Reden, bu hususta insanı çarpan bir ifade kullanıyor: Beni İslamiyete çeken Mesih oldu veya Mesih beni İslamiyete çekti ve çağırdı. Sanki onun rehberliğinde ve onun delaletiy le İslamiyete girdim.
¥
Gerçekten de rahibenin serüveni inanılır gibi değil. Al Arabiya Kanalı’nın söz konusu siyah rahibe Homes Reden’le konuşması insanın tüylerini diken diken ediyor. Hemen bir ahirzaman müjdesiyle daha karşılaştığınızı anlıyorsunuz. 25 yıldır rahibelik yapan Reden annesini kaybediyo r ve hüzünlü ve kederli bir atmosfere giriyor. Sonra da teselli bulmak için çocuklukta öğrenmiş olduğu bazı İslami şiarları/ritüelleri ve ibadetler i yerine getirmeye başlıyor. Bununla teselli buluyor. Keder kapısı hidayet kapısına dönüşüyor. ‘Bir sevdiğimi kaybederk en ebedi saadetimi ve sevincimi kazandım’ diyor. Reden’in durumu tam da bir ilahide dile getirilen durum gibi: Dermân arardım derdime. Derdim bana dermân imiş. Burhân arardım kendime. Aslım bana burhân imiş.
İslamiyetin cezbesine kapılıyor ve kuvvetli bir gücün kendisine çektiğini ve direnemed iğini ifade ediyor. Bunu şöyle izah ediyor: “Kuvvetli bir biçimde kanaat getirdim ki, İslamiyete beni çeken ve ona çağıran ve ikna eden ve rehber olup önüme düşen bizzat Mesih’in kendisiyd i...” Hâlâ içinde bulunduğu durumu izah edemediğini ve bazen de şaşırdığını söylüyor. Gerçekten de Homes Reden’in hikayesi ibretlik bir hikaye. Binlerces i gibi. Daha önce de ABD’de benzerler i yaşanmıştı. Yine o benzerler i gibi Reden de bir İsevi asıllı Müslüman olduğunu söylüyor.
¥
Gerçekten de Mesih nasıl taraftarl arını ve tabilerin i İslamiyete çağırmasın ki? Zaten kendisi de İslam peygamber leri silsilesi nden birisi. Muhammed Ataurrahi m’in yazdığı gibi o bir İslam Peygamber i. Peygamber imiz, peygamber leri; şeriatları ayrı dinleri bir veya anaları ayrı babaları bir kardeşlere benzetmiştir. Bu yönüyle, Hazreti İsa diğer peygamber lerden de ayrılıyor. İlk bi’setinde Hazreti Musa’nın şeriatına tabi olan ve o şeriatı manevi nefesiyle tadil ve tashih eden Hazreti İsa, ikinci gelişinde ise İslam şeriatına tabi olacaktır. Dolayısıyla hadis tabiriyle ifade edecek olursak, hem ana hem de baba yoluyla bir; Hazreti Peygamber imizin öz kardeşi (şeriat olarak tabii) olacaktır. Diğerlerinin şeriatı ayrı iken Hazreti İsa’nın şeriatı da aynı olacak. Homes Reden’in tek üzüntüsü eskisi gibi çocukları vaftiz edememesi ve bu görevin elinden alınmasıymış

METİN KONUSU : İSLAMİ MAKALE
ANA TEMA       : TEFEKKÜR
  
'Onlar Kur'an'a ve düşünmeye çağırdılar'
Yeni bir eserle Müslüman düşünür ve önderlerin düşünce ufuklarını gelecek nesillere taşımayı amaçlayan Ekin Yayınlarından Bahadır Kurbanoğlu ile sizin için görüştük.
Perşembe 06.08.200 9 - 10:12

Asım Öz/ TIMETURK


Önce kitabınızın adından başlayalım: Niçin İslami mücadele ve öncü şahsiyetler?

“Mücadele” kavramı sanki hayatın ya da tarihin belli kesitleri ne bir atıfmış gibi algılanabiliyor bir çok kesim tarafından. O yüzden bu kavramın geçtiği yerlerde insanlar, “Abartmamak lazım!” benzeri terkipler kullanabi liyorlar. Oysa bu kavram hayatın her zerresine bir atıftır. Hayatın kendisi mücadelenin alanıdır. Tıpkı “İbadet” kavramına yüklenen anlam gibi. Hayatın bütününe dair Allah(c) için yapıp etmeleri, salih ameller bütününü ifade eder ibadet. “Zikr” de böyledir. Allah için koşturduğunuz her anınız, aslında aynı zamanda O’nu zikrettiğiniz anlardır. Mücadeleyi de böyle görmek lazım.
Kitapta yer verilen şahsiyetler tarihin farklı kesitleri nde bu mücadeleyi hayat edinmiş kişiliklerdir. “Öncü”dürler; çünkü kendi dönemlerinde öncelikle düşünen beyinleri, ıslah olmak isteyen kalpleri etkilemişler ve kendileri nden sonrakile re de önemli miraslar bırakmışlardır. Vahyi tecrübenin ortak hakikatle rinin ortaya çıkarılması, vahyin merkezde olduğu bir din (dünya görüşü ve yaşam biçiminin)in tesisi için ıslah, ihya ve tecdid çabası içerisinde olmaları bu durumu yeter derecede özetlemektedir diye düşünmekteyim.

Kitabınızda hangi isimlere yer vereceğinizi nasıl belirledi niz? Yer vermeyi isteyip de yer veremediğiniz isimler var mı?

Kitaptaki isimler, Haksöz dergisind e -yaklaşık onsekiz yıllık bir süreç içerisinde- haklarında araştırma yapılmış şahsiyetlerdir. Bulundukl arı coğrafyalarda hem fikri, hem de fiili mücadelenin örnekliğini sergilemiş olmaları bizim için ölçüttür. Elbette İslam tarihinde başkaca -aynı bağlamda değerlendirilebilecek- şahsiyetler de mevcuttur . Geçmiş ve yakın tarihimiz den buna örnekler verilebil ir. Haksöz’de de bu bağlamda değiniler mevcuttur . Ancak belli bir şahısla ilgili, fikirleri nin sınırlı bir bölümüne ilişkin değiniler söz konusu olduğunda bunları kitaba almamız fazlaca bir anlam ifade etmeyecek ti. Öyle de yaptık.

 

Şehid Dr. Ali Şeriati


Yine bu bağlamda, İbn Tumert ile başlayan kitap Ali Şeriati ile sona eriyor. Bu iki kişi arasında nasıl bir bağ var?

İhya, ıslah ve tecdid’den söz ettiğimiz her hal ve şartta, toplumsal ve idari anlamda bir bozulma, deformasy on, “ed-din”den uzaklaşma haline de vurgu yapıyoruz demektir. Bu tarih boyunca böyle olmuş ve bu dualist durum her daim karakteri ni(kaderini) korumuştur. Tevhid ve Şirk, tarih içerisinde mutlaka kendi pozisyonl arını almışlar ve bu düalizm günümüze kadar ilkeleri ve kanunlarında bir değişme olmaksızın süregelmiştir. Yönetimsel ve toplumsal bozulmaya karşı her dönemde muvahhid kişi ve kişilikler ortaya çıkmışlar; insanlığın kaderine vahyin merkezde olduğu bir akılla müdahale çabası gütmüşlerdir. İşte aralarında yüzyıllar olmasına karşın savunagel dikleri doğrularda çağları aşan ortaklıkların da olması bu yüzdendir. Nemalanılan kaynak ortaktır. Önemli olan bu kaynaktan fışkıran nimetleri An’a ve Çağ’a yönelik yorumlaya bilmektir .

İçeriksel bir takım farklılıklara rağmen, bizatihi bu çabanın güdülmesinde İbn Tumert’le Ali Şeriati arasında kuvvetli bir bağ vardır. Aklı ve Nefsi Kur’an’la düşünmeye, arınmaya ve eylemeye çağırmak gibi temel bir bağ.

Bazı isimlerle ilgili olarak birkaç yazı varken, bazıları ile ilgili sadece bir yazının yer almış olmasının nedeni nedir?

 

Bahsettiğiniz husus daha çok çağdaş öncülerle alakalı. Seyyid Kutub, Ali Şeriati, İmam Humeyni gibi. Bu da doğaldır. Zira bu şahıslarla ilgili olumlu-olumsuz tartışmalar ya da etki alanları ve fikirleri ne ilişkin yazın süreci devam etmektedi r. Keşke daha fazla değiniye yer verebilse ydik, ancak daha önce değindiğim gibi bu çalışmalar onsekiz yıllık bir yolculukt a, bu şahsiyetler üzerine çalışmış olan kardeşlerimizin emeklerin in birer ürünü. Haksöz ve Dünya İslam dergileri nde yayınlanmış telifleri n tümüne yer vermeye çalıştık.

Türkiye’den isimlerin yer almaması bir eksiklik mi yoksa bir seçim mi?

Elbette bir seçim. Nasip olursa bunları farklı bir çalışmada değerlendirmek istiyoruz .

 

Seyyid Cemaleddi n Afgani

Kitabın genel seyri makaleler . Buna karşın iki tane de söyleşi yer alıyor. Bu söyleşileri hangi gerekçe ile aldınız?

Bir tanesi Afgani ile ilgili olarak Muhammed Ammara ile yapılmış bir söyleşi; ki bana sorarsanız tarihsel bir vesika olarak hala değerini korumakta . Ammara’nın burada değindiği konulara ilişkin, bu nitelikte ve açıklıkta başkaca bir röportaj Türkiye’de yayınlanmamıştır desem, sanırım abartmış olmam. Bu röportajı nitelikli sorularla yönlendiren kardeşlerimizi de bu açıdan tebrik etmek gerekir, diye düşünüyorum. Öte yandan Ammara zaten Afgani ve Abduh üzerine tarihsel araştırmalarıyla meşhur bir uzman. Afgani hakkında zihinleri karıştıran pekçok meseleye değinen ve cevaplaya n bu röportajın yayınlanmaması büyük bir eksiklik olurdu, diye düşünüyorum şahsen. Malik bin Nebi hakkındaki röportajın da benzer bir tarihi değeri var. Röportajın içerisindeki şahsiyetlerin hemen tamamı onun öğrencileri. Kitapta onun hayatına yönelik biyografi k bir değini olmadığı da düşünülürse, etkisi ve fikirleri yle ilgili tarihe kayıt düşen bu röportajın da yayınlanması kaçınılmazdı bizim için.

 

Şehid Seyyid Kutub

Öze dönüş ve ıslahat kavramları yazılarda sıkça geçiyor. Nedir bu iki kavramın özellikleri?

Yüzlerce kitaba, makaleye konu olmuş olan bu sorunuzu kısaca cevaplama k gerekirse şunları söyleyebilirim: Yüklerinden arındırılmış, saf, sahih, dosdoğru, yaratılış mayamıza uygun/fıtri bir İslam algısına ulaşabilmenin yollarını keşfetme çabasıdır, diyebilir im. İslam’ı doğru okuma/anlama ve yaşama çabasıyla birlikte, en temelde, onun ilahi ve beşeri olmak üzere iki yönüyle kurulacak doğru ilişkidir, diye de ekleyebil irim. Öze dönmeyi, tarihsel anlamda beşeri üretimlerin din adına içine düştükleri yanılgı, eklektisi zm ve hurafeler den kurtulup, ilk neslin aklını, düşünme melekeler ini, usulünü ve yapıp etmelerin i keşfetme olarak kısaca tanımlarsak, ıslahatı da buna yönelik tüm çabaların üst başlığı olarak niteleyeb iliriz.

Nitekim tarih boyunca tüm ıslahat önderleri bunu yapmaya çalışmışlar. Kur’an’ın basit, anlaşılır mesajının önündeki engellerl e her alanda (Beşeri ilimler alanında Hadis, Kelam, Tefsir, Fıkıh, Felsefe, Tasavvuf’a kadar; Yönetsel anlamda “Tevhid ve Adalet” ilkesini çiğneyen yönetimlerle “Emri Bi’l Maruf Nehyi Ani’l Münker” gereği; Toplumsal anlamda yozlaşma ve ahlaksızlıklarla hesaplaşmaya girişmişler, zulüm ve ifsad mekanizma larıyla nasıl başedilmesi gerektiğinin yollarını göstermeye çalışmışlardır. Bunu yaparken, -yukarıdaki sorunuza da ek bir cevap olarak- ortak vahyi kavramlar a dayanmışlar; dolayısıyla bazılarının iddia ettiği gibi türedi bir formun, usulün, dünya görüşünün üreticisi de olmamışlar; aksine mukavim bir hattı yaşadıklara çağa tercüme edenler, yorumlayıcılar olmuşlardır. Mu’tezile’den İmam Zeyd’e, Ebu Hanife’den İbn Teymiyye’ye ve günümüz ıslahatçılarına kadar bu hattın kalın bir çizgi halinde kesintisi zce günümüze kadar parıldaya geldiğini gözlemlemek mümkündür. Kitabın belki de yeni nesillere katacağı en temel mesajlard an biri de bu bağın kurulmasına yapacağı katkıdır, diye düşünüyorum.

Peki bu isimler gerek İslam dünyasında gerekse Batı’da nasıl algılanıyor? Örneğin bazı isimlerle ilgili olarak modernist, reformcu ya da resmi İslam’ın temsilcis i olmak gibi değerlendirmeler yapılıyor. Bu değerlendirmeler nasıl yaklaşıyorsunuz?

Özellikle 19. yy.’dan itibaren bu isimlere dönük Batılı araştırmalar hız kazanmıştır. Batılılar karşılarındaki fikri gücü ve bunun arka planını tanımaya çalışmışlar, bu anlamda mesela Afgani’yi incelerke n aynı zamanda onun donanımına katkı yapan tarihsel şahsiyetler üzerine de yoğunlaşmışlardır. 20. yy’da bu çalışmaların odağına İbn Teymiyye de oturmuştur. O’nun özellikle İhvan’a ilham kaynağı oluşuna ilişkin görüşleri Batı’lı araştırmalara konu edilmiştir. Oryantali stik çalışmalar elbette İslam tarihinin her köşesine ve Hadis tarihinde n Tasavvuf’a kadar her düşünce iklimine yönelik olmuştur, ancak ıslahatçı ulemaya dönük çalışmalar bir takım farklılıklar arzetmiştir. Özellikle 20. yy. direniş hareketle rine ilham kaynağı olmuş kişiler ilgi odağı haline gelmiştir. Mesela Afgani ile ilgili bugüne dek 650 kadar kitap ve makale yayınlanmıştır ki, bu rakam bu alanda bir rekoru ifade eder. Peki neden bu ilgi? Mesela 1963 sonrası bu ilgi bir hayli artmış ve özellikle N.R.Keddi e, E.Kedouri e gibi oryantali stlere maksatlı araştırmalar yaptırılmıştır. Bunu söylerken kesin bir dil kullanmamın sebebi, günümüzde bu kitapların ilmilik düzeylerinin ve propagand if yönlerinin bir takım ilmi araştırmalarca faş edilmiş olmasıdır. Bir küçük örnek vermek gerekirse mesela F.A.Tanse l’in Belleten 33/125’te bu gibi çalışmalarla ilgili değerlendirmelerine ya da örneğin Prof Dr. Kemal Karpat’ın Bilgi ve Hikmet Yaz 1993/3'teki incelemel erine bakılabilir. Hadi Husrevşahi el-Urve’nin Türkçe neşrinin girişine (s 54 vd) yazdığı değerlendirmede, 1963 sonrası Oryantali st çalışmaların “Müslümanların çağdaş sömürgeciliğe ve baskılara başkaldırma azimlerin i kırmak üzere ABD gizli servisinc e yönlendirildiklerini” iddia eden bir değerlendirme koymuştur.

Peki Türkçe’de onun hakkını teslim eden çalışmalar yok mudur?

Bilinen araştırmaları bir kenara koyacak olursak, bana göre bugüne dek Afgani hakkındaki kaynaklar üzerine yapılan çalışmalardan en aşılamamış olanı ve halen bu konulara ilgi duyanlarc a keşfedilmeyi bekleyen çalışma hiç kuşkusuz ki Dücane Cündioğlu’nun Divan dergisind eki 1996/2 sayılı 90 sayfalık etüdüdür. Afgani’nin Ernest Renan’a cevabı hakkındaki aleyhte spekülasyonları adeta dümura uğratan bir çalışmadır bu. (Sınırlı bir alana ilişkindir ama diğer alanlara yönelik olarak da ilmiliğin ölçütlerini göstermesi açısından öğreticidir.) Ama maalesef halen bu hususta Türkiye’de makaleler yayınlanabilmekte, yalan yanlış gayr-ı ilmi dipnotlan dırmalarla bu konu Afgani aleyhinde kullanılabilmektedir. Ard niyetlile ri bir kenara koyacak olursak, en azından samimi araştırmacılar bu makaleyi mutlaka okumalılar.

 

İmam Muhammed Abduh

Bu isimlere dönük eleştirilerin kaynaklarına dönersek. . .

Öte yandan bu isimler sizin de sorunuzda belirttiğiniz gibi İslam dünyasından da hücumlara uğramışlardır. Aslında hücumların en büyükleri buralarda n gelmiş dersek yanlış bir tespitte bulunmuş olmayız. Türkiye’de özellikle Muhafazak ar kesimin -Afgani, Abduh, Reşid Rıza, Seyyid Kutub, Ali Şeriati, Mevdudi…listeyi uzatmak mümkün- bu isimlere ilişkin mezhebi ve tarihi önyargılardan kaynaklan an husumetle ri olagelmiştir. Bu onların din algısıyla alakalı bir husustur ki, zaten bu şahsiyetler de ömürleri boyunca bu eklektik, taklitçi, hurafeci, ‘Öteki Batı’ya özenen maneviyatçı, ruhçu/spiritüalist anlayışlarla da mücadele etmişlerdir. Maddeciliğe, rasyonali zme harcadıkları mesainin daha fazlasını bu anlayışlarla hesaplaşmaya adamışlardır.

Bu şahsiyetler halen bu kesimlerc e rasyonali st, reformist, İslam dünyasını modernite yle tanıştıran unsurlar olarak tanıtılagelmektedirler. Bu vesileyle yeni nesilleri n ve araştırmacıların zihinleri de bulandırılmaktadır. Verilen bilgileri n çoğu önyargılı, mesnetsiz ve anakronik tir. Mesela Abduh’un rasyonel akılla hareket ettiğine ilişkin iddialara kitapta Abduh’la ilgili iki yazı bence önemli cevaplar ihtiva etmektedi r. Ancak tevhidi kesimleri n bu çabaları süreklilik arzetmeli, yeni çalışmalara imza atılmalıdır diye düşünmekteyim. Bu minvalde genç beyinler sivil çalışmalarla birlikte akademik alanda (mesela doktora çalışmalarında) bu konulara eğilmeli; bu Anadolucu, Osmanlıcı, milliyetçi entelektüel-muhafazakar havzaya gereken cevapları verebilme lidirler.

Ele alınan düşünürlerden ve onların öncüsü olduğu yapıların deneyimle rinden bugün için çıkarılacak ne gibi dersler var?

Konu uzun ama içinden geçtiğimiz süreçle bağlantılı olarak şu şekilde cevaplama ya çalışayım: Son dönemlerde yaygınlaşan muhafazak ar-liberal eğilimler ve bunlardan sadır olan İslam yorumları, kitapta isimleri geçen şahsiyetleri adeta tozlu rafların, tarihsel ürünleri gibi lanse etme tavrı sergileme ktedirler . Oysa bugün, her kesimin “Bir başka dünya mümkün” arayışlarının hızlandığı küreselleşme çağında bu şahsiyetlerin mesajlarına her zamankind en fazla ihtiyaç olduğu bir gerçektir.

Peki ya reformist lik iddiası?

“Reformistlik” suçlaması da bir başka serencam. Bu kelime, yani “reform” Batılı eserlerde sürekli bu şahsiyetlerle ilgili olarak kullanılagelmiştir. Bu da doğaldır. Onların lügatinde bu kelimenin kendi tarihsel varyansla rı açısından da anlamı vardır. Ancak bu eserler dilimize çevrilirken bu kelimeye hiçbir şerh düşülmemekte, -hüsnü zanla ifade edersek- dikkatsiz çevirmenler kelimeyi aynen tercüme etmektedi rler. Oysa reformizm, bir şeyi bir halden başka bir hale dönüştürmeyi ifade eder. Islah ise, aslına döndürmeyi, aslına uygun tarzda düzeltmeyi, üzerini örten kirlerden arındırmayı. Dolayısıyla ıslah yoluyla yapılagelen şey dine bir şey katmak, dinden bir şey eksiltmek ya da onu dönüştürmek değil, aksine aslına döndürmek manası taşır. Çünkü reformist in ölçüye ihtiyacı yoktur; ya da ölçüsü zanni beşeri üretimler olabilir ama ıslahçı açısından durum böyle değildir. Islahın merkezind e vahyi-tevhidi tecrübi birikim vardır. Islah çabası, öze dönüş, ihya, tecdid gibi kelimeler bizim dünyamızı yansıtmada kadimden beri kullanılagelen kelimeler dir. Asıl bu kelimeler i bırakıp “reform” gibi bazı sahte nitelemel ere başvurmak Batılı ve Batıcı olandan etkilenmişliğin bir tezahürüdür. Öte yandan Ali Abdurrazık, Seyyid Ahmet Han ya da günümüz ilahiyat çevrelerinde rastgeldiğimiz türden -başörtüsü, faiz, vb tartışmalarda olduğu gibi- modernist, reformist yorum ve yaklaşım biçimleri de mevcuttur . Ama bu yönelimleri birbirind en ayırmaz ve aynı anlam dünyasının tezahürleri gibi okursanız, yanılsamayı ve zihin kaymasını daha baştan kabullenm iş olursunuz . Seyyid Ahmet Han’la Afgani’yi yan yana zikretmek, İslam’ı Batılılaşmanın tezahürleriyle kompleksi f bir tarzda okumakla; Batılılaşan ve Batılılaştıran zihne, tevhidi geleneğin anlam dünyasından cevaplar (hatta yanılgılarına çözümler) üretmeyi aynı kefeye koymak gibi bir yanlışa savrulmuş olursunuz . Oysa birileri yaşanan çağın getirdiği içsel ve dışsal bunalımlara cevap arayışı güder, insanlığın idrakini vahyin iklimine çekmeye çalışırken, diğeri İslam’ı Batılı/Batıcı idrakin çeperine sıkıştırıp yaranma güdüsüyle hareket etmektedi r. Biri çarpık tağuti yönetimlerle hesaplaşma, halkın nefsinde olanı kültürel, eğitsel ve siyasi alanda ıslaha çabalarken; diğeri bu sistemler in hayatı, yönetimi, halkı, siyaseti, toplumsal lığı algılayış biçimiyle Allah’ın dinin ne kadar da örtüştüğünün gaflet senaryola rını kotarmakt adır. Bu ikisini yan yana anmak cehalette n değilse eğer, gafletten kaynaklan maktadır.
Aynı hatalara gelenekse l kesim içerisinden de düşenler vardır. Onların ise, bu insanların magazinel hayatını merak edip kulaktan dolma bilgilere yaslanmak tansa, kendi din algılarının ıslahı için çaba göstermelerini salık vermeliyi z.

Kitabınız İslami mücadele tarihine daha başka ne gibi yeni açılımlar, perspekti fler getiriyor?

Bu kitaptaki bilgiler yeni değil ve Amerika’yı da yeniden keşfediyor değiliz. Yıllar öncesinde dokunagel diğimiz konuların bugün geniş kitlelerc e -yeterli olmamakla birlikte- revaç görüyor olması; aynı zamanda yukarıda bahsettiğim tarzda meyve veren ağaçların sürekli taşlanıyor olması hedeflene n seviyeye yönelik önemli adımların atıldığını göstermekte. Bizler bu kitap vesilesiy le yaşadığımız çağda aklı selimin ölçütlerini hatırlatmaya çalışıyoruz. Ve bu ölçütler emek vermeden kazanılamaz. İşte öncülerin hayatları ortada. Asla sadece kitabi bilgilend irmeyle yetinmiyo rlar. Fildişi kulelerde ya da farenin dağa küsüp dağın haberinin olmadığı ortamlard a yaşamıyorlar. Hayatın, siyasetin, sosyalite nin tam göbeğindeler. Meseleler in merkezind eler. Beyinleri n dönüşmesi, gönüllerin arınmasının bizatihi hayatın içinde olabileceğinin en büyük şahitleri onlar. Kendi dönemlerinin, çağlarının, toplumlarının sorunlarıyla iç içeler. Bu sorunları aşmada, örgütlülük ve kurumsall aşmanın önemini bizlere kavratmad a örnek pratikler serdetmiş bulunuyor lar.

Buradan çıkaracağımız dersler var. Hayatın fıkhını vahyi bir akıl süzgeciyle kavrayara k, onu dönüştürme ameliyesi ni geliştirmemiz gerekiyor . Hayatın kıyısında, sadece laf üreterek, sadece bilimsel bilginin peşinde koşarak, ya da dolaylı anlamda yeni Mehdi anlayışları geliştirerek vahyin ışığını insanlığa taşıyamayız.

Dolayısıyla bu kitap zaten varolan açılımları yeniden fıkhetmemiz gerektiğinin altını kalınca çiziyor kanaatimc e. Ayrıca bir önceki nesilleri n büyük emeklerle, el yordamıyla keşfetmeye çalıştıkları şahsiyet ve hareketle re, yeni nesilleri n sağlıklı bir perspekti fle buluşabilmelerini sağlıyor. Bence sadece bu bile kitabın önemini ifada önemli bir köşetaşıdır diye düşünüyorum.

 
İmam Şehid Hasan el-Benna

Klasik bir soru olsa da, sormak istiyorum Kitabın hazırlanma süreçlerini anlatır mısınız?

Makaleler in seçimi, gözden geçirilmesi, redakte ve tashih aşamaları her kitabın klasik süreçlerini oluşturuyor. Buradaki makaleler e fazla müdahale etmedik. Genel anlamda orijinal hallerine sadık kaldık. Yeni elde edilen bilgileri eklediğimiz de oldu. Mesela İbn Tumert’in öğrencilerinin yeni yayınlanan eserlerin den bazı pasajları, Mehdi anlayışına getirdiği dönemsel açılımı göstermek açısından makaleye dipnot olarak koyduk. Bu önemliydi; nitekim bunlar yayınlanana dek İbn Tumert’in kendisini Mehdi olarak görmesi/göstermesinin temel dayanakla rının neler olduğu bilinmiyo r ve bu da ciddi bir boşluk oluşturuyordu.

Okurların ilgisi nasıl?

Okurlarımızın ilgisinin beklediğimizin üzerinde olduğunu belirtmel iyim. Kitabın yüzde sekseni çok kısa bir sürede tükendi ki bu da oldukça sevindiri ci bir gelişme.

 

Haksöz Okulu ile ilişkili olarak sürdürdüğünüz yeni kitap çalışmalarınız var mı?

Seyyid Ebu'l Ala Mevdudi

Elbette. İnşallah seriyi yeni çalışmalarla sürdürmeyi ve Haksöz’ün tüm birikimin i okuyucula rla buluşturmayı düşünüyoruz. Şu an “Kavramlar” üzerine çalışıyoruz. Yetmişten fazla kavramı ihtiva eden bir kitabı inşallah en kısa zamanda yayına hazır hale getireceğiz. Bundan sonra muhtemele n “Kur’an Çalışmaları”nı bir ya da iki kitap halinde hazırlayacağız.

 

Dr. Malik bin Nebi

Önümüzdeki dönem “Kıssalar”, “Söyleşiler” gibi konular gündemimizde olmakla birlikte, Özgür-Der başkanı Hülya Şekerci hanımefendinin “İslami Mücadelede Kadın” konulu bir çalışması da şu an hazırlık aşamasında.

Söyleşi için teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum…

Bu vesileyle ben de hem size nitelikli ve özenli sorularınız için teşekkür etmek istiyor; Hem de İslami Mücadele’de Öncü Şahsiyetler kitabının hazırlanmasında emeği geçen ve özellikle Haksöz dergisi’nde yayınlanan araştırmalarıyla kitabın muhtevasına katkı sağlayan kardeşlerimize de bir kez daha şükranlarımızı sunmak istiyorum .

Ömer-SİVAS http://www.porsukkoyu-58.tr.gg
Konular http://www.islam-green34.com
Yazı grubu üyesi Ömer-Sivas tarafından
farklı yerlerden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır