+ ISLAMGREEN34 NEW WORLD
 Son Mesajlar

Kullanıcı Adı: Beni Hatırla?
Şifre:
Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 10
 21 
 : Aralık 14, 2016, 12:51:55 ÖS 
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin
HALEP  VE İNSANLIK İLE İSLAM

http://www.haber7.com/guncel/haber/2234038-halep-dustu-utanin

Kadın ve çocukların acımasızca katledild iği
sivilleri n üzerine bombalar yağdığı
insanların açlık ve susuzlukt an hayatını kaybettiği
Halep için bu zaman kadar susanlar ise bu katliama ve vahşete ortak oldu
Yeni Şafak gazetesin den Kemal Öztürk
Halep için bu zaman kadar sessiz kalanlara seslendi ve 'UTANIN' dedi

" HALEP DÜŞTÜ - UTANIN "

Birleşemeyen milletler in, güvenliği sağlayamayan konseyi, Halep düştü utan.

Her ölen çocuğun kanında sizin veto kararlarınız var. Utanın. O beş ülkenin, çocuklarımızın ve masum insanların katilleri ne yol açan kararlarını bir ömür boyu unutmayac ağız.

İslam dünyasının iş birliği yapamayan teşkilatı, Halep düştü utan.

O kibir ve enaniyeti nizin esir aldığı aklınızla, birleşmek yerine, ayrılığı tercih ettiğiniz için Halep düştü. Utanın. 1 milyar 300 milyon Müslümanı temsil eden kurum olarak, kılınızı dahi kıpırdatmadığınız için ölen her çocuğun kanında sizin de parmağınız var. Bu köhnemiş, pörsümüş, içi boşalmış kurumlarınızla katliamı izlediniz . Asla unutmayac ağız.

Avrupa'nın köhnemiş birliği, Halep düştü utan.

Beceriksi z ve iradesiz liderleri nizle, hiç bir sorunu çözemediniz, hiçbir krizi önleyemediniz. Ortadoğu'da darbelere, kaosa, teröre destek verdiniz, katliamla rı körüklediniz. Halep düşerken siz, Akdeniz'in sularında mülteci çocuklarının boğulmasını seyrettin iz. Katilleri n dostusunu z, katliamın parçasısınız. Asla unutmayac ağız.

Ayrılığın ve çaresizliğin Arap Ligi, Halep düştü utan.

O kibirli halinizle Arap olmakla övünürken, Arap kardeşleriniz Halep'te diri diri yakıldı, siz süslü salonlard a toplanıp mırra içtiniz, hiçbir şey yapmadan dağıldınız. Milyonlar ca insan mülteci olurken, Akdeniz'de boğulurken, açlıktan ölürken, siz hiçbir şey yapmadan öylece baktınız. Halep'te öldürülen her Arap çocuğunun katilleri yle cinayete ortak oldunuz. Asla unutmayac ağız.

Sözüm ona dünyanın en güçlü ama gerçekte en beceriksi z devleti Amerika, Halep düştü utan.

Başından beri Suriye konusunda beceriksi zce politika üretemedin. Bir gün 'Esed'i devireceğiz' dedin, bir gün vazgeçtin. Verdiğin sözleri tutmadın, insanları ortada bıraktın. Suriye'yi Rusya'ya ve İran'a teslim ettin. 600 bin insan öldü, milyonlar cası evsiz kaldı, sen PKK'ya Kürt devleti kurdurmak la uğraştın. Onu da beceremed in. Halep düştü şimdi. Orada yere dökülen her kanda, Obama senin ve ülkenin de parmağı var. Bunu asla unutmayac ağız.

İslam Cumhuriye ti kavramın yüz karası İran, kana boğduğun Halep senin oldu sonunda, utan.

Kerbela'yı, Hz. Hüseyin'i siyasi emellerin için sömürdün, Haşdi Şabi gibi katil ordular kurdun. Sonunda Halep'i Kerbela'ya çevirdin, çocukları susuzlukt an, açlıktan öldürdün.

Bütün militanla rını Kerbela'nın intikamını almak için doldurdun, sonunda Şii-Sünni savaşını başlattın. İslam dünyasının en büyük fitnesini n baş aktörü oldun.

Rusya ve Çin'le işbirliği yapıp Yemen'de, Irak'ta, Lübnan'da, Suriye'de Müslüman kanı döktün. Şiilerin ve Sünnilerin yüz karası bir devlet olarak tarihe geçtin, utan. Asla unutmayac ağız.

Ortadoğu'ya yeniden döndün, Halep'i kana buladın Rusya, utan

Bütün derdin güç göstermek, kontrol etmek, hakim olmak. Ortadoğu'da Amerika'nın beceriksi zliğini görünce bütün gücünle geldin, Akdeniz'e yerleştin. Suriye'de İran'ın, Suriye'nin daha çok masum öldürmesi için destek verdin, silah verdin, uçak verdin, füze verdin. Hastane, okul, fırın vuracak kadar canileştin. Sonunda Halep senin oldu, bütün çocuk cesetleri yle berber. Utan. Asla unutmayac ağız.

Birlik olamayan Müslümanlar, Halep düştü, utan.

Her yerde ölen ve öldüren Müslümanken, yine de birleşmeyi değil ayrışmayı seçen, Müslüman kardeşini ötekileştiren, gıybet eden, fitne çıkartan, bölen, kişisel çıkarını düşünen, pısırık Müslüman dünyası, Halep düştü, utan.

Bir tek mülteciyi ülkesine almayan sözde İslam ülkeleri, Halep düştü utan.

Onca zenginliğinize, onca geniş topraklarınıza rağmen, bir tek mülteciyi almadınız ülkenize. Onlar da Akdeniz'in sularında boğuldu, çöllerde kayboldu, yollarda can verdi. Halep düşerken, kılınızı kıpırdatmadınız. Siz de ölen her mültecide suç ortağısınız. Asla unutmayac ağız.

Ülkelerini savunamay an, birlik olamayan muhalifle r, Halep düştü utanın.

Elli parçaya bölünen, birbirine düşen, cahilce, ahmakça, canice işler yapan, ülkelerini koruyamay an, vatanlarını savunamay an muhalif gruplar, Halep düştü. Utanın.

Türkiye'de,

Halep düşsün diye duan eden, mezhep savaşı çıksın diye uğraşan, fitneyi körükleyen, iktidar düşmanlığı yüzünden katilleri savunan, umursamay an, görmeyen, birlik olmayan, aklını kullanmay an kim varsa, Halep düştü utanın.

Ve sen,

Bir insan olarak, bir Müslüman olarak, birey olarak, siyasetçi, diplomat, bürokrat, iş adamı, gazeteci, aydın, vatandaş olarak. Halep konusunda yaptıklarını gözden geçirmelisin.

Neyi doğru, neyi yanlış yaptığını bulmalısın. Hatalarını cesurca kabullenm eli, onları düzeltmelisin. Sonra da utanman gerekiyor sa, bunu kendine gür sesle söylemelisin.

Halep düştü

Bu tarihin en utanılacak günüdür. Ancak yeni Halepler olmaması için kendimizi toparlama lıyız. Aklımızı, cesaretim izi, bilgimizi, tecrübemizi kullanmak zorundayız.

Halep hepimize ders olsun

HALEP  VE İNSANLIK İLE İSLAM

 22 
 : Kasım 09, 2016, 04:17:37 ÖS 
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin

SEYYİDLİK KURUMU NAKIBUL EŞRAF

https://tr.wikipedia.org/wiki/Nak%C3%AEb%C3%BC%E2%80%99l_e%C5%9Fr%C3%A2f


Nakîbü'l eşrâf, ilk olarak Abbasi halifesi Mütevekkil zamanında oluşturulan bir kurumdur. Bu zamandan itibaren diğer İslâm devletler inde nikâbet teşkilatı varlığını sürdürmüştür.

Nakîbü'l Eşraf, Osmanlı Devleti'nde protokole tabi değildir. Vasıtasız olarak ve vaktini kendi belirleye rek padişahla görüşebilir. Padişahın başkanlık ettiği divanlard a diğer devlet erkânından ayrı olarak padişah ile aynı sedire oturur.

Osmanlı Devleti'nde de ilk olarak sâdât nikâbeti Sultan Yıldırım Bayezid zamanında Mayıs 1400 tarihinde tesis edilmiştir. İlk Nakîbü’l-eşrâf da Seyyid Ali Nata b. Muhammed olmuştur. Ondan sonra oğlu Seyyid Zeynelabi din babası gibi seyyid ve şeriflere nâzır olmuştur.

Nakîblik, Fatih Sultan Mehmed zamanında bir ara kaldırılmışsa da, II. Bayezid devrinde yeniden oluşturulmuş ve son devirlere kadar varlığını devam ettirmiştir. Bu tarih görünüş olarak kuruluş tarihidir . Yoksa Osmanlının kuruluşundan itibaren seyyid ve şeriflerin öneminin olmadığı anlamına gelmez. Nakîbü'l-eşrâflık, ilmiye sınıfının en üst seviyesin e çıkan seyyidler e veriliyor du. Nakîbü’l-eşrâflar, kadılar gibi belirli bir süre için görevlendirilmiyor, uzun yıllar iş başında kalıyorlardı. Resmi giysileri, konakları ve kendileri ne hizmet eden adamlarıyla saygın bir yer tutuyorla rdı.

Osmanlı Devleti'nde nakîbü'l-eşrâflar hakkında ilk biyografi k eser Ahmet Rıf'at Efendi’nin Devhatü'n Nukabâ adlı eseridir. Bu eser 1500'lü yıllardan itibaren 1800'lü yıllara kadar Nakîbü'l-eşrâf olarak görev yapan toplam 62 kişinin biyografi sini vermiştir.

Nakîbü'l-eşrâfın başlıca görevi, İslam peygamber i Muhammed'in soyundan geldikler ine ilişkin ellerinde belgeleri bulunan seyyid ve şeriflere tanınmış olan ayrıcalıkları korumaktı. Nakîbü'l-eşrâflar, eyalet, sancak ve diğer yerleşim birimleri ndeki kaymakamlıkları vasıtasıyla bütün seyyid ve şeriflerin isimlerin i kapsayan defterler i tutarlardı. Şecere-i Tayyibe denilen bu defterler de Peygamber soyundan geldikler ini belgeleye nlerin soy kütükleriyle birlikte bulundukl arı şehir, siyâdet veya şerâfet silsilesi, evladı, ahval ve ahlakı, ikametgâhı, görevi ve durumları kayıtlı idi.

Seyyid ve şeriflerin kanunlara aykırı tutum ve davranışları görüldüğünde veya herhangi bir suç işlediklerinde, İstanbul'da Nakîbü'l eşrâf, taşralarda ise nakîbü'l-eşrâf kaymakaml arı tarafından yargılanır, gerekli cezaya çarptırılırlardı. Yöneticiler ve kadılar bu işe karışamazlardı. Halktan ayırt edilmeler i için başlarına yeşil sarık sarmaları mecburi idi.

Nakîbü'l-eşrâf kaymakaml arı, İstanbul'dan Nakîbü'l-eşrâf'ın sadrazama mektupla sunulmasından sonra atanırlardı. Genellikl e bir yıllık süre için atanan nakîbü'l-eşrâf kaymakaml arının atanmaları mektuplarında, doğrudan kaymakam atanan kişiye hitap edilmekte olup, seyyidler in üzerlerine kaymakam olarak tayin edildikle ri bildirild ikten sonra, göreve tayin edildikle ri tarih yazılır ve daha sonra görecekleri işler açıklanırdı.

Seyyidler in haklarının korunması, arûsiyye ve tevcihiyy e gibi vergileri n aldırılmaması, bunlara hürmet edilmesi, sahte seyyidlik iddiasında bulunanla ra müsaade edilmemes i, seyyidler in tespit edilerek İstanbul'a bildirilm esi ve bunların halktan ayırt edilebilm eleri için yeşil sarık ve cüppe giydirilm esi gibi yapacakla rı işler açıklandıktan sonra, Nakîbü'l-eşrâf'ın imzası ile tamamlana n atama mektuplarının, Isparta Şer‛iyye siciline kaydedilm esi ile birlikte atama işlemi de tamamlanmış olmaktaydı.

Atanan nakîbü'l-eşrâf kaymakaml arı, Nakîbü'l-eşrâf’ın sancak merkezler inde uygun gördüğü kadılardan, müderrislerden, eski nakîbü'l-eşrâf kaymakaml arından veya eşraftan birisi oluyordu.

Seyyid ve şerif oldukları belgelerl e ispatlanmış olan bu kişilere toplum tarafından çok büyük saygı, sevgi ve itibar gösterilmiştir. Aynı zamanda devlet de onları vergi verme ve benzeri bütün kamu yükümlülüklerinden muaf tutmuştur. Kendileri nden önceki Türk ve İslâm devletler indeki yerleşmiş uygulama gibi, Osmanlı Devleti’nde de seyyidler askeri sınıfdan muaf tutulmuştur. Örneğin, 16. yüzyıl'da Hamid Sancağı’nda vergiden muaf olanlar arasında şerifzâde, âl-i Rasul ve seyyidler in de yer aldığı görülmektedir. Toplam 26 adet olarak sâdât-ı kirâmın vergiden muaf olduğu kayıtlara geçmiştir.

18. yüzyıl'da, nakîbü’l-eşrâf kaymakaml arının bir kısmı da birtakım yolsuzluk işlerine karışmaktaydılar. Bazı kazalarda, nakîbü’l-eşrâf kaymakaml arı "harc-ı ma‛kûl", "devriye", "tevcih", "sâdât akçesi", "arûsiyye" isimleriy le tekâlif-i şakka gibi sonradan uydurulan vergiler toplamaya başlamışlardı. 24 Eylül – 3 Ekim 1759 tarihinde Rumeli ve Anadolu'daki kadılara, nâiblere ve nakîbü’l-eşrâf kaymakaml arına gönderilen bir fermanda, nakîbü’l-eşrâfların seyyidler den sorumlu oldukları, uygunsuz hareketle rinde onları yakalamal arı, seyyidlik iddialarında bulunanla rı derhal İstanbul'a göndermeleri, alınan haksız vergileri n hemen iade edilmesi ve bu işlerin takibinde Nakîbü’l-eşrâf Seyyid Mehmed Emin Efendi’nin yetki sahibi olduğu açıklanmıştır. O dönemde, bu gibi haksız yere para tahsil edilmesin i yasaklaya n Vezir-i Azam Mehmed Ragıb Paşa'nın da mektubu mevcuttur



 23 
 : Kasım 04, 2016, 06:37:24 ÖS 
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin
İSLAM VE MÜZİK

KURAN-I KERİM VE MÜZİK

HENDESE-İ SAVT VE KURAN-I KERİM

http://www.yenisafak.com/arsiv/2000/ekim/28/ycetinkaya.html
  

Hendese-i savt ve Kur'an tilâveti

İsmail Râci el-Fârûkî ve eşi Luis Lâmia el-Fârûkî'nin hazırladıkları "İslâm Kültür Atlası" adlı eserin 467. sayfasından sonrası, (23. Kısım), "Hendese-i Savt"a; yani ses sanatına, ses mühendisliğine ayrılmış. Bu eser, İnkılab Yayınları tarafından; Mustafa Okan Kibaroğlu ve Zerrin Kibaroğlu'nun çevirileriyle Türkçe'ye kazandırılmıştı.

Hatırlanacağı gibi Fârûkîler, 27 Mayıs 1986 tarihinde Pennsylva nia Wyncote'taki evlerinde bir sahur vakti uğradıkları bıçaklı saldırı sonucu hayatlarını kaybetmişlerdi. Fârûkîler'i rahmetle anıyoruz.

Fârûkîler, neden "Hendese-i Savt" başlığını kullandıklarını şöyle açıklıyorlar: "Bu adlandırma 'müzik' ya da Arapça'sıyla mûsikînin İngilizce'de ve diğer Avrupa dillerind eki karşılıklarında olduğu gibi perde ve ritmlerin bütün sanatkârâne vokal ve enstruman tal düzenleme türleri mânâsına gelmediği gerçeğine dikkat çekmek içindir". Fârûkîler, müzik veya mûsikî terimleri ni "sınırlı" bulduklarını da ifade ediyorlar ve Hendese-i Savt ile mûsikî arasındaki "ince" farka dikkat çekiyorlar. Fârûkîler'e göre Hendese-i Savt, ses veya çalgı ile icrâ yahut dînî/dünyevî toplantılar, ileri düzeyde sanatkârâne veya sıradan sosyal olaylar gibi ortamlard an bağımsız, sonsuz yapının bestelenm iş veya irticâlî tezâhürüdür. Perde ve durakların düzenlenmesi yoluyla müziğin gelişimi dinleyici ye hiçbir zaman sona ermeyecek miş gibi açılan bir izlenim vermeye çalışır. Tonlama ve duraklama larla ortaya çıkarılan bu yapı bir arabesk olarak da adlandırılabilir. Bu, İslâmî kültürün görsel sanatlarındaki benzer şekilde adlandırılan çizgi, renk ve form yapılarıyla aynıdır.

Fârûkîler bu eserlerin de, câmî müziğinin ya da daha genel (ama bence çok yanlış) bir ifadeyle dînî müziğin (Fârûkîler, dînî müzik tâbirini kullanmıyor) esas teşkil ettiğine, câmî müziğinin klasik müziğin bir alt türü olduğuna dair görüşlere yer veriyorla r. Referansl arı ise Karl Signell ve Amnon Shiloah. Câmî müziğinin, klasik müziğin bir alt türü olduğunu Karl Signell söyler. Amnon Shiloah ise "The Status of Tradition al Art Music in Muslim Nations"ta, Müslüman milletler deki dînî müzik ve sanat müziği arasındaki sıkı bağlardan ve alışverişten ve sanat müziğinin bir folk repertuarına süzülmesinden bahseder.

Kur'an tilâveti; Müslümanlar tarafından hiçbir zaman mûsikî olarak kabul edilmemek le birlikte, İslâm dünyasının her köşesinde, her seyirci topluluğuyla ve hemen hemen her çevrede duyulabil en bir hendese-i savt türüdür, Fârûkîler'e göre. Hatta İslâm coğrafyasında yaşayan gayrımüslimler için bile kaçınılmaz bir ses sanatı tecrübesidir. O halde Kur'an tilâveti, İslâm kültüründe yer alan en şümullü hendese-i savt türüdür ve Kur'an, hendese-i savttaki estetik ifadenin bir ilk örneğidir.

Fârûkîler'in işaret ettikleri bir başka husus, iyi bir sese sahip veya seslerini çok iyi kullanan iyi icrâcıların, iyi bir Kur'an tilâveti eğitimi almış olmaları. Buna örnek, Mısırlı merhum şarkıcı Ümmü Gülsüm'dür. Fârûkîler'in bu tesbitler i -ya da aktarımları- çok isabetli ve aynı zamanda bir gerçeğe de işaret ediyor. İslâm müzik kültüründe sesi iyi kullanabi lmenin ön şartı, iyi bir Kur'an eğitimi almaktan geçiyor. Nitekim, Osmanlı müzik kültüründe iyi icrâcıların, iyi bestekârların mutlaka bir dergâh geçmişi var. Mutlaka iyi bir "dînî müzik" eğitimi almışlar. Son dönemde; Kur'an tilâveti eğitimi alıp da, sesini bu şekilde eğiten ve bence 20. yüzyılın en iyi okuyucula rından olan bir sanatkârı da hatırlamak lâzım: Merhum Bekir Sıdkı Sezgin. Kendisi aynı zamanda hâfız idi. Müthiş bir ses disiplini ne sahip olan Bekir Sıdkı Sezgin, bu özelliğini Kur'an eğitimi sayesinde edindiğini bana söylemişti.

Kur'an tilâveti, ses sanatının -ve İslâm müzik kültüründe ses eğitiminin- bence en önemli unsuru. Kendi mûsikî kültürümüze baktığımızda, buna dâir pekçok örnek görebiliriz.


http://www.yenisafak.com/arsiv/2000/ekim/28/ycetinkaya.html


MÜZİK VE İSLAM 

https://eliflamraa.wordpress.com/2006/11/28/muzik-hara-mi-degil-mi/

Ne Kur’ân âyetleri içerisinde, ne de sahîh hadîs-i şerifler arasında; ne âletli, ne de âletsiz salt mânâda “mûsikî”yi yasaklaya n bir habere, bir hükme rastlanma z. Dînimizde haramlar açık bir dil ile, net bir şekilde hep beyan edilmiştir. Çalgılı veya çalgısız söylenen mûsikî yeni bir icat da değildir. Kur’ân âyetleri indiği günlerde mûsikî çalınıp söyleniyordu. Bizim Rabbimiz ise, kesinlikl e unutkan değildir.1 Cenâb-ı Hak; “kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalmanız dışında, Allah size haram kıldıklarını ayrı ayrı açıklamıştır”2 buyurur. Allah Resûlü de (asm) bir hadisleri nde: “Allah’ın, kitabında helâl kıldığı helâl; haram kıldığı ise haramdır. Hakkında sustuğu da muaftır. Allah’tan onun affının kabulünü isteyin. Zira Allah bir şeyi unutacak değildir”3 buyurmuş; bir diğer hadisleri nde de, “Allah bir şeyi farz kıldığında onu eksiltmey in. Bir şeye sınır koyduğunda da sınırı aşmayın. Bir şey hakkında da unutmaksızın susmuşsa, onun ardına düşmeyin”4 buyurarak, haram kılacağı bir şey hakkında Allah’ın ne tereddüdü, ne de unutkanlığı bulunmadığını; binâenaleyh bir şeyi haram kılmamışsa eğer, o şeyin mubah olacağının anlaşılması gerektiğini, çünkü eşyada aslolanın “mubahlık” olduğunu beyan buyurmuş bulunmakt adır.
Her şeyden önce, yalın ve katıksız olarak eğlence, şarkı, türkü ve oyunlar, içlerinde haram unsur olmamak şartıyla mubahtırlar. Peygamber Efendimiz (asm) oynayan bir gurup Habeşli’ye rastlayınca onları takdir ettikten sonra şöyle buyuruyor: “Yahudiler ve Hıristiyanlar bilsinler ki, bizim dinimizde genişlik vardır.”5 Nitekim Üstad Bedîüzzaman Hazretler i bu hadisi tefsir sadedinde, radyolard an yapılan müzik yayını ile ilgili olarak diyor ki: “Evet, beşer hakîkate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesâta da ihtiyacı var. Fakat, bu keyifli hevesât, beşte birisi olmalı. Yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafi olur.”6
Bedîüzzaman’a göre, insanlığın bu ihtiyacını dikkate alan radyo yayıncıları, İslâm ahlâkını rencide edici olmamak ve içinde haram unsur taşımamak şartıyla radyodan eğlence, müzik, şarkı ve türkü yayını yapabilir ler. Ve yapılan bu tür ölçülü müzik yayınları dinlenebi lir. Ama bu yayın radyonun tüm yayınlarına oranla beşte biri aşmamalıdır. Yoksa havanın yaratılış hikmetine zıt şekilde yayın yapılmış olur. Bu durumda ise radyo bir İlâhî nîmet iken, bir nikmet olur, yapılan ölçüsüz eğlence yayınları beşerin başına belâ olmaktan öteye bir fayda sağlamaz. Öyle ise Bedîüzzaman’a göre, bir radyoda şarkı, türkü, ezgi, müzik ve meşrû eğlence programına beşte bir, kelimât-ı tayyibe sayılabilecek şekilde faydalı ve Kur’ân bilgileri ni konu alan programla ra ise beşte dört oranda yer verilmeli dir.7
Şimdi, dilerseni z, konu ile ilgili olarak doğrudan vahiy metinleri ne başvuralım. Konuyla ilgili rivâyetler ne diyor; bakalım. Daha sonra muteber İslâm âlimlerinin yorumlarına geçelim.
1- Hz. Aişe (ra) bir bayram günü ile ilgili bir hatırasını şöyle anlatıyor:
“Yanımda iki genç kız def çalıp Buas Harbi üzerine düzülmüş hamâsî türküler söylerken Resûlullah Efendimiz (asm) içeri girdi. Yatağın üzerine sırtüstü uzanarak yüzünü örttü. Az sonra babam Ebû Bekir (ra) girdi. Türkü okuyan kız çocuklarını görünce:
‘Resûlullah’ın (asm) huzurunda şeytan sazı ha!’ diye bana kızdı ve kızları azarladı.
Ancak, Resûlullah (asm) karşı koyarak:
‘Ey Ebû Bekir, bırak onları; söylesinler, her milletin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır’ buyurdu.
Onlar sohbete dalıp, ilgileri kesilince ben kızlara göz ettim, hemen sıvışıp çıktılar.”8
2- Resûlullah Efendimiz (asm) hicret esnasında Medîne’ye teşrif buyurduğu zaman, kadınlar dam başlarında defli ve sesli olarak, “Talea’l-bedru aleynâ, min seniyyâti’l-vedâ, vecebe’ş-şükrü aleynâ, mâ deâ lillâhi dâ’…” diyerek ilahi söylemişler ve neş’elerini şükre çevirmişlerdi.9 3- Resûlullah Efendimiz (asm) Rübeyyi binti Muavviz’in (ra) düğününde hazır bulunmuş, def çalarak Bedir savaşıyla ilgili kahramanlık türküleri söyleyen iki genç kızı dinlemiştir. Bu esnada şarkıcılardan birisi:
“Aranızda, yarın ne olacağını bilen bir Peygamber var” demesi üzerine, Resululla h Efendimiz (asm):
“Bırak o sözü, önceki söylediklerine devam et, gaybı ancak Allah bilir” buyurmuştur.10
4- Bir evden kulağına gelen def ve başkaca çalgı sesleri üzerine Resûlullah Efendimiz (asm), evde ne olduğunu sorar.
“Düğün” cevabını alınca:
“Bu nikâhtır, sifâh (zinâ) değildir” der.
5- Hz. Âişe (ra) Medineli bir yakınını evlendiri yor. Düğün yerine gelen Peygamber Efendimiz (asm):
“Kızı gelin ettiniz mi?” diye sorar.
“Evet” derler. Peygamber Efendimiz (asm):
“Kızla birlikte türkü söyleyecek birini de gönderdiniz mi?” buyurur.
Hz. Âişe (ra):
“Hayır” deyince, Peygamber Efendimiz (asm):
“Ensâr arasında bu çeşit fırsatlarda eğlence geleneği vardır. Keşke kızla birlikte şarkı söyleyecek birisini gönderseydiniz de onlar şöyle söyleyiverseydi:
“Size geldik, size geldik.
Bize şenlik, size şenlik.”11
6- Muâz İbnu Cebel’in anlattığına göre, kendisi Hz. Peygamber (asm) ile birlikte ensârdan birinin düğününde bulunur. Hz. Peygamber (asm) kızı isteyip nikâhı kıydıktan sonra:
“Allah iyi geçim, hayırlar ve uğurlar nasip etsin, rızkınıza bolluk bereket versin, sizi mübarek kılsın” diye duâ eder. Âdet veçhile damadın başı üzerinde def çalınmasını söyler. Def çalınır. Sonra içerisinde meyve ve şekerlemeler bulunan çerez sepetleri getirilir . Resûlullah (asm) üzerine serper.
Fakat halk bunları kapışmak üzere harekete geçmez, olduğu yerde durur.
Resûlullah hayretle:
“Niçin yağmalamıyorsunuz?” der. Cevaben:
“Ey Allah’ın Resûlü, siz falanca günler tekrarla bizi yağmacılıktan men ettiniz” derler. Bunun üzerine:
“Ben sizi ganimet mallarını yağmalamaktan men ettim, düğün yağmasından men etmedim, haydi yağmalayın” der. Muaz der ki:
“Resulullah’ın (asm) onu da, bizi de bu yağmaya teşvik ettiğini gördüm.”12
7- Hz. Peygamber bir kere Medine’de bir yerden geçerken aniden def çalarak ve türkü söyleyerek:
“Nahnu cevarin min beni’n-neccar /Ya habbeza Muhammedün min car”
(Biz Neccaroğuları kabilesin e mensup kızlarız.
Hz. Muhammed ne iyi ve ne hoş bir komşudur) beyitleri ni söyleyen kızlara rastladı ve:
“Allahu ya’lemu inni uhibbukünne” (Allah bilir ki ben sizi seviyorum) demek sûretiyle onlara iltifatta bulundu.1 3
8- Hz. Enes (ra) bildiriyo r: Veda Haccı sırasında Resûlullah Efendimiz in (asm) kafilenin yürüyüş temposunu ezgileriy le canlı tutan bir kölesi vardı, adı Enceşe idi. Bu zat güzel sesli birisiydi ve Resûlullah’ın zevceleri ile bir kısım Müslüman kadınların develerin i sevk ediyordu.
Enceşe bazı ezgiler okumuş, okuduğu ezgilerle develeri hızlandırmıştı. Bilindiği gibi, develer yürüme sırasında okunan belli bir ezginin veya mûsikinin ahengine karşı hassasiye t gösterip, adımlarının temposunu, söylenen bu şarkının ritmine göre ayarlayab ilmekte, hızlı veya yavaş olabilmek tedir.
Resûlullah Efendimiz (asm) teşbihli bir üslupla, Enceşe’den okuduğu ezgilerin ritmini değiştirmesini ve develerin yürüyüş temposunu ağırlaştırmasını emrederek şöyle buyurmuştu:
“Ey Enceşe ağır ol! Şişeleri kırma.” (Şişe ile kafilenin zayıflarını kastediyo rdu.)14
9- Amir b. Sa’d (ra) anlatıyor: “Bir düğünde, Bedir ashabından olan Kurayza b. Ka’b ve Ebû’l-Mes’ûd’ül-Ensârî’nin yanına vardım. O esnada genç kızlar türkü söylüyorlardı. Ben:
“Siz Resûlullah’ın ashabından ve Bedir savaşına katılanlardansınız. Sizin yanınızda kızlar türkü söylüyorlar; siz ise ses çıkarmıyorsunuz!” dedim. Onlardan biri dedi ki:
“İstersen otur, bizimle berâber dinle; istersen git! Düğünde eğlenmemize izin verildi!”15
10- Hz. Ali (ra) anlatıyor: Resululla h Efendimiz (asm) buyurdula r ki:
“Cennette siyah gözlü hurilerin toplanma yerleri vardır. Orada, benzerini mahlukatın hiç işitmediği güzel bir sesle şarkı okurlar ve şöyle söylerler:
“Bizler ebedîleriz, bizler hiç ölmeyiz!
Bizler nimetlere mazharız, fakirlik bilmeyiz!
Bizler Rabbimizd en razıyız, kederli olmayız!
Bizlere sahip olan beylerimi ze ne mutlu!”16
Bunları ve benzeri bir çok rivâyet ile birlikte bir çok ulemâ görüşlerini delil olarak sunan Yusuf el-Kardavî, fitne ortamı olmamak ve fitneye çağıran edâlı bir ses tonuyla söylememek şartıyla, mûsîkîsinin sözleri kötülüğü işlemeyen, icrâsı esnasında da edâdan ve cilveden kendini arındırabilen kadının müzik yapmasının ve bu şartlarla yaptığı müziğin başkalarınca dinlenmes inin haram değil; mubah ve câiz olduğunu söyler.17 Nitekim yukarıya aldığımız rivâyette de görüldüğü gibi, Resûlullah (asm), Hz. Ebû Bekir’in (ra) genç kızları dinlemesi ni çirkin bulmadı, aksine onun kızları kınamasını çirkin buldu ve kız çocukları da Hz. Aişe’nin (ra) kendileri ne işaret etmesine kadar şarkı söylemeye devam ettiler.1 8
Şimdi de çalgı âletinde, şarkıda ve türküde haramlık meydana getiren unsurları işleyen vahiy mesajlarını ele alıp inceleyel im:
1- Cenâb-ı Hak Müslüman hanımlara şöyle emrediyor: “Allah’tan korkarsanız, yabancılarla edâlı ve câzibeli konuşmayın. Yoksa kalbinde fesat bulunan kimse kötü şeyler ümit eder. Dâima ciddî ve ağır başlı söz söyleyin.”19
Müzikte kadın sesini değerlendirirken bu âyeti temel taşı olarak elimizde tutacağız. Çünkü bu âyet Müslüman kadının sesinin yabancılara göre konumunu nazara veriyor ve Müslüman kadına bir ses sınırı çiziyor. Allah’tan korkan Müslüman kadın yabancılarla konuşurken bu ses sınırının içinde kalacak ve belirtile n kırmızı ışığı geçmeyecek. Buradaki kırmızı ışığı Kur’ân-ı Kerîm, “felâ tehda’ne bi’l-kavl” sözüyle ifâde eder. “tehda’ne” “hade’a” fiilinden geliyor. “Hade’a” tevâzu gösterdi, eğildi, itaat etti, yumuşak oldu, boyun eğdi, inkıyâd etti demektir. Bu âyete göre Müslüman kadın yabancılara boyun eğercesine, yabancıların çirkin arzûlarına itaat edercesin e, onların önünde eğilircesine sözlerini yumuşatmamalı, “özel çağrı” anlamı içeren bir edâ ve cilve ile konuşmamalı, sözlerine ilâve bir câzibe katmamalıdır. Kur’ân bunu yasaklıyor. Kur’ân’ın kırmızı çizgisi budur. Müslüman kadın bu çizgiyi geçmemelidir. Çünkü Kur’ân’a göre böyle konuşmak, kalbinde hastalık bulunan kimseyi umutlandırma riski taşıyor.
Kur’ân’a göre gerektiğinde kadın yabancılarla elbet konuşacak. Fakat şu ölçülerle Kur’ân diyor ki: “Kulne kavlen ma’rûfâ” yani, “iyi, düzgün, doğru, ciddî, ağırbaşlı, vakûr, edâsız, cilvesiz, itaatsiz, art niyetsiz, Allah nasıl bir ses verdiyse o sesi düzgünce çıkararak konuşun.”
Ölçümüz bu. Bu vahiy ölçüsünü müziğe de uygulayac ağız. Yani müzik yapan kadın da müziğinde “düzgün, doğru, ciddî, ağırbaşlı, vakûr, edâsız, itaatsiz, cilvesiz, câzibesiz, art niyetsiz sözler” söylemeli ve düzgün haller ve davranışlar göstermelidir. Müziğinde yabancı erkekleri n kötü arzûlarına boyun eğen, onların kötü hevesleri ne itaat eden, onlara işve ve cilve yapan bir ses, söz, müzik ve ses tonu kullanmam alıdır.
Bu ölçülere dikkat eden kadın müzik yapabilec eği ve müzik âleti kullanabi leceği gibi, böyle kadının müziği radyoda yayınlanabilir ve dinlenebi lir.
2- Nâfi anlatıyor: “Abdullah İbnu Ömer, bir çalgı sesi işitmişti ki, derhal kulaklarını parmaklarıyla tıkayarak yoldan uzaklaştı.” Bana:
“Ey Nâfi, kulağına hâlâ ses geliyor mu?” diye sordu.
“Hayır” dedim.
Bunun üzerine parmaklarını kulaklarından çıkardı ve ilave etti:
“Bir defasında Hz. Peygamber (asm) ile beraberdi m. Böyle bir ses işitti ve aynen benim davrandığım şekilde davrandı.”20
3- Hz. Ali (ra) anlatıyor: Resûlullah Efendimiz (asm) bir gün:
“Ümmetim on beş şeyi yapmaya başlayınca ona büyük belâlar iner!” buyurdu. Yanındakiler:
“Ey Allah’ın Resûlü! Bunlar nelerdir?” diye sordular.
Resûlullah Efendimiz (asm) şöyle buyurdu:
“1- Millî servet, fakir fukaraya uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler arasında gidip gelen bir metâ haline gelirse, 2- Emanet ganimet ve fırsat bilinip hıyanet edildiği zaman, 3- Zekât (ödemeyi ibadet bilmeyip bir angarya ve) ceza telâkki ettikleri zaman. 4- Kişinin karısının kötü emirlerin e itaat ettiği zaman, 5- Anne hukuku sıkça çiğnendiği zaman, 6- Baba hukuku sıkça çiğnendiği zaman. 7- Arkadaşın kötü emirlerin e itaat arttığı zaman, 8- Mescitler de (rızay-ı İlâhî gözetmeyen husûmet, alış-veriş, eğlence ve siyaset vs. ile ilgili sesler yükseldiği zaman.) 9- Kavme, onların en alçağı reis olduğu zaman; 10- Zorba kişiye zararı dokunmasın diye hürmet edildiği zaman; 11- Şarap meşrû sayılarak içildiği zaman, 12- İpek (haram bilinmeyi p erkekler tarafından) giyildiği zaman; 13- (Sanat, bale, konser gibi çeşitli adlar altında; bar, gazino, dansing ve salonlard a ve hatta televizyo n ve filim gibi çeşitli vasıtalarla yaygın şekilde) şarkıcı kadınlar arttığı zaman; 14- Türlü çalgı âletleri arttığı ve sıkça çalınır olduğu zaman, 15- Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahaneler le) hakaret ettiği zaman artık kızıl rüzgârı, zelzeleyi, yere batışı veya suret değiştirmeyi ya da gökten taş yağmasını bekleyin.”21
4- İmran bin Husayn (ra) bildirmiştir: Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki:
“Bu ümmete yere batma, kılık değiştirme ve taşlanma âfetleri gelecekti r.”
Ashaptan birisi:
“Bu ne zaman olacak yâ Resûlallah?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (asm):
“Şarkıcı kadınlar yaygınlaştığı, çalgı âletleri türediği ve şaraplar sıkça içildiği zaman” buyurdu.2 2
Bu hadislerd en; kıyamete yakın insanların şarkıyı, türküyü ve her türlü müziği bir metâ sayacakla rı, büyük bir değer verecekle ri, fitne ortamı olup olmamasına bakmaksızın kadını allayıp pullayara k ortaya sürecekleri, çalıp söyleterek, açıp saçarak kadın ile eğlence düzenlemenin mubah sayılacağı ve haramı helâl sayarcasına bu anlayışın yaygınlaşacağı anlaşılmaktadır. Burada sakındırılan, yalın müzik ve yalın kadın sesi değil; burada sakındırılan, kadın sesi ile müziği fitne için âlet etmek ve bunu kasıtlı olarak—çağın gerekleri diye—yaygınlaştırmaktır.
Kezâ bu hadislerd en; İslâm ahlâk ve terbiyesi olmadığında veya inkâr edildiğinde kadın sesi ile müziğin şerre ve fitneye en kolay âlet edilen unsurlard an olduğu uyarısını çıkarmak mümkündür.
Bedîüzzaman’ın “İslâm’ın münevver meyvesi”23, “Hüccetü’l-İslâm”24, “Muhakkikîn-i Asfiyâ, sıddîkîn ve evliyâ”25 diye nitelediği, “verâset-i nübüvvet denilen velâyet-i kübrâda” bulunduğunu ve “makam-ı rızâya” yetiştiğini bildirdiği26 İmam-ı Gazâlî Hazretler i, İhyâ’sında mûsikîye uzunca bir bölüm ayırmış ve semâ ile mûsikîyi uzun uzadıya incelemiştir. Mûsikînin bazen mubah, bazen mendup, bazen de haram olabileceğini bildiren İmam-ı Gazâlî, Allah’ı zikretmey e teşvik eden ve rûha yüksek duygular veren müziğin mendup; bayram, evlenme, doğum, sevinç ve neşe günlerinde müzik dinlemeni n mubah olduğunu27 bildirdik ten sonra, beş ârıza bulunması halinde müziğin haram olduğunu beyan ediyor.
İmam-ı Gazâlî’ye göre müziği haram kılan ârızalar şunlardır:
1- Dinletend eki ârıza.
2- Müzik âletindeki ârıza.
3- Ses ayarındaki ârıza.
4- Dinleyici nin kendisind eki ârıza.
5- Dinleyici şahsın âvâmdan olma ârızası.
İmam-ı Gazâlî’ye göre müziği haram kılan ârızaların birincisi: Dinletend eki ârıza: Kendisine bakılması helâl olmayacak şekilde giyinen ve görünen bir kadının, fitneye dâvet eden bir ses ve sözle müzik yapması haramdır. Fitne tehlikesi olan parlak bir genç de bu hükümdedir. Bunların müziğinin haram olması müzikten değil, kendileri nin ve seslerini n fitne unsuru olduğundandır. Hattâ konuşan bir kadının sesinde ve konuşmasında fitne uyandırma tehlikesi varsa, onunla konuşmak ve hattâ Kur’ân-ı Kerîm bile olsa ondan dinlemek câiz olmaz. Yakışıklı genç de aynı hükümdedir.28
Fakat, fitne yaymayan, sesinde eğilip bükülerek, kırılıp dökülerek cinselliği ön plana çıkarmayan kadın sesi haram değildir. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) hiç mecburiye ti olmadığı halde Hazret-i Âişe validemiz e (ra) “Nasıl, seyretmek istiyor musun?” diye sormuş, kendisi de yaslanmış olarak genç kızların müziklerini dinlemiştir.29
Müziği haram kılan ârızaların ikincisi: Müzik âletindeki ârıza: İçki âlemlerinde insanı içki tüketimi için kışkırtacak ve fitneyi tetikleye cek biçimde kullanılan çalgılar haramdır.
Müziği haram kılan ârızaların üçüncüsü: Sesteki ârıza: Kötü, çirkin, ahlâk dışı, fâhiş ve hicvedici sözleri bulunan, dedikodu ve iftira içeren, toplum barışını bozan, fitne yayan, Allah’a, Resûlüne (asm) ve ashabına karşı yalan cümleler içeren müzik parçasını söylemek de, yayınlamak da, dinlemek de haramdır. Yaşayan belli bir kadını anlatan söz ve şiirleri dinlemek haramdır. Çünkü erkekler arasında bir kadını anlatmak da, yermek de câiz değildir. Belirli bir kadının yüz, göz, kaş, yanak, saç, kıyafet ve diğer vasıflarını başkaları yanında övmek veya yermek câiz değildir. Eğer şarkıda genelleme söz konusu ise, yani şarkı sözü belirli bir kadını değil de, genel ve meçhul bir sevgiliyi anlatıyorsa; dinleyici nin kendi helâli olan eşini düşünmesi şartıyla dinlemesi câiz olur. Böyle şarkılarla helâli olmayan bir kadını düşünmekle ise kişi günahkâr olur.
İstiâre yoluyla şarkı sözlerini meşrû düşüncelere çekebilen kimseleri n şarkı dinlemele ri de câizdir. Meselâ, yanaklard an aşağı dökülen siyah kâküllerden günah karanlığını, parlak yanaklard an îmân nûrunu, kavuşmayı anmaktan Allah’a kavuşmayı, firak ve ayrılıktan Allah’tan uzak kalmayı, sevgiliye kavuşma engelleri nden Allah’a kavuşmaya engel olan dünya meşgalelerini anlamak mümkündür. Şarkı sözlerini kalben böyle yüksek mânâlara çekmek, dinlenen şarkıyı mubah kılmaya yeterlidi r.
İnsan, dinlediğinden çok anladığından ve algıladığından sorumludu r. Bir gün şeyhin birisi çarşıda gezerken bir satıcının, “Bir dirheme on salatalık!” diye bağırdığını duyunca vecde geldi, titredi ve bayıldı. Ayıldığı zaman, neden bayıldın diye soranlara: “Bir gıda maddesi ve bir rızk külçesi iken on tane salatalık bir dirheme satılıyor. Ya hiçbir işe yaramayan kötü insanın değeri kaç paradır?” diye inledi.
Müziği haram kılan ârızaların dördüncüsü: İmam-ı Gazâlî’ye göre dördüncü ârıza kişinin kendisind edir. Bir kişinin müziği şehevî arzûları için tahrik aracı kılması haramdır. Müziğin sözleri ile haram sevmeye heveslenm ek haramdır. Müziği kendi nefsânî heves ve arzûları çerçevesinde yorumlama k haramdır. Meselâ, kâkül, gül yanak, ayrılık, kavuşma kelimeler ini duyduğu zaman şehveti ve şeytânî duyguları tahrik olan birisi müzik dinlememe lidir.
İnsan gönlünde şeytanın ordusunda n sayılan şehvet ile, Allah’ın askeri sayılan akıl nûru arasında sürekli bir mücâdele vardır. Müzik bu mücâdelede şehveti tahrik edici değil; akıl nûruna kuvvet verici olmalıdır. Bu iki ordudan birisi kalbi fetheder ve kuşatırsa zaferi elde etmiş olur ve mücâdele biter. Şeytanın müzikle kalbe girip kalbin mânevî neşesini bozmasına izin vermemeli dir.
Zamanımızda kalpleri şeytanlar kuşattı. Şarkılar ve müzik parçaları ekseriya şeytanî hevesleri tahrik amacıyla çalınır ve söylenir oldu. Gönül kendisini bir müzik parçasına kaptırmaya görsün; müziğin sazıyla ve sözüyle kendinden geçip, neredeyse kul ve insan olduğunu unutur hale geldi. Öyle ki, nice müzik parçaları ile kendi insanlığını unutan ve kendinden geçen nice gençler, elde jiletle başta kendileri olmak üzere etraflarına zarar verir oldular. İşte böyle müzikten çabuk etkilenen, mânevî terbiye almamış, kendi kimliğini İslâm ahlâkı ile yoğurmamış kişiler müzik dinlememe li. Çünkü bu kişiler müzikten zarar göreceklerdir.
Müziği haram kılan ârızaların beşincisi: Müzik dinleyici sinin âvâmdan olması da bir handikaptır. İşi gücü bırakıp müzik parçaları ile oyalanmak ahmaklıktan ve akılsızlıktan başka bir şey değildir. Boş vakitleri öldürüp, oyuna ve eğlenceye dalmak cinâyettir. Nasıl küçük günahlar ısrar ve devamla büyür ve büyük günaha dönüşürse, mubahlar da ısrar ve devamla küçük günaha dönüşürler. Mubahları devamlı olarak takip etmek kişiye bir kemâl ve feyiz vermediği gibi, kişinin elde bulunan mâneviyâtından ve feyzinden de bir miktar alır gider.
Nitekim satranç ta böyledir. Parasız veya karşılıksız oynamak şartıyla satranç mubahtır. Fakat satranç oynamaya düşkün olmak ve bunun için faydalı işlere gevşeklik vermek doğru değildir. En azından mekruhtur .
Netice olarak; İmam-ı Gazâlî’ye göre kalbin sıkıntısını yatıştırıp kalbi dünyanın fânî işlerinden soğutarak ibâdetlerine daha bir dikkatle sarılmak amacıyla belirli bir ölçü ile müzik dinlemek mubahtır. Din ve dünyasında daha bir istekle çalışabilmesi için müzik dinlemeyi hoş görmek, yanak üzerindeki ben’in güzelliği gibidir. Eğer o ben, bütün yüzü kaplarsa yüzü çirkinleştirir. Çokluk sebebiyle güzellik çirkinliğe döner. Her güzelliğin çoğu güzellik olamayacağı gibi, her mubahın çoğu da mubahlıkta kalmaz. Meselâ ekmek mubahtır. Fakat çok yemek haramdır. İşte normal şekilde müziğin mubah oluşu, fakat çoğunun haram oluşu bunun gibidir.
Başka örnekler vermek gerekirse; bal helâldir. Fakat mizacı hararetli ve asabî olanlara zarar verdiği için tıbben bu gibilere haramdır. Şarap haramdır. Fakat boğazında lokma tıkanan birisi, su ve benzeri bir şey bulamaz ise lokmayı yutmak için bu kişiye bu esnada şarap helâl olur. Burada ihtiyaç ve zarûret sebebiyle mubah olmuştur. Bunlar ârızî hükümlerdir. Bunlara bakılmaz. Yine meselâ, alışveriş helâldir. Fakat Cuma ezanı vaktinde yapılırsa haramdır. İşte bunun gibi, müzik de, ölçülü, mânâlı ve âhenkli bir ses olması bakımından aslında mubahtır. Haram olması, aslından uzak, fakat aslı ile birleştirilen bir ârıza sebebiyle dir.
İmam-ı Gazâlî ilâve ediyor: Eğer müzik boş iş denirse deriz ki: İçinde haram olmamak şartıyla boş iş ve eğlenceden dolayı Allah’ın kullarını sorguya çekmeyeceğini şu âyet bildiriyo r: “Allah sizleri yeminleri nizdeki lağvden (boşluk ve yanılgıdan) dolayı mesul tutmaz.”30
Allah adına kasıtsız olarak yemin edip sonra yemininde n dönen kimse bundan sorguya çekilmeyecek ise eğer, abartılı olmamak ve harama âlet etmemek şartıyla, şiir ve şarkı söyleyip eğlenen kimse bundan dolayı neden sorguya çekilsin? Müziğin bâtıla benzemesi de haram sayılması için yeterli olmaz. Çünkü bâtıl demek, faydasız şey demektir. Yukarıda da söylediğimiz gibi, her faydasız şey haram değildir.31
İmam-ı Gazâlî’ye göre bu ârızalar olmadığında kişinin kadın olsun, erkek olsun müzik yapması veya yapılan müziği dinlemesi haram değildir.
İmam-ı Gazâlî, müziğin haram olduğunu söyleyenlerin ileri sürdükleri delillere de cevaplar veriyor. Bunlara özetle temas etmekte fayda var:
1- Müziği haram sayanlar genellikl e şu âyete dayanıyorlar: Kur’ân, “İnsanlardan bazıları efsane ve boş sözleri satarlar”32 buyuruyor . İbn-i Mesud, Hasan-ı Basrî ve Nehâî (ra) âyette geçen “boş söz”ün müzikli söz olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Peygamber Efendimiz de (asm), “Allah Teâlâ kayneyi, satmasını, parasını ve öğretmesini haram kıldı” buyurmuştur. Kayne içki meclisind e erkeklere şarkı söyleyen kadın demektir.
İmam-ı Gazâlî diyor ki: Bizim buna itirazımız yoktur. Biz zaten yabancı bir kadının fitne ortamında, kendileri nden emin olunmayan fâsıklara şarkı söylemesinin haram olduğunu söylemiştik. Hadiste geçen “Kayne”nin mânâsında fitne vardır. Fakat bundan, bir kadının fitne korkusu olmayan hallerde ve ortamlard a başkaları duysun duymasın, şarkı söylemesinin haram olduğu mânâsı anlaşılmaz.
Kezâ, âyette buyrulduğu gibi, boş sözler ve düzme yalanlarl a dînini satarak insanları yoldan çıkarmağa çalışmak haramdır. Buna da diyeceğimiz yoktur. Fakat her şarkı sözü dinini satmak ve insanları azdırıp sapıtmak mânâsını taşımıyor. Âyetin muradı insanları sapıtmaya karşı uyarmaktır. Tamam; insanları sapıtmak maksadıyla Kur’ân okunsa da haramdır.
Adamın birisi imam olmuş ve imamlığında sürekli Abese Sûresini okuyormuş. Çünkü bu sûrede Cenâb-ı Hak Peygamber Efendimiz’i (asm) azarlıyor. Hazret-i Ömer (ra) adamın gâyesinin fitne çıkarmak olduğunu anlayınca, adamın Abese Sûresini okumasını haram sayarak adamı imamlıktan azlediyor . Kur’ân ile sapıtmak haram olursa, şarkı ile sapıtmak ve fitne çıkarmak da elbet haram olur.
2- Müziği haram sayanlar, “Şu Kur’ân’a karşı mı alay ederek gülersiniz ve ağlamazsınız da, onun duyulmama sı için şarkı söylersiniz!”33 âyetini de delil sayıyorlar.
Biz de deriz ki: Kur’ân’ı dinletmem ek için gülmek de, ağlamak da haramdır. Âyet bunları kastediyo r. Şüphesiz Müslümanlıkla alay eden şarkı ve türküler de haramdır. Nitekim, “Şâirlere ancak azgınlar uyar”34 âyetinde şâirlerle kastedile n kâfir şâirlerdir. Bu, şiirin kendisini n haram olduğunu değil, şiiri küfürde kullanmanın haram olduğunu gösterir.
3- Müziği haram sayanlar Peygamber Efendimiz’in (asm), “İlk ağlayan ve ilk sözü müzikle söyleyen şeytandır” hadisini de delil sayarlar. Oysa bu hadiste ölü üzerine ağlamak ve ağıt yapmak kastedilm iştir. Şüphesiz Dâvûd Aleyhisse lâm’ın ve günahkârların hatâları için ağlamaları haram olmadığı gibi; mubah şekilde şevki ve neşeyi artıran müzik de haram değildir. Nitekim Hazret-i Âişe’nin (ra) evindeki genç kızların yaptıkları iş müzikle söz söylemekti. Peygamber Efendimiz (asm) Medîne’ye teşrif buyurdukl arında da Medîneli kadınlar müzikli şiir okumuşlardı.
4-Yine Peygamber Efendimiz’in (asm); “Müzik söyleyerek sesini yükselten kimseye Allah Teâlâ iki şeytan musallat eder. Bu şeytanlar o kimsenin omuzları arasında dururlar ve müziği bitirince ye kadar göğsünü tekmelerl er” hadisini müziğin haram sayılmasına delil sayarlar.
Oysa Peygamber Efendimiz (asm) bu hadisinde şehveti ve haram sevmeyi tahrik eden müziği söyleyenleri kastetmiştir. Fakat Allah sevgisini, bayram coşkusunu, evlilik sevincini, çocuk doğması neşesini ve bunun gibi mubah sevinçleri konu alan müzik bunların dışında kalır.
5- Nâfî diyor ki: Ben Abdullah bin Ömer (ra) ile yolda giderken, Abdullah bin Ömer (ra) bir çobanın kaval sesini duydu ve elleri ile kulaklarını tıkayarak yoldan saptı. Bana:
“Ey Nâfî! Hâlâ kaval sesi duyuluyor mu?” diye sordu. Ben:
“Artık duyulmuyo r” dediğim zaman kulaklarını açtı ve dedi ki:
“Peygamber Efendimiz’in (asm) de böyle yaptığını gördüm.”
Müziği haram sayanlar bu rivâyeti de delil sayarlar. Oysa eğer kaval dinlemek gerçekten haram olsaydı, Abdullah bin Ömer’in (ra) Nâfî’ye de aynı şeyi emretmesi gerekirdi . Halbuki Nâfî’ye bir şey söylemedi. Kendisini n kulaklarını tıkaması ise o an için çalgı sesinin kendisine olumsuz etki yapmasından korkmasından olabilir. Aynı şekilde Peygamber Efendimiz de (asm) böyle davranmış; fakat yanında bulunan İbn-i Ömer’i (ra) bundan alı koymamıştır. Bu da onun haram olduğunu değil; sadece onu dinlemekt en sakınmanın daha evlâ olduğunu gösterir.
Bundan biz, Peygamber Efendimiz’in (asm) o sırada mânevî müşâhedesini kaval sesi ile bozmak istemediğini anlıyoruz. Çalgı sesinin haram olduğunu değil. Nitekim namazı kıldıran Peygamber Efendimiz (asm) namazda kendisini meşgul ettiği için Ebû Cehm’in işlemeli cübbesini çıkarıp iâde etti. Bundan, işlemeli elbise giymenin haram olduğu anlaşılmaz. Sadece, kalbi olumsuz etkileyen mubahları terk etmenin evlâ olduğu anlaşılır. Zaten biz de kalbi olumsuz etkileyen mubahların bir çoklarını terk etmenin daha evlâ olduğunu söylemekteyiz.35
Müzikle ilgili olarak buraya kadar aldığımız tüm rivâyetleri ve İmam-ı Gazâlî dahil tüm âlimlerin içtihatlarını özetleyecek boyutta bir ölçüyü Bedîüzzaman Saîd Nursî hazretler inde buluyoruz . Müziğin haram olup olmama durumunu, hangi şartlarla haram, hangi şartlarla mubah olduğunu Bedîüzzaman, her an şehit olma ile yüz yüze bulunduğu Pasinler savaş cephesind e at sırtında yazdığı İşârâtü’l-İ’câzda özetleyivermiş.
Üstad Bedîüzzaman orada der ki: “Kulaktaki zar nûr-u îmân ile ışıklandığı zaman, kâinâttan gelen mânevî nidâları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatl arı fehmeder. Hattâ o nur-u iman sayesinde, rüzgârların terennümatını, bulutların na’ralarını, denizleri n dalgalarının nağamatını ve hakeza yağmur, kuş ve saire gibi her nev’den Rabbanî kelâmları ve ulvî tesbihatı işitir. Sanki kâinat, İlahî bir musikî dairesidi r. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla kalblere hüzünleri ve Rabbanî aşkları intıba’ ettirmekl e kalbleri, ruhları nuranî âlemlere götürür, pek garib misalî levhaları göstermekle, o ruhları ve kalbleri lezzetler e, zevklere garkeder. Fakat o kulak, küfür ile tıkandığı zaman, o leziz, manevî yüksek savtlarda n mahrum kalır. Ve o lezzetler i îras eden avazlar, matem seslerine inkılab eder. Kalbde, o ulvî hüzünler yerine, ahbabın fıkdanıyla ebedî yetimlikl er, mâlikin ademiyle nihayetsi z vahşetler ve sonsuz gurbetler hasıl olur. Bu sırra binaendir ki, şeriatça bazı savtlar helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet ulvî hüzünleri, Rabbanî aşkları îras eden sesler, helâldir. Yetimane hüzünleri, nefsanî şehevatı tahrik eden sesler, haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.”36
Bedîüzzaman’ın müzikle ilgili görüşlerini açmak gerekirse: 1- Ulvî hüzünleri ve Rabbanî aşkları canlandıran müzik menduptur, helâldir, dinlenir. 2- Yetîmâne hüzünleri ve nefsanî şehevatı tahrik eden müzik haramdır, dinlenmez . 3- Şeriatın tayin etmediği kısım ise, dinleyeni n ruhuna ve vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.37 Eğer dinleyend e yetîmâne hüzünler veya şehevî hisler uyandırıyorsa, haramdır. Eğer dinleyend e yetîmâne hüzünler veya şehevî hisler uyandırmıyor; bilâkis, dinleyen kulağına gelen müziği ulvî biçimde –İmam-ı Gazâlî’nin de işâret ettiği şekilde istiârelerle- yorumlaya biliyorsa helâldir ve mubahtır.
Kadının şarkı, türkü, ilâhî vb. gibi musîkî icra etmesi meselesin de, âyette geçen “edâlı ve cilveli söz söylemekten sakınma” şartını esas almak zorundayız. Cilveli ve câzibeli olarak türkü, şarkı ve sâir musîkî parçalarını okuyan bir kadın sesi işittiğimizde, “kalbinde fesat bulunan kimse kötü şeyler ümit eder” âyetini kendimize rehber yapmalı; fesat, bozukluk, meyil ve sâir kalbî hastalıkların ağına kapılıp kötü şeyler ümit etmekten kalbimizi ve nefsimizi sakındırma çabası içinde olmayı ihmal etmemeliy iz. Bu kalbî ve hâlisâne çaba, kulağımıza çarpan gayr-i meşrû seslerin günahından bizi muâf kılmaya inşallah yeterli olur.
Bir kadının sunuculuk yapmasında da aynı ölçüler söz konusudur . Mesele, kadının tahrik ihtiva eder şekilde konuşmaması, erkeğin de hasta kalbini haram meyillerd en koruma çabası göstermesidir. Kadın tahrik ihtiva eder biçimde konuşmaz, erkek de kalbinin meyilleri ne kapılmaz ve kötü şeyler ümit etmez ise iki taraf da harama girmemiş olurlar. Nitekim yine Kur’ân’ı dinlediğimizde salt konuşmanın mubah olduğunu anlıyoruz. Hazret-i Mûsâ’nın, Hazret-i Şuayb’in kızları ile konuştuğunu38 ve Sebe’ Melikesi Belkıs’ın Hazret-i Süleyman ile ve kendi halkı ile konuştuğunu bize bildiren3 9; fakat kadını çekici olmaktan ve çekici konuşmaktan sakındıran Kur’ân, böylece bize mubahlık ve haramlık sınırını da çizmiş oluyor. Bu sınırı musikîde olsun, radyodaki bir kadın sunucuyu dinlerken olsun veya toplum hayatının şurasında burasında kadın erkek ilişkilerinde olsun korumak dînî yaşayışımızın güzelliklerindendir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Müziğe, kayıtsız şartsız “haram” veya kayıtsız şartsız “helâl” demek mümkün değildir. Sahabe-i Kiramdan Ebu’d-Derda Hazretler inin, “Hak şeylerin talebinde daha şevkli, daha gayretli olabilmek için kalbimi hak olmayan şeyle dinlendir iyorum”40 sözüyle ifâde ettiği ve nihâyet Bedîüzzaman Hazretler inin müzik dinleme ölçüsü olabilece k biçimde, “Beşer hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesâta da ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesât, beşte birisi olmalı.”41 Sözüyle ifade ettiği ölçüyle önemli ve faydalı işlerimizi aksatmama k ve gevşetmemek, bilâkis kalbimizi dinlendir erek faydalı iş ve ibâdetlerimize ivme kazandırmak amacıyla meşrû müziği dinlemekt e bir sakınca yoktur.
Söylenmesi, yayınlaması ve dinlenmes i mubah olan müzik parçasında aşağıdaki özellikler bulunmalıdır:
1- Müziğin sözleri ve klibi yetîmâne hüzünleri işlememelidir.
2- Müziğin sözleri ve klibi şehveti ve nefsânî arzûları tahrik edici olmamalıdır.
3- Müziğin sözleri ve klibi kötülüğü teşvik edici olmamalıdır.
4- Müziğin sözleri ve klibi İslâm’ın haram kıldığı bir şeyi övücü olmamalıdır.
5- Müziğin sözleri gıybet, iftira, dedikodu… vb gibi başkası hakkında hoş olmayan, başkasını hicveden ve kötüleyen sözler ihtiva etmemelid ir.
6- Müziğin sözleri ve klibi kin, intikam, düşmanlık, haset, kıskançlık, adâvet ve nifak tohumları ekmemelid ir.
7- Müziğin sözleri yaşayan bir kadını veya erkeği fitneye sürükleyici ölçüde teşhir ihtiva etmemelid ir. Meselâ yaşayan bir kadının saçlarını, gözlerini, kaşlarını… vs güzelliklerini nâmahreme karşı teşhir edici olmamalıdır.
8- Şarkıyı ve türküyü okuyan kimse, müziğinde sesini yumuşatarak, edâ ve cilve yaparak, karşı cinsin kötü arzûlarına itaat edeceğini çağrıştıran bir müzikal, müzik sözü ve ses tonu kullanmak tan kaçınmalıdır.
9- Şarkının sözleri mubah, söyleyiş tarzı mubah, klibi mubah, söylenme veya dinlenme ortamı mubah olmalıdır.
Dipnotlar:
1- Meryem Sûresi, 19/64
2- En’am Sûresi, 6/119
3- Hakim, Ebû’d-Derdâ’dan rivâyetle
4- Dârekutnî, Sa’lebe’den tahriçle.
5- Kütüb-ü Sitte, 6/52
6- Nûr Âleminin Bir Anahtarı, s. 21; Emirdağ Lâhikası, s. 307
7- Emirdağ Lâhikası, s. 307
8- Buharî, II, 3; Müslim, II, 605; Nesaî, III, 59
9- Beyhâkî, Delâilü’n-Nübüvve.
10- İbn-i Mâce, Nikâh, 1897
11- İbn-i Mâce, Nikâh, 1900
12- Kütüb-ü Sitte, 11/218
13- İbn Mace Nikâh, 1899
14- Buhârî, Edeb 90, 95, 111, 116; Müslim, Fezâil 70, (2323)
15- Nesâî, C.6, S.537
16- Tirmizî, Cennet 23, 4/336, (2689)
17- Ç. M. Fetvâlar, 4/91
18- İbn-i Mâce, Nikâh, 5/318; Kütüb-ü Sitte, 6/51
19- Ahzab Sûresi, 33/32
20- Kütüb-ü Sitte, 11/220
21- Kütüb-ü Sitte, 14/340; Tirmizî, Fiten 31, (2307);
22- Tirmizî, Fitne, 2309;
23- Sözler, Y.A.N., 2004, s.380;
24- Sözler, Y.A.N., 2004, s. 885; Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 109;
25- Sözler, Y.A.N., 2004, s. 1123; Mektûbât, Y.A.N., 2004, s. 758, 770;
26- Mektûbât, Y.A.N., 2004, s. 471;
27- İhya, 2/695
28- İhya, 2/700
29- İhya, 2/695
30- Bakara Sûresi, 225
31- İhya, 2/702-704
32- Lokman Sûresi, 6
33- Necm Sûresi: 59
34- Şuarâ Sûresi: 224
35- İhyâ-i Ulûmiddîn’den özetle, 2/705-711
36- İşârâtü’l-İ’câz, s. 71, 72
37- İşârâtü’l-İ’câz, s. 72
38- Kasas Sûresi, 28/25
39- Neml Sûresi,27/29-44
40- Kütüb-ü Sitte, 11/221
41- Emirdağ Lâhikası


MÜZİK VE İSLAM 








 24 
 : Ekim 19, 2016, 04:09:28 ÖS 
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin


ÖMER TUĞRUL İNANÇER - İSLAM VE MUSİKİ - RÖPORTAJ

https://metineroll.wordpress.com/2016/09/09/omer-tugrul-inancer-ropor/


Metin Erol: Efendim, her zaman buyurduğunuz bir husus var: Bizler Muhabbet Peygamber i (s.a.v)’in ümmetiyiz. Peki, Efendim bu muhabbet nasıl bir muhabbett ir?

Ömer Tuğrul İnançer: Dünyada ne varsa, her şey Allah-u zü’l-Celâl’in bir ihsanıdır. Muhabbet de Allah-u zü’l-Celâl’in bir ihsanıdır. Yaradılışta, “Ben size ruhumdan ruh üfürdüm”[1] diyen Allah-u zü’l-Celâl, üfürdüğü ruhla beraber yaradılış sebebi olan sevgiyle muhabbeti ve yarattıklarının yaratıcılarını arayıp bulma cevherini de beraber vermiştir. Yani Hz. İbrahim(a.s.) kıssasını Kur-ân’ı Kerîm bedava anlatmıyor. Kur-ân’ı Kerîm hikâye kitabı değildir, ancak içinde birçok kıssalar vardır. İçinde bizden evvel, yani Efendimiz (s.a.v)’den önceki ümmetlerle, peygamber lerle ilgili bilgiler, olaylar da vardır. Bunlar neden anlatılmış? Tarih olsun diye mi? Değil. Hepsinde bir hüküm var. Malum, Hz. İbrahim(a.s) çocuk yaşta mağaradan dışarı çıktığında; yıldızları gördü ve, “Bunlar Rab” dedi. Evvela bunu bir incelemek lazım. Yani Rab; terbiye edici, çekip çevirici, idare edici, mürebbi, terbiye eden bir Rab ihtiyacı vardı. Yıldızların karanlıktaki aydınlığını görünce, “Bunlar Rab” dedi. Sonra ay doğdu, “Yıldızlar değilmiş, buymuş Rab” dedi. Sonra güneş doğdu. “Hâzâekber; işte bu en büyüğü, bu Rab” dedi. Ama güneş battı. “Böyle doğup batan şeyden Rab falan olmaz, olsa olsa bunları böyle terbiye eden başka bir varlık Rab’dır” dedi.[2] Bu neyi anlatıyor? İnsanın içinde yaratıcısını bulma cevherini n var olduğunu anlatıyor. Mesela Hz. İbrahim (a.s)’da olduğu gibi tefekkür ile bunun bulunabil eceğini anlatıyor. Bu nasıl tabiaten yaradılışta verildiys e, muhabbet de yaradılışta verilmiştir.

Bilginin yalnızca belgeye dayandığını iddia eden bazı kafalar; yani tüm bir doğu tefekkürünü; Çini, Hindi, Acemi, Arabı, Türkü, Moğolu, Mançuryalısı, Sibiryalısı… Bütün bu kültürleri inkâr edenler var. Bu kültür tamamen sözlü bir kültürdür. Bunu inkâr edenler hadîs inkârına da kalkışıyorlar. Bakınız ne yazık ki Batı kültürü ve edebiyatı ‘literatüre’ yani yazma üzerine dayanır. Bizde edebiyat denen varlığa, Batı ‘literatür’ der. Bizim edebiyatımız ‘edeb’ kökünden gelir, Batı’nınki ise yazma kökünden gelir. Yani Batıda sözlü gelenek yoktur. Böyle olunca hadisleri n de inkârı ortaya çıkar. Kütüb-ü Sitte’nin, Efendimiz (s.a.v)’in Ehadîs-i Nebevîyelerinin tamamını tespit etmiş olduğunu iddia etmek mümkün değildir. O kitaplard a yer almayan hadîslerin yok olduğuna hükmetmek de saçmalıktır. “Küntükenzenmahfiyyen” “Ben gizli bir hazine idim bilinmeyi murâd ettim ve yarattım”, mealindek i hadîsi inkâr edenler var. Bunun gibi “MenarfenefsehufekadrefeRabbehu” “Nefsini bilen rabbini bilir” hadîsini de inkâr edenler gibi… Hatta şefaati bile inkâr edenler var. Ola dursun. Cehenneme de kütük lazım.

Medine-i Münevvere’de bir Seyyid Alevi vardı, büyük bir hadîs âlimi idi. O zaman üniversite falan yok, normal eski usul öğretim devam ediyor. Bir defa yaşlılığında hanesinde ziyaret etmiştik. Sonra iyice yaşlandı, evine misafir kabul edemez oldu. Fakat bir ara düzelmiş, tekrar dışarı çıkmaya başlamış. Biz de umre ziyareti sırasında bir otelin lobisinde denk geldik. İki büklüm vaziyette koltukta oturup birisiyle konuşuyordu. Benim de bir arkadaşım vardı, göçtü Allah rahmet eylesin. Dedim, “Misafirleri bir gitsin, Hazreti ziyaret edelim.” “Tabii hay hay olur.” Gittik elini öptük. Ben, “Müsaadenizle size bir şey soracağım” dedim. Bu iki hadîsi sordum. “Bunlara yok diyorlar, bunlar var mı yok mu?” dedim. O Vehhabi baskısından o kadar yılmış ki Hazret, gayri ihtiyari iki tarafına bakındı ve kulağıma eğildi. “Sahih, sahih!” dedi. Yani, “Doğrudur, doğrudur, var” dedi. Bu sıradan bir adam değildi. Hadîs âlimiydi ve hadîs okuturdu. Evinde özel okuturdu. Seyyid Alevî. Yani bu hadîsler vardır. İşte Allah-u zü’l-Celâl, “Bilinmeyi murad ettim” demekle aslında Allah’ı her bilen Allah’ı sever, Resûlullah’ı her tanıyan Resûlullah’ı sever, diyor. İşte âyette de “Ben sizi şube şube, kabile kabile yarattım ta ki birbirini zi iyi tanıyasınız” demiyor mu?[3] Ne olacak bir birimizi iyi tanıyınca? Mahlûku tanıyıp Hâlık’ı tanımak demektir o. Nakşa bakıp, nakkaşı sevmek. Resme bakıp ressamı sevmek demektir. Birbirimi zi tanırsak, birbirimi zi severiz. Bizi Yaradan’ı da severiz. Dolayısıyla “birbirinizi iyi tanıyın” âyeti aslında, “Birbirinizi sevin ve Yaratıcıyı sevin” demektir. Yani sevgi, kâinatın yaradılış sebebidir .

Allah-u zü’l- Celâl, esmâsını Hz. Âdem’e ve onun zürriyetine vermiştir. Kendi ruhundan ruh üfürmüş, yeryüzünde kendisine halife olarak Hazret-i İnsan’ı yaratmış ve insana esmâsını vermiştir. Bu esmâlar, Resûlullah Efendimiz Hazretler i’nin, okunmasını, ezberlenm esini, manasının öğrenilmesini, o manaya uygun davranış biçimlerine sahip olunmasını tavsiye buyurduğu doksan dokuz esmâ ile sınırlı değildir. Allah-u zü’l- Celâl’de sevmek ve sevmemek hali vardır. Bu Kur-ân’ı Kerîm’in pek çok âyetinde zaten var. Ve özellikle de âyet sonlarında bu hâle işaret edilir. Âyet sonları, aslında bir hâdiseyi, bir hükmü anlattıktan sonra genel bir hüküm veren âyet parçacıklarıdır. Mesela, “Vallahu yuhibbu’l- muhsinîn”[4] “Allah ihsan edenleri sever.” İşte kibirli olanları sevmez mesela.[5] Kâfiri sevmez, zalimi sevmez. Sevmek ve sevmemek: bunlar Kur-ân’ı Kerîm’de var mı? Var. Demek ki, Allah’ta sevmek ve sevmemek var. Peki, onun yeryüzünde halifesi olan, Allah-u zü’l- Celâl’in ruhunu taşıyan ve onun esmâsını hâvî olan Hazret-i İnsan’da da sevmek ve sevmemek vardır. İnsan terbiye edilip, terakki etmeye elverişli bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu terakkiya t kendi kendine olmayacağı için, ilk insan olan Hz. Âdem (a.s.) aynı zamanda ilk peygamber dir. O peygamber in ve diğer peygamber lerin sözünü dinleyenl er iki cihanda aziz olurlar. Sözünü dinlemeye nler rezil olurlar. Bunun soyla alakası yoktur. Hz. Şît (a.s.), Hz. Âdem (a.s.)’ın oğlu. Habil de oğlu, Kabil de oğlu. Biri peygamber, biri maktul, biri kâtil. Fakat aynı babanın oğulları üçü de. Dolayısıyla bu işlerin ırkla, yani maddi bağlantıyla alakası yoktur. İşte bir peygamber in sözünü dinleyenl er, onun sözlerine ve fiillerin e bir takım laflar ilave edenler ve bazı lafları çıkaranlar hariç, doğru yoldadırlar. Bunun içinde muhabbet de vardır. İnsan bu terakkiyi kendi kendine değil, peygamber lerin yol göstermeleriyle yapar. Resûlullah (s.a.v.)’den sonra, o Hâtem-ül Enbiya olduğu için Peygamber lik gelmez ama irşad faaliyeti devam eder. Çünkü mürşidler peygamber lerin varisleri dirler. Mürşidler, âlimler içinde özel bir gruptur. Bilgi değil, olgu verirler. Âlimler bilgi verirler. Ama şunu unutmamak lazım; biz de kendimize göre bir takım şeyler öğrendik bu yaşa kadar. Her doğru bildiğimizi yapıyor muyuz? Yapmıyoruz. Her yanlış bildiğimizden kaçıyor muyuz? Kaçmıyoruz. O zaman bilgi ne işe yarıyor. Hiç. İşte mürşid; irşad eden, kişiye rüşd veren, kişiyi olgunlaştıran demektir. Bu da bir ilimdir ve kaynağı Efendimiz (s.a.v) dir. Çünkü Efendimiz (s.a.v.) Süleyman Çelebi Hazretler i’nin Mevlid’inde buyurduğu gibi ‘İlm-i Ledün Sultanı’dır. Ne güzel söylüyor Süleyman Çelebi Hazretler i: “Bu gelen ilm-i ledün Sultanıdır – Bu gelen tevhîd-ü irfan kânıdır”. Tabii burada tevhîd-i irfan kânı kısmı da önemli. Tevhid sadece “Lâ ilâhe illâllah” demek değildir. O kelime-i tevhiddir . Tevhidin safhaları vardır, bunlar ayrı mesele.

Sevgi, her insanda vardır. Bu sevginin yeryüzündeki tezahürü de estetikti r. Estetik kişiye göre değişmeyen objektif bir ilimdir. Matematik sel ölçüleri vardır. ‘Ben sanat yapıyorum’ namı altında estetiğin dışına çıkanlar sanat yapamayan lardır. Picasso olmadan Picassolu k taslayanl ar, Picasso’nun “yamuk yumuk” zannedile n resimleri ndeki manayı veremeyen lerdir. Deliliğin adı dâhilik veya sanat değildir. Sevgi, doğuşta insanda var olan ve beslendikçe büyüyen bir varlıktır. Her varlığın bir gıdası vardır. Bedenimiz in gıdası bildiğimiz yemekler, bir adım ileri gidersek karbonhid ratlar, proteinle r vs… Ağacın gıdası vardır, hayvanın da gıdası vardır. Diğer kurumların da var olduğunu bildiğimiz için onların da bir gıdası olduğunu bileceğiz. Sevgi de bir kurumdur. Sevgi bir haldir ama netice itibariyl e bir kurumdur. Bunun da bir gıdası vardır. Nedir sevginin gıdası? İzhar etmektir. Yani, ortaya koymaktır. Sevgiyi muhataba iletmek, ona bu sevgiyi izhar etmek sevginin gıdasıdır. Sevdiğini söyleye söyleye o sevgiyi büyütürsün. Eğer söylemezsen gıdasızlıktan sevgi ölür. Basit bir deney yapsın bu röportajı okuyanlar . Aynı gül kökünden iki tane gülü ayrı ayrı saksılara eksinler. Birini okşayarak, severek, tebessüm ederek, güzel söz söyleyerek sulasınlar. Ötekine ters ters baksınlar, kötü söz söylesinler ama suyunu, güneşini ve gübresini aynı versinler . İki bakım arasında sadece sevgi göstermek ve göstermemek farkı olsun. Altı ay sonra dikenleri ni saysınlar. Severek suladıklarında, mesela, on beş, azarlayar ak suladıklarında kırk diken görecekler. Neden acaba?

Japonlar optik ilminde bayağı ileriler. Bana bir kitap hediye etmişlerdi. İçerisinde özel makineler le çekilmiş iki yüz küsur tane üç boyutlu kar tanesi fotoğrafı vardı. Çok zor bir teknikle çekilmiş, beni de çok alakadar etmiyor, ama bu teknikle yapılan çekim şunu göstermiş; kar tanelerin in her biri ayrı şekle sahip. Bir de suyun atomik yapısının resmini çekmişler. Güzel söz söyledikleri, güzel güzel baktıkları suyun atom yapısı köşeli olmayan, muntazam, yuvarlak hatlı ama muntazam vaziyette . Hafif estetik görünümlü bir moleküler yapıya sahip. Sert sert baktıkları sövdükleri suyun moleküler yapısı ise yamuk yumuk. Ben biraz madenden de anlarım. Meraklıyım. Mesela taşa çok meraklıyım. Taşı tıraşladığın zaman çok güzel desenler çıkar ortaya. Bu tıraşlama esnasında bir milimlik kaymalar dahi taşın desenini değiştirir. Cenâb-ı Hakk’ın kudretini izlemeyi severim taşta da. Eskiden dağdaki kitleler, büyük kayalar, matkaplar ile delikler delinerek ve o deliklere dinamit konularak patlatılır idi. Büyük bir kitle elde edilir, sonra o tezgâhlara çekilir ve kullanılacak hale getirilir di. Şimdi teknik değişti. Yine delik deliniyor fakat o delikten zincirli ve yaylı bir testere sokuluyor, o testere ile kesiliyor taşlar. Patlatma tekniği yok. Böylece evvela kitle ziyan olmuyor. Bu önemli, çünkü israf haramdır. Bakın Efendimiz (s.a.v.)’in bu kadar sarih, bu kadar herkesin anlayacağı kadar açıklıkla söylenmiş başka sözünü bilmiyoru m. “Denizden bile abdest alırken suyu israf etmeyin.” Bu zihniyeti bu kadar güzel veren bir söz dünyada bulunmaz! Dolayısı ile her şeyin israfı haramdır. Dağdaki mermer kitlesini n, granit kitlesini n, traverten kitlesini n de israfı haramdır. Patlattığın zaman işe yaramayan birçok küçük parça çıkıyor ortaya. Kestiğin zaman ise birçok küçük parça çıkmaz. Hatta testereli kesimlerd e dört, beş, altı ve yedinci kesimlerl e taş belli bir düzeye getirildiği için israf sıfıra indiriliy or. Buncasını niye anlattım? Dinamitle patlatılarak elde ettiğin bir taşı cilala; bir de testereyl e kesme metodu kullanılarak elde ettiğin taşı cilala ve arasındaki farka bak. Keserek elde ettiğin daha parlak ve daha canlı olur. Denemesi bedava. Neden peki bu fark? Çünkü onun da bir canı var. Evet, taşın, toprağın da bir canı var. Taş ve toprak da sevilir. İsteyen inkâr etsin. Efendimiz (s.a.v.) ne buyuruyor: “Ben Uhud’u severim, Uhud beni sever.” Uhud dağ değil mi? Taş değil mi? O zaman, sevmek ve sevilmek var. Taşta da var. Bunun daha ötesi var mı? Bitti. Onun için insan eşref-i mahlûkat; hayvan, bitki, cemadat dediğimiz dağlar- taşlar hepsi sevgiden anlar. Çünkü yaradılış sebebi sevgidir.

Metin Erol: Peki Efendim Muhabbet ile Edeb arasındaki ölçü ne olmalıdır?

Ömer Tuğrul İnançer: “Kesret-i muhabbett e edeb dahi sâkıt olur”. Ancak bunun üçüncü şahısları vardır. Biz yalnız yaşamıyoruz. Şimdi ferdî hürriyet adı altında serserili k, başıbozukluk moda oldu. Bunun adı ferdî hürriyet değildir. Başıbozukluktur. Biz yalnız yaşamak için yaratılmadık. Bizden gayrılar da var. Bizden gayrılar ile beraber yaşıyoruz. İşte bizden gayrıların haklarına riayet etmek edebdir. Ayrıca, “Kesret-i muhabbett e edeb dahi sâkıt olur” dedik. Ama bu, iki muhip arasında olur. Yani iki birbirini seven arasında olur. Üçüncü varsa orada edeb sâkıt olmaz. Allah (c.c.) ve Resûlü’ne ve onların vârisi olan Evliyaull ah’a olan muhabbett e lâubaliliğe yer yoktur. Onun için muhabbeti n nasıl izhar edileceği, hangi edeb dairesind e olacağı büyüklerimiz tarafından kanalize edilerek bir sisteme bağlanmış ve herkesin meşrebine hitap edebilen pek çok sistemler ortaya konmuştur. Herkes kendi meşrebine göre… Çünkü meşrep değişmez. Parmak izi ve DNA gibidir meşrep. O meşrebe uygun bir yol seçerek o muhabbet izhar edilir. Edebe muhalif gibi görünen ama aslında hakiki edeb olan bazı hususlar vardır. Günlük hayatla özel hayat arasında bu nevi farklılıklar vardır. Mesela büyük sözü dinlemek edebdir. Bir yere gidildiği vakit, daima mütevazı bir yere oturmak, başköşeye oturmamak edebdir. Ancak o mecliste bir büyük varsa ve kişiye “Şuraya otur” dediyse “Aman efendim estağfirullah” demek edebsizli ktir. “Başüstüne” deyip oturmak edebdir. Bu özel. Mesela Mekke’nin fethi günü Efendimiz (s.a.v.) Hz. Bilâl (r.a.) ve Hz. Cenâb-ı Ali (k.v.) ile beraber Kâbe’nin içinde putları temizliyo rdu. Fakat bir tane yukarıda, bir rafın üzerinde bir put vardı. Efendimiz (s.a.v.) asasını da uzattı ama yok kurtarmıyor, indiremed i onu. Hz. Cenâb-ı Ali (k.v.)’ye seslendi. “Ya Ali, omzuma çık, indir onu oradan” diye. Hz. Cenâb-ı Ali, “Olur mu ya Resûlullah” dedi itiraz etti. “Çıkmam, siz benim omzuma çıkın” dedi Hz. Ali (k.v.). Efendimiz (s.a.v.) ise “Bugün celalliyi m beni taşıyamazsın” buyurdula r. Yeri gelmişken söyleyelim; buradan bir başka mana daha çıkıyor. Demek ki, ağırlık kilogram ile ölçülen bir şey değildir. Yani Hz. Resûlullah Efendimiz Mekke’yi fethettiği gün kilo mu aldı da “Taşıyamazsın” diyor, ne alakası var. Demek ki, o iş başka iş… İşte Hz. Ali (k.v.)’ın Efendimiz (s.a.v.)’e olan o itirazı muhabbett en dolayı olduğu için edebsizli k değildir. Keza Hudeybiye Barış Antlaşması’nda Efendimiz (s.a.v.)’in imzasına müşrikler itiraz ettiler. “Resûlullah’ı silin, öyle olduğunu kabul etsek aramızda problem kalmayaca k zaten” dediler. Ashab’tan kimse kabul etmedi silmeyi. Efendimiz (s.a.v.) tebessüm etti ve “Tamam gösterin yerini, ben sileyim” dedi. Ashâb’ın buradaki itirazı da edebsizli k değildir. Muhabbett endir. Bunun muhabbett en kaynaklan dığını bildiği için Efendimiz(s.a.v.) tebessüm edip geçmiştir. İşte muhabbett e de edeb elbet vardır. Muhabbeti n de edebi, muhabbet çok sübjektif bir şey olduğu için sübjektiftir. Objektif kaideleri yoktur. Toplumsal edebin objektif kaideleri vardır. Bunun da hududu vardır. Hududu; başkasının edebine, başkasının hürriyet ve haklarına tecavüz etmemekti r. Bugün böyle mi? Değil. Edebsizli k, hürriyet ile karıştırılmış vaziyette . Kafası karışık, gönlü karışık, nefsinin mahkûmu olmuş insanlara bunu anlatmak pek kolay değildir. Ama gayr-i mümkün de değildir. Bunun birinci yolu, hâl iledir. Laftan ziyade hâl. Çünkü Efendimiz (s.a.v.) ne buyururla r: “İnsanlar sizin dedikleri nize değil, yaptıklarınıza dikkat ederler”. Ne yazık ki pek çok insanın dediği ile yaptığı birbirine uymuyor. Atasözü demeye dilim varmıyor, bir laf var: “Hocanın dediğini yap, gittiği yoldan gitme”. Eğer hoca dediğini yapmıyor, başka şey söyleyip başka yoldan gidiyorsa o zaten riyakârdır, hoca falan değildir.

Şahsi zafiyetle r oldu muydu sözün dinlenmez olur. Bu, kişinin söz dinletmek için kendisine düşen vazifeler i vardır ama hidayet Allah (c.c.)’un elindedir . Her halde Resûlullah Efendimiz kadar söylediği ile hâli birbirini n aynı olan başka adam yok dünyada. Ama Ebû Cehil inanmadı. Bu Efendimiz(s.a.v.)’in kabahati mi? Allah(c.c.)’u ona hidayet vermeyinc e, kalp mühürlü olunca hiçbir şey olmaz. Tabi bunlarda olacak çünkü cehennemd e bedava yaratılmadı. Oraya da kütük lazımdır.

Metin Erol: Efendim sizler birçok kere ifade buyurdunu z. Toplum olarak en büyük eksikliğimizin Resûlullah Efendimiz Hazretler ini tanımamak olduğunu belirttin iz. Peki, Resûlullah Efendimiz’i nasıl doğru tanırız?

Ömer Tuğrul İnançer: Evvela bir ilmin nasıl öğrenileceğini konuşalım. Evvela öğrenilip sonra yapılan ilimler, dünyevi ilimlerdi r. Din evvela yapılır, sonra öğrenilir. Çünkü imanda deneye yer yoktur. İmanına delil arayanlar delidir. İman gaybadır. Gayb ise bilinmeye n demek değildir. Gayb, beş duyu ile algılanmayan şeye denir. Kur’ân-ı Kerîm’de âyet var. Hz. Süleyman(a.s) bir göz açıp kapayıncaya kadar Saba Melikesi Belkıs’ı tahtı ile beraber Yemen’den Kudüs’e getirdi.[6] Böyle şey olur mu? Böyle şey olur mu diye şüphen varsa mümin değilsin. “Olmuştur, ama benim bunu çözecek aklım yoktur. Olduğuna inanırım, nasıl olduğu beni alakadar etmiyor. Belki ileride öğrenirim” deyip geçersen, ona iman denir. Resûlullah Efendimiz Hazretler i miraçtan avdet buyurdukl arı zaman, miraç hadîsesini Ashâb’ına anlatırken, Hz. Ebûbekir(r.a.) yoktu. Sonra özellikle müşrikler, Hz. Ebûbekir (r.a.)’ın arkadaşları, Hz. Ebûbekir(r.a.)’ın evine gittiler. Hz. Ebûbekir (r.a.) onları evin içine almadı, kapıda onlar Hz. Ebûbekir(r.a.)’a “İşte senin peygamber dediğin kişi böyle böyle söylüyor” dediler. Hz. Ebûbekir (r.a.) “Kim söylüyor bunu?” dedi. Onlar da “Senin peygamber dediğin kişi, Muhammed söylüyor” dediler. Hz. Ebûbekir(r.a.) hiç uzatmadı ve “O söylüyorsa doğrudur!” deyip kapıyı kapadı suratlarına. Buna iman denir işte. Mesela bazı müşrikler ticari meseleler den dolayı Kudüs’e gitmişlerdi. Şehir olarak Kudüs’ün yapısını biliyorla rdı ve Efendimiz(s.a.v.)’i imtihan etmeye kalktılar. Efendimiz Hazretler i buyuruyor lar ki; “Cebrail (a.s.) o an önüme şehrin maketini [bugünkü manada] getirdi.” Soruyorla r işte… Hâlbuki sadece Mescid-i Aksa’ya gitti Efendimiz(s.a.v.) Tümünü dolaşmadı Kudüs’ün. Soruyorla r, “Kudüs’e gittin madem orada ne var burada ne var…” Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) hepsine cevap veriyor, Cebrail (a.s)’ın getirdiği makete bakarak.

Yani önemli olan nokta şu; delil ile oldu mu ilim imanın önüne geçer. Bu cahil olmak demek değildir. İlim beşikten mezara tahsil edilir ve her kişi içindir. Kadın erkek fark etmez. İşte ilim böyle bir şey. Bunu son bir misal ile sonlandırayım. Ebû Cehil eşek gibi, Muhammed İbn-i Abdullah Hazretler i’nin Allah-u zü’l- Celâl’in Resulü olduğunu biliyordu . Eşek gibi biliyordu ama gururu, kibri, sosyal statüsü bunu ikrara mani oldu. Demek ki, bilgi işe yaramıyor. Nerden biliyorsu n bildiğini diye sorabilir ler? Düşün ki; toplum ona Ebû’l Hakem yani hikmet babası diyor. Ancak işe yaramadı. Aklına mağlup oldu. Benzer bir hâdise; Firavun neden tanrılık iddia etti? Ömr-ü hayatı boyunca hiç başı ağrımamış çünkü. Hiç “Aman Yâ Rabbî” dememiş. Onun için tanrılık iddia ediyor. Bunun için hastalığı bile Rabbinin nimeti bileceksi n. Senin ona sığınmana ve “Aman Yâ Rabbî” demene vesile olur diye. “İyi ki bana verdin Yarabbi” diyeceksi n. Çünkü cân-u gönülden başka bir Allah demiyorsu n. Canın yanınca diyorsun. İşte ilim böyle bir şey, yeterli değil ama olmazsa olmaz.

Peki, bu ilim nasıl öğrenilir? Okula gidilir, kitap okunur, hocaya sorulur. Hayır, böyle öğrenilmez. Bu işin başlangıcıdır. Allah-u zü’l- Celâl kitabında, Esta îzübillâh “İttekullah ve yu’allimükümullâh” “Allah’tan ittikâ edene (yâni O’nun rızâsını kaybetmek ten korkana) Allah her şeyi öğretir” buyuruyor . ‘Allah’tan ittikâ edenin öğretmeni Allah olur’ diyor Allah-u zü’l- Celâl. Bunu Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) ise bir hadîsleriyle bizim anlayacağımız halde söylüyor: “Siz bildikler inizle amel edin Allah sizi ilme vâris kılar” İşte bu hadîs-i şerifi ilk tercümesinden okuduğum zaman böyle tercüme edilmemişti. “Siz bildiğinizle amel edin Allah size bilmediğinizi öğretir” diyordu tercümede. Doğru mu? Doğru, ama eksik.“Siz bildiğiniz ile amel edin Allah sizi ilme vâris kılar” dediğimizde çok değişir mana. Allah-u zü’l- Celâl her şeye kadirdir. Amenna bilmediğimizi öğretir. Ama nasıl yapıyor bunu Allah(c.c.), Efendimiz onu da öğretiyor; ‘vâris kılar’ diyerek. Vâris kılarak. Vâris ne demek evvela bunu bileceğiz. Senin baban çok zengin, fabrikala r, hanlar, tarlalar, hisse senetleri bol. Sende babanın parasını güzelce yiyorsun. Babanın işine zerre miktar dâhil değilsin ve zerre miktarda faydan yok ama o da ne yapalım evlat diye şımartmış veriyor boyuna sana. Gel zaman git zaman emr-i Hakk vâkî oldu ve baban göçtü. Hiçbir damla terin olmadan o malın tamamı senin olur mu? Olur, vârissin. Bir damla ter dökmemişsindir o mal için, ama tüm mal senin olur. Yani verasette emek yoktur. Sen bildiğinle amel et, bildiğini işle, bilmedikl erin için Allah-u zü’l- Celâl, seni o bilmedikl erine vâris kılar. Hadîsin inceliğini görüyor musun? İşte neyi öğrenmemiz gerekiyor sa önce bildikler imizle amel etmeliyiz . Sualiniz Efendimiz(s.a.v.)’i nasıl doğru tanıyacağız idi. Efendimiz hakkında ne biliyoruz, bir şey biliyoruz değil mi, az da olsa… Kur-ân kursundan tutun, okuldaki din ve ahlak derslerin de, haftada 45 dakika ile ne öğreniyorsan artık, bir şey öğreniyorsun değil mi? Tamam işte o vakit O’nunla(s.a.v.) ilgili öğrendiklerinin tamamını yap. Okuma, kimseye bir şey sorma, okula gitme, hocaya sorma. Sadece bildikler ini yap. Nasıl olsa Allah(c.c.) öğretir. Nasıl öğretir? Varis kılarak öğretir. Onun için Efendimiz(s.a.v.)’i tanımak ve öğrenmek için bildiğin kadarıyla ne dediyse yapman lazım. Mesela bir hadîsi biliyorsu n, “Şüpheli şeylerden kaçının” buyuruyor Efendimiz (s.a.v.). Sen şüpheli şeylerden kaçınmaya başla, bak neler öğrenirsin daha Efendimiz(s.a.v.) hakkında.

Kimileri utanmadan din profesörü geçiniyor, ilahiyat profesörü geçiniyor ve sünnet kılmayın diyor. İki rekât sabah namazının farzında kaç tane sünnet var? Sünnetler yerine gelmeden namaz bile kılamazsın. ‘Ben Kur-ân’ı Kerîm’i okurum anlarım.’ Nasıl anlarsın! Namaz vakitleri ve rekât sayısı yazıyor mu Kur-ân’ı Kerîm’de?  Şekli yazıyor mu? İsimleri yazıyor, amenna.  Peki, zamanları var mı? Peki, nasıl kılacağın var mı? ‘Rükû et’ diyor, rükû etmenin tarifi var mı? ‘Secde et’ diyor, secdenin tarifi var mı? Secdenin iki celse halinde yapılacağı var mı? Resûllullah Efendimiz(s.a.v.) bile Kur-ân’ı Kerîm’i okuyarak ve Cebrail (a.s.)’ın anlattıklarını dinleyere k namaz kılmayı öğrenmedi ki. Kâbe’nin bir köşesinde, bu 50’li yıllardaki tamiratta kaldırdılar orayı, orada hafif bir çukur vardı. “Hufretü’s-Salât”[7] denirdi oraya. Orada üç gün üç gece, vakitler ve şekillerle ilgili, Cebrail (a.s.) Efendimiz(s.a.v.)’e namazı tarif etti. O da tarifle… Efendim Kur-ân-ı Kerîm’i okuyarak nasıl öğrenirsin? Namazın dahi nasıl kılınacağı yazmıyor Kur-ân’da. Şeklinin tarifi yok, rekâtı da yok. Nasıl ‘yalnızca Kur-ân okuyup dini öğrenirim ben’ diyorsun? Birde utanmadan ilahiyat profesörü geçiniyorsun. Bakın, bazı insanlar; kendi nefsinin yediği haltlara delil arayanlar, bu nevi terbiyesi zlikleri yapıyorlar. Öyleyse kandıranlar kadar kananlar da kabahatli dir.

Biz Efendimiz(s.a.v.)’i öğrenmek için, zerre kadar bile bir şey biliyorsa k, onu hayatımıza yani tatbik sahamıza koyacağız. Zaten yapmaya başladığımız zaman muhabbet de artar. Başka bir şey okuyamazsın. Bizim bir büyüğümüz vardı Allah rahmet eylesin, bazen şikâyet ederdi. “Ah be evladım, bir hatmi bitiremiy orum” diye. Büyük bir kütüphanesi vardı evinde, kocaman bir masası vardı. Kur-ân-ı Kerîm’i açardı, başlardı okumaya. Masanın üzerinde beş tane, altı tane tefsir kitabı… Okuduğu âyetle ilgili her birine bakardı. İşte Hamdi Efendi ne demiş, Tahir Efendi ne demiş, Ebû’s-Su’ûd Efendi ne demiş, İsmail Hakkı Bursevi ne demiş… “Bir âyet ile sabah oluyor be evladım!” derdi. Hatim ediyor ama. Sen Allah ve Resûl’u ile meşgul ol. İster hatim oku, ister tefsir oku, ister salavat oku, ister tesbih çek… Ne yaparsan yap. Bizim eski zâkirbaşı anlatırdı. Eski yandan çarklı vapurlar zamanında bir zâkirbaşı varmış. Ne ses duysa bir zikre uydururmuş. Rüzgar hışırtısı, yağmur hışırtısı dâhil. Bir gün çarklı vapurlara binmiş. Tam boğazın orta yerinde kaptana gitmiş “Makine bozuldu.” demiş. “Amca ne anlarsın sen makineden .” demiş kaptan. “Oğlum.” demiş “Makine bozuldu. Muntazam dönmüyor, ben tevhid çekiyordum, tevhid bozuldu.” demiş. Kaptan demiş “Peki amca”. Bir bakmışlar, çark kırılmış. Eski hızıyla devam ediyor ama yandaki çarkların müdahalesiyle dönüyor. Az daha gitseler denizin ortasında kalacakla r. Boğazın akıntısının da adamı nereye götüreceği belli olmaz. Hayırsız ada açıklarına falan gidebilir sin… Neyse o zaman ki alet edevat, usûl neyse hemen müdahale edip yapmışlar. Makinenin çalışmasıyla tevhid çekiyor zâkirbaşı…

İşte Efendimiz(s.a.v.)’i öğrenmek için dedikleri ni yapmak, O’ndan örneklenmek, O’nun yaptığı her şeyi yapamayac ağımız edebinde ve şuurunda olarak, O’nun yaptıklarını evvela aynısını yaparak ama orada kalmayara k yapmaya gayret etme halinde olmalıyız.

Ne yazık ki bugün Sünnet-i Peygamber-î kurumu Resûlullah Efendimiz(s.a.v.)’in yaptıklarının aynısını yapmak olarak anlatılıyor. Fevkalade yanlıştır. Sünnet Resûllullah Efendimiz(s.a.v.)’in yaptıklarını yapmak değildir. Bunu da şimdiye kadar söyleyen olmadı. Resûlullah Efendimiz(s.a.v.)’in bir şeyi neden yaptığını, inciğini cıncığını kurcalayıp hikmetini öğrenmek ve o hikmete uygun davranmak sünnettir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), Mescid-i Nebi’de hurma kütüğünde aydınlandı diye hurma kütüğü yakmak sünnet midir? Daha sonra zaten Efendimiz(s.a.v.)  kandil yaktı. Ama yatsı ve sabah namazlarında aydınlatmak sünnettir. İster lazerle, ister mumla, ister projektörle, ister ampulle… Aydınlatmak sünnet. Niye aleti konuşuyorsun. Motosikle t ile Kâbe tavaf edilir mi? Edilir. Deve ile tavaf ediliyor da motosikle t ile neden edilmesin! Nitekim şimdi malum tavaf için arabalar çıktı, onlarla yapılıyor. Eskiden haşab vardı. Haşab ahşabın tekili. Yani dört kollu, ortasında oturma yeri olan bir araç. Güçlü kuvvetli Araplar onu çekerlerdi, yaşlılar binerlerd i ona. Tavafı o şekilde yaparlardı. Benim anneannem 1974 haccında onunla tavaf etti. Anneannec iğim ufacık tefecik bir hanımdı, ezilirdi orada. Haşaba bindirdim . Haşab da tehlikeli ydi, ucuna bez sararlardı ve onu çeken “haşab” diye bağırırdı. Çekilmezsen kenara, kafana gelirse yandın. O da bir binek. Şimdi Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) Mekke’nin fethi günü geldi tavaf yaptı. Peki, Kâbe’nin tavafını yürüyerek yapamayac ak kadar takatsiz miydi? Takatsiz ise neden Kâbe’nin içine girip putları temizledi? Takati vardı ama Kâbe avlusuna girer girmez devesinde n inmeden tavaf etti. Burada bir incelik var gene. Bakın şimdi Hacerü’l- Esved için Müslümanlar birbirini yiyor. Bağıran çağıran, yaralanan, kan akanı görüyoruz. Resûlullah Efendimiz Hacerü’l- Esved’e el sürmek veya öpmek istese herkes kenara çekilirdi. Ne yaptı peki? Sadece asasını kaldırarak selam verdi ve tavafa devam etti. Ne için? Bize talim için. Resûlullah Efendimiz’in böyle yaptığı bir şeyde hâlâ Hacerü’l- Esved için bir hacı kardeşini, bir umreci kardeşini bir din kardeşini eziyorsan bir düşün. “Gönül gönüldür olsa da göğsünde bir kahpenin / Onu yıkan tavafına gitmesin Kâbe’nin.”

Metin Erol: Efendim günümüzde moda olan bir görüş var. Gazali’den sonra İslam düşüncesi donmuştur yahut yerinde saymıştır diye. Bu konuda neler söylemek istersini z?

Ömer Tuğrul İnançer: İsmail Hakkı Bursevî mi eski Gazali mi eski? Tarih olarak. Bu kadar yeter anlayana. İsmail Hakkı Bursevi’nin Rûhu’l Beyân’ını okumuşlar mı? Ama ne yazık ki bu Rûhu’l Beyân’ı tercüme eden heyetin, bu kitabın önsözünde bir beyanı var. Bu heyet, kitabın önsözünde, “Bu gününün ilmi ile açıklanması mümkün olmayan hususlara yer verilmemiştir” demek cehaletin i gösteriyor. İsmail Hakkı Bursevî Hazretler i’nin aklı eriyor, sizin aklınız ermiyor. Bir kitabı tercüme ederken, herhangi bir kısmını çıkarıp, herhangi bir kısmını ilave etmek, en azından telif hakkına riayetsiz liktir. İsmail Hakkı Bursevî Hazretler i sorar mı sormaz mı bilmem, ama ben ahirette soracağım. Allah-u zü’l- Celâl izin verirse soracağım, “niye çıkardınız” diye. Soruya dönersek, çok basittir bunun cevabı. Ebû-s Su’ûd Efendi gibi, İbn-i Kemal gibi İsmail Hakkı Bursevî gibi (ki İsmail Hakkı Bursevî aynı zamanda Celvetî Pîr-î Sânîsidir bu ayrı mesele…)  Seyyid Yahya Şirvanî Hazretler i gibi büyüklerin şer’i ilimlerde ki kitaplarından haberdar olmayanla r, kendi kafaları Gazali’de kalanlar, bu tür boş lafları konuşurlar. Öyle şey olmaz. Müslümanlar daima terakki ederler. Her devirde Kutb-i Âlem vardır.

Metin Erol: Efendim müsaadenizle mûsikî konusuna geçiş yapalım. Mûsikî evvela nedir? Batı Müziğiyle, Türk Dini Mûsikî’si arasındaki fark nedir?

Ömer Tuğrul İnançer: Sesin âhenksizine gürültü, âhenklisine mûsikî denir. Allah-u zü’l- Celâl bizi ruhlar âleminde iken huzuruna topladı ve “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabında bulundu. Yani bize Rabbü’l- Âlemin, Hâlık-ı zü’l- Celâl hitap etti. Peki, hitap, hitabet ne ile anlaşılır? Ses ile anlaşılır. Bizde, “Kâlû belâ” dedik.[8] Âyetin devamı da var tabi, yarın öbür gün “Bilmiyorum, benim haberim yoktu” diyemeyes in diye bunu yaptım diyor Allah-u zü’l- Celâl âyette. Bu işin başka tarafı. Sonra ruhlar beden hapishane sine konulup, bir ana baba vasıtası ile dünyaya gönderildi. Kendi toplumumu zdan bahsedeli m. “Dan dini dan dini danatmış / Mevlâm neler yaratmış”* ninnisi hicaz makamıdır. Kulağına ezan okudu deden, baban, hoca efendi. Aslında bir makam yapmıştır. Yaptığını bilmiyord ur. Amerika’da biz bir âyin yaptık. Âyin sonrası bir kaba sofu geldi Muzaffer Ozak Efendi Hazretler i’ne, dedi ki, “Bu makamlar bilmem neler nedir, bidattir” falan filan… Muzaffer Efendi Hazretler i, “Bir ezan oku bakayım” dedi. “Okurum” dedi adam. “Oku diyorum zaten ben de sana” dedi Muzaffer Efendi Hazretler i. Adam okumaya başladı, Hayyâ ‘ale’s-salah kısmına geldi. Muzaffer Efendi Hazretler i, “Ne yapıyorsun sen şimdi?” dedi.  “Ezan okuyorum” dedi. Efendi Hazretler i “Uşşak yaptın ama bilmiyors un” dedi. Çünkü bunca senedir kulağımız bir şeyden dolu. Herkes musikişinas olacak değil. Hz. Dâvût (a.s.) mizmar çalıyor muydu? Yani bir saz çalıyor muydu? Allah bir peygamber ine başka bir peygamber ine başka bir emir verdiyse, “Lâ nuferriku beyne ehadinmin rusulih”[9] âyeti nerede?

Diyorlar ki, ‘efendim, mûsikî ile kadın da oynatırmışsın.’ Televizyo nda Kâbe’yi de seyrediyo rsun bilmem ne filmini de. Televizyo nun ne kabahati var? Arabayla meyhaneye de gidiyorsu n camiye de. Arabanın ne günahı var? Arabaya bindin. Meyhaneye gittin. Günah senin. Arabaya bindin. Camiye gittin. Sevap senin. Vasıtanın suçu ne?  Mûsikî de bir vasıtadır. Bunun günümüzdeki söyleyişi şudur, “Allah dedirten mûsikî helal, yallah dedirten haramdır.” Hz. Mevlânâ’nın ağzından “Der mezheb-i münkirân haramest semâ / Der mezheb-i âşıkân helâl est semâ.” Sema dönmek değildir. Sema, istimâ kökünden, yani işitme kökünden gelir. Müzik dinleyere k zikretmey e de sema denir. Dolayısı ile sema sadece Mevlevî Âyini’nin özel ismi olmaktan başka diğer tasavvuf ekolleri olan tarikatle rin de yaptıkları ayine genel manada ‘sema’ denir. Hatta sema yapılan tekkenin alanına genel olarak ‘semâhâne’ bazen ‘tevhidhâne’ bazen ‘meydân-ı şerîf’ denir. Ama semâhâne sadece Mevlevîliğe mahsus bir isim değildir. Yani sema budur. İşitmek kökünden gelir.

Kur-ân’ı Kerîm bizatihi bir âhenktir. Kur-ân’ı Kerîm okunurken, ‘b’ harfini ‘y’ okumak, esreyi üstün okumak gibi hafız olmayanla r tarafından, bakarak okuyanlar tarafından maddi hatalar yapılabilir. Bir satır sonra Kur-ân’ı Kerîm kendini doğrulatır. Ben yukarıdaki satırda bir hata yaptım dedirtir. Bunun kaynağı ne? Kur-ân’ı Kerîm’in mucizesi, tamam biliyoruz Kur-ân’ı Kerîm’in mucizesi. Zaten Kur-ân muciz, okuyan aciz. Onu da anladık. Tamam, ama bunu âhenk vasıtası ile yapar. Biz âhenk vasıtası ile yanlış okuduğumuzu fark edip döneriz geri.

Dünyanın varlığı dönme üzerine mi? En küçük maddi zerre atom. Atom çekirdeği üzerinde elektrotl ar, protonlar, nötronlar mevcut ve elektronl ar dönüyor mu? Dünya dönüyor mu? Bu dönüş bir hareket mi? Her hareket bir ses kaynağı mıdır? İşte bu seslerin birbirine olan ahengine mûsikî denir. Âhenksiz olursa gürültü olur.

Dünyada, mûsikî bir sistemati ze olarak iki ana klasik sisteme ayrılır. Biri Klasik Türk Musikisi, diğeri  Klasik  Batı Mûsikî. Burada önemli olan nokta şudur. Klasik Doğu müziği değil, klasik Arap müziği değil, klasik Kürt müziği değil, Çerkez, Arnavut, Boşnak, Çinli, Hintli, Taylan, Endonezya, Japon değil. Türk Müziği. Peki, Batı Müziği? Portekiz, İspanyol, Fransız, İtalyan, Alman, Hollandalı, Belçikalı, İngiliz, Polonyalı, Rus…  Rus Klasik Müziği var mı? Alman Klasik Müziği var mı? Çek Klasik Müziği var mı? Yok. Batı Klasik Müziği var. Anlatabil dim mi inceliği..! Biz Türkler böyle bir milletiz. Bunu ben söylemiyorum. Benim tanıdığım iki tane müzikolog var dünya da. Müzikolog ama, müzisyen değil, musikişinas değil. Biri 1999’da ölen Yunanlı Simon Karas. Diğeri de Albert Schatz. Onun sözü. “Dünya da iki tane klasik yani belli bir örnekten gelmiş ve kendisind en sonrakine de örnek olmaya devam eden, mahalli olmayan, herkese hitap eden iki musiki sistemi vardır. Biri Klasik Batı Müziği, diğeri Klasik Türk Müziği. Diğer tüm müzikler lokaldir, mahallîdir, folklorik tir.” Türk Müziği’nin sistematiğinde iki ses aralığı arası, birbirine eşit olmayan ses parçacıklarına bölünüp, o küçük farklılıklardan istifade ederek namütenahi sonsuz melodi yapma imkânını size verir. Batı Müziği sistematiğinde ise bir ses aralığı sadece ikiye bölünür. Dolayısı ile daha az ses kullanılarak melodi yapılır. Bu, Batı Müziği’nin melodi fukarası olduğunu gösterir. Bu melodi fukaralığını yenmek için çok sesli denilen armoniyi icat etmişlerdir. Bir zaman biriminde, birden çok ses kaynağından çıkan sesler bir araya gelip, dinleyend e bir duygu uyandırır. Çünkü bir tek sesle, tek ses kaynağıyla Batı Müziği sistemind e o duyguyu uyandıramazsınız. Onun için çok seslilik zenginlik, tek seslilik fukaralık demek değildir. Bilakis tek sesli mûsikî yani bir mûsikî cümlesi, o mûsikî cümlesine iştirak eden bütün ses kaynakları tarafından aynı anda yapılır. Ud, kanun, tambur, insan sesi vs. hepsi aynı şeyi söyler; bu tek seslilikt ir. Piyano başka çalıyor, viyolonse l başka çalıyor; bu çok seslilikt ir. Ama bu çokluk zenginlik ten değil melodi fukaralığını yenmekten kaynaklanır. Bu genel sistemin dışında Resûlullah Efendimiz(s.a.v)’in davranış biçimlerinden başka örnek alınacak doğru ölçü yoktur. Kim var diyorsa Müslümanlık sınırları dışına çıkmış demektir. Çünkü, “Benim Habib’imin (s.a.v.) hayatında sizin için alınacak örnekler vardır.” buyuruyor Allah-u zü’l- Celâl.[10] O örnekleri almıyorsan, o âyete muhalifsi n. Hele ki, “Bin beş yüz sene evvel yaşamış adamdan ne örnek alınır” diyorsan kâfirsin.

Cirâne mevkii Arafat civarındadır. Mekke’nin fethinden sonra Tâif muharebes inde Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) orada ganimetle ri biriktird i. Fakat Hevâzin Kabilesi’yle bir takım meseleler oldu. Lafı uzatmayayım şimdi… Sonra Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) Beytü’l-Mâl’den Müellefetü’1-Kulûb’a fazla hisse verdi, Hevâzinlere hisse vermedi vs… Orada Ashab, ganimet payı meselesin den dolayı Resûlullah Efendimiz (s.a.v.)’i biraz üzdüler. Neyse iş bitti, Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) orada ihramlanıp Umre için Mekke’ye gidecek. Namaz vakti geldi ve yanındakilere, “Ezan okuyun” dedi. Eskiden beri yani Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) zamanından beri orada bir su var. Suyun başında böyle on iki, on altı yaşları arasında gençler vardı. Bunlar ezan okunurken, bir kayanın arkasına saklanıp dalga geçer mahiyette ezan okuyanı taklit etmeye başladılar. Tekrar ediyorlar . Ashab “höyt!” falan deyince, Resûlullah Efendimiz(s.a.v.), “Karışmayın, karışmayın!” dedi. “Peki, Resûlullah (s.a.v.) öyle söylüyorsa peki” dediler. Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) ezan bitince gayet yumuşak bir eda ile çocukları yanına çağırdı. Onlar da görünmüş olduklarını anlayınca mahcup mahcup geldiler. Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) onlara, “Ya ne güzel okuyorsun uz, ne güzel söylüyorsunuz, ne güzel sesiniz varmış, haydi birer bir şey okuyun bakayım sırayla.” dedi. Sırayla okuttu onlara. Bir tanesine dikkat etti. “Sen bir şey daha oku bakayım” dedi. Okudu. “Şimdi benim söylediklerimi tekrar ederek oku” dedi Resûlullah Efendimiz(s.a.v.). Kelime söylemiyor ama melodi söyletiyor. Sonra “Allahu Ekber Allahu Ekber”… Ezanı okuttu Resûlullah Efendimiz(s.a.v.). “Ne güzel okuyorsun be yavrum” diyerek bir iltifat bir iltifat… Hoşafın yağı kesildi delikanlıda. Ve Resûlullah Efendimiz(s.a.v.)’in huzurunda İslam ile müşerref oldu. Beraber namaz kıldılar. Ayrılacakları vakit o genç dedi ki, “Ben filanca kabileden im, bana Mekke’de yani Harem-i Şerif’te müezzinlik vazifesi verir misiniz?” dedi. Çünkü Mekkelile r Fetih sırasında Hz. Bilâl’in Kâbe’nin üzerinde ezan okuduğunu falan biliyorla r. “Peki.” dedi Resûlullah Efendimiz(s.a.v.). Valiye mektup yazdırdı, mührünü bastı. EbûMahzûre Hazretler i’ni oraya müezzin atadı. Ve EbûMahzûre Hazretler i’nin sülalesi Sultan Aziz zamanına kadar müezzinlik yaptılar Mekke’de. Sonra ailede erkek kalmadı vs… Peki, Resûlullah Efendimiz niçin başkalarını değil de EbûMahzûre’yi seçti? Sesi çok güzel de ondan. Hazret seksen küsur yaşına kadar yaşadı. Peki, Medine’deki müezzinler Hz. Bilâl ile Hz. Abdullah İbn-i Ümm-î Mektûm. Neden ikisi? Fonksiyon ları başka da ondan. Dışarıdan baktığımız zaman, biri Habeşli bir köle öteki ihtiyar bir kör. Kör ve ihtiyar dışarıdan bakıldığı zaman. Ebû Bekirciği var, Ömerciği var, Aliciği var, Osmancığı var, Abdurrahm ancığı var, Ebû Ubeydiciği var… Resûlullah Efendimiz(s.a.v.), “Ümmetimin emini Ebû Ubeyde’dir” diyerek iltifat ediyor. “Ey Osman-ı Sâlih benim için dua ediyor musun?” diye iltifat ediyor Hz. Osman’a. Böyle yakınları var. Ama neden dışarıdan bakıldığında Habeşli bir köle ile ihtiyar bir körü müezzin olarak tayin ediyor Resûlullah Efendimiz(s.a.v.)? Bu nedenleri kendimize sormuyors ak Efendimiz(s.a.v.)’i öğrenemeyiz. Hz. Bilâl çok yakıcı okuyor. Çok güzel sesi var, yanık yanık okuyor. Bağırttırıyor adamı. Abdullah İbn-i Ümm-î Mektûm ise çok gür sesli. Buradan (Altunizad e’den) okuduğu zaman Üsküdar meydanından duyuluyor, mesela. Abartmıyorum. Hazretin sesi çok gür. Çok yaşlı bir zat. Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) göçüyor, Hz. Ebûbekir(r.a.) göçüyor, Hz. Ömer(r.a.) zamanında Kâdisiye’ye katılıyor. Düşünün Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) zamanında zaten ihtiyar bir zattı. Hz. Ömer(r.a.) zamanında yaşı artık iyice ilerlemiş durumda. Hz. Ömer(r.a.)’a bin rica ediyor, “Beni de Kâdisiye’ye göndereceksin” diye. Hz. Ömer(r.a.) istemiyor . “Sen bize Resûlullah’tan yadigarsın” diye. Hz. Bilâl zaten Şam’da o zaman, gelmiyor. Müezzin olarak Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) zamanından kalan sadece Hz. Abdullah İbn-i Ümm-î Mektûm var. Hz. Ömer(r.a.)’ın kararına karşı çıkıyor Hz. Abdullah Ümm-i Mektum. “Ben Resûllullah(s.a.v.)’den gazanın yani cihadın en büyük ibadet olduğunu duydum. Ahir ömrümde benim bu dediğimi yapacaksın, göndereceksin” diyor. Hayır, körsün ihtiyarsın diyemiyor Hz. Ömer(r.a.). “Peki” diyor. Gidiyor Kâdisiye’ye ve orada gençlere diyor ki, beni yüksek bir yere çıkarın. Düşün ki İran ordusu ile Müslüman ordusu çarpışıyor. Savaş meydanını bir düşünün; at kişnemesi, deve böğürmesi, katır anırması, kılıç vuruşmalarının sesi, silah şakırtısı, naralar, yaralı inlemesi, ölenlerin feryadı… Düşünün gürültüyü. O ise bir kayanın üzerinde, “Vurun aslanlar, Resûlullah hatırına vurun” diye bağırıyor ve o bağırma bütün gürültüyü bastırıyor. Sonra bir ok geliyor. Ya orada şehit oluyor ya da Medine’ye geliyor ve Medine’de şehit oluyor. Kabr-i şerîfi Medine’dedir. Neden seçmiş Efendimiz(s.a.v.) onu. Ses ya gürdür ya güzeldir.

Bütün Selâtin Camilerin de[11] Resûlullah Efendimiz(s.a.v.)’in sünnetine uygun olarak mutlaka bir kör müezzin bulunur. Bâyezid Cami’nde İsmail Hakkı Çimen vardı. Süleymaniye’de Mustafa Başkan vardı. Bursa’da adını bilmiyoru m kör hafız, yeşil vav’ın önünde sabah namazı kılındıktan sonra başlar, yatsı kılınıncaya kadar namaz vakti hariç, devamlı kuran okurdu. Sabah namazı vakti gelir, yatsıdan sonra çıkardı. Yeşil vav’ın önünde, hep okurdu.

İşte Resûlullah Efendimiz(s.a.v) Hazretler i’nin bu fiilleri bize mûsikî hakkında yeterince bilgi verir. Resûlullah(s.a.v) indinde makbul olan her şey Allah(c.c.) indinde makbul, Resûllullah(s.a.v.) indinde makbul olmayan Allah(c.c.) indinde de makbul değildir çünkü Allah-u zü’l- Celâl’de makbul olanları Resûlullah(s.a.v.)  makbul görmüştür, onda makbul olmayanla rı Resûlullah(s.a.v.)  makbul görmemiştir. Yani birbirind en ayrı değil.

Keza Hz. Âişe’nin bir düğün, çalgı seyretme isteğine, Resûlullah(s.a.v.)  Efendimiz “Hay hay” diyor. Hz. Âişe Validemiz, Resûlullah Efendimiz’in mübarek omzuna dayanarak izliyor. Yasak bir şey olsa Hümeyracığına seyrettir ir mi? Hanımının hatırı olsun diye Allah’ın hatırını kırar ve seyreder miydi? Ama peygamber lik vakarı başka bir şey. O vakarın kullanılacağı zaman ve kullanılmayacağı zaman var. Hz. Âişe ile birbirler ini tasla su atarak ıslatıyorlar. Ama bunu sokakta yapmıyorlar. Her şeyin bir usulü var. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyni omzuna alıyor, sırtına alıyor namaz kılıyor Efendimiz(s.a.v.). Mescitte değil ama hanede. Bir tek mescitte hutbede iken Efendimiz(s.a.v.), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn’i çocuk yaştalar o zaman, lap diye mescidin içine giriyorla r, kan-ter içinde. Bir bakmışlar Efendimiz(s.a.v.) hutbede, kendileri de mahzun olmuşlar, dedem bir şey diyecek diye. O sırada Efendimiz(s.a.v.) kesmiş hutbeyi, inmiş aşağıya, onları okşamış, sevmiş, terlerini silmiş, saçlarını sıvazlamış… “Hadi.” demiş “bakalım dışarıda oynayın.” Sonra çıkmış hutbeye “Rabbim ne güzel söylemiş, evlatlarınız sizin için fitnedir”[12] deyip, “Kusura bakmayın” demiş cemaate. “Kusura bakmayın, onları öyle görünce içim el vermedi, kan t

 1780690_2 210804214 29324_181 6121565_n 1393782_4 770228390 61962_139 5692971_n 1622667_2 210510214 32264_205 1984843_n -1
er içindeydiler o sebeple kestim hutbeyi.”

Hâsılı, mûsikînin dînî olanı budur. Dînî olmayanı zaten yoktur. Bu lâ-dînî tabiri, Müslümanlığa yakışmayan bir tabirdir. Müslüman telakkisi nde, İslam tefekküründe din-dışı diye bir şey yoktur. Dine ya uygunluk vardır ya uygunsuzl uk vardır. Din her şeye karışır, her hususta hükmü vardır. Bunun için lâ-dînî diye bir şey yoktur. Bu, işi doğru bilmeyenl erin uydurmasıdır.

Mesela bakın, Lemi Atlı’nın bir şarkısı “O güzel ismini son nefesimde anıp bahtiyâr ölmek isterim”[13] zaten bütün yaptığımız iş bu değil mi? Ahirete giderken, “Allah diyelim” diye dua etmiyor muyuz?  Şarkı mı şarkı. Bir başka misal “Severim her güzeli, senden eserdir diye”[14] şarkısı. Eğer bir zampara her önüne gelene sarkıyorsa, senden eserdir diyerek, bu bir zampara bahanesi olur. Ama her güzelin Allah-u zü’l- Celâl’in bir mahlûku olduğunun idraki ile güle de kadına da erkeğe de Allah(c.c.) nazarıyla bakıyorsa amenna. “Severim her güzeli senden eserdir diye.” Yahut bakın “Her şey dile gelmiş bana cananımı söyler”[15] Tevhid işte. Şerif İçli’nin Uşşak şarkısı bu. Mesela “Çektim elimi gayrı bu dünya hevesinde n – Âzad edeyim mürg-i dili ten kafesinde n – Ey hasta gönül, umma medet son nefesinde n”[16] bir gayrimüslimin bestelediği şarkı bu da, ama terbiye var.

Din, Allah ile kul arasındadır. İnsanları birbirine alakadar eden şey terbiyedi r. Kanuni Sultan Süleyman Han son seferi Zigetvar’a giderken Budin Beyi’ni idam ettirmiştir. Neden? Bir Hıristiyan’a zulmettiği için. Budin Beyi kendini müdafaa ederken de, “Hünkârım, Müslüman değildi ki” diyor. “Sana ne!” diyor Kanuni Sultan Süleyman Han, “sana benim halkımı Müslüman mı değil mi diye ayırma emrini kim verdi? Onlar bize emanet” diyor. Nereden alıyor bu hükmü Kanuni Sultan Süleyman? Hz. Ömer(r.a.)’ın Kudüs’te yaptığından. Hz. Ömer(r.a.) nereden alıyor, Resûlullah Efendimiz(s.a.v.)’in Medine’de yaptığından. Medine’de Müslümanlar Yahudiler ile birlikte yaşamadılar mı? Ama onlar Hayber Yahudiler iyle birleşip, Resûlullah Efendimiz(s.a.v.)’i ve Ashabı arkadan vurmaya çalışana kadar. Resûlullah Efendimiz(s.a.v.)  Yahudi çocuğunun hasta ziyaretin e gitmedi mi? Onun için doğru bilmek lazım. Onun için lâ-dînî diye bir musiki yoktur. Ama sınıflandırma değil de izah babında söyleyelim; musiki içinde bazı sınıflandırmalar vardır. Cami mûsikîsi, tekke mûsikîsi… Tekke mûsikîsinde kıyam ilahileri, devran ilahileri, cumhur ilahiler, duraklar, tevşihler vs… Nasıl ki şiirde na’t dediğin zaman yalnızca Resûlullah Efendimiz(s.a.v.)’e ait olan şiirler geliyorsa akla; mûsikîde de tevşih deyince sırf Efendimiz(s.a.v.) ile alakalı olan güftelerin bestelenm iş tarzı gelir akla. Diğer ilahilerd en farkı yoktur ki. Melodik yapı ve musiki sistemi olarak da farkı yoktur. Saz ve söz farkıysa çok önemli değildir zaten. Camide saz kullanılmaz, doğru. Tekkede saz kullanılır, özellikle vurmalı sazlar kullanılır. Mevlevî tekkeleri nde diğer sazlar da kullanılır. Onun için bir Kâdirî halifesi olan Erzurumlu Emrah’ın çok güzel bir sözü vardır: “Sofi hele gel meclisime dinle bu sazı / Gör nice olur bu tellerin Allah’a niyazı”. Bu kafa ile dinlemek lazımdır. Allah(c.c.) güzeldir, güzeli sever. Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) Hazretler i de “İnnallahe cemîlün, yuhibbül cemâle” “Allah(c.c.) güzeldir, güzelliği sever.” buyuruyor . Mûsikî güzeldir, güzel olduğu için Allah(c.c.) sever. Sen nefsine kullanıyormuşsun, kullanma. Öğretmenlik Allah mesleğidir. “Er-Rahman / ‘Alleme’l- Kur’ân…”[17] Öğretiyor işte. Peki, talebesin in hakkını yiyen, daha açık söyleyeyim talebesin e tecavüz eden öğretmen yok mu? Bu öğretmenlik mesleğinin mübarekliğine halel getirir mi? Askeriyen in içinden casusu çıkmıyor mu? Askerlik ocağının, Peygamber Ocağı olmasına halel getirir mi? Yapanı tutarsın kulağından atarsın dışarı olur biter. Kurum mübarektir. Dolayısı ile mûsikî Allah(c.c.)’un bir nimetidir . Doğru kullandığın zaman seni doğruya götürür, eğri kullandığın zaman eğriye götürür. Bu kadar basit. Neden zatı haram oluyor ki?

Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) Hazretler i’ne valideler imizden biri bal şerbeti yapmıştı. Resûlullah Efendimiz(s.a.v.)’i davet etti ancak sıra onda olmadığı halde, nöbet onda olmadığı halde. Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) gitti ve biraz uzunca kaldı. Bal şerbeti içti sohbet etti. Öteki valideler imiz biraz gücendiler. Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) biraz üzüldü ve “Bundan sonra bal şerbeti içmiyorum” dedi. Hemen Cebrail (a.s.) geldi. “Allah’ın haram etmediğini kendine haram edemezsin…” âyetini getirdi[18] Bana musikinin haram olduğuna dair âyet göstersinler, susayım. Efendim işte dinlerini oyuncak yapanlar, hangi Müslüman dinini oyuncak yapmış, eğlence vasıtası yapmış? Kim yapmış? O, Efendimiz(s.a.v.)’ den evvelki ümmetlerin içinde olanlara ait bir şey. Şuanda da Hıristiyanlar ve Yahudiler de öyledir. Hiçbir din adamı; rahip ve haham olmadan ibadet yapamazsın. Dua edebilirs in ama ibadet yapamazsın. Evlenemez sin, boşanamazsın, ölemezsin, sünnet olamazsın. Kesinlikl e din adamı olacak. İslam da var mı böyle bir şey? İmam nikâhı diye bir şey tutturmuşlar. Böyle bir nikâh yok. Kaptanın kıydığı da, konsolosu n kıydığı da, belediye memurunun kıydığı nikâh da Allah-u zü’l- Celâl indinde nikâhtır. Peki, imam nikâhı nedir? Ağzı dualı bir zattan, yuvanın kurulması sırasında bir dua istemek, âmin demektir. Olmasa ne olur? Bir şey olmaz. Yani nikâhın sıhhat şartı değildir. Onun için yanlış bilgilerl e, özellikle batıl olanlarla kıyas edilerek İslam konuları anlaşılamaz, anlatılamaz.

Metin Erol: Efendim müsaadenizle tarihi bir olay üzerinden mûsikî konusunda bir sual daha sormak istiyorum . Mehterin kaldırılması mûsikîmize, kültürümüze ve toplumumu za ne şekilde etki etmiştir?

Ömer Tuğrul İnançer: Mehterin kaldırılması, Enderun’un kaldırılması, tekkeleri n kaldırılması toplumumu zun estetik duygularının yok olmasına sebep olmuştur. Mûsikîmize en büyük darbedir. Kültürümüze en büyük darbedir. Ecdadımıza ve ecdat tanımaya en büyük darbedir. Kökü olmayanın dalı olmaz. Mazisi olmayanın âtîsi olmaz. Bugün ne yazık ki mehter repertuarı olarak yalnızca Evliya Çelebi’den gelen bir tek eser var. Öyle bir yok etmiş ki Sultan Mahmud, Yeniçerilerin mezar taşlarına varıncaya kadar kırdırmış. Yeniçeriliğe bağlı olan, ocağa bağlı olan mehterhan eyi ilga etmiş. Halt etmiş, yanlış yapmış. Açık ve net. Keza tekkeleri n kapatılması da benzer durum. Efendim şöyle oluyormuş, böyle oluyormuş. Hayır efendim. Bir kurumda bir takım hatalar varsa kurum lağvedilmez. O hatayı yapanlar o kurumdan temizleni r. Casusluk yapan subayın yüzünden ordu lağvedilmez. O subay cezalandırılır. Öğrencisine tecavüz eden öğretmen yüzünden, öğretmenlik mesleği mübarekliğini kaybetmez . Onun için bunlar yanlış şeylerdir. Bir kültür cinayetid ir ve 2014 Türkiye’sinin hâlâ 1925 tarihli bir kanunla idare ediliyor olması da bir başka garabetti r. Garip bir şeydir.

Tabular insan ve toplum hürriyetine vurulmuş prangalar dır. Tabu haline gelmeyece k ama bir hürriyetsizlik var. Eskiye göre biraz gevşedi ama pranga çıkmadı, ağırlığı hafifleti ldi. Beş tondan dört tona indi. Gene de taşınacak şey değil.

Metin Erol: Efendim sinemayla ilgili genel bir soru soracağım müsaadenizle. Sinemayla Müslümanların bağı nedir? Ne olmalıdır?

Ömer Tuğrul İnançer: Sinema çok ciddi bir iletişim dilidir. Elbette yayılmasında eğlence ağırlığı fazladır ama marifet eğlendirirken öğretmektir. Bu becerilem iyor. Muzaffer Ozak Efendi Hazretler i büyük bir âlimdi. Ciltlerce kitap yazmış. Bunu yapmak içinde evvela okumuş öğrenmiş. “Çağrı” filmi ilk vizyona girdiğinde İstanbul’da birçok sinemada oynuyor, bilet bulunamıyor o sıra. Efendi Hazretler i Laleli’de oturmasına, Beyazıt’ta dükkânı olmasına rağmen, Kızıltoprak’ta bir sinemada bilet bulduk ve beraber gittik. İki buçuk üç saatlik bir filmdi. Şimdi sağını solunu kesiyorla r. Filmden çıktıktan sonra Muzaffer Efendi Hazretler i şöyle dedi:“ Elli senede okudum üç saatte tekrar ettim.” Sinema böylesi bir etkiye sahip olan bir iletişim kurumu. Ne yazık ki sadece para kazanmak için kullanılıyor. Ne yazık ki tahsil bile para kazandırmak üzere. Hangi meslek daha çok para kazandırır diye düşünüp çocuklarımızı o mesleğe yönlendiriyoruz. Hâlbuki, meslek para kazandırmaz. Dükkân da para kazandırmaz. Rızık Allah’tadır. Allah’tan değildir. Çünkü “Er rızkuminAllah” değil, “er -rızkukalAllah”. “MinAllah” ile “alAllah”’ın farkını bilmeyenl er, “Rızık Allah’tandır” diye tercüme ediyorlar . Cehalet diz boyu. Sen işini en iyi, en güzel, en doğru şekilde, bir emanete riayet şuuruyla yapacaksın. Rızkını Allah verir. Eğer çalışmak ile rızık alınsaydı hamallar milyoner olurdu. Bu iş böyle değil. İşte sinemada bu önemine binaen doğru şeylerin anlatıldığı mecra olmalı. Ne yazık ki Türkiye’de sinema ve tiyatro yani gösteri sanatları sektörü solakların elinde. Niye meşgul olmuyoruz? Çünkü günah olduğunda ısrar edildi hep. Dedelerim izin nesli yani 1900’lerin başlarında doğan nesiller. 1800’lerin sonlarında doğanlar. 1960’a 1965’e kadar yaşayan nesil. Sinemaya, tiyatroya hep yasak, günah dediler. Ben öyle büyüdüm. Hâlbuki, doğru kullanılmayınca günah olur, doğru kullanılınca sevap olur. Henüz doğru kullanılmaya başladı mı? Hayır. Hâlâ cahilliğe prim veriliyor . İstanbul’un fethi ile alakalı filmlerde, Akşemseddin Hazretler i hala göbeğine kadar sakallı gösteriliyor. Hazretin köse olduğunu, hiç sakalsız olduğunu her yerde söylüyoruz ama sinemacılara anlatamadık. Yani böyle cahillikl erle film çevirsen ne olacak çevirmesen ne olacak.

Abdurrahm an Badeci: Efendim tasavvufu n akademile rde okutulması hakkında neler söylersiniz?

Ömer Tuğrul İnançer: Tasavvuf ilim değildir. Hâldir. Tasavvufu n kendisi değil, tarihi, tarihi şahsiyetleri, kurumları okutulabi lir. Ama şunu unutmamak lazımdır; kitap okuyarak yüzme öğrenilmez. Suya girersen yüzme öğrenirsin.

Abdurrahm an Badeci: Tasavvuf ve felsefe arasındaki ilişki?

Ömer Tuğrul İnançer: Tasavvuf felsefesi olmaz. Felsefe akıldan çıkar. Tasavvuf gönülden çıkar. Yani tasavvuf sevgi işidir. Sevginin felsefesi falan olmaz. Bir takım şeyler anlatılır ama sen bana kuru fasulyeyi neden sevdiğini anlatabil ir misin? Kerevizi neden sevmediği mi? Hâlbuki yemek bunlar. En nihayetin de ömrü on iki saat, on beş saat. On beş saat sonra gene acıkacaksın. Ama bunun nedenini dahi anlatamıyorsun. Peki, ömrünü vakfettiğin sevdiğini, nasıl anlatacak sın? Onun için bu lisana gelir bir şey değildir. Tasavvuf felsefesi falan olmaz. Akılla çözülecek şeyler felsefede yer alır. Muhabbett e akla yer yoktur. Tabi delilerin muhabbeti olmaz. Ben akla yer yok derken deliler demek istemiyor um. Aklına aklı ile veda edenlerin işidir tasavvuf. Bunu birbirine karıştırmamak gerek.

Abdurrahm an Badeci: Efendim malum-âlîniz Ali Şeriati oğlunu Paris’e okumaya yollarken cebine bir tane Mesnevî-i Şerif koyuyor ve diyor ki; “orada seni bu koruyacak tır. Beni de Amerika’da koruyan Hafız’ın şiirleridir.”

Ömer Tuğrul İnançer: İşin aslı onlar pek Mesnevî-i Şerif sıkıştırmazlar, daha ziyade Divan-ı Kebir sıkıştırırlar. Ben Mesnevî olduğunu sanmıyorum. Çünkü Acemler Divan-ı Kebir okurlar. Mesnevî okumazlar çünkü Mesnevî’nin daha birinci cildinde Hz. Ömer(r.a.)’dan bahseder. Onun için okumazlar . Ama kendisi öyle dediyse inanırım. Bilmiyoru m Mesnevî-i Şerif olduğunu, Divan-ı Kebir olur. Yani İran’da mahalle kahveleri nde bile masanın üzerinde Divan-ı Kebir yahut Divan-ı Şems diye görürsün ama Mesnevî-i Şerif hiç göremezsin. Soruya dönersek, ne olursa olsun bunu bir muska olarak görmemek gerek. Orada yazılanlardan ibret alarak doğru davranmak manasında insanı korur. Yoksa hap değildir. Çünkü Mesnevî Şerif’i tercüme edip, hâlâ Hz. Ömer(r.a.)’a söven bazı şahsiyetler gibi olmaz yani. Mesnevî tercüme etmiş ama anlamamış. Bana senelerce evvel önce bir derviş kardeş sordu, Mevlevî dervişi olduğunu zannediyo rdu. Şeyhini çok seviyordu, normaldir . “İş dervişte midir, şeyhte midir?” diye sordu. “Derviştedir” dedim. Sabaha kadar konuştuk, ikna edemedim çünkü şeyhine sıkışıp kalmış. Resûlullah Efendimiz(s.a.v.)  kadar güzel söyleyen, güzel davranan bir kişi daha yok. Ebû Leheb amca, Ebû Talib amca, Hz. Hamza amca, Hz. Abbas amca… Ebû Cehil’e söyledikleriyle Hz.Ebûbekir (r.a.)’a söyledikleri arasında fark var mı? Her ikisine karşı davranış biçiminde farklılık var mı? Yok. Ancak biri Ebû Cehil, biri Hazret-i Sıddık(r.a.) İş dinleyend edir. Mesnevî-i Şerif birçok insanı adam etmiştir ancak Gölpınarlı’yı adam edememiştir. Çelebi merhumun damadının adı Osman ve Yenikapı Şeyhi Osman Selahatti n dedenin torunu. Dedesinin adını vermişler. Torunun torunu. Yani Yenikapı Şeyhi’nin torunuyla, Konya Şeyhi’nin kızı evlenmiş diyelim. “Seni çok seviyorum ama adını sevmiyoru m” diye yüzüne karşı söylüyordu. Ve hiç, “Osman Bey” demedi,  hep “otman” dedi. İmam-ı Azam Hazretler i için İmam-ı Azman tabir ederdi. Bu kişinin yaptığı Mesnevî Şerif’ten ne hayır gelir, Divan-ı Kebir şerhinden ne hayır gelir..!

Metin Erol ve Abdurrahm an Badeci: Efendim değerli vaktinizi bizlere ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz.

[1] HicrSûresi, 29. âyet: Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.

[2] En’âmSûresi, 76-77-78-79. âyetler: Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: «Rabb’im budur» dedi. Yıldız batınca da, «Ben batanları sevmem» dedi. Ay’ı doğarken gördü: «Rabb’im budur» dedi. O da batınca: «Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen toplulukt an olurdum» dedi. Güneş’i doğarken görünce: «Rabb’im budur, bu hepsinden büyük» dedi. O da batınca dedi ki: «Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım». «Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah’a ortak koşanlardan değilim».

[3] HucurâtSûresi, 13. âyet: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirini zle tanışıp bilişmeniz için sizi şube ve kabileler e ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok ittika edeninizd ir. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.”

[4] Âl-i’İmrânSûresi, 134. âyet: “O (Allah’tan hakkıyla korka)nlar, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar, insanları affederle r. Allah ihsan sahipleri ni sever.”

[5] Nisâ Sûresi, 36. âyet: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sonra anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullar a, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlene n ve övünen kimseyi sevmez.”

[6] NemlSûresi, 40. âyet: “Kitaptan ilmi olan kimse ise, «Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm» dedi. (Süleyman) onu (Melike’nin tahtını) yanıbaşına yerleşivermiş görünce, «Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir .»”

[7] Namaz çukuru

[8] A’râf Sûresi, 172. âyet: Bir de Rabbin, Âdemoğullarından, bellerind eki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefisleri ne şahit tutarak: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» dediği vakit, «pekâlâ Rabbimizs in, şahidiz» dediler. (Bunu) kıyamet günü «Bizim bundan haberimiz yoktu.» demeyesin iz diye (yapmıştık).

[9] Bakara Sûresi, 285. Âyet

[10] Ahzâb Sûresi 21. âyet: “Şanım hakkı için muhakkak ki size Resullula h’da pek güzel bir örnek vardır. Allah’a ve son güne ümit besler olup da Allah’ı çok zikreden kimseler için.”

[11] Selatin camileri, Osmanlı İmparatorluğu döneminde sultanların yaptırdıkları camilere verilen addır.

[12] Enfâl Sûresi, 28. Âyet: Ve iyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka birşey değildir. Allah katında büyük ecir vardır.


[13] Hastayım yalnızım seni yanımda
Sanıp da bahtiyâr ölmek isterim
Mahmûr-ı hülyâyım câm-ı lebinden
Kanıp da bahtiyâr ölmek isterim

Bir olmaz hevesin düştüm peşine
Vuruldum hüsnünün şen güneşine
Güzel gözlerinin aşk ateşinden
Yanıp da bahtiyâr ölmek isterim

Talîin kahrı var her hevesimde
Boğulmuş figânlar titrer sesimde
O güzel ismini son nefesimde
Anıp da bahtiyâr ölmek isterim

Beste: Lemî Atlı
Güfte: Rızâ Tevfik Bölükbaşı
Makam: Hicaz
Usûl: Semâî
Form: Şarkı

[14] Severim her güzeli senden eserdir diyerek

Koklarım goncaları sen gibi terdir diyerek

Çekerim sineye her cevri kaderdir diyerek

Yanarım ömrüme, vallahi hederdir diyerek

Beste: Lemî Atlı

Güfte: Bedri Ziya Aktuna

Makam: Hicaz

Usûl: Curcuna

Form: Şarkı

[15] Hasret dolu âhım sana hüsrânımı söyler

Didemdeki yaşlar ise hicranımı söyler

Bir an bile olsun seni mümkün mü unutmak

Her şey dile gelmiş bana cananımı söyler

Beste: Şeref İçli

Güfte: Mesut Kaçaralp

Makam: Uşşak

Usûl:  Türk Aksağı Usûlü

Form: Şarkı

[16] Çektim elimi gayri dünya hevesinde n

Âzad edeyim mürg-i dili ten kafesinde n

Ey hasta gönül umma medet son nefesinde n

Beste: Tatyos Efendi

Güfte: –

Makam: Hüseyni

Usûl: Curcuna

Form: Şarkı

[17] RahmânSûresi, 1. ve 2. âyetler: O Rahmân, Kur’ân-ı öğretti.

[18] Tahrîm Sûresi, 1. âyet: Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan çok esirgeyen dir.




 25 
 : Ekim 18, 2016, 10:44:21 ÖÖ 
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin
ÇARGAH MAKAMINDA BESTE NEDEN ÜRETİLMEMİŞTİR

FORUMALAT URKA İSTANBUL 2010

MACİT ZEKİ YILMAZOĞLU


Çargâh makâmı önemli makamlard andır. Bazı Türk mûsikîsi araştırmacıları çargâh makâmını Türk mûsikîsinin temel makâmı kabul eder Bazıları ise rast makamının temel makam olduğunu ileri sürer
Çargâh makâmını Batı müziğinde Do Majör dizisi ile kıyaslayan ve Do Majör"e benzeten bazı düşünce sahipleri de vardır
Bu tür benzetmel er sadece çargâh makâmı ve do majör arasında değil meselâ buselik makâmı ile la minör
Nihâvend makâmı ile sol minör arasında da kurulmakt adır
Çargah makamında neden beste üretilmemiştir konusunda " Mıchael Johnson USA - Turkısh Musıc And Prophet Hz.Muhamm ed Sav " isimli eserdeki alıntı makalede " Rivayete  göre Peygamber efendimiz Kur"an-ı Kerîm"i çargâh makâmında okumuştur
Bu sebepten ve ona saygıdan dolayı mûsikîmizde bestekârlar çargâh makâmında pek beste yapmamışlardır
Hatta Bilâl-i Habeşî"nin dahî ezanı çargâh makâmında okuduğu rivâyet olunur " anektodu dikkat çekicidir
Ezan ile ilgilide şu bilgileri verebilir iz .
Günlük tempo içindeki ezanlarda yani öğle ve ikindi de rast,hicaz,hüzzam gibi batı müziğindeki majör tonlara denk gelen makamlard an ezan okunabili r veya okunmakta dır. akşam ve yatsıda uşşak,segah,karcığar tercih edilebilm ektedir zira duyuluşları daha naiftir.



EZAN MAKAMLARI

http://dostbeykoz.com/makamlarin-dili-ve-ezan-makamlari

A. RAİF ÖZTÜRK


Batı Türklerinin, Anadolu Selçuklularının, Anadolu beylikler inin ve Osmanlıların geliştirdikleri ve 1826’ya kadar eksiksiz yaşattıktan sonra, giderek yozlaşmaya bıraktıkları sanat musikisin e, gelenekse l Türk Sanat Musikisi denir. Türk Sanat Müziği'ne ait 590 makam adı belirlenm iş olup, bugün bu makamların 40-50’si revaçtadır.
Gerek sesli ve gerekse yazılı belgelere göre T.S.M.’miz, 1000 yılı aşarak Fârâbî’ye kadar uzanmakta dır. İbn Sina’nın “Şifa” adlı yazmasının 12. bölümü olan 24 sayfa; 6 makale halinde musikiyi kapsamakt adır.
 
Musikinin Ruhsal enerji boyutu, 1000 yıldan beri bilindiğinden, birçok hastalıkların tedavisin de ve özellikle psikoloji k rahatsızlıklarda, yakın zamana kadar müzik ve makamlard an yararlanılmıştır. Osmanlı döneminde de Edirne Şifâhanesi'nde ruh hastalarının tedavisin de müzik, önemli bir tedavi aracı olarak kullanılıyordu.
 
Müziğin ruha, hatta hücrelere olan (müsbet veya bazen de menfi) etkisi kesindir. Bitkiler üzerindeki etkisi de biliniyor .
 
Bazı alanlarda menfi etkileri de vardır. Vücutlarını jiletleye n gençleri hatırlayınız. Şehvâni duyguları tırmalayan tür müzikler de unutulmam alıdır. Savaşlardan önce, askeri motive etmesi bakımından daha keskin ve ihtişamlı ritimlerl e mehter ve bando ile müzik desteği, bir askerî gelenek haline gelmiştir. Güreşlerde coşturucu, düğünlerde neşe verici makamlar seçilmektedir. Cenazeler de ise teskin edici bir makam kullanılmaktadır.
 
·        Eski İstanbul geleneğine göre “makamlarla terapi” dikkate alınarak, ezanın okunuşundaki icra tarzı ve Türkiye'de tatbik edilen makamlar şunlardır.
 
Sabah ezanı: Saba makamı
Öğle ezanı: Rast makamı
İkindi ezanı:Hicaz makamı
Akşam ezanı: Segâh ve nadiren evic ve rast makamları
Yatsı ezanı: Uşşak ve hicaz veya nadiren rast veya beyati makamları ile okunur. Cenazeler için ve Cuma öncesi okunan salâ ise Hüseynî makamda okunur. Şimdi sadece ezanlar için seçilen makamlard aki, Türk sanat musikisi dalında belirlene n etki alanlarını ve özelliklerini, Dr. Recai Yahyaoğlu’ndan ve diğer konu uzmanlarından alalım. Huşû ile dinlenmes i halinde etkili olduğu biliniyor…
 
SABA MAKAMI: Mevlevi tarzı. Şecaat, cesaret, kuvvet, rahatlık ve huzur verir.
Seher vaktinde çok daha etkilidir . Şarkılarda, genel olarak hüznü temsil eder…
Saba makamıyla okunan sabah ezanı, bedenler sımsıcak yataklard a yüce Rabbimizi n lütuf ve keremiyle istirahat ederken, yine O’nun cc. emrinin, nağme nağme muhtaç gönüllere akışını sağlar. "Essalat’ü hayr’ün minen nevm" mesajı, işin püf noktasıdır. Yani “namaz uykudan hayırlıdır" uyarısı ile seher vaktinin iç huzurunu, okşarcasına Allaha dostluk köprüsüyle birleştirir. Manevi duyguların püfür püfür estirildiği yüzyıllara şahitlik eder…
 
RAST MAKAMI: Gündüz ve salı günleri etkisi daha fazladır. Soğuk organlar olan kemik, beyin ve yağlara etkilidir . Fazla uyumayı engeller. Düşük nabzın yükselmesine yardımcı olur. Özellikle çocuk bünyesinde nem hâkim olduğu için, oluşan dengesizl ikleri düzeltir. Akıl hastalıklarına iyi gelmekted ir. Sarı safra bağlantılıdır. Erkek karakter gösterir. Tedavi değeri yüksek olan dört esas makamdan birisidir . Sefa, neşe, iç huzuru ve rahatlık verir. Felç illetine devada yardımcıdır. Başa ve göze etkilidir . Kaslara tesiri vardır. En eski makamlard andır. Farsça “doğru” “dosdoğru” “sağ” ve “gerçek” demektir. Spazmı çözücü özelliği nedeniyle spastik ve otistik hastaların tedavisin de yararlıdır.
 
HİCAZ MAKAMI: Sıcak özellik gösterir. Yatsıdan sabaha kadar olan zamanda etkisi daha fazladır. Kuru-soğuk nedenli hastalıklar için faydalıdır. Kemiklere, beyne ve çocuk hastalıklarına tedavi edici etkisi vardır. Üro-genital sisteme ve böbreklere etki gücü fazladır. Alçakgönüllülük duygusu verir. Düşük nabız atımını yükseltir ve göğüs bölgesi de diğer önemli etki alanıdır. En eski makamlard andır. Adını Hicaz bölgesinden almıştır.
 
SEGAH MAKAMI: Kuşluktan akşama kadar etkilidir . Hararette n meydana gelen şişmanlık, uykusuzlu k, yüksek nabız, kalp, ciğer ve kas rahatsızlıklarına faydalıdır. Beyin nöronlarına etkisi vardır. Mistik duygular oluşturur. XIV. Yüzyıldan eskidir.
 
UŞŞAK MAKAMI: Fecirden-kuşluk vaktine kadar ve günbatımından sonra etkisi fazladır. Beyaz balgam, gece ve dişi bağlantılı olup, perşembe günü özellik gösterir. Kalp, ayak rahatsızlıkları, nikriz (damla) ağrılarına faydalıdır. Gülme, sevinç, kuvvet ve kahramanlık duyguları verir. Çocukların bütün organlarını etkileyen kuru ve sıcak yellerde ve büyük erkeklerd e görülen ayak ağrılarına faydalıdır. Derin aşk ve mistik duyguların ifade vasıtasıdır. En eski makamlard andır. “Aşıklar” anlamına gelir. Uyku ve istirahat için de faydalıdır, gevşeme hissi verir.
 
HÜSEYNİ MAKAMI: Sabah ve gün ağarırken etkilidir . Sabah- öğle arası etkisi daha fazladır. Bu nedenle öğleden önce salâ’lar, bu makamda okunur… Cumartesi özel günüdür. Güzellik, iyilik, sessizlik, rahatlık verir ve ferahlatıcı özelliği vardır. Karaciğer, kalp, mide ve ruhların iltihabını söndürür ve yok eder. Mide hararetin i giderici özelliği vardır. Barış duygusu verir. İç organlara etkilidir . Tabiat ile birleştirir. İçindeki, gizli pentatoni k yapı sebebiyle, kendine güven ve kararlılık duygusu verir. Bundan dolayı otistik ve spastik hastalara faydalıdır. En eski makamlard an biridir. Anlamı “küçük sevgili” ve “Hüseyin ile ilgili” demektir



İSLAMİYET VE MÜZİK

FORUM GÜNEŞLİBAHÇELER İSTANBUL

HAMZA NİHAT ALPARSLAN OĞLU
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Forumda İslamiyet ve Müzik ile ilgili
Yazılar yayınlandığını gördüm
Bu konu hakkında,bir kaç şey yazmak istiyorum
İslami literatürde,Müzik ne anlama gelir
Önce bunu açıklayalım
Müzik kelimesi,Yunanca olduğu için
Yunan kültüründeki muhteviya tı,farklı izah edildiğinden
İslami literatürde,müzik olarak izah edilemez
Nasılki islami literatürde
Allahın esma-ül hüsna'sı içinde,tanrı kelimesi yoksa
ve Allah'a tanrı demek,Allahın sıfatlarına aykırıysa
Tanrı kavramı ile Allah'a iman,izah edilemez ise
İslami literatürde ismi " Hendese-i Savt " olarak geçen olguyu
Müzik kelimesi ile izah etmekte,aynı şekilde aykırıdır
" Hendese-i Savt " nedir,diye sorulacak olursa,açıklayalım
Bu kelimede Hendese,geometriksel ölçü anlamında olup
Savt kelimesi ise,ses anlamındadır
Dolayısıyla " Hendese-i Savt " kelimesi
Belirli bir çerçeve,alan,hacim veya genişlik içinde
Ölçülendirilmiş ses anlamına gelir
Müziğin tanımlarından biriside
Ölçülü ve kurallı ses anlamındadır
Bu tanım aslında,sadece islami bir tanım değildir
Tüm dünyadaki dil ve kültürlerde yer alan
Müziğin mevcut olan,genel ve temel tanımıdır
Aynı zamanda,müziğin oluşumu ve kullanılışı
Allahın yaratılış ilkesine göre
Ancak " Hendese-i Savt " kelimesi ile izah edilebili r
Bu bakımdan " Hendese-i Savt " kelimesi
Her yönden,müziği,gerçek manada ifade eden,bir kelimedir  
Müzik kelimesi ile,Kuran-ı Kerim ayetlerin de
Arama yapmak yerine
" Savt " kelimesi ile,arama yapılması gerekir
Kuran-ı Kerim ayetlerin de
Müzik anlamında " Savt  " kelimesin i hedef alan
Kesin haram olduğuna dair,hiç bir ayete rastlanılamaz
Hadis-i Şeriflerde ise Savt kelimesi
Müzik anlamında ve haramlığı anlamında
Hangi ölçüye ve ne amaçla kullanıldığına göre
Değişen bir mahiyette,değerlendirilen bir kelimedir  
İcma ve kıyas ölçüsünde ise
Mezhep imamları ve islam ulemasının
Farklı görüşleri olsada
Tümünde hedef alınan ses değil,nerede ve hangi amaçla kullanıldığıdır
Haram veya helal oluşuda,bazı ölçülere ve kurallara göre belirleni r
Ses veya " Hendese-i Savt " direkt olarak
Haram olarak nitelendi rilebilec ek,bir materyal değildir
Sesi kullananın amacına göre,helal yada haram oluşu değişir
Dolayısıyla ses haram değildir
Haram haline getiren,kullanıcının kendisidi r
Müslümanın görevi,bir şeye haram diyerek,reddetmek değil
Helal olanını üretip kullanmasıdır
Bu konuda,çok ayrıntılı bilgiler mevcuttur
Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz zamanında
Hendese-i Savt varmıydı diye,sorulacak olursa
Elbette,Peygamberimiz Hz.Muhamm ed Efendimiz in döneminde vardı
Hz.Muhamm ed sav Efendimiz den öncede vardı ve sonrada vardı
Ve İnsanlığın var oluşundan,yok oluşuna kadarda mevcut olacağını
İfade etmek en doğru tanımlama olacaktır
Savt yani ses olayı,cisimlerin titreşimi sonucunda oluşan
Fiziksel bir olaydır
İnsanın yaratılışı ile tabiatta zuhur eden
Zerreden kürreye,her türlü materyali n
Oluşum kanun ve kurallarınında
Allah tarafından oluşturulduğunu belirteli m
Ses deyince,tabiattaki her türlü materyal bir ses üretir
Tabiattak i herşeyi,yoktan var eden Allah'tır
İnsan sesi,kuş sesi,deniz dalgasının sesi gibi
Maddeleri n yaydığı her türlü sesin
Karşılık geldiği bir nota dizilimi
Ve bir frekans ölçüsü ile yayıldığını belirteli m
Bunuda algılayan,insanın kulağındaki duyu mekanizma sıdır
Bu mekanizma nında,Allah tarafından yaratıldığını belirteli m
Ses tabiatta,üretildikten sonra
Havada elektro manyetik dalgalarl a yayılır
Bu yayılım kurallarınıda var eden,herşeyi yoktan var eden Allah'tır
Elektro manyetik dalgalarl a,kulağımıza gelen ses
Bilimsel bir ifade ile,elektirik enerjisin i ses enerjisin e çeviren
Amplifika törler tarafından üretilir
Hoparlörler vasıtasıyla yayılarak  
İnsanlardaki kulak ile duyulması sağlanır
Kulağın yapısı ile Hoparlörün yapısının benzerliği,tesadüf değildir
Allahın yarattığı kulak ve Allahın verdiği akıl ile üretilen hoparlör
Elbette aynı mecradan iletilen,bir sebep ve nimet silsilesi dir
" Hendese-i Savt " yani ölçülü ses,kim tarafından,nerelerde kullanılır
İnsan olarak yaratılan,her biyolojik yapı,bunu kullanır
İnsan vücudundaki diyafram,gırtlak ve ses telleri
İnsanın sesi üreterek,kullanması prensip'ine göre  
Allah tarafından,bu şekilde dizayn edilerek,yaratıldığından
İnsanın kullanmam a diye,bir seçeneği yoktur
Allah tarafından,insanın ruhiyeti
Sesi üretmek ve kullanmak üzere yaratıldığından
İnsanın yaratılışına aykırı,bir farklı yaratılışta mümkün olmadığından
İnsanın " Hendese-i Savt " veya ses donesini kullanmam ası
Allahın yaratılış kavramına aykırıdır ve mümkün değildir
Yani,insanın ırkı veya dini ne olursa olsun
İster türk,ister yunanlı olsun
İster hristiyan,ister müslüman olsun
Her insanda,bunu üretecek ve duyacak mekanizma
Allah tarafından yaratılmıştır
Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz de
Eşref-i Mahlukatın,en güzeli ve en değerlisi olarak
Allah tarafından yaratıldığına göre
Seçilmiş ve çok farklı özellikleri var olsada
Biyolojik yapıda,insan olarak yaratıldığına göre
Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz de
Her yaratılan insan gibi " Hendese-i Savt " ı elbette kullandı
Bunun tersini iddia etmek
Hz.Muhamm ed sav Efendimiz e
Eşref-i Mahlukatl arın,en değerlisi insan yerine
Teslisi incildeki, Hz.İsa as' a
İnsanüstü varlık ve tanrının oğlu gibi,anlamlar yüklemeye benzer
Bu Allahın yaratılış ilkesine aykırıdır
Kendi cehaletle rini hoş göstermeye çalışan,bazı müslümanlar
Hz.Muhamm ed sav Efendimiz e cahil demişlerdir
Peygamber imiz,öyle bazı müslümanların dediği gibi,cahil bir insan değildi
Peygamber imiz "Hendese-i Savt " ilmini bildiği için
Yanında bir kaç farklı müezzini olduğunu
Farklı ses yapısından dolayı,farklı yerlerde görev verdiğini biliyoruz
Ayrıca,Peygamberimizin güzel konuşma sanatını bildiğini
Diksiyonu nun düzgün olduğunu biliyoruz
Diksiyon ne demektir,seslerin,sözcüklerin,vurguların
Anlam ve coşku duraklarına göre,kural ve kaidelere uyarak söylenmesidir
Diksiyon elbette "Hendese-i Savt " ilminin içindeki bir konudur
Kuran-ı Kerim okumakta kullanılan Tecvidler de  
"Hendese-i Savt " ilminin içindeki bir konudur
" Hendese-i Savt " ilmi haram olursa,tevcidlerde haramdır
"Hendese-i Savt " haram ise,Kuran okurken veya Arapça konuşurken
Bütün kural ve kaideler,haram haline gelir
Hiç bir kural ve kaideyi kullanama zsınız  
" Hendese-i Savt haram'dır " diyen,bazı islam alimlerin in tümü
Hendese-i Savt'ı kullandıkları halde
Kullandıkları " Hendese-i Savt "ın,ne olduğunu bilmedikl erinden
Ve nerede nasıl kullandıklarını algılayacak
" Hendese-i Savt " ilmine vakıf olmadıklarından
Hem kullanıp,hemde haram demişlerdir
Bu durum,Devr-i Endülüsten beri
Din ve bilimin,islami ilimler ve nazari ilimler şeklinde
İkiye ayrıldığından beri
İmam-ı Gazali Hazretler i dönemindeki
Akıl-Vahiy tartışmalarından beri,devam etmektedi r
Altını çizerek aynı şeyi yineleyel im
Müslüman,önce insan olarak yaratıldığı için
Bünyesi " Hendese-i Savt " ı kullanmak üzere
Allah tarafından yaratıldığı için
" Hendese-i Savt " ı kullanmam a diye bir durum
Kesinlikl e olamayacağından
Mecbur kullandığı bir şeye,bilmeden haram diyerek
Veya haram şeklini,bilmeden günaha girerek kullanmak yerine
" Hendese-i Savt " ilmini öğrenerek
Helal şeklini üreterek,kullanması
İslamiyetin,müslümanlara verdiği bir görevdir
" Hendese-i Savt " bu bağlamda karşımıza nasıl çıkıyor
Diye bir soru sorulacak olursa
Kuran-ı Kerim okunurken,Tecvit ve Ebcet notası ile
Ezan okunurken,makam örgüsü ve ses ölçüsü ile karşımıza çıkar
Osmanlı döneminde,Kuran-ı Kerim'in
Seçilen makama uygun okunması için
Kurra Hafızlara,Ebcet Notası öğretilirdi
Şimdi şunu açıklayalım
" Hendese-i Savt " karşımıza,Ebcet Notası olarak,çıktı diyelim
Bir ses'e,Ebcet notasıyla Elif veya Cim deyince
Ufki notasıyla Do-Sol anlamına geliyorsa
Ses'in muhteviya tı nasıl değişmiyorsa
İnsan sesi ile seslendir ilen
Bir Do-Re nota dizisinin muhteviya
Bir Ney ile seslendir ildiğinde
Sesin muhteviya tı kesinlikl e değişmez
Kaldıki Do-Re ile başlayan dizi
İslamiyetten önce mevcut olan
Ve o zaman,Allahın tevhid dini olan,hristiyanlığa ait
Gerçek incil'den alıntıdır,gerçek incil yok olmuştur
Do-Re yok olmamıştır
Do-Re olarak adlandırılan notaya,Elif-Be deyince
Sesin muhteviya tı değişmediğine göre
Haram olan nedir,eğer haram olan Do-Re ise
Elif-Be deyince,sesin muhteviya tı değişmediği için,ses yine haramdır
" Hendese-i Savt " ilmi burada,karşımıza ses ve makam örgüleri olarak çıkar
Haram olduğu içinde,makam örgüsüyle Kuran-ı Kerim
Ve makam örgüsüyle Ezan okumakta haramdır  
O zaman,Kuran-ı Kerim okunurken
Seçilen makam hüseyni makamı ise
Ezan okunurken,seçilen makam,segah makamı ise
" Hendese-i Savt " haram olduğundan
Makamlard a haram olduğuna göre  
Makamların,ortadan kaldırılarak okunması gerekir
Ancak,biliyoruzki makamına göre okunmadığı zaman
Çıkarttığı çirkin seslerden dolayı
Okuyan hafız veya müezzine olan,tahammülsüzlük ile birlikte
Okunan Kuran-ı Kerim ve ezana karşıda
Saygısızlık edilmiş oluyor
Altını çizerek tekrar ifade edelim
" Hendese-i Savt " yukarıda izah edilen donedir
Aksini düşünmek ve haram diyerek " Hendese-i Savt "ı reddetmek
Kuran-ı Kerimin okunuşundaki,kural ve ses ölçüsünü
Ezan okunurken tavsiye edilen
Makam örgüsünü reddetmek anlamına gelir
O zaman,Kuran-ı kerimi kuralsız
Ezanı ölçüsüz okumamız gerekir
Ancak,Rabbimiz ve Peygamber imiz
Her şeyde bir kural ve ölçüden bahsediyo r
Ses içinde " Hendese-i Savt " bir kural ve ölçüler manzumesi dir
" Hendese-i Savt " bir bilim dalıdır
Bunu kabul etmek ve uygulamak
Müslümanların görevlerinden birisidir
Ayrıca,müslümanlar " Hendese-i Savt " ilmiyle
Yüzyıllardır meşgul olmuşlardır
Günümüzün müslümanları ise  
Bu " Hendese-i Savt " ilmini öğrenmek ve uygulamak yerine
Haram diyerek köşeye çekilerek
" Hendese-i Savt " ilmini,içki masasında meze olarak kullananl arın
Ellerine bırakarak,onlarla aynı paralelde kalmış oluyorlar
Herşeyin ilmini öğrenip,insanlara faydalı olanını üretmek yerine
Zararlı olanını toplumda üretip,yayanlara
Dolaylı olarak,destek olmuş oluyorlar
Suçlu olan veya haram olan " Hendese-i Savt " yada İslam değil
" Hendese-i Savt " ı haram olmaya terk eden,müslümanların kendileri dir
Allaha emanet olunuz

İSLAMİYET VE MÜZİK

FORUM GÜNEŞLİBAHÇELER İSTANBUL

HAMZA NİHAT ALPARSLAN OĞLU
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi



MÜZİK VE İSLAMİ GÖRÜŞ

FORUM ALAKURKAGÜNEŞ İSTANBUL

AHMET RASİM ÇAĞLAYANGİLOĞLU
İstanbul Üniverrsitesi İlahiyat Fakültesi

Forumda yayınlanan " Musiki Haram'dır " isimli
Konuyu okudum,bu konuya  
Bir kaç şey ilave etmek istiyorum
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum
İslami kaideler ve aklımız
Her zaman bize,doğru yolu gösterecektir
" Musiki Haram'dır " isimli konuda
Ayetler ile bir açıklama yapılmamış
Ayetlerde " Musiki kesinlikl e Haram'dır "
Şeklinde bir ifade olmadığını,hepimiz biliyoruz
Farklı örneklerle,konuya açıklık getirmek istiyorum
Bıçak ile,haksız yere,insan öldürebilirsiniz
Bir canlıya zarar verdiğiniz için
Bu elbette Haram statüsündedir
Haram demek,zaten bir farklı mana ile, zararlı demektir
Tıp ilmini tahsil edip
Bıçak ile bir hastayı ameliyat ederek
Hayatınıda kurtarabi lirsiniz
Buda helal statüsündedir,yani yararlı
Hayat kurtarand a,öldürende bıçak değildir
Burada bıçak,haram veya helal statüsünde değildir
Bıçağı kullananın nerede ve hangi amaçla kullandığına göre
Haram veya helal statüsü oluşur
Mevlana Celalaedi n-i Rumi Hazretler inin
Bir sözü vardır " Musiki Allahın Lisanıdır " der
Bu konu ile ilgili önce
İmam-ı Gazali Hazretler inin görüşlerini aktarayım
Daha sonra konuya devam edelim


İMAM-I GAZALİ VE MÜZİK

https://sorularlaislamiyet.com/imam-gazalinin-hic-bir-calgiya-izin-vermedigi-dogru-mudur-musiki-konusunda-gazalinin-gorusu-nedir

Gazzâlî, İhyâü Ulûmi’d-Dîn isimli eserinde
 “Müzik Dinlemeni n (semâ) Mubahlığının Delili”
başlığı altında
söze şöyle başlar:

“Müzik dinlemek haramdır demek, Allah müzik dinleyen kişileri cezalandıracaktır, demektir. Bu ise, sırf akılla bilinebil ecek bir husus değildir. Öyleyse, bu konuda naslara ve bu nasların ışığında yapılan kıyaslara başvurmak gereklidi r. Eğer bu konuda nas ve nassa kıyas yoluyla ulaşılan doğru bir sonuçlama yoksa, müzik dinlemeni n haramlığı iddiası boşa çıkmış olur.”
Gazzâlî daha sonra, ölçülü olsun veya olmasın
güzel sesi dinleme, müziğin dinleyici üzerinde bıraktığı etki
ve dinleyici ile ilgili hususları uzun uzadıya açıkladıktan sonra
Mûsikinin mubah olduğunu belirtir
Karşı görüşte olanların gerekçelerini
tek tek ele alarak cevaplandırmaya çalışır.(1)
İmam Gazzâlî mûski konusunda bütün söylenenleri tahlil etmiş
delilleri karşılaştırmış ve şu sonuçlara varmıştır:
Mûsıkî ister ses ister âlet ile olsun
tek hükme bağlı değildir
Haram, mekruh, mübah ve müstehab olabilir.
1) Dünya arzusu ve şehvet hisleri ile dolup taşan gençler için, yalnızca bu duyguları tahrik eden müzik haramdır.
2) Vakitleri nin çoğunu buna veren, iştigâli âdet haline getiren kimse için mekruhtur .
3) Güzel sesten zevk alma dışında bir duyguya kapılmayan kimse için müzik mübahtır, serbestti r.
4) Allah sevgisi ile dolup taşan, duyduğu güzel ses kendisind e yalnızca güzel sıfatları tahrik eden kimse için müstehabdır. (2)
Gazzâlî incelemes ini sürdürürken
müziğin duruma göre ya mübah veya mendûb olduğunu
onu haram kılan şeyin kendisi değil
dıştan ârız olan beş sebepten ibaret bulunduğunu
ifade ederek şöyle devam ediyor:
1) Şarkı söyleyen kadın olur
dinleyen de kadın sesinin şehvetini
tahrik edeceğinden korkarsa dinlemek haramdır.
Burada haram hükmü müzikten değil
kadının sesinden gelmekted ir.
Aslında kadının sesi haram değildir
ancak şehveti tahrik ederse
Kur'ân okumasını bile dinlemek haram olur.(3)
2) Müzik âleti, içki meclisler inin sembolü olan
âletlerden ise bunu kullanmak haram olur
diğerleri mübah olmakta devam eder.
3) Şarkı ve türkünün güftesi bozuk
İslâm inancına ve ahlâkına aykırı ise
bunu müzikli veya müziksiz söylemek
ve dinlemek haramdır.
4) Gençliği icabı şehevî duyguların
mahkûmu olan bir kimse aşırı derecede
müziğe düşer, müzik onun yalnızca cinsî arzusunu
tahrik ederse, onun müzikten uzak durması gerekir.
5) Sıradan bir insanın müzik şehvetini de
ilâhî aşkını da tahrik etmediği halde
bütün vakitleri ni alır
onu başka işlerden alıkoyarsa yine haram olur.(4)
Sonuç olarak musikînin hoş
ölçülü ve manâlı bir ses olması itibariyl e mübah olduğu
haram olmasının kendisind en değil de
dıştan ârız olan sebepler dolayısıyla olduğu söylenebilir.
İlave bilgi için tıklayınız:
https://sorularlaislamiyet.com/dinimizin-muzik-dinleme-konusundaki-olcusu-nedir
Dipnotlar:

1. bk. el-Gazzali Muhammed, İhyâu-ulûmi'd-din
I-IV, Kahire,1939 268-284.
2.  İhya, 2/302.
3. Hanefiler den Buhârî şârihi allâme Aynî de
“ Bayramda iki cariyenin okuduğu şarkıyı
Hz. Peygamber'in ve Ebû Bekr'in dinledikl erinden
hareketle aynı neticeye varmıştır.
Umdetu'l-kâri, I-XI, el-Âmire, 1308-1311, 3/360.
4. İhya, 2/279-281. (özetlenmiştir.)
Hayrettin Karaman
Günlük Hayatımızda Helaller ve Haramlar
Musiki bölümü.
 
İmam-ı Gazalinin Musiki ile ilgili görüşlerini okudunuz
Şimdi konuya kaldığımız yerden devam edelim
Bilim adamı Enstein'ın,atomun parçalanması ilmi ile
Japonyanın Hiroşima ve Nagazaki şehirleri,bombalanmış
Binlerce insan hayatını kaybetmiştir
Aynı sistem ile,tıp ilminde
Kanserli hücreleri öldürerek
Hastaların hayatı kurtulmak tadır
Burada haram yada helal olan
Atomların parçalanması ilmi değildir
Bu ilmi nerede kullandığınıza göre
Haram veya helal statüsü oluşur
Zooloji ilmi ile Kuşlar incelendi
Kanatları ile nasıl uçtuğu tespit edildi
Eurodinam ik ilmi ile bu birleştirildi
Uçak imal edildi
Kabeye,günlerce,deve ile yol alarak
Hacı olmaya gidenler
Uçak ile rahat ve konforlu bir şekilde,gidip geliyor
Aynı uçağı,süpersonik savaş uçağı olarak,imal edip
Şehirleri bombalayıp,insanları öldürebilirsiniz
Burada haram olan,uçak veya eurodinam ik ilmi değildir
Eurodinam ik ilmini ve uçağı
Nerede hangi amaçla kullandığınıza göre
Haram veya helal statüsü değişir
Ben,ilahiyat fakültesine girmeden önce
Konservat uvarı bitirmiştim,gitar çalıyordum
Şimdi ilahiyat mezunuyum
Gitar ile islami müzik icra ediyorum
Gitar için,direkt haram veya helal diyebilir miyiz
Rafael isimli bir ermeni arkadaşımız vardı
Gitar çalmak için ders almak istiyordu
Gitar dersleri verdik
Rafael aynı zamanda
İslamiyeti araştırmaya çalışıyordu
Rafael,kimsenin bu tür konularda
Ona yardımcı olmak istemediğini
Gitar çalan bir arkadaşının,islamiyetten nefret ettiğini
Mahallede komşusu olan,müslüman bir gençten
İslamiyeti öğrenmeye çalıştığını
Ancak,müslüman gencin
Kendisini n,gitar çalmaya meraklı olduğunu öğrenince
Kendisind en uzaklaştığını    
Hatta bazı müslümanların
Bu konuda yardımcı olmaktan ziyade
Kendisini terslediğini anlatmıştı
Rafael'e islamiyet i,bildiğimiz kadarıyla
Elimizden geldiğince anlattık
Geçen sene,Rafael müslüman oldu
Gitar ve musiki bilgimiz
Bu konuda Rafael'i bize kazandırdı
Gitar veya Musiki ilmine
Şimdi direkt haram diyebilir miyiz
Bunu sizlerin takdirine bırakıyorum
Konu ile ilgili olduğunu düşündüğüm
Bir dini Kıssayı sizlere aktarayım


MUSIKİ ALLAHIN LİSANIDIR

DİNİ KISSA

İstanbul Yenikapı Mevleviha nesine
İntisap eden,Mustafa Şadi Efendi
Neyzen Abdülkerim Efendiden
Ney ve usul dersleri almak ister
Ancak Fatih'te,hocası ve kapı komşusu olan
Nail Hocaefend i " Müzik yunan ejnebi işidir,haram'dır "
Dediği içinde,yüreğinde bir sıkıntı vardır
Neyzen Abdülkadir Efendi'ye durumunu anlatır
Abdülkadir Efendi
" Merak buyurmayınız,Mustafa Efendi
Kuran-ı Kerimde ve Hadis-i Şeriflerde
Musikinin her türünün,haram olduğuna dair,bir delil yoktur.
Musıki bir ilim'dir," ilim Çin'dede olsa alınız "diye buyuran
Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz'dir
İlim Ejnebide isede,ilim müslümanın yitik malıdır
Nerede bir ilim varsa,biz kaybetmişizdir
Bulur ve alırız,öğrenir ve sahip çıkarız
Ağzımızdan çıkan nefes ve ses,ölçüsüz ise gürültüdür
Eğer,bu nefes ve ses ölçülü ise,bunun adı Musıki'dir
Kuran-ı Kerim tilaveti ile müezzinlerin okuduğu kamed ve ezanlar
Temcid,Salâ ( Salât ),Münâcât,Tekbir,Salât-ı Ümmiyye
Mevlid,Mi‘râciye,Muhammediye,Tevşîh, cami na‘tı
Ve ramazan ilâhileri
Ve bizim tekkemizd e sazlarla icra edilen
Mevlevî âyini,Mersiye,Kaside,İsm-i Celâl
Durak,Şugul,Savt ve Nefes ile Na‘t ve ilâhiler
Bu musıki ilminin konusudur
İster notanın adı Elif-Be olsun,ister Do-Re olsun
Ses aynı sestir,ejnebi Do-Re deyince ses değişmez
Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz
Mekkeyi fethederk en
Ordusunda Davulların olduğunu ve çalındığını biliyoruz
Osmanlının Mehterind eki,Nakkare
Bizim tekkemizd e Kudüm'dür
Bunlar gökten inmediki
Hepsi Müslümanların aklının icadıdır
Kasnak ve deri ile imal edilmiştir " der.
Huzurda bu mevzuyu konuşurlarken
Abdülkadir Efendi,birini çağırtır
Huzura gelen,Mahçupyan isimli bir ermenidir
Abülkadir Efendi,Mustafa Şadi Efendiye
" İşte sana Ney çalmasını öğretecek usta " der
Mahçupyan Efendi
" Pirim,ben Ney çalmasını sizden öğrendim
Ben usta değilim,sizin talebeniz im " der
Abdülkadir Efendi,Mustafa Efendiye
" Ben,Ney çalmada,böyle usta isem
Sebebi aldığım musıki eğitimidir
Ben,Mahçupyanın Babası,Aramyan Efendiden
Musıki eğitimi almıştım
Aramyan Efendi ise bu hasbihal dolayısıyla
Müslüman olmuştu ve sonra vefat etmişti
Mahçupyanda müslümandır
Ve size,Ney öğretecek kadarda ustadır
Mustafa Efendi,sen hocanı buldun
Ancak,ben öğrencimi kaybetmişim galiba
Yarın,hep birlikte,yatsı namazına
Fatih Camisine gidelim
Nail Hocaefend iyle namazdan sonra
Hasbihal edelim "der
Mustafa Efendi bu sözden,bir şey anlamaz
Abdülkerim Efendiye bakar
Abdülkerim Efendi,tebessüm eder
" Benim dediğim Musıki'dir
Siz benim dediğimi,anlamadınız sanırım
Mevlana Celaleddi n-i Rumi Hazretler i
" Musıki Allahın Lisanıdır " der
Sanırım bu lisan,size henüz ulaşmadı,Mustafa Efendi " der
Ertesi gün,hep birlikte
Fatih Camisine erkenden giderler,cami çok kalabalıktır
Çok güzel bir,Kuran-ı Kerim tilaveti vardır
Ve herkes huşu içinde,tilaveti dinler
Arkasından ezan okunur ve yatsıyı kılarlar
Cemaat dağılırken,Mustafa Efendi
Abdülkerim Efendinin kulağına eğilir
" Hocam,Nail Hocaefend inin tilavetin i beğendinizmi
Bu çevrede,böyle güzel Kuran-ı Kerim okuyan
Nail Efendiden başkasını bulamazsınız " der
Abdülkerim Efendi,tebessüm eder
" Usul ve kaidesine göre okuyor,pek güzel " der
Cemaat dağılınca,Nail Hocaefend i karşısında
Abdülkerim Efendiyi görür ve sevinir
" Hocam,ne zamandır görüşemiyoruz
Sanırım,ben tekkeye,siz buraya gelemiyor sunuz " der
Mustafa Efendi şaşırır ve Abdülkerim Efendiye bakar
" Hocam siz Nail Hocaefend iyi tanırmıydınız " der
Abdülkerim Efendi,tebessüm eder,bir şey söylemez
Nail Hocaefend i
" Abdülkerim Efendi benim hocamdır " der
Mustafa Efendi şaşırır
" Şimdi anlaşıldı,neden bu kadar güzel Kuran-ı Kerim okuduğunuz
Siz bu işin ilmini,Abdülkerim Efendiden almışsınız "der
Abdülkerim Efendi
" Ağızdan çıkan nefes ve ses,ölçülü ve kurala göre çıkıyorsa
Bu musıkidir,Nail Hocaefend ide musıki ilmini iyi bilir "der
Mustafa Efendi,Nail Hocaefend iye döner
" Abdülkerim Efendiden aldığınız,musıki eğitimi sayesinde
Böyle güzel Kuran-ı Kerim okuduğunuz anlaşıldı
Ancak,siz bana " Müzik yunan ejnebi işidir ve haramdır " dediniz.d er
Abdülkerim Efendi,Mustafa Efendiye bakar,tebessüm eder
" Nail Hocaefend i,belki başka bir şey söylemek istemişdir
Siz yanlış anlamışsınızdır Mustafa Efendi " der
Nail Hocaefend inin yüzü kızarır,yutkunur
" Estagfiru llah,ben
" Yunan tanrıçası müz'den gelen,müzik haramdır "
Demek istemiştim
" Bizim musıkimiz haramdır " demek istememiştim
Kuran-ı Kerim okurken kullandığımız
Tecvid ve ebced'in tedrisatı
İlmi tekke musıkisidir,musıki ilmi olmaz ise
Nefes ile ses'e,ölçü ve kural giydirile mez " der
Abdülkerim Efendi tebessüm eder
" Mevlana Celaleddi n-i Rumi Hazretler i
" Musıki Allahın Lisanıdır " der
Rabbimize şükürler olsunki
Ben kaybettiğimi sandığım öğrencime
Yeniden kavuştum
Aynı lisanı konuştuğumuza göre
Allahın Lisanı bizlere ulaştı İnşallah " der
Mustafa Şadi Efendi tebessüm eder
" Abdülkerim Hocam
Bende sizin,daha önce
Ne demek istediğinizi anlayamamıştım
Rabbimize şükürler olsunki,lisan bana yeni ulaştı
Bende ne demek istediğinizi,şimdi yeni anladım " der
Abdülkerim Efendi,tebessüm eder
" Elbet,musıki ilmine,haram diyenlerd e olacaktır
Biz,haram şaraba tuz ekip
Helal sirke eyleriz
Biz düşmanı kendimize
Hak dostu kul eyleriz
Herşeye haram diyen
Ulemayıda hoşgörür ve severiz "
Elbet,müzik ile " Hendese-i Savt " musıki ilmini
Birbirine karıştırıp
Musıkiyi,her eşref-i mahlukat gibi kullanıp
Kullandıkları musıkiye,haram diyenleri de biliriz
Musıkinin muhteviya tını ve ilmini bilmedikl erinden
Haram diyen,bazı islam ulemalarınıda biliriz
Bu zat-ı muhtereml er
Bizlerle,önce hasbihal edip
Bizlerden,musıki neye nedir öğrenip
Musıki ilmini öğrenikten sonra,fetva verseler
Daha isabetli olur,diye düşünmekteyiz
Herşeyin doğrusunu
Zerreden kürreye,herşeyi yaradan Allah bilir " der
Nail Hocaefend i " Abdülkerim Hocam
Size acizane bir sual etsem " der
Abdülkerim Efendi " Elbette buyur evlat " der
Nail Hocaefend i " Hocam,dünyanın her yerinde
Her saat ezan okunuyor biliyoruz
Ben imamlık yaparak
Cemaate namaz kıldırıyorum
Aynı zamanda,ara sırada olsa
Müezzinlik yaparak,minarede ezan okuyorum
Ezanlar beş vakit okunuyor
Neden beş vakitte,beş ayrı makamda okunuyor
Neden ezanlar farklı makamlard a okunur
Mesela Sabah ezanınıda,ikindi ezannıda
Hicaz makamında okusak olmazmı " der
Abdülkerim Efendi " Evlat
Meridyen ve paralelle rden dolayı  
Saat farkları meydana gelir
Bu memlekett e okunan ezan vakti ile
Başka memleketl erde okunan ezanlar
Farklı saat ve dakikalar da okunur
Böylece,dünyanın her yerinde
Yedi gün,yirmidört saat
Ezan okunmuş olur
Kainatı yaradan Rabbimiz
Herşeye bir kural ve kaide koymuştur
Ezanların farklı makamlard a okunmasının
Bazı sebepleri vardır evlat
Her makamın insan bedeninde ki
Ve ruhundaki etkisi değişiktir
Her makamında,günün her saatindek i etkisi farklıdır
Sabah ezanı : Saba makamı
Öğle ezanı : Rast makamı
İkindi ezanı : Hicaz makamı
Akşam ezanı : Segâh ve nadiren evic ve rast makamları
Yatsı ezanı : Uşşak ve hicaz
Veya nadiren rast veya beyati makamları ile okunur.
Cenazeler için ve Cuma öncesi okunan salâ ise
Hüseynî makamında okunur.
Sabah ezanını,sen Hicaz makamında okursan
Bende sana sorarım,sen müezzinmisin yoksa bevliye hekimimi
Sabah ezanını okurken
Maksadın efendiler i namaza kaldırmakmıdır
Yoksa altına işetmekmi
Gece uyurken sidik torbası sidik ile dolar
Kalkınca ilk önce tuvalate gider işersin
Sonra abdest alır namazını kılarsın
Sen sabah ezanını Hicaz makamı ile okursan
Efendiyi namaza kaldırmaz
Yatağına işetmiş olursun
Hicaz makamı,bevliye hekimleri nin
İdrar yolu hastalıklarına şifa için kullandığı bir makamdır
Hicaz makamı idrar yollarını açar " der


MÜZİK VE İSLAMİ GÖRÜŞ

FORUM ALAKURKAGÜNEŞ İSTANBUL

AHMET RASİM ÇAĞLAYANGİLOĞLU
İstanbul Üniverrsitesi İlahiyat Fakültesi




GENEL MÜZİK VE İSLAM

FORUM ALACAKARA NLIK İSTANBUL

ALİ CEMİL KIRATLILA R
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Forumda " Müzik Haram'dır " başlıklı
Yazıyı okudum ve bu konuda
Açıklamak istediğim bazı şeyler var
İhahiyatçı bir Zat-ı Muhteremi n  
Forumdaki yazısından,bazı kısa kesitleri özetle alıp
Sizlere,kendi farklı fikir ve düşüncelerimle birlikte
Yorumlaya rak aktarıyorum,okuyunuz
Zat-ı Muhterem,başka bir ilahiyatçıdan alıntı yaparak
Foruma naklettiği yazısında
Müzik kelimesin in
Yunanlıların büyük putları olan
Zeus'un kızları sayılan
9 heykele verilen ( Müz ) isim olduğunu belirtiyo r
İslamiyetle bir ilgisinin olmadığını
Bütün dinlerde,müziğin günah olduğunu belirtiyo r

Öncelikle biz şunu belirteli m
İslami literatürde müzik kelimesi değil
" Hendese-i Savt İlmi " geçerlidir
Bu ilim dalı ise
Yunan literatüründen alınma
Müz kelimesi ile,izah edilemez
İslami literatürde " Savt " kelimesi geçerlidir
Ayrıca,tamamen tüm türlerinin
Günah olarak nitelendi rildiği musıkinin
İslamiyet'de dahil,bütün dinlerde
Var olduğu gerçeğini,nasıl günah olarak
İzah edeceksin iz
Günah olan şey,bütün dinlerde yer alabilirm i
Peygamber imiz dönemindede,musıki eğitimi
Kuran-ı Kerim ve ezan okunmasında kullanıldı
Peygamber imizin etrafında marangoz ve demirci
Olduğu gibi,şair ve müzisyenlerde vardı
Peygamber imizin şair ve müzisyenleri
Huzuruna almadığı ve kovduğuna dair
islamiyet i herkese anlatırken
Şair ve müzisyenlere anlatmadığına dair
Bir hadis-i şerif varmı,hayır yok
Herkes kendi mesleğini yine icra etti
Sadece,islamın ilkelerin e göre şekiller değişti
Musıki raks türünden,ilahi besteleri ne odaklandı

Zat-ı Muhterem yazısında
Aletsiz çalgısız şekilde
Belli kalıplar içinde,icra edilen insan sesine
Teganni ( Sima ) denildiğini
Alet ve çalgı ile birlikte icra edilmesin e gına ( Müzik )
Denildiğini ve ilk teganni ile gına edenin
Şeytan olduğunu belirtiyo r

Bizde diyoruzki
İnsan sesi ile yapılan müzik ile
Çalgı ie yapılan müzik arasında ne fark vardır
Tümü aynı ölçü,usül ve ses donelerin i barındırır
İnsanın çıkardığı Do-Re notası ile
Enstrümandan çıkan Do-Re notası aynı muhtevadır
Ayrıca doğadaki,yada enstrümandaki seslerin
Kaynağı yine Rabbimizi n oluşturduğu
Tabiatın fizik kanunlarıdır
İnsanların bu kanunları oluşturmaya
Cüzzi iradesi yeterli değildir
Doğadaki mevcut seslerin,yaratıcısı insan değildir
Herşey yoktan var eden Allahın eseridir

Zat-ı Muhterem
Tasavvuf müziği diye,bir müziğin olmadığını
Mevlana Celaleddi n-i Rumi Hazretler inin
Asla dönmediğini ( Sema )
Ney ve Ud gibi çalgıları çalmadığını ifade ediyor

Bizde diyoruzki  
Bunun içinmi,hafızlar ve müezzinler
Mevlevi dergahlarında,musıki eğitimi alıyorlardı
Sürekli,haram ve günah icra edilen
Mevlevi dergahlarına,hafız ve müezzinler
Eğitim almaya gönderilebilirmiydi

Zat-ı Muhterem
Kilise müziği diye bir müziğin
Hristiyan lıkta ve Hz.İsa a.s döneminde olmadığını
Belirtiyo r

Bizde diyoruzki,musıki insanlık tarihi ile birlikte
başladı
Her asırda ve her yerde vardı
ve bundan sonrada var olmaya devam edecektir
Hristyanlık veya Müslümanlık diye
Musıki açısından,bir ayrım noktası hiç olmadı
Musıki her inanç sistemind e vardır ve var olacaktır

Muhterem Zat
Vezinli şiirlerin,belli ezgilerle
Çıplak ses ile söylenmesinin,haram olmadığını
Çalgı aletleri ile söylenmesinin,haram olduğunu belirtiyo r
İlahilerin,çalgısız olarak,insan sesiyle söylenmesinin
Haram olmadığını
İlahilerin,Allah-u Teala'yı ve Peygamber imizi övdüğünü
Bunun bir ibadet olduğunu belirtiyo r
Ancak,çalgı aletleriy le
İlahi söylenmesinin,haram olduğunu belirtiyo r

Bizde diyoruzki
İlahi,kaside,tekbir gibi doneler
Dini ve tasavvufi musıki içinde yer alan
Form çeşitlerindendir
İlahileri veya herhangi bir musıkiyi
Okuyacak insanların ses eğitimleride
Kademeli olarak,çalgı sesi ile birlikte veriliyor
" Hendese-i Savt " ilminde
İnsan sesi helal,çalgı sesi haram diye bir kural yoktur
Sağlıklı bir ses yani şan eğitimi alınması için
Enstrüman sesinin dinlenilm eside tavsiye edilir
Bu yeni bir şey değil,yüzyıllardır böyle
Çalgı haram denilir ve enstrüman sesinin
Dinlenilm esine izin verilmezs e
Sağlıklı bir ses ve şan eğitimi nasıl verilecek
Rüzgar ve kuş sesi ilemi
Osmanlı döneminde veya günümüzde
Ve dünyada bunun eğitimi bu şekildedir
Hiç bir enstrüman sesi duymamış birine
Ses yani Şan eğitimi kolay verilebil irmi
Enstrüman sesini yasaklaya rak
Sağlıklı bir ses ve şan eğitimi verilebil irmi
Enstrüman sesi olmadan,insan sesinin
Aynı notaları ihtiva etmesinin kontrolü
Sağlıklı olarak yapılabilirmi  

Şeyhülislam Ahmet ibni Kemal ( r.a ) Paşa
Hazretler inin
Peygamber imizin hadisleri ni içeren " Hadis-i Erbain " isimli
Eserin içinde 39. Hadis-i şerifte
Peygamber imizin,mizmarları kırmak
Ve hınzırları öldürmek için
Geldiğini ve mizmarlar diye bahsedile nin
Tüm çalgı aletleri olduğunu belirtiyo r
Yine bir hadis-i şerifte
Kuran-ı Kerim'in Arap şivesiyle
Ve sesiyle okunması gerektiğini
Şarkı gibi okunmaması gerektiğini belirtiyo r

Bizde diyoruzki
Çalgı aletleri haram ise
Peygamber imizin Medinede kurduğu
Davul,def gibi musıki aletleriy le
İslami marş ve ezgileri çalan
Bandonun,Mekke'nin fethiyle birlikte
Mekke'ye girerken
Çalgı aletleri kumamı gömüldü,hayır
Çalmaya devam ettiler

Kuran-ı kerim'i güzel okumak için kullanılan
Tecvid'in ve usüllerin
Ezan okunurken kullanılan,makam gibi unsurların
Veya vezinli şiirlerin,belirli kalıplarla okunması için
Gerekli olan ses ile ilgili tüm donelerin ve ölçülerin
Fonetik,diksiyon ve musiki gibi,mevzuların tümünün toplamı
" Hendese-i Savt " ilminin konusudur
Musıki haram diyerek
" Hendese-i Savt " ilminin anlaşılmasını
Ve gelişmesini durdurara k
Ölçüsüz şiir,tecvid'siz ve usulsüz Kuran-ı Kerim
Makamsız ezan ve dizilere aykırı ilahileri n okunmasına
Zemin hazırlamış olursunuz
Asıl o zaman Kuran-ı Kerim'in usulsüz okunmasının
Şarkıya dönüşmesinin önünü alamazsınız
Kuran-ı Kerim okuma usul ve kaideleri nin
Verildiği eğitimde
Yine " Hendese-i Savt " ilminin konusudur
Bu ilmi reddedere k,Kuran-ı kerim'in
Düzgün okunması için eğitim veremezsi niz

Herhangi bir Konservat uvara giderek
Şan ve saz eğitimi nasıl veriliyor,görürseniz
" Hendese-i Savt " ilmini biraz araştırarak
Teoloji ilmini inceleyer ek
Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerifleri'de
Metodoloj i ilmiyle karşılaştırarak,yorumlarsanız
Daha isabetli sonuçlar ve hükümler
Elde etmiş olursunuz
Böyle yaptığınız takdirde
Haram olarak,direkt nitelendi rdiğiniz
Muski ile ilgili,bir çok mevhum'un
Gerçek yapısınıda çözmüş olursunuz
Dolayısıyla " Tasavvuf müziği diye,bir şey yoktur "
Yada " Müzik ve çalgı kesinlikl e haramdır "
Tezinizin de,araştırılmadan incelenme den
Alel acele verilmiş bir karar olduğunu,fark edersiniz

Zat-ı Muhterem,yazısının sonunda ise
İslamiyet'te,düğünlerde davul ve def çalınmasına
Savaşlarda,bando ve mehter çalınmasına izin verilmiştir
Açıklamasını yapıyor
Dolayısıyla,çalgı aletlerin in haramlığı düsturunu
Davul,def gibi çalgı aletlerin in çalınmasının
Haram olmadığını belirtere k,kendisi yok etmiş oluyor
Çalgı aletlerin in tümü,seslerin havadaki titreşimi
Yani fiziksel kurallara göre ses üretiyor
Bu telli,telsiz,vurmalı gibi bütün çalgılarda aynı
Bütün çalgılarda imalat sistemi ve çeşitleri  
Tenör-Bariton-Bas ve Soprano-LowAlto-Kontralto
Ses genliği sistemine göre oluşuyor
Bu ses sistemide,Allah'ın insan bünyesine
Akciğer,diyafram,gırtlak ve teller gibi materyall erle
Monte ettiği ses genliği sistemini n
Enstrümanların yapım teknoloji lerine
Aktarılmasıyla oluyor
Yani temelde tüm aletlerin ses genlikler inin
Asıl mimarı,insan değil Allah'tır

Yüzyıllardır,hristiyan veya müslüman fark etmeksizi n
Telli veya telsiz tüm enstrümanların
Herkes tarafından,kullanılıyor olması
Ve kullanımının insanlık tarihiyle birlikte başlayıp
İnsanlık tarihiyle birlikte,bitecek olması yüzünden
Telsiz alet helaldir,telli çalgı haramdır
Gibi tartışmaların,yersiz ve gereksiz
Ve kimseye bir faydasının olmayacağı
Artık kabul edilmesi gereken bir gerçektir

Bence,Musıki veya çalgı haramdır gibi
Boş mevzularl a meşgul olmak yerine
İnsanlık için çalışmak,daha hayırlıdır
Batılılar,çalışarak ve üreterek
Bilim ve teknoloji ile
Dünyaya hükmederken
Müslümanların boş laflarla,meşgul olmaları
Çalışmayıp üretmeyip,fetva vermekle
Zaman geçirmeleri
İnsanlık ve islam için,çok büyük bir ayıptır

Musıki haramdır demek yerine
Message isimli,Hz.Muhammed Efendimiz in
Hayatını konu alan,Amerikan yapımı sinemanın
Besteleri ni ve müziklerini
Müslümanlar daha güzel yapmalıydı

Bu konu ile ilgili,dikkatimi çeken  
The New-York Conservat ory for Dramatic Arts mezunu olan
New Orleans İslamic Radio isimli
İnternet radyosund a,islami müzik yayınları yapan
Aynı zamanda,Houston'da özel bir klinikte
Müzik ile hastaları,tedavi etmek üzere,eğitim alan
Müslüman Amerikalı müzisyen,Dick Jeffray Harrison
Curtis Institute of Music okulunun
Müslüman öğrencilerinin çıkardığı
İslamic fon Music isimli dergide
İslam And Music başlıklı
Yazısından özetle,bazı yerleri aktarayım

Dick Harrison yazısında
Allah tarafından,insanların müzikal sesleri
Çıkarabilmesi için,akciğerler,diyafram,gırtlak ve teller gibi
Materyall erle tamamlana n,bir ses sistemiyl e birlikte  
Mucizevi olarak yaratıldığını
Bu sistemin,bu şekilde
Çok kapsamlı özelikleriyle ve oktavsal nitelikte
İnsan dışında,hiç bir canlıda bulunmadığını,belirtiyor
 
Bu sesleri ve farklı türde sesleri
İnsanın duyabilme si içinde
Örs,çekiç.üzengi gibi materyall erle oluşturulan
Kulak denilen,duyu sistemi ile birlikte,yaratıldığını
Bunun sebepleri nden birininde
İnsan'ın,Allah tarafından,müzikal sesleri
En ince detayına kadar dinleyebi lmesi ve algılayabilmesi için
Böyle mucizevi bir duyu sistemi ile birlikte,yaratıldığını belirtiyo r

Hz.Adem a.s ile
Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz de dahil
Bütün peygamber lerin ve tüm yaratılmış insanların
Müzikal sesleri duymaları ve dinlemele ri için
Aynı fıtrat üzere yaratıldığını,belirtiyor
 
" Ben,hiç bir müzik türünü dinlemem,kesinlikle haramdır "
Diye direten birine,öncelikle,musikinin haramlığının
Yer,zaman,amaç ve müzik türüne ve içeriğine göre
Değiştiğinin açıklanması gerektiğini,belirtiyor

Allahın yaratılış sıfatına göre
" İnsanın ruhu ve bedeni
Allah tarafından,herhangi bir müzik türünü
dinlemek üzere yaratıldı,bu bir bilimsel tesbittir "
ibaresine göre
" Ben hiç bir müzik türünü
dinlemem "ifadesini n,bir insanda oluşmasının
Allahın yaratılış sıfatına aykırı
Bir durum olduğunun bilinmesi
Bunun nedenleri nin,araştırılması
Duyma bozukluğundan oluşan,bir rahatsızlık varsa  
Öncelikle,Odyometri testine tabi tutulması
Eğer,duyma bozukluğu yoksa
Ve müzikal sesler,gerçekten algılanamıyorsa
Bu kişinin,bir EarSound kliniğinde,tedavi altına alınması gerektiğini,belirtiyor
 
Eğer,bu durum düzelmiyorsa
" Ben,hiç bir müzik türünü dinlemem " hezeyanı
Mütemadiyen devam ediyorsa
Ruh ve beden yapısı,normal ve sağlıklı insanlard a
Bu tür hezeyanla rın bulunmasının
Mümkün olmadığı,bilimsel bir gerçek olduğundan
Bunun,bir takıntı ve saplantı haline getirildiği
Psikoloji k bir problem ve bunalımdan kaynaklan dığı  
Herhangi bir psikiyatr i kliniğinde
Tedavi altına alınması gerektiğini,belirtiyor

Dick Harrison,Houston'daki özel klinikte
Bu şekilde bir veya iki hastaya denk geldiğini
Kuran-ı Kerim okuyarak,gitar ile ilahileri seslendir erek
Ve bunun gibi,farklı tedavi şekilleri deneyip
Hastaları tedavi ederek,taburcu ettikleri ni belirtiyo r

Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde
" Musiki kesinlikl e haramdır "
Veya " Bütün müzik türlerini dinlemek haramdır " şeklinde
Bir açıklama olmadığı halde
Bazı ilahiyatçıların,bu tür söylemleri,gündeme taşımalarındaki
Asıl amacın ne olduğunuda,anlayamadığını belirtiyo r
Bu şekilde davranmal arının
İnsanlığa,islam'a ve müslümanlara
Bir faydasının olamayacağını belirtiyo r


Yine bu konuyla ilgili,akademisyenlerin görüşlerini
Aşağıya aktardım okuyunuz

Selçuk Ünversitesi İlahiyat Fakültesi
Temel İslam Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi
Prof. Dr. SAFFET KÖSE

Müzik mutlak olarak helal veya haram değildir.
Bu, müziğin sözlerine göre,söyleyene göre değişen bir durum arz eder. Eğer müziğin konusu,İslam’a aykırı bir şey taşımıyorsa,herhangi bir enstrüman ile söylenmiş olması,onun haram olduğu anlamına gelmez.
Bu tasavvuf müziği içinde geçerlidir
Türk sanat müziği içinde geçerlidir,Türk halk müziği içinde geçerlidir. Bunlar uydurma değildir. Bunların bir kültürü vardır, bunları ortaya çıkaran bir ortam, bir amaç vardır. Güzel ses fıtri bir şeydir.
Müzik,seslerin ahenkli şekilde bir araya getirilme sinden ibarettir .
Çalgı haramdır, tasavvuf uydurmadır vs gibi şeylerin
Söylenmesinin nedeni ise,bazı kitaplard a, bazı hadislerd e
Bu konuda yazılanlardır
Ama bu kitapların metodoloj k açıdan incelenme si gereklidi r.
Hz. Ömer’e “Şu adam türkü söylüyor” demişler
Hz. Ömer “ Türkü söylemesinde ne yapsın” demiş.
Hz. Ayşe’nin bir tef'i varmış ve insanlar o tef 'i düğünlerde bayramlar da Kendisind en ödünç alır, çalarlarmış.
Hz. Peygamber diyor ki  " Nikâhla zinayı ayıran musiki ve eğlencedir " Bununla ilgili hadis-i şerif var.
Müzik,çalgı haramdır denemez. Allah yarattıysa onun kullanılacağı bir yer mutlaka vardır. Bu resim için de geçerlidir. Resim de müzik de geleneğimizde olan fıtri bir şeydir. İnsanların buna ihtiyacı vardır.

İslami Yazar ve Araştırmacı İSMAİL NACAR
 
‘ Çalgı haram’ ifadesi Kuran’da yok, bilimsel bir açıklama değildir’
Bu konu ile ilgili Kuran’da herhangi bir yasak yok.
Bize gelen Peygamber in hadisleri nde ve sünnetlerinde de böyle bir yasak yok. Bu sonraki yıllarda bazı sufilerin icraatlarıdır. Müzik insanın fıtratında, doğasında olan bir şeydir, çalgı da o insanın doğasındaki duyguların icat ettiği aletlerdi r. Meseleye İslam açısından baktığınız zaman o ifadeler doğru değildir. Maalesef bazı ilahiyatçılar bu yanlışlara alet oluyorlar . Son zamanlard a mevcut atmosfer de göz önüne alarak, tarikatla r her yerde çok egemen. Her konuda belli odakları memnun etmek için bazı ilahiyatçılardan bu tip ifadeler çıkıyor. Türkiye’nin önündeki en büyük tehlikele rden biri budur. İslam kaynaklarında böyle bir ifade yoktur. Böyle açıklamalar yapmak için Kuran bileceksi niz, usul bileceksi niz, fıkıh bileceksi niz, sünnetin yöntemini bileceksi niz. Bunun bilimsel ve ilmi hiçbir yanı yok, üstelik ciddi âlimlerin böyle bir ifadesi yok.



Ankara Ünversitesi İlahiyat Fakültesi
Emekli Öğretim Üyesi
Prof. Dr. BEYZA BİLGİN

Musıki,çalgı, tasavvuf müziği hep vardır, olacaktır. İlahiyat fakültelerinde musıki bölümlerimiz var. Bu bölümler de mi haram
Çalgıyla söylenen ilahileri miz var, bunlar da mı haram
( Musıkinin veya çalgının,haram olduğu görüşü )
Bazılarının kendi
görüşüdür, genellene mez, İslam’da böyledir
( Musıki ) haramdır denemez. Çünkü değil.

Üstteki Beyza Bilgin'in yazısı dışında
Bu konuda farklı bir yorum ise
Musıkinin helal ve haram yönlerinin olduğu
Gerçeğidir


İlahiyatçı Yazar ALİ RIZA DEMİRCAN

‘Alkole, kadınlı erkekli dansa ve sekse yönlendiren müzik haram'dır ’
Değinilen ölçüler ışığında muskinin haram olarak vasfedile bilecek çeşitlerini şöylece özetleyebiliriz. Güftesinde İslam ilahiyatına aykırılık bulunan musıki eserlerin in icrası ve onaylanar ak dinlenilm esi haramdır, yasaktır. Aslında bu tür nesir ve manzum eserlerin tasvip edilerek okunması ve dinlenilm esi de haramdır. Kurân-ı Kerim’in, İslâmın iman sistemini örgüleyen ilgili âyetleri bu yasağın delilleri olarak görülebilirse de, Peygamber imiz yasaklığa tam bir açıklık getirmekt edir. İçki ve zina gibi haram fiillere yönlendiren veya cinsellik öğelerini sağ duyunun çirkinlik olarak niteleyeb ileceği şekilde kullanan güftelerin omurgasını oluşturduğu musıki eserleri de haramdır. Beraberin de alkollü içkiler alınan veya kadın erkek karmaşıklığı içinde bedensel temasları içeren oyunlar oynanan musıki de haramdır. Çünkü burada haramlığı açık olan şeylere musıki yoluyla onay, katılım ve de yardımlaşma vardır. Cinsel duyguları kamçılayan giysiler içinde ve rakslar eşliğinde kadın icracılar tarafından sunulan musıki de hiç şüphesiz haramdır. Çünkü İslam, Kuran diliyle kadın sesinin cinsel mesajlar verecek şekilde cezbedece k kılınmasını, Peygamber eşlerinin şahsında bütün Müslüman kadınlara yasaklama ktadır.

Üstteki Ali Rıza Demircan'ın
yazısından çıkan mana bize göre şöyledir :
Haram kabul edilen şeylere bulaşan
Musıki haramdır,her tür musıki bu gruba girmez
Helal olan musıki çeşitleride vardır

Marmara Ünversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. BAYRAKTAR BAYRAKLI

 “Çalgı haramdır’’ demek yanlıştır, önemli olan çalgıyı ne için kullandığındır.
Çalgıyı hangi nedenle, hangi eğlence türünde kullanıyorsun mesele odur yoksa çalgının kendisi haram olmaz. Çalgının ne için kullanıldığı tıpkı tabancanın, bıçağın ne için kullanıldığının önemli olmasına benzer bir özellik taşır.


https://www.haberturk.com/polemik/haber/624942-muzik-haram-polemigi

https://www.vidivodo.com/huzura-dogru-muzik-haramdir


Konumuza farklı bir başlık ile devam ediyoruz


KADIN SESİ  VE MUSIKİ

FORUM ALACAKARA NLIK İSTANBUL

ALİ CEMİL KIRATLILA R
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Kadın sesinin haram olduğuna dair
Veya Kadın'ın musıki icrasının
Haram olduğuna dair
Kuran-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerde
" Kesnlikle kadın sesi haramdır
Kadın sesi ile musıki,kesinlikle haramdır  "
Bağlamında
Bir done mevcut değildir
Kadın sesini musıki ile kullanabi lirmi
Bu konuda hadis-i şerifte geçen bir konu vardır

Mina günlerinde ( Kurban bayramı ) iki cariye
Hz. Âişe’nin yanında def çalıp şarkı söylerken
Hz. Ebû Bekir kızını ziyarete geldi.
Bu esnada Rasûlüllah elbisesin e bürünmüş bir halde bulunuyor du.
Hz. Ebû Bekir şarkı söyleyen iki cariyeyi azarladı.
Rasûlüllah başını açarak şöyle buyurdu :
“ Ey Ebû Bekir Onları bırak bayram günleridir.” 
30 Hadisin başka bir varyantı şöyledir :
Ensârdan iki cariye
Hz. Âişe’nin yanında Ensâr’ın Buâs günü
söylediği şarkıları söylerken
Hz. Ebû Bekir, kızını ziyarete geldi.
Hz. Âişe: ‘‘ O ikisinin şarkıcı olmadığını ” belirtti.
Hz. Ebû Bekir Rasûlüllah’ın evinde olup bitenleri görünce
“ Rasûlüllah’ın yanında şeytan mizmârı ” diye çıkıştı.
Bunun üzerine Rasûlüllah: “ Ey Ebû Bekir
Her toplumun bir bayramı var, bu da bizim bayramımızdır ”
buyurdu.

Buradan anlıyoruzki,bazı özel günlerde
Kadın musıki ile meşgul olabilir
Ve hadis-i şeriften anladığımız
Kadın sesi ile musıki haram değildir
Genel olarak musıkinin haram veya helal oluşu
Yer,zaman,amaç ve müzik türüne
Ve içeriğine göre,değişir
Allah için,islam için hazırlanmış herşey mübahtır
Ve elbette bu tür icra edilmiş musıkide,mübahtır
Ahlak ve dini kurallara aykırı,hususlar içermeyen
Dini türde olmayan,farklı türlerde musıki'de
Bu kategorid edir
İcra edilen yerin durumu,göz önüne alınırsa
Ahlaksızlık içeren,içki ve fuhuşa yönlendiren
Bu ortamda icra edilen,musıki ise
Kadın veya erkek,fark etmeksizi n haramdır
Kadın sesi,ortada kadın olmadanda
Günümüzdeki ses teknoloji si kapsamında
Erkek sesinden'de elde edilebili yor
Fakat,kadın sesinin kesinlikl e haram olduğuna
Dair bir done olmadığı için
Kadın sesinin kullanıldığı musıki tarzı
Ahlak ve islami şartlara uygunsa
Erkekler tarafındanda
Şehveti duygular ön plana çıkmamak şartıyla
Dinlenile bilir
Burada kadının görüntüsü önemli hale geliyor
Dolayısıyla,kadının giysi ve tesettürü
Ön plana çıkıyor,bu giysi ve tesettür
Ahlak ve islami şartlara uygunsa
Bundada,haram olarak nitelendi rilebilec ek
Bir husus yoktur

Kadın ve musıki,bazı müslümanlarca
Zevk ve eğlence aracı hükmündedir
Bu islamiyet in öngördüğü,bir yaklaşım değildir
Kadın bir zevk ve eğlence aracı değildir
Musıki " Hendese-i Savt " ilmi olarak açıklanır
Bu bağlamda,islami literatürde
Musıki bir zevk ve eğlence aracı değildir 
Elbette,kadın ve musıkiyi
Nefsi duyguları körükleyen
Zevk ve eğlence aracı haline getirirse niz,haramdır
Ancak,bu şekil islamiyet in öngördüğü şekil değil
Bazı müslümanların ahlaksızlığıdır





 26 
 : Ekim 18, 2016, 10:14:01 ÖÖ 
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin
KURAN-I KERİM TİLAVET MAKAMLARI

http://www.forumankebut.net/forum/tefsir-tecvidkiraat-makam-bolumucommentary-tajweed-maqam/13509-hangi-makam-nerede-kullanilir.html

Kuran tilavetin de kullanılan makamlarl a igili bilgi vermeye insallah devam edeceğim. aşağıda makamlar ve kullanımlarıyla ilgili temel bilgiler mevcut.um arım faydalı olur.
bir önceki mailde her makama ait meşhur karilerde n örnekler dinleyebi lrsiniz.

Makamın sadası : المقام الصوتي
Makamaın sadası makamı karakteri ze eden , onu hatırlatan doğal musikidir . Mesela horoz saba sesi verirken aslan sesi rast makamının sesini verir.

Makamın anahtarı : مفتاح مقام
Makamlara giriş için kullanılan ipucu mahiyetin de makam örnekleridir.Bu anahtarla rı hafızanızda tutarak bir makam kolayca giriş yapabilrs iniz.Anca k tilavet esnasında pek işe yaramaz.M akamlara çalışırken kullanılır.Herhangi bir makam üzerinde bol bol çalışma yaparak makamın sesinin yerleşmesi sağlanmalıdır.Böylece Kuran tilavetin de makamdan makam geçişlerde zorluk yaşanmasın.

Makam dizisi ( musikal skala) : السلم الموسيقي
Muzikal skala makamı oluşturan nota dizisidir .Her makamın kendine has bir dizisi vardır.Bir makamda okumaya başlamak o makam dizisi içerisinde seyretmek demektir.
Sesin derecesi sesin uyumlu bir şekilde , aşama aşama ve düzenli artıp azalmasıdır.Sesin derecesi sesin şiddeti değil , tonlamada ki (tiz-pes) değişimidir .
Bir makam içerisinde seyredili rken başka makamlara anlık geçişler yapılıp geri dönülebilir. Bayati –saba – bayayi gibi.

Ahensizli k النشاز
Bir makamdan çıkıp tamamen uyumsuz bir makama geçiş demektir. Bundan kaçınmalıdır.bunun dışında makamlar arasında geçiş çok yapılan ve okuyuşu tekdüzelikten kurtaran bir şeydir.Tek bir makam kullanılarak makam içerisinde çeşniler yaparak çok canlı ve etkili okuyuşla yapılabilir.

Karar القرار
Sesin tonundaki dalgalanm anın azalmasıdır. Burada makamlard aki karar perdesind en bahsedilm ektedir.K arar perdesi makam dizisinin açılış perdesidi r.Bu perdelerd e okuyuş sakin ve yatıştırıcıdır. Okuyuşa başlarken ve bitirilir ken karar perdeleri kullanılır.

Cevap الجواب
Sesin tonundaki dalgalanm anın artmasıdır.Musikide güçlü ve tiz perdesine karşılık gelir. Yani tiz perdeleri nde dolaşmaktır. Konunun veya hikayenin henüz tamamlanm adığı anlamına gelir.Mes ela namazlard a son oturuşa geçerken imam karar tekbir getirir.Eğer secdeden ayağa kalkacaka cevab ile tekbir getirir.

Makamlar المقامات

Bayati مقام البيات
Hem kolay hem de zor bir makamdır. Derin bir deniz gibi sessiz ve sakindir. Huşu vermesi ve ruhaniyet temel karakteri dir. Okuyuşa onunla başlanır onunla bitirilir . Kalbi celbeden yakalayan bir makamdır. İnsanı Allah ın ayetlerin in manası ve apaçık kanıtlar üzerinde derin düşünmeye sevkeder.

Rast مقام الرست
Fars kökenli bir kelime olan rast istikamet manasına gelir.Bu makamın güzellik , olağanüstülük ve istikamet temel karakteri dir. Medineyi müvevvere ve haremi şerifteki birçok imam bu makamı kullanır. Bu makam ahkam ve kıssa ayetlerin in tilavetin de tercih edilmesi faziletli dir. Bir çok kari bayati ten sonra okumaya direk rast ile başlar. Bu iki anlama gelir. Tilavete rastla başlayabilirsin.Yada bayatiden sonra rast ile devam edebilirs in.Makaml ar içerisinde en güzel ve faziletli lerinden biridir.

Nihavend: مقام النهاوند
Bu makamın duygu , incelik ve hassasiye t ,temel karakteri dir.Muzik al skalanın ( makam dizisi) başından başlar ,en yukarı çıkar sonra derece derece aşağı iner. Bu makam içinde çok canlı iniş ve çıkışlar yapılabilr.Bu makam huşuya ve tefekküre sevk eden en güçlü makamdır.

Sika مقام السيكا
Bu makamın ağırlık , sukunet temel karakteri dir.Kalbi n derinlikl erine girer ve yakalr. ve Kuran ahkamını anlamada geniş ufuklar açar..munsewi bu makamı kullanan karilerin meşhurlarındandır.

Saba مقام الصبا
Saba makamının akıcı ruhani yönü , duygusallık ve incelik temel karakteri dir. Okuyuşun Ayetlerle etkileşimini karar ve cavab perdeleri ni kullanara k ifade edebileceğiniz en iyi makamlard an biridir. Bu yüzden kariler ruhani ayetleri ve kıyamet günü dehştlerini anlatan ayetleri okurken saba kullanırlar.

Hicaz: مقام الحجاز
Hicaz makamı arap kökenli bir makamdır.Kuranda ruhaniyet ve teslimiye t bu en iyi bu makamla ifade edilir.Hüzünlü ayetler onunla okunur ve kıyamet manzarala rı tasvir edilirken bu makam tercih edilir.



 27 
 : Ekim 18, 2016, 09:34:35 ÖÖ 
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin



PEYGAMBERİMİZ HZ.MUHAMM ED SAV EFENDİMİZ VE MUSIKI  

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 52:2(2011), ss. 291-310

Peygamber imiz Hz. Muhammed’in Müezzinleri

Fatih KOCA
ÖĞR. GÖR. ANKARA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ
ihkoca@yahoo.com">neyzenfat ihkoca@yahoo.com

Özet

Her din, kendisine tabi olan insanları ibadetler ine çağırırken birbirind en farklı metodları
kullanmıştır. İslam dininin ibadete çağrı yöntemi, diğer dinlerin uygulamal arına nazaran
çok daha farklıdır. Çünkü Ezân, bizzat insanın kendi sesidir. Hz. Peygamber güzel
ve gür sese hayatı boyunca önem vermiş, İslamın semboller inden birisi olan “Ezân”ın
ise güzel sesli ve mûsikîye vâkıf insanlar tarafından okunmasını tavsiye etmiştir. Kendi
müezzinlerini de güzel sesli insanlard an seçmiştir. Bu makalede Hz. Peygamber’in en
çok bilinen müezzini Hz. Bilal ve diğer müezzinleri ele alınmış ve bu müezzinlerin
seslerine ve mûsikîye olan vukûfiyeti üzerinde durulmuştur.
Anahtar kelimeler: Ezân, Müezzin, Mescid, Ses, Mûsikî, Salât
Abstract
All the religions have used different ways to invite their belivers to the prayer. The
way adopted in Islam is quite different . Because this invitatio n is realised by human
voice. The Prophet Muhammad (Pbuh) attribute d great importanc e to beautiful and
strong human voice and wanted Azan to be called by people who had a beautiful voice
and a good knowledge of music. He chose muezzins who called the faithful to prayer
from those people who had such a bautiful voice. This article is intended to introduce
the muezzins choosed by The Prophet Muhammad (Pbuh) and to give informati on
about their voice character istics and musical knowledge .
Key terms: Azan, Muezzin, Mosque, Masjid, Music, Voice, Salat, Prayer
292 FATIH KOCA

Giriş
Konuya başlamadan önce, müezzinlerin yaptıkları çok önemli bir görev olan
Ezân okuma (Çağrı) hakkında bilgi vermek istiyoruz . Daha sonra Hz. Peygamber’in
müezzinlerini konu edinen bölümü detaylı bir şekilde inceleyec eğiz.

EZÂN

Ezân, insan sesiyle ve belirli lafızlarla namaz vaktinin geldiğini bildiren
ve müminleri namaza çağıran bir davettir. Ezân’ın en önemli dini fonksiyon u,
Müslümanları namaza davet ederken aynı zamanda Tevhîd (Allah’ın varlığı
ve birliği), Nübüvvet (Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olması), ve ibadetle
ebedi saadet ve kurtuluş (felah) arasındaki ilişki gibi İslam’ın bu önemli esaslarını
günde beş kez Müslümanlara hatırlatmasıdır.1
Namaza çağrı olan Ezân’ın, diğer dinlerin ibadete davet şekillerinden en
önemli farkı insan sesiyle olmasıdır. Güzel sesin varlıklar üzerindeki etkisi
yadsınamaz.2
 Yaradan tarafından insana verilen nimetlerd en birisi olan güzel
sesin tüm canlılar üzerinde güçlü bir tesiri vardır. Çünkü güzel ses ve mûsikî,
insanın duygularını ahenkli nağmelerle ifade etmesini sağlayan yardımcı bir
dildir.3
 Bundan dolayı İslâm, ibadete çağrıda diğer davet yöntemleri yerine
insan sesini tercih etmiştir. Dolayısıyla bu tercih her zaman İslâm mûsikîsi’nde
insan sesinin ön planda olmasına sebep olmuştur.
Tarih boyunca güzel sesli insanlar, diğerlerine göre daha fazla itibar
görmüştür.4
 Çünkü güzel ve terbiyeli sesin insanlar ve hayvanlar üzerindeki tesiri
oldukça yüksektir.5
 Sesi iyi kullanma sanatı olan mûsikînin başlangıcını, insanlığın
varoluşundan itibaren başlatabiliriz.6
 Sonuçta mûsikî, zamanla insanın
duygu ve düşüncelerini yansıtabildiği önemli bir sanat dalı haline gelmiştir.
Hz. Peygamber, sonuçta bir beşerdir; bu beşerî fıtratına binâen, O da güzel sesten
etkilenmiştir. Ezân’ın ilk defa okunması gündeme geldiğinde, Hz. Peygamber’in
Ezân’ı Hz. Bilâl’in okumasını istemesin deki sebep Hz. Bilâl’in sesinin gür ve güzel
1 Abdurrahm an Çetin, “Ezan”, DİA, İstanbul 1995, XII, 36.
2 İbn Haldun, Mukaddime, Terc. Zakir Kadiri Ugan, MEB, İstanbul 1991, II, 423-437.
3 Ruhi Kalender, “Mûsikî ve İnsan”, AÜİFD, Ankara 1998, XXXVII, 265.
4 İrfan Aycan, “İslam Toplumund a Eğlence Sektörünün Ortaya Çıkışı”, AÜİF D, Ankara 1998, XXXVIII,
155-193.
5 Ruhi Kalender, “Ruh Hastalıkları Tedavisin de Mûsikî”, AÜİFD, Ankara 1989, XXXI, 274.
6 İsmail Hakkı Özkan, Türk Mûsikîsi Nazariyatı ve Usûlleri Kudüm Velvelele ri, Ötüken Yayınları, İstanbul
2000, 17-18.
Peygamber imiz Hz. Muhammed’in Müezzinleri 293
olmasıdır.7
 Muhtemele n Hz. Peygamber, Hz. Bilâl’in sesini daha önceden dinlemiş
ve bundan etkilenmiştir. Nitekim Hz. Bilâl aslen Habeşistanlıydı. Bazı araş-
tırmalarda Habeşlilerin seslerini iyi kullandıkları ve güzel şarkı söylediklerine dair
bilgiler aktarılmaktadır.8
 Bir hadîs-i şerif’de de Hz. Peygamber “Ezân Habeşîlere
aittir”9
 buyurarak Habeşlilerin sesinin güzelliğine vurgu yapmıştır.
Hz. Peygamber’in, müezzinlerini güzel ve gür sesli insanlard an seçtiği bilinmekt edir.
Hz. Bilâl dışındaki müezzinlerinin seslerini n de güzel olduğuna
dair bilgiler mevcuttur . Bu da dine davette güzel ve gür sesin önemli olduğunu
açıkça göstermektedir. Hz. Peygamber gibi kendisind en önceki peygamber lerin
de güzel sese önem verdikler i bilinmekt edir.10
Güzel sesin tesiri, sadece Ezân okuma ile sınırlı değildir. Güzel ses, Kur’ân
tilaveti açısından da son derece önemli ve gereklidi r. Çünkü Kur’an, hem mâna
hem de lafız açısından mûcizevî bir etkiye sahiptir. 11 Mâna açısından i’cazını
ortaya koyabilme k için nasıl müctehidlere ihtiyaç var ise lafız güzelliğini ve
ses insicâmını ortaya koyabilme k için de güzel sesli okuyucula ra ihtiyaç vardır.
Nitekim Hz. Peygamber de hadisleri nde güzel sese vurgu yapmış “Kur’an’ı
(güzel) seslerini zle süsleyiniz”12 buyurarak güzel sesin önemini ortaya koymuş-
tur. İbn Mes’ûd’un Kur’an okuması ile Hz. Peygamber’in duygulanm asını buna
örnek gösterebiliriz.13 Kezâ, sahabîlerin Kur’an’ı güzel bir ses ile okumalarının,
müşriklerin îman etmelerin e vesile olduğunu gösteren örnekler de yaşanmıştır.14
Günümüzde de güzel bir ses ve edâ ile okunan Kur’an-ı Kerim ya da Ezân’ın
tesiriyle îman ile şereflenmiş birçok insan mevcuttur .
7 Süleyman Uludağ, İslam Açısından Mûsikî ve Sema, Uludağ Yayınları, Bursa 1992, 14.
8 Uludağ, a.g.e., 90.
9 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Thk: Şuayb el-Ernaût, Müessesetü’r-Risâle, Beyrût 1999, Hadis no: 8761,
XIV, 368.
10 Mustafa Kılıç, “İslam Kültür Tarihinde Mûsikî”, AÜİFD, XXXI, 40. Yıl Özel Sayısı, Ankara 1989, 405.
11 Kılıç, a.g. m., XXXI, 405.
12 Muhammed b. İsmâîl Ebû Abdillâh el-Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, Dâru İbn Kesîr, Beyrût 1987,
Tevhîd 52; Süleyman b. el-Eş’as Ebû Dâvud, Sünen, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrût (t.y.), Vitr 20.
13 Mehmet Akif Koç, “Kur’an Kıraatinde Türklere Özgü Mahalli Okuyuş Sorunu” , AÜİFD, Ankara
2010, c. 51, S. 2, 79-91.
14 Müşriklerin Hz. Ebû Bekir’in evinin avlusuna gelip onun lâhûtî sesinden Kur’an dinlemele ri ve bunu
dfalarca tekrar etmeleri. Bkz. Muhammed Hamîdullah, İslam Peygamber i, Terc. Salih Tuğ, İstanbul
1993, I, 97-98; Hattaboğlu Ömer, Hz. Peygamber’i öldürme görevini alarak onu öldürmeye giderken
kızkardeşi ile eniştesinin de Müslüman olduğunu öğrendi; hiddetle önce onları öldürmek için evlerine
gitti. Evin önüne ulaştığında evlerinde Tâ-Hâ sûresinin okunduğunu işitti ve cazibesin e kapılarak onlara
ne okuduklarını sordu. Onların bilgi vermemesi karşısında onları dövdü. Ancak bu sûreyi okuyunca
derhal Hz. Peygamber’e giden Hz. Ömer, İslam ile şereflendi. Bkz: Tâ-Hâ Sûresi’nin açıklaması, Hasan
Tahsin Feyizli, Feyzü’l-Furkân Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, İstanbul 2007, 311.
294 FATIH KOCA


A- Terim Olarak Ezân

Arapça bir kelime olan Ezân, e-z-n (أذن (kökünden gelmekted ir. “بالشيء ن َذِ
َ
أ
ْنا
إذ ً“ifadesi, “bir şeyi bildi/öğrendi”15 anlamını taşımaktadır. Kelime bu anlamda
Kur’ân-ı Kerîm’de kullanılmaktadır.16 Kelime olarak “bildirmek, duyurmak,
çağrıda bulunmak, ilan etmek” anlamlarına gelen Ezân özellikle “namaz
vaktini bildirmek” anlamında kullanılmaktadır.17 Terim olarak ise Ezân, vahiy
ve rüya ile belirlene n sözlerle, farz namazların vaktinin geldiğini, müminlere
duyurmayı ifade eder.18 Ezân, İslâm dini’nin şiarı,19 namaza davet; namaz ise
insanı Yüce Yaradan’a yaklaştıran en kutsal ibadettir .20
Çeşitli sebeplerl e okunacak olan Ezân’ı, sesi daha uzaklara duyurabil mek
için yüksek sesle, yüksek bir mekândan okuyan kimseye de müezzin denir.21
Hz. Adem yeryüzüne indirildiği zaman Cebrâil’in onun için Ezân okuduğu
bilgisi de bazı eserlerde geçmektedir.22 Bu bilgiye dayanarak Cebrâil’in ilk
müezzin olduğu kanısına varılabilir. Ezân, Hz. İbrâhim’in çağrısından alınmış
diyebilir iz. 23 O, insanları hacca çağırmış, Hz. Peygamber ise namaza çağrı
olarak Ezân ile davet etmiştir.24

B- Ezân Uygulamasının Başlangıcı

Hicretin birinci veya ikinci yılında25 Ezân’ın vaz’ına sebep olan rüyâ hadisesi
öncesinde Müslümanlar, güneşin hareketle rine göre vaktin girdiğini anlı-
yorlar ve namazlarını kılıyorlardı. Bununla birlikte sahâbe arasında Mescid-i
15 Muhammed b. Mukram İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Dâru’s- Sadr, “e-z-n” mad. Beyrût (t.y.), XIII, 9.
16 Bakara, 2/279; A’râf, 7/177; İbrâhîm, 14/7.
17 İbn Manzûr, “e-z-n” mad., XIII, 9.
18 Çetin, “Ezan”, DİA, XII, 36.
19 Zeynuddîn Ahmed b. Ahmed b. Abillatif ez-Zebîdi, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarîh Tercemesi ve
Şerhi, çev. ve şerh: Ahmed Naim, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1988, II, 568.
20 Zebîdi, II, 562.
21 Hamîdullah, II, 1084. Müezzin; sözlük olarak çağrıda bulunan, ezan okuyan, kâmet getiren
kimsedir. Kur’an-ı Kerîm’de iki ayette geçmektedir; Araf 7/44, Yusuf 12/70. Münâdîlik, İslam öncesi
Araplar arasında mevcuttur . Mekke’de Dârü’n-Nedve’de yapılan toplantılara insanlar münâdîler vasıtasıyla
çağırılırdı. Bkz. Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Müezzin”, DİA, XXXI, 491-495.
22 İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Ankara 1989, VIII, 367.
23 Hac, 22/27.
24 Küçükaşçı, “Müezzin”, DİA, XXXI, 491-495.
25 Ebû Muhammed Abdülmelik İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Dâru’l-Cîl, Beyrût H.1411.,
II, 159; Ebu’l-Fidâ İsmâîl İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrût 1988,
III, 283-284; Canan, VIII, 349; İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları, Ankara 2007, 146.
Peygamber imiz Hz. Muhammed’in Müezzinleri 295
Nebevîde kılınmakta olan namazlar için bir çağrıda bulunulma sı gerektiği
konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştü. Nitekim bir müddet sokaklard a
“Namaza! Namaza!” şeklinde bir çağrıda bulunulmuştur.26 Sahâbeden bazıları
Hristiyan ların yaptığı gibi çan (nâkûs) ile; bazıları Yahudiler in yaptığı gibi
adına “Bûk”27 denilen bir boru ile; diğer bazıları ise Mecûsîlerin ateş yakması
gibi eski adetlerle namaza çağrı yapılmasını önerdiler, ancak Hz. Peygamber
bunların hiçbirini uygun görmedi.28 Bu farklı fikirler karşısında bir sonuca
varılamamasından dolayı Hz. Peygamber’in düşünceli olduğunu gören Abdullah
b. Zeyd b. Sa’lebe, Hz. Peygamber i bu halde görmüş olmanın etkisiyle
meclisten ayrılmış ve o gece Ezân ile ilgili bir rüya görmüştür.29 Rüyasında
kendisine yeşil renkli kıyafetler içinde bir kişinin Ezan’ın sözlerini kendisine
öğrettiğini Hz. Peygamber’e bildirmiştir. Bu rüyaya benzer bir rüyayı Ömer
b. Hattab da gördüğünü ifade etmiştir. Hz. Peygamber’e ise Ezân, bu rüyaların
hemen öncesinde vahiy ile bildirilm iştir.30 Hz. Peygamber, görülen bu
rüya hakkında “Bu, inşallah hak-sâdık bir rüyadır”31 buyurmuş ve Abdullah
b. Zeyd’e Ezân lafızlarını Hz. Bilâl’e öğretmesini ve Hz. Bilâl’in de bu lafızlarla
Ezân okumasını emretmiştir.32 Bunun üzerine Hz. Bilal, Beni Neccar
oğullarından bir kadının evinin damına çıkarak ilk sabah Ezân’ını vaktinde
okumuştur.33 Ensâr’ın, “o gün hasta olmasaydı Ezân’ı doğrudan doğruya Abdullah
b. Zeyd okurdu” şeklinde bir kanaate sahip olduğu nakledilm ektedir.3 4
Bu nakilden, Abdullah b. Zeyd’in sesinin de güzel olduğu anlaşılabilir. Ancak
Hz. Peygamber’in Abdullah b. Zeyd’e Ezân’ı Hz. Bilâl’e öğretmesini emrederke n
“Bilal’in sesi seninkind en daha gür”35 şeklinde bir ifade kullanması,
iki güzel ses arasında bir karşılaştırma yaptığını ve Ezân’ın daha güzel sesli
olan kimse tarafından okunmasını istediğini göstermektedir.
26 Zebîdi, II, 552.
27 İbn Hişam, es- Sîret’un-Nebeviyye, II, 149-151.
28 İbn Hişam, II, 149-151; İbn Kesîr, III, 284; Sarıçam, 146.
29 Muhammed b. Abdillâh b. Yahyâ İbn Seyyidi’n-Nâs, Uyûnu’l-Eser fî Funûni’l-Meğâzî ve’ş-
Şemâil ve’s-Siyer, Müessesetü Izziddîn li’t-Tıbâa ve’n-Neşr, Beyrût 1986, I, 269.
30 İbn Hişam, II, 149-151; Zebîdi, II, 556.
31 Ahmed, b. Hanbel, Hadis no: 16477, XXVI, 400.
32 İbn Hişâm, III, 41.
33 İbn Hişam, III, 41.
34 İbn Seyyidi’n-Nâs, I, 269.
35 İbn Hişâm, III, 41.
296 FATIH KOCA

C- Ezân’ın Hükmü

Ezân’ın Kur’an ile sâbit olduğuna şu ayetler delâlet etmektedi r;36 “Siz namaza
çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorla r. Bu şüphesiz
onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır.”37 “Ey iman edenler!
Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun
ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseni z bu, sizin için daha hayırlıdır.”38 O halde
Ezân, dinin önemli kavramlarından ve semboller inden birisidir .

D- Ez’an’ın Sözleri

Ezân şu sözlerden oluşmaktadır;
Allâhu Ekber, (Allah en büyüktür) 4 kez.
Eşhedü en Lâilâhe illallah, (Allah’tan başka tanrı olmadığına şehâdet ederim)
2 kez.
Eşhedü enne Muhammede rrasûlullah, (Muhammed’in Allah’ın elçisi oldu-
ğuna şehâdet ederim) 2 kez.
Hayye ale’s-Salâh, (Haydi namaza) 2 kez.
Hayye ale’l-Felâh, (Haydi kurtuluşa) 2 kez.
es-Salâtu hayrun mine’n-nevm, (Namaz uykudan hayırlıdır) 2 kez, (sadece
sabah Ezân’ında okunur) Bu bölüm, Hz. Bilâl’in ilavesidi r.39
Allâhu Ekber, (Allah en büyüktür) 2 kez.
Lâilâhe illallâh,40 (Allah’tan başka tanrı yoktur) 1 kez.
Ezân’ın o günden beri güzel sesli müezzinler tarafından okunması itibar
görmüştür. Hz. Peygamber de bunu teşvik etmiş, Hz. Bilâl’e sesinin güzelliği
ve etkisinde n dolayı “Bizi namazla rahatlat ey Bilâl”41 buyurarak, ezanın sesi
güzel insanlar tarafından okunması gerektiğine işaret etmiştir.

E- Tarihte Ezân

İslam dünyasında, tarih boyunca ezan ile Müslümanların özgürlüğü arasında
çok yakın bir ilişki kurulmuştur. Nitekim Ezân’ın ilk ortaya çıktığı yer olan
36 Zebîdî, II, 551.
37 Mâide, 5/58.
38 Cuma, 62/9.
39 Mehmed Zihni Efendi, el-Hakâyık mimmâ fi’l-Camii’s-Sağîr ve’l-Meşârik minel- Hadîs, İstanbul
1310/1892, 186-188.
40 Muhammed Hudarî, Nûru’l-Yakîn fî Sîreti Seyyidi’l-Mürselîn, Beyrût 2006, s. 106; Zebîdî, II, 555.
41 Ebû Davud, Edeb 86.
Peygamber imiz Hz. Muhammed’in Müezzinleri 297
Medine, aynı dönemdeki Mekke’ye göre Müslümanlar’ın dinlerini çok daha
rahat bir şekilde yaşadıkları bir yerdi. Bu nedenle olsa gerek, İslam tarihinde
Ezân’la Müslümanların ibadete çağrılması, Hz. Peygamber’in hicretini n hemen
sonrasında Medine’de gerçekleşebilmiştir.
Hicretten sonraki dönemlerde de Ezan, İslam dünyasında fetih ve zaferleri n
birer unsuru olmuştur. Mekke’nin fethedilm esinden sonra ele geçirilen her
beldede ilk uygulama olarak fethi müjdelemek için “Fetih Ezan’ı” okunması
bir adet haline gelmiştir.42 Hz. Peygamber bu beldelere tayin ettiği valilere,
İslam’a giren kabileler için imam ve müezzin tayin edilmesin i emretmiş, tayin
edilen bu kimseleri n seslerini n güzel olmasına, Kur’an-ı Kerim’i gereği gibi
güzel okuyan kişilerden seçilmesine dikkat edilmesin i emretmiştir. Bunların
yanında bu seçilen müezzinlerin mûsikîye vukûfiyeti olan kişilerden seçilmesine
de özen gösterilmesini tavsiye etmiştir.43 Hem Hz. Peygamber döneminde
hem de ondan sonraki dönemlerde yerleşim merkezler ine atanan valilerin
toplumu yönetme görevinin dışında camide imamlık ve hatiplik görevlerini de
yapmakta oldukları bilinmekt edir.44 Bu, tayin edilen valilerin seçiminde onların
kıraatinin ve fasih konuşmasının Hz. Peygamber ya da halife tarafından
göz ardı edilmediği ve özenle seçildiğine bir işaret olarak telakki edilebili r.
HZ. PEYGAMBER’İN MÜEZZİNLERİ
Hz. Peygamber’in müezzinlerinin araştırılması ile yakından ilgili bir diğer
husus ise Asr-ı Saâdetteki müezzinlerin Ezân hizmetini nerelerde ve nasıl îfa
ettikleri meselesid ir. Çünkü Ezân, genellikl e, mescidle birlikte düşünülen bir
kavramdır. Ezan konusunda günümüzde de zaman zaman dile getirilen farklı
yaklaşımlara ya da tartışmalara ışık tutması bakımından Hz. Peygamber zamanındaki
mescidler de takip edilen ezan uygulamasından kısaca bahsetmek
yerinde olacaktır.
Makrîzî’nin aktardığına göre Asr-ı Saâdette Medine’de Mescid-i Nebevî
dışında dokuz mescid bulunmakt a idi.45 Bu mescidler de mü’minler, Hz.
42 Mustafa Uzun, “Ezan”, DİA, XII, 43.
43 Küçükaşçı, “Müezzin”, DİA, XXXI, 491-495.
44 Ünal Kılıç, Peygamber ve Dört Halife Günlerinde Şehir Yönetimi ve Valilik, Yediveren Yayınları, Konya
2004, s.105-106.
45 Takıyuddîn Ahmed b. Alî el-Makrîzî, el-Mevâiz ve’l-İ’tibâr bi Zikri’l-Hıtat ve’l-Âsâr, Mektebetü
Medbûlâ, Kâhire 1997, III, 205; Ebû Dâvud’dan yapılan bu nakil bazı kaynaklar da mescitler in
sayısının Mescid-i Nebevî ile birlikte dokuz tane olduğu şeklinde yer almaktadır. Bununla birlikte Hz.
298 FATIH KOCA
Bilâl’in Mescid-i Nebevî’den okuduğu Ezan’la namaz kılıyorlar idi.46 Bu rivayet
göz önüne alındığında Hz. Peygamber’in Medine’deki resmî görevli
müezzinlerinin sadece Hz. Bilâl ile İbn Ümmi Mektûm’dan ibaret olduğu,
Medine’deki diğer mescitler de resmî bir müezzinin olmadığı, bu mescitler de
Mescid-i Nebevîden okunan Ezân’a göre namaz kılındığı, o dönemde merkezî
Ezân uygulamasının var olduğu anlaşılmaktadır. Fakat Mescid-i Nebevî’den
okunan Ezân’ın ulaşması mümkün olmayan Kuba Mescidi’inde Sa’d elKaraz’ın
resmî bir müezzin olarak Ezân okuduğu da bilinmekt edir.47 Hicret
sonrasında Medîne’nin nüfusunun onbinin üzerinde, eli kılıç tutan Müslü-
manların nüfusunun ise bin beşyüz civarında olduğu48 ve Ezân’ın yüksek bir
yerden okunduğu49 göz önünde bulunduru lduğunda, modern hayatın getirdiği
şehir ortamının bulunmadığı Medîne’de, okunan tek bir Ezân’ın her yerden
duyulması imkânsız ise de müezzinin okuduğu Ezân’ı en azından mescidin
civarındaki Müslümanlara duyurdukl arı düşünülebilir.
Ezân okumada öncelik, güzel ses, gür ses, güzel okuma ve vakti iyi tayin
edebilme şartıdır.50 Hz. Peygamber şöyle buyurmakt adır; “Ezân okurken sesini
yükselt, zira müezzinin sesini işiten insan, cin, sair her şey kıyamet günü
onun lehine şehâdet edecektir .”51 Yine başka bir hadîs-i şerif’de şöyle buyurulur:
“Müezzinler kıyamet günü, boyun itibarı ile insanların en uzun boyluları
olacaklar dır.”52 Diğer hadîs-i şeriflerde ise: “Müezzin sesinin ulaştığı yere
kadar bağışlanır. Sesini duyan her şey onu tasdik eder, ayrıca onun için namaz
kılanların ecri vardır.
53 Ezân okurken sesinizi yükseltin, çünkü her duyan
kıyamet gününde onun lehine tanıklık edecektir .
54
Peygamber’in içerisinde namaz kıldığı ve kılmadığı başka mescidler den bahsedilm ektedir. (Ayrıntılı
bilgi için bkz: Moğoltây b. Kılıç b. Abdillâh el-Hıkrî, el-İ’lâm bi Sünnetihi Aleyhi’s-Selâm, Suudi Arabistan,
1999, I, 1216 (vd.).
46 Makrîzî, III, 205.
47 Muhammed Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtibu’l-İdâriyye, Thk. Ahmet Özel, İz Yayıncılık, İstanbul
1990-1993. I, 162; Kettâni, I, 156-157.
48 Hamidulla h, I, 183.
49 Kettânî, I, 162. Kettânî, Mi’zene’nin (Minâre’nin) Hz. Peygamber hayatta iken olmadığını iddia
etmektedi r. O, Ezân’ların onun döneminde, Hz. Bilâl’in Hz. Hafsa’nın evindeki yüksek bir yerden ezan
okuduğunu söylemektedir. Bkz. Kettâni aynı yer.
50 Canan, VIII, 319.
51 Ebu Davud, Salat 31.
52 Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd İbn Mace el-Kazvinî, Sünen, Dâru’l-Fikr, Beyrût (t.y.), Ezan 5.
53 Ebu Dâvûd, Salât 31; İbn Mâce, Ezân 5.
54 Buhârî, Ezân 5; Ahmed b. Şuayb Ebû Abdirrahmân en-Nesâî, Sünen, Mektebetü’l-Matbûâti’lİslâmiyye,
Haleb 1986, Ezân 14.
Peygamber imiz Hz. Muhammed’in Müezzinleri 299
Hz. Peygamber, Ezân’ın nasıl okunacağını şu ifadelerl e ortaya koymuştur:
Ebû Mahzûre’ye Resûlullah, Haydi sesini yükseltip uzatarak (tercî yaparak)
oku.55 Hz. Bilâl’e, Ezân okuduğun zaman ağır ağır oku, kamet getirdiğin zaman
ise acele ve çabuk getir.56 Yine Hz. Peygamber’in Hz. Bilâl’e, “Ezân okurken
parmaklarını kulaklarının üstüne koyarak okumasını emretti,57 ve şöyle dedi;
“Bu, sesin gür çıkması için daha iyidir”.58 Başka bir hadîs de ise; “Elfâz-ı ezânı
açık söyleyenden başkası size ezan okumasın” buyurarak Ezân’ın açık ifadelerl e
okunmasını ve dinleyenl eri de yormayaca k şekilde okunmasını tavsiye etmiştir.59
Ezân’ı dinleyenl er için ise; “Ezân’ı duyduğunuz zaman, tıpkı müezzinin söylediği
gibi söyleyiniz”60 buyurmuş ve yine; “Her kim Ezân’ı işittiği zaman; “Kılınmak
üzere olan namazın ey Rabbi Celîl’i, Muhammed aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’a
vesîleyi, fazîleti ihsân et. Bir de kendisine va’dettiğin Makâm-ı Mahmûd’u verip
oraya vardır. Hiç şüphe yok ki Sen, va’dinden dönmezsin” derse, ona kıyamet
gününde şefaat edeceğini müjdelemiştir. 61
Mescid-i Nebevî’nin arka tarafına müezzinlerin Ezân okuması için
“Mi’zene-Minâre”62 adı verilen yüksekçe bir yer yapılmıştır. Müezzinler
Ezân’ları buradan okurdu. Bayram namazına gidilirke n müezzinler Hz.
Peygamber’in önünde yürürler, ellerinde Habeş Necâşisi Ashame’nin hediye
olarak gönderdiği ve adına “Anaze” denilen asayı taşırlardı. Resûlullah ve iki
halife döneminde Cuma namazı için hutbeden önce sadece iç Ezân okunurdu.
Hz. Osman döneminden itibaren ise, artan cemaatin durumu düşünülerek dış
Ezân da okunmaya başlanmıştır.63
Hz. Peygamber hayatta iken onun müezzinliğini yapan dört müezzinden
bahsedili r ki bunlar; Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, Abdullah b. Ümmi Mektûm,
Ebû Manzûre/Mahzûra, Sa’d b. Âız (Sa’du’l Karaz) dır.64 Kettâni’nin et-
55 Ebû Dâvûd, Salât 28; Tercî; Şahadeteynin her birini müezzinin yavaşça ve yalnız kendisi duyacak
kadar okuduktan sonra yüksek sesle tekrar etmesine denir. Bkz. Zebîdi, II , 557.
56 Muhammed b. Îsâ Ebû Îsâ et-Tirmizî, Sünen, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrût (t.y.), Salât 143.
57 İbn Mâce, Ezân 3.
58 İbn Mâce, Ezân 3.
59 Zebîdî, II , 567.
60 Tirmizî, Salât 154.
61 Zebîdî, II , 574.
62 Kettânî, I, 162.
63 Küçükaşçı, “Müezzin”, DİA, XXXI, 491-495.
64 Ahmet Hakkı Turabi, “İlk Dönem İslam Dünyasında Mûsikî Çalışmalarına Bakış”, MÜİFD, S.
13-14-15, 225-248, İstanbul 1997; Zebîdi, Tecrid-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, II, 560.
300 FATIH KOCA
Terâtibu’l-İdâriyye isimli eserinde bu sayı sekize kadar çıkarılmıştır. Bu dört
isme ilaveler, Ziyâd b. Hâris es-Sudâi, Abdülaziz b. Esam65, Sevbân ve Osman
b. Affan’dır.66 Ezan rüyasını gören Abdullah b. Zeyd b. Sa’lebe de kamet
getirdiği için, onu da Hz. Peygamber’in müezzinleri arasında zikredebi liriz.67
Hz. Peygamber’in müezzinleri, yaptıkları bu görevi gönüllülük esasına dayanarak
îfa etmişlerdir. Asr-ı saâdet döneminde bu göreve istinaden belirli bir
ücret aldıklarına dair bir bilgi bulunmama ktadır. Müezzinlere ilk defa maaş
bağlayan halife ise Hz. Osman’dır.68 Ancak Hz. Ömer döneminde artan gelirler
vesilesiy le memurlara bağlanan maaşla69 müezzinlerin maaşlarının da göz
önünde bulunduru lduğu düşünülebilir.

A- Hz. Peygamber’in Resmî Müezzinleri

1- Bilâl b. Rebâh el-Habeşî (ö.20/641)

İlk Müslümanlardan olan Bilâl b. Rebah el-Habeşî (ö.20/641),70 imân ile
müşerref olduktan sonra müşriklerin şiddetli işkencelerine maruz kalmışsa da
kararında sebât göstermiştir.71 Başlangıçta köle iken Hz. Ebû Bekir’in kendisini
satın alıp azat etmesiyle Hz. Peygamber’e daim hizmet edip, sesinin
güzelliği ve etkisinde n dolayı Hz. Peygamber’in müezzini olmuştur.72Hz.
Bilâl, görünüm itibariyl e uzun boylu ve esmer tenlidir. Mekke müvelledlerinden73
olup Habeşistanlıdır. Annesi Benû Cumah cariyeler inden Hamâme’dir.74
Hicrî 20’de altmış üç yaşında Şam’da vefat etmiştir. Hz. Peygamber’in hazinedar lık
hizmetini de yapan75 Hz. Bilâl, ilk kez Ezân okuyan müezzindir. İlk
kâmet getiren ise Abdullah b. Zeyd’dir.76 Rüyayı Abdullah b. Zeyd görmüştür,
65 Abdülaziz’in, İbn Ümmü Mektûm olduğu konusunda bazı rivayetle rde mevcuttur . Bkz. Kettâni
I, 156-159.
66 Kettâni, I, 156-159.
67 Kettâni, I, 157.
68 Abdurrahm an b. Ebi Bekr es-Suyûtî, Târîhu’l- Hulefâ, Matbaatü’s-Seâde, Mısır 1952, s. 24.
69 Kılıç, s. 161-162.
70 Hayruddîn b. Mahmûd ez-Ziriklî, el-A’lâm, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, (b.y.) 2002, II, 73.
71 Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahabe, Terc. Sıtkı Gülle, İstanbul 1990, II, 258.
72 Zebîdi, I, 578-579; İmam Kastalâni, Merâbib-i Ledünniyye Tercümesi, Çev: Şâir Bâkî, Sad: H.
Rahmi Yananlı, İstanbul 1983, I, 353.
73 Müvelled: Saf Arap olmayan, ırken Arap olmayıp Araplar arasında yetişen kimse. Bkz. İbn
Manzûr, “v-l-d” mad. III, 467.
74 Zebîdi, II, 578-579.
75 Zebîdi, II, 578-579.
76 Kettâni, I, 157.
Peygamber imiz Hz. Muhammed’in Müezzinleri 301
ancak sesinin daha gür ve güçlü olmasından dolayı Hz. Peygamber’in emri ile
Ezânları Hz. Bilâl okumuştur.
Belirtild iğine göre bir gece de iki Ezân okunurdu. Bunlardan ilki fecir’den
önce sahabeyi teheccüde kaldırmak için okunan Seherî Ezân’dır. Bu ilk ezan
Bilâli Habeşî tarafından okunmakta idi. Benî Neccâr’dan bir kadın şöyle der; “
Benim evim mescidin etrafındaki evlerin en yükseği idi. Bilâl de Ezân’ı burada
okurdu. O, Ezân’dan önce hep şu duayı yapardı”, “Ey Allah’ım ben sana hamd
eder ve Kureyş’in senin dinine karşı koymalarına karşı senden yardım dilerim.”
O, bu duasını hiç terk etmedi.
77 İkinci Ezân ise sabah namazının vaktini bildirmek
için okunan sabah Ezân’ıdır. Bu Ezân’ı ise İbn. Ümmi Mektum okumakta
idi. Hz. Bilâl sabah Ezân’ına mahsus olan “es-Salâtü hayrun min’en-Nevm”
ibaresini sabah Ezân’ına ilave etmiştir. Bir sabah Hz. Bilâl Ezân için mescide
geldiğinde Hz. Peygamber’in biraz dalmış olduğunu görür ve iki kere “esSalâtü
hayrun min’en-Nevm” diye seslenir. Bu Hz. Peygamber’in çok hoşuna
gider ve; “Bilâl bu ne güzel söz! Sabah Ezân’larını okuduğunda bunu söyle!”
diye emir buyurmuşlardır.78 Buna “tesvîb”79 denilir. Tesvîp lügat olarak, bir duyurma,
yaptıktan sonra dönüp tekrar duyurma yapmaktır. Üçe ayrılır, birincisi
ezandan sonraki kâmet, ikincisi sabah Ezân’ında okunan “es-Salâtü hayrun
minen-Nevm” ibaresi, üçüncüsü ise halkın Ezân’a rağmen namaza yetişmekte
ağır davranmal arından dolayı müezzinin “Kad kâmeti’s-Salât” demesidir .80 Bu
ilave Hz. Peygamber tarafından da tasdik edilmiştir. Hz. Bilâl Ezân okuduktan
sonra Hz. Peygamber’in kapısı önünde durur, “ Allah’ın selâmı üzerine olsun
ey Allah’ın Resûlü, Selâm senin üzerine olsun, anam babam sana fedâ olsun,
haydi namaza!” derdi.81 Hz. Bilâl Hz. Peygamber’in hücresinden çıkışını gö-
zetler, O oradan çıkmadan kamet getirmezd i.82
Hz. Bilâl Hz. Peygamber’in vefatından sonra derin bir üzüntü yaşamış, Halife
Hz. Ebû Bekir’in ısrarı üzerine Medine’de bir müddet kalmış ancak onun
vefatından sonra Hz. Ömer’den izin alarak Şam’a hicret etmiştir. Hz. Ömer’in
bir keresinde Şam’a ziyaretin de Onun ısrarı üzerine Hz. Bilâl bir defaya mah-
77 İbn Hişam, Sîret-i İbn Hişam, Terc. Hasan Ege, İstanbul 1994, II,181.
78 Zebîdi, II,560.
79 Mehmed Zihni, s.186-188.
80 Canan, VIII,347.
81 Kettâni, I, 157-158.
82 Zebîdi, II,601.
302 FATIH KOCA
sus Ezân okumuş, hem kendisi hem de Hz. Ömer karşılıklı gözyaşı dökmüş-
lerdir. Bu minval üzere bir gün Hz. Peygamber’i rüyasında görmüş, efendimiz
kendisine rüyada “Nedir bu ayrılık? Sen ey Bilâl bizi incittin, neden bizi
ziyarete gelmezsin” buyurarak Medine’ye çağırmıştır. O da Medine’ye gitmiş
Ravza-i Mutahhara’nın toprağına yüz sürmüş, daha sonra Hz. Peygamber’in
torunlarını görüp ikisine sarılarak ağlamıştır. Sabah Ezân’ını okuyarak ehl-i
Medine’ye o sabah duygusal atmosfer yaşatmış, ancak Ezân’ın yarısında bayılarak
yere düşmüştür. Medine’de fazla kalmamış, Şam’a geri dönmüş ve
altmış üç yaşında orada vefat etmiştir.83

2- Abdullah b. Ümmi Mektûm (ö.23/643)

Kettâni’nin et-Terâtibü’l-İdâriyye’sinde geçen bilgilere göre Abdülaziz b.
Esam da Hz. Peygamber’in müezzinlerindendir. Buradaki bilgilere göre bu
sahabînin, Abdullah b. Ümmi Mektûm olduğu söylenmektedir. Yani bu ikisi
ayrı müezzinler değil aslında aynı kişidir.84
Ümmi Mektûm’un (ö.23/643)85 asıl ismi Amr b. Kays’tır. Babası Kays,
Hz. Hatice validemiz in dayısı Kays b. Zâide b. el-Esam’dır.86 Annesi Ümmi
Mektûm Âtike binti Abdullah el-Mahzûmiye’dir.87 Ümmi Mektûm âmâ yani
görme özürlü idi. Ümmi Mektûm’un birgün Hz. Peygamber’in huzuruna gelip
İslam hakkında kendisind en bilgi almaya geldiğini beyan ettiği sırada Hz.
Peygamber kibirli bazı müşrik liderler ile görüşmekte idi. Onun bu sorusuna
Hz. Peygamber çok meşgul olduğu için yüzünü ekşitip öteye dönmüş, yanındakileri
dinlemeye devam etmişti. Kur’an-ı Kerîm’in 80. Sûresi olan Abese
Sûresi, işte bu olaya binâen nazil olmuştur.88
İbn Ümmi Mektûm Kureyş’den ve muhacirle rin önde gelenleri ndendir.
Hz. Peygamber Medine’den cihat için çıktıklarında onu yerine vekil tayin
etmiş, namazların imamlığını da yine o yapmıştır. Bu, on üç defa olmuştur.
Hz. Peygamber Tebuk seferine çıktığında ise yine âmâ olan Ityân b. Mâlikî’yi
imam olarak tayin etmiştir.89
83 Mehmed Zihni, s.186-188; Kettâni, I, 157; Canan, VIII, 354.
84 Kettâni, I, 156-157.
85 Ziriklî, V, 83.
86 Mehmed Zihni, s. 13-14.
87 Zebîdi, II, 579.
88 Bkz. Kur’an-ı Kerim, Abese, (584. Dipnot), DİB, Heyet, Ankara 2009.
89 Mehmed Zihni, 13-14.
Peygamber imiz Hz. Muhammed’in Müezzinleri 303
Hz. Bilâl sabah ezanını geceleyin okur, Ümmi Mektûm ise fecr doğmadık-
ça ezanı okumazdı. Bundan şunu anlarız, birinci ezanı Bilâl, ikinci ezanı ise
Ümmi Mektûm okurdu. Hz. Peygamber imsak vaktini belirleme k için şöyle
buyurur; “Bilâl ezan okuyunca yiyin için tâ ki Ümmi Mektûm ezan okuyana
dek.”90 İbn Ümmi Mektûm Hz. Ömer zamanında Kadisiye muharebes ine siyah
bir bayrak ile katılmış ve bu muharebed e şehit düşmüştür.91

3- Ebû Mahzûre (ö.59/679)

Semure b. Muir, Evs b. Muir ya da Muir b. Mahzûre diye anılır. Mekke’nin
fethinden sonra Hz. Peygamber, Ebû Mahzûre’nin (ö.59/679)92 Mekke’nin
dışında bir yerde Mekkeli gençlerle Ezân’ı alaya alarak okuduğunu işitmiş
ve onu huzura çağırtmıştır. O, kendisini n idam edileceğini zannetmiş, ancak
Hz. Peygamber’in onu imana davet etmesiyle iman ile müşerref olmuştur. Bu
olaydan sonra Hz. Peygamber onu Harem-i Şerif’e müezzin tayin etmiştir.93
Hz. Peygamber’in yirmi kadar kişiye Ezân okutup dinlediği ve içlerinden
Ebû Mahzûre’nin sesini beğenerek ona Ezân cümlelerini öğrettiği de rivayet
edilir.94 Ebû Mahzûre, o gün Hz. Peygamber’in kendisine Ezân’ı okuma
usûlünü öğrettiğini ve başının ön kısmını meshettiğini söyler.95 Ebû Mahzûre
Ezân’ı Tercî96 yaparak okur, Hz. Bilâl ise Tercî yapmadan okurdu.97 Kendisini n
sesi gür ve güzeldi. Vefatına kadar Harem-i Şerif’in müezzinliğini yapmıştır.
Ondan sonra bu görevi amcazâdeleri, onlardan sonra da müezzinlik
görevi Rebia b. Sa’d oğullarına geçmiştir.98
Hz. Ömer’in, kendisine şöyle dediği de rivayet edilmekte dir; “Bağırdığın
vakit göbeğinin altı yarılır diye korkmaz mısın?”99 Ebû Mahzûre Mekke okuyuşunun
kurucusu kabul edilmiştir.100
90 İbn Ümmi Mektûm’un ikinci Ezân’ı, imsak vaktinin geldiği anlamını ifade etmektedi r. Zebîdi,
II, 579-580; Mehmed Zihni, 13-14.
91 Mehmed Zihni, 13-14.
92 Ziriklî, el-A’lâm, II, 31.
93 Mehmed Zihni, 13-14,139-140.
94 Küçükaşçı, “Müezzin” DİA, XXXI, 491-495.
95 Ebû Dâvûd, Salat 28; Nesâî, Ezan 3,4.
96 Tercî: Şahadeteynin her birinin müezzinin yavaşça ve yalnız kendisi duyacak kadar okuduktan
sonra yüksek sesle tekrar etmesi.
97 Zebîdî, II, 560.
98 Mehmed Zihni, 139-140; Canan, VIII, 350-351.
99 Mehmed Zihni, 139-140.
100 Küçükaşçı, “Müezzin” DİA, XXXI, 491-495.
304 FATIH KOCA

4- Sa’d b. Âid101 (Sa’du’l Karaz)

Sa’d el-Kuraz/Karaz Hz. Peygamber’in müezzinlerindendir.102 Hz. Peygamber
Kuba’ya geldiğinde yanında daima Hz. Bilâl’i de getirir ona orada Ezân
okutur, orada bulunan Müslümanlar da Ezân’ı duyunca mescide toplanırlardı.
Bir defasında Kuba’ya yanında Bilâl olmaksızın gelmişti. Orada bulunan Sa’d
el-Kurâz hemen hurma ağacına çıkarak Ezân okumaya başladı. Hz. Peygamber
ona bunu neden yaptığını sorduğunda Sa’d; “Ey Allah’ın elçisi, sen gelince
zencileri n sana baktığını ve sana bir şeyler yapacakla rından korktum. Halkın
hemen buraya toplanmasını sağlamak amacıyla Ezân okudum” dedi. Hz. Peygamber
de buna karşılık ona; “İyi yaptın. Bilâl’i yanımda görmediğin zaman sen
Ezân oku!” buyurarak ona tenbihte bulunmuştur. Hz. Peygamber ona özellikle
Kubâ mescidind e Ezân okuması için müsaade etmiştir.103
O, Hz. Peygamber hayatta iken üç kez Ezân okumuştur.104 Hz. Bilâl Şam’a
gidince Kuba’da Ezân okumakta olan Sa’d, daha sonra Mescid-i Nebevî’de de
Ezân okumuştur.105 Hz. Ebû Bekir halife olunca Sa’d onun kapısı önünde durur;
“ Allah’ın selam, rahmet ve bereketi üzerine olsun ey Allah’ın Resûlü’nün
halifesi, haydi namaza, haydi felâha” derdi.106
Sa’d b. Âid Medine okuyuşunun kurucusu kabul edilmekte dir.107 Sa’du’lKaraz’ın,
Haccâc’ın (ö.94/714)108 zamanına kadar yaşadığı belirtilm ektedir.
Sa’du’l-Karaz’ın vefatından sonra Mescid-i Nebevî’de Ezân okuma görevi
oğulları tarafından da sürdürülmüştür.109

B- Hz. Peygamber Döneminde Muhtelif Zamanlard a Müezzinlik Yapanlar

1- Ziyâd b. el-Hâris es-Sudâi

Ziyâd b. Hâris es-Sudâi, Hz. Peygamber’in müezzinlerindendir. Bir defasında
Hz. Bilâl’in mescidde olmayışından dolayı sabah namazında Ezân oku-
101 Sa’d b. Âid’in adı Sa’d b. Aiz olarak da verilmiştir. Bkz: Zebîdî, II, 560.
102 Kettâni, I, 156-157.
103 Şihâbuddîn Ahmed b. Alî İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Dâru’l-Cîl, Beyrût
1412/1991, III, 65.
104 Kandehlevî, III, 384.
105 İbn Hacer, el-İsâbe, III,65; Kettânî, I, 157.
106 Kettânî, I, 158.
107 Küçükaşçı, “Müezzin” DİA, XXXI, 491-495.
108 Ahmet Lütfi Kazancı, “Haccâc b. Yusuf es-Sakafî”, UÜİFD, IV/IV, Bursa 1992.
109 İbn Hacer, el-İsâbe, III, 65.
Peygamber imiz Hz. Muhammed’in Müezzinleri 305
muştur. Hz. Bilâl ise namaza yetişmiş, kamet getirmeyi istemiş, ancak bunun
üzerine Hz. Peygamber; “Sudâîler’in kardeşi Ezân okudu. Ezân’ı kim okuduysa
kâmeti de o yapsın” buyurmuştur.110
Sudâî’nin bilahere Mısır’a yerleştiği ve burada büyük itibar gördüğü daha
sonra Medine’ye gelerek Muaviye b. Ebî Süfyân’ın hilafeti zamanında, burada
vefat ettiği belirtilm ektedir.1 11

2- Sevbân (ö.54/674)

Sevbân Hz. Peygamber’in azatlı kölelerindendir. Aslen Serat’lıdır. Burası
Mekke ile yemen arasında bir yerdir. Künyesi Ebû Abdullah’tır. Vaktiyle
esir düşmüş, Hz. Peygamber de onu satın alarak kendisine “İster memleketi ne
dön, istersen bizimle kal” buyurmuşlardır. Kendisini n rivayet ettiği bir
hadîste; “Bir defasında Ezân okuyup Nebî’nin yanına girdim ve ey Allah’ın
Resûlü, ben Ezân okudum dedim. Bunun üzerine Resûlullah; “Sabah olmadık-
ça Ezân okuma” buyurdu. Sonra ona gelerek tekrar “Ezân okudum” dedim, O
da; “Fecri görmedikçe Ezân okuma buyurdu”. Sonra kendisine üçüncü defa
gelerek “Ezân okudum” deyince, iki elini birleştirip sonra birbirind en ayırdı
ve “Onu böyle görmedikçe Ezân okuma” buyurdu.1 12
Ezân lafızları ikişerdir. Hz. Bilâl Ezân lafızlarını ikişerli okur, kameti tek
getirir, Abdullah b. Zeyd rüyada Ezân’ın da kametin de ikişerli olarak öğretildiğini
beyan ederek hem Ezân’ı hem de kameti ikişerli okurdu. Sevbân’ın
da Ezân’ı ikişerli okuduğu zikredili r.113 Hz. Peygamber’in vefatıyla Suriye
ve Mısır’a gitmiş, Mısır’ın fethinde bulunmuş, yüzyirmi dört hadîs rivayet
etmiştir. Hicrî 54 yılında Hıms’da vefat etmiştir.114

3- Osman b. Affan (ö.35/656)

Tam adı, Osman b. Affân b. Ebi’l-âs b. Ümeyye b. Abdi’ş-Şems b. Abdi
Menâf el-Kuraşî el-Emevî’dir.115 Hz. Ebu Bekr’in İslam’a davet etmesiyle
Müslüman olmuştur.116 Hz. Peygamber’in kızlarından önce Rukıyye, daha
sonra ise Ümmü Külsûm ile evlenmiştir. Hz. Peygamber’in üçüncü halifesi
110 Muhammed İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübrâ, Dâru Sâdir, Beyrût (t.y.), VII, 503.
111 İbn Sa’d, VII, 503-504.
112 Kettâni, I, 158.
113 Zebîdî, II, 559.
114 İbn Hacer, el-İsâbe, I,413; Mehmed Zihni, 193-194.
115 İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, Beyrût (t.y.),I,749; İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 456.
116 İbnu’l-Esîr, I, 749.
306 FATIH KOCA
olan Hz. Osman (ö.35/656)117 Resûlulah’ın müezzinleri arasında zikredebi liriz.
O, Hz. Peygamber’in huzurunda, minberin yanında Ezân okumuştur.118

4- Abdullah b. Zeyd b. Sa’lebe (ö.32-33/652-653)

Sâhibü rüyâ119 diye meşhur olan Abdullah b. Zeyd b. Sa’lebe, Ezân rü-
yasını gören ve Hz. Peygamber’e haber veren sahabîdir.120 Ezân okuduğuna
dair rivayet bulunmaya n bu zâtı burada Ezân rüyası dışında zikretmem izin
sebebi ise, “Ezân’ı Bilâl okudu, kameti ise Abdullah b. Zeyd getirdi”121 rivayetid ir.
Kamet getirmek de müezzinlik hizmetini n bir görevi olduğu için
Hz. Peygamber’in sabit müezzinlerinin dışında Abdullah b. Zeyd’i, Hz.
Peygamber’in müezzinlerinden biri olarak zikredebi liriz.
Abdullah b. Zeyd b. Sa’lebe b Abbdirabb ih b. Zeydi’l-Hars b. Hazrec
(ö.32/652)122 veya (ö.33/653 )
123 Bedir savaşına katılmış Uhud’da şehid
olmuştur.124

Sonuç

Bu bilgiler ışığında, Hz. Peygamber’in müezzinlerde aradığı özellikleri şu
şekilde değerlendirebiliriz;
1. Sesinin güzel ve etkili olması125
2. Sesini güzel bir şekilde kullanabi lmesi126
3. Elfâz-ı Ezân’ı sesle süsleyerek okuması127
4. Elfâz-ı Ezân’ı doğru telaffuzl arla okuması128
5. Sesinin gür olması129
6. Yeterli derecede mûsikîye vâkıf olması130
117 Ziriklî, IV, 210.
118 Makrîzî, III, 204; Kettâni, 158.
119 İsmail Lütfi Çakan, “Abdullah b. Zeyd”, DİA, I, 144.
120 İbn Hişâm, III, 41; Zebîdi, II, 556.
121 Kettânî, I, 157.
122 Şihâbuddîn Ahmed b. Alî İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, Dâru’l-Fikr, Beyrût 1984, V, 197.
123 Muhammed b. Cerîr Ebû Ca’fer et-Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,
Beyrût 1407/1986, II,629.
124 İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, V,197.
125 Uludağ, 14.
126 Uludağ, 14; Uludağ, 90.
127 Buhari, Tevhid 52; Ebu Davud, Vitr 20.
128 İbn Hişam, III, 41.
129 İbn Hişam, III, 41.
130 Küçükaşçı, “Müezzin”, DİA, XXXI, 491-495.
Peygamber imiz Hz. Muhammed’in Müezzinleri 307
7. Ezân vaktini iyi tayin edebilmes i131
8. Sesini yükselterek okuması132
9. Tercî yaparak okuması133
10. Ezânı ağır ağır okuması134
11. Başparmakları kulaklarının üstüne koyarak ezanı okuması135
12. Dinleyenl eri yormayaca k şekilde okuması136
13. Ezânı yüksek bir yerden okuması137
Hz. Peygamber’in müezzinlerde aradığı bu özellikleri sıraladıktan sonra
müezzinlerin bunların dışında güzel bir Ezân okuyabilm eleri için şu hususlara
da dikkat etmeleri gerekmekt edir.
a. Diyafram nefesi alarak, nefesi tasarrufl u kullanmak .
b. Müezzin kendi sesinin ses aralığını bilmeli, çok tiz veya çok pes sesten
başlamamalı, başladığı perde ile Ezân’ı sonlandırmalı. Gereksiz uzatmalar dan
kaçınmalıdır.138
Din-i İslâm’ın şiarı Ezân, özelde namaza davetin bir ilanı olmakla beraber,
genelde İslâm’a davetin bir ilanıdır. Allah’ın varlığı ve birliğini, Hz.
Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğunu ve ebedî saâdetin ahiret inancı
olduğunu vurgulaya n Ezân, onu dinleyenl eri İslâm’a davet eder. Bu davetin
ise gelişigüzel bir şekilde yapılamayacağını, sesi gür ve güzel sesli insanlarl a,
insanların gönüllerine işleyecek bir ahenk ve usûl ile yapılması gerektiğini,
Hz. Peygamber’in müezzinlerini tanıyarak öğrenebiliriz.
Kaynakça
Ahmed b. Hanbel, Müsned, Müessesetü’r-Risâle, Thk: Şuayb el-Ernaût,
Beyrût 1999.
Akdoğan Bayram, Türk Din Mûsikîsi Dersleri, Ankara 2010.
Aycan, İrfan, “İslam Toplumund a Eğlence Sektörünün Ortaya Çıkışı”, AÜİFD,
c. XXXVIII, s. 155-193. Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1998.
131 Canan, VIII, 319.
132 Ebu Davud, Salat 31.
133 Ebu Davud, Salat 28.
134 Tirmizi, Salat 143.
135 İbn Mace, Ezan 3.
136 Zebîdî, II, 567.
137 Kettânî, I, 162.
138 Bayram Akdoğan, Türk Din Mûsikîsi Dersleri, Ankara 2010, 203.
308 FATIH KOCA
el-Buhârî, Muhammed b. İsmâîl Ebû Abdillâh, el-Câmiu’s-Sahîh, Dâru İbn
Kesîr, Beyrût 1987.
Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Akçağ Yayınları, Ankara 1989.
Çakan, İsmail Lütfi, “Abdullah b. Zeyd”, DİA, I, 144, İstanbul 1995.
Çetin, Abdurrahm an, “Ezan”, DİA, XII, 36, İstanbul 1995.
Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as, Sünen, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrût (t.y.).
Feyizli, Hasan Tahsin, Feyzü’l-Fûrkân Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali,
Server İletişim, İstanbul 2007.
Hamidulla h, Muhammed, İslam Peygamber i, Terc. Salih Tuğ, İrfan Yayıncı-
lık, İstanbul 1993.
Hıkrî, Moğoltây b. Kılıç b. Abdillâh, el-İ’lâm bi Sünnetihi Aleyhi’s-Selâm,
Mektebetu Nizâr Mustafâ el-Bâz, el-Memleketü’l-Arabiyyetü’sSuûdiyye
1999.
Hudarî, Muhammed, Nûru’l-Yakîn fî Sîreti Seyyidi’l-Mürselîn, Dâru’lYemâme,
Beyrût 2006.
İbn Hacer, Şihâbuddîn Ahmed b. Alî el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe,
Dâru’l-Cîl, Beyrût H. 1412.
____, Tehzîbu’t-Tehzîb, Dâru’l-Fikr, Beyrût 1984.
İbn Haldûn, Mukaddime, Terc. Zakir Kadiri Ugan, c. II, MEB, İstanbul 1991.
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Dâru’l-Cîl,
Beyrût H. 1411.
-------, Sîret-i İbn Hişam, Terc. Hasan Ege, II/181, Kahraman Yayınları, İstanbul
1994.
İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmâîl, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Dâru İhyâi’t-Türâsi’lArabî,
Beyrût 1988.
İbn Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî, Sünen, Dâru’l-Fikr,
Beyrût (t.y.).
İbn Manzûr, Muhammed b. Mukram, Lisânu’l-Arab, Dâru Sâdir,Beyrût (t.y.).
İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Meârif, Kahire (t.y.).,
İbn Sa’d, Muhammed, et-Tabakatü’l-Kübrâ, Dâru Sâdir, Beyrût (t.y.).
İbn Seyyidi’n-Nâs, Muhammed b. Abdillâh b. Yahyâ, Uyûnu’l-Eser fî
Funûni’l-Meğâzî ve’ş-Şemâil ve’s-Siyer, Müessesetü Izziddîn li’t-Tıbâa
ve’n-Neşr, Beyrût 1986.
İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, (m.y.), Beyrût (t.y.).
Peygamber imiz Hz. Muhammed’in Müezzinleri 309
Kalender, Ruhi, “Mûsikî ve İnsan”, AÜİFD, Ankara Üniversitesi Basımevi,
Ankara 1998. c. XXXVII, s. 263-272.
____, “Ruh Hastalıkları Tedavisin de Mûsikî”, AÜİFD, Ankara Üniversitesi
Basımevi, Ankara 1989., c. XXXI, s. 271-281.
el-Kandehlevî, Muhammed Yusuf, Hayâtü’s-Sahabe, Terc. Sıtkı Gülle, Divan
Yayınları, İstanbul 1990.
Kastalâni İmam-ı, Merâbib-i Ledünniyye Tercümesi, Çev: Şâir Bâkî, Sad: H.
Rahmi Yananlı, İstanbul 1983.
Kazancı, Ahmet Lütfi, “Haccâc b. Yusuf es-Sakafî”, UÜİFD, IV/IV, Bursa 1992.
el-Kettâni, Muhammed Abdülhay, et-Terâtibu’l-İdâriyye, Tah. Ahmet Özel, İz
Yayıncılık, İstanbul 1990-1993.
Kılıç, Mustafa, “İslam Kültür Tarihinde Mûsikî”, AÜİFD, c. XXXI, s. 405, 40.
Yıl Özel Sayısı, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1989.
Kılıç, Ünal, Peygamber ve Dört Halife Günlerinde Şehir Yönetimi ve Valilik,
Konya 2004.
Koç, Mehmet Akif, “Kur’an Kıraatinde Türklere Özgü Mahalli Okuyuş Sorunu”,
AÜİFD, c. 51, S. 2, s. 79-91. A. Ü. Basımevi, Ankara 2010.
Küçükaşçı, Mustafa Sabri, “Müezzin”, DİA, c. XXXI, s. 491-495, İstanbul 1995.
el-Makrîzî, Takıyuddîn Ahmed b. Alî, el-Mevâiz ve’l-İ’tibâr bi Zikri’l-Hıtat
ve’l-Âsâr, Mektebetü Medbûlâ, Kâhire 1997.
Mehmed Zihni Efendi, el-Hakâyık mimmâ fi’l-Camii’s-Sağîr ve’l-Meşârik
min Hadîs, (m.y.), İstanbul H. 1310.
en-Nesâî, Ahmed b. Şuayb Ebû Abdirrahmân, Sünen, Mektebetü’l-Matbûâti’lİslâmiyye,
Haleb 1986.
Özkan, İsmail Hakkı, Türk Mûsikîsi Nazariyatı ve Usûlleri Kudüm Velvelele ri,
Ötüken Yayınları, İstanbul 2000.
Sarıçam, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara 2007.
es-Suyûtî, Abdurrahm an b. Ebi Bekr, Târîhu’l- Hulefâ, Matbaatü’s-Seâde,
Mısır 1952.
et-Taberî, Muhammed b. Cerîr Ebû Ca’fer, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût H. 1407.
et-Tirmizî, Muhammed b. Îsâ Ebû Îsâ, Sünen, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî,
Beyrût (t.y.)
310 FATIH KOCA
Turabi, Ahmet Hakkı, “İlk Dönem İslam Dünyasında Mûsikî Çalışmalarına
Bakış”, MÜİFD, S. 13-14-15, s. 225-248, İstanbul 1997.
Uludağ, Süleyman, İslam Açısından Mûsikî ve Sema’, Uludağ Yayınları, Bursa
1976-1992.
Uzun, Mustafa, “Ezan”, DİA, c. XII, s. 43, İstanbul 1995.
ez-Zebîdi, Zeynuddîn Ahmed b. Ahmed b. Abillatif, çev. ve şerh: Ahmed
Naim, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, Gaye Matbaacılık, Ankara 1988.
ez-Ziriklî, Hayruddîn b. Mahmûd ez-, el-A’lâm, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, (b.y.)
2002.





 28 
 : Ekim 18, 2016, 09:13:35 ÖÖ 
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin


PEYGAMBERİMİZ HZ.MUHAMM ED SAV EFENDİMİZ VE ÇOCUK SEVGİSİ

https://www.tatliaskim.com/dini-konular/345566-hz-resul-u-ekrem-s-hayatindan-bir-kissa.html

ZİYA YÜKSEL AYDINOĞLU

Selime üç aydır mescide gidemiyor du. Ezan sesini duyduğunda, her zamankind en daha çok mescide gitme arzusu uyanıyordu onda... Çok, ama çok özlemişti mescidi, orada kılınan o muazzam cemaat namazlarını... Bebeğini dünyaya getireli üç ay olmuştu. Onu yanına bırakıp gideceği kimsesi olmadığından, bu müddet zarfında mescidden ve cemaat namazından bütünüyle mahrum kalmıştı. Kocası seyyar satıcıydı; hurma satardı, ailesinin geçimini sağlayabilmek için sabah erkenden evden çıkar, akşama değin Medine sokaklarını dolaşır dururdu.. . Bu sebeple de ne ev işlerine yardımcı olabilece k vakti vardı; ne de bebeğe bakması için bir dadıya verecek parası... Selime buna rağmen, hayatından memnundu. Fakat yine de ezan sesi kulağına çalındığında bir garip hüzün çöküveriyordu yüreğine... Resululla h'ın (s.a.a), mescide hayat veren o sımsıcak ve yumuşak sesini hatırlıyordu hemen... Ezan sesini duyduğunda, tıpkı geçmiş günlerde olduğu gibi çabucak mescide gidip cemaate katılabilmeyi ne kadar da arzuluyor du... Ne yazık ki bu arzu, üç aydır yüreğinde kalmıştı.

Üç ay önce doğum yapmıştı. Onun ilk çocuğuydu bu... Yavrucak hep ağlıyordu, rahatsızdı, susmak bilmiyord u bir türlü... Bu yüzden Selime genellikl e çok yorgun ve uykusuzdu . Mescide gidip cemaate katılır ve Resululla h'ın (s.a.a) ardında namaza duracak olursa bütün yorgunluğunu unutacağını, içinin mutlulukl a dolup, yeniden neşesine kavuşacağını bilmiyor değildi. Fakat bebeği kime bırakacaktı? Kimsesi yoktu ki...

Hava kararmak üzereydi. Tam o sırada ezan-ı Muhammedî sesi Medine semalarında çınladı: "Allah-u Ekber!"...

Selime'nin yüreğine o âşina hüzün bulutu çökmüştü yine... Gözleri bebeğine takıldı, bakışlarını ondan ayırmaksızın bütün varlığıyla ezanı dinlemeye başladı... Yavrucak uyuyordu, pek sakindi bugün... Selime'nin tahammülü kalmamıştı artık. Resululla h'ın (s.a.a) cemaatine katılmalıydı. Aceleyle yerinden doğrulup abdest aldı, giyinip örtündükten sonra itinayla yavrusunu kucağına alıp evden çıktı. Hızlı adımlarla mescide doğru yürümeye başladı. Heyecanla etrafına bakındı; adımları âdetâ kendiliğinden mescide sürüklüyordu onu. Tedirgind i, cemaate yetişebilecek miydi acaba?.. Mescidin kapısına vardığında rahat bir nefes aldı, namaz henüz başlamamıştı. Cemaate yetişebilmenin verdiği coşkun bir mutlulukl a mescide girdi. Bu sırada kucağındaki yavrusuna takıldı gözleri, uyanmıştı; gözlerinin içi gülüyormuşcasına tatlı bakışlarıyla gülümsüyordu annesine. Selime'nin sevincine diyecek yoktu, "Keşke daha önce akıl edebilsey dim bunu!.." diye söylendi kendi kendine, "Boşuna sıkmışın kendimi demek ki... Daha önce de çocuğumu yanıma alır, mescide gelebilir ve cemaatle namaz kılabilirdim pekâlâ... Hem de Resululla h'ın arkasında... Onun imametind e kılacağım bir rekat namaz bile büyük ganimetti r benim için!.. Onunla cemaat kılmak varken, evde tek başıma nasıl kılabildim namazlarımı bunca süre?!"

Birden müezzinin "Namaz başlıyor, acele edin!" diye bağırdığını duydu. Çabucak kendini toparlayıp saflara doğru yürüdü, bir safta durup boş bir yer aramaya başlamıştı ki Resululla h'ın (s.a.a) tekbir sesini duydu. İftitah tekbiriyd i bu, namaz başlamıştı.

Selime, bebeğini yavaşça yere, mescid zeminine serilen hasırın üzerine bıraktı. Çocuk sakindi.. . İçinden, namaz bitinceye kadar onun böylece sakin durmasını ve üç aydır cemaat namazı kılamayan annesinin bunca özlemden sonra ilk namazını gönül huzuruyla kılmasına izin vermesini diledi. Ardından, hemen hazırlanıp tekbir getirerek namaza durdu.

Resululla h'ın (s.a.a) gönüllere hayat veren, kalpleri huzurla dolduran sesi duyuluyor du şimdi... Onun sesinden başka çıt yoktu mescidde. .. Mescidin duvarları, dışarıdaki kuşlar, hatta gökyüzü bile onu duyabilme k için susmuştu âdetâ. Selime, Resululla h'ın (s.a.a) tilâvet ettiği Hamd suresi'ni dinliyord u bütün varlığıyla... Bu sureyi Resululla h'ın (s.a.a) ağzından duyabilme k, üç aydır nasip olmamıştı ona... Allah Resulü, Hamd suresi'nin âyetlerini sakince, tane tane okumadada ydı. Selime'nin kalbi, tarifi imkansız bir coşkuya garkolmuş, sınırsız bir huzura gömülmüştü.

Resululla h'ın (s.a.a) tekbir sesiyle herkes rükuya vardı: "Subhâne rabbiy'el âzimî ve bihamdih. .."

"Allah-u Ekber!"..

İşte tam bu sırada... Tekbir sesinin hemen ardından ansızın yükselen bir bebek çığlığı, mescidin bütün sessizliğini bozuverdi ...

Selime'nin bebeğiydi bu!.. Dünya başına yıkılmıştı birden sanki... Mescidin huzur veren sessizliği, onun bebeğinin çığlıklarıyla bozulmuştu işte!.. Pek utandı, ne yapabilir di ki?! Namazını bozamazdı, bebeğin çığlıklarıysa dinmek bilmiyord u hiç!.. Selime, namazın nasıl bittiğini anlayamadı; mahcubiye tten kıpkırmızı olmuştu yüzü.. Bebeğini mescide getirmekl e herkesin huzurunun kaçmasına sebep olduğunu düşündükçe mahcubiye ti artıyor, çocuğunu mescide getirdiği için kendisini suçluyordu. Bütün dileği, namazını bir an önce bitirip çocuğunu alarak, mescitten hemen uzaklaşabilmekti.

"Allah-u Ekber!"

Herkes doğrulmuştu, Selime de doğruldu. Çocuk halâ ağlıyordu...

Namazın ikinci rekatı çok çabuk bitmişti. Resululla h (s.a.a) Hamd suresi'nin ayetlerin i aceleyle okumuş, rüku ve secdeyi de çabucak tamamlamıştı. Namazın üçüncü rekatı da her gün alışılagelen süreden daha erken bitti.

Selime'nin bebeği olduğu gibi ağlamaktaydı. Ne yapacağını bilemiyor du; aklı hep bebeğinin yanında olduğundan, Resululla h'ın (s.a.a) o gün namazı çok erken bitirdiğini farkedeme di. Selime, bebeğinin namaz kılanları rahatsız ettiği, mescidin huzur ve maneviyatını dağıttığı düşüncesiyle üzgün ve mahcup bir halde çocuğunu alıp çabucak mescitten çıkmak istedi. Ansızın Resululla h'ın (s.a.a) gülümseyen çehresiyle karşılaştı! Resululla h (s.a.a) Selime'nin bebeğinin yanına diz çökmüş, ona bakarak gülümsüyorlardı!.. Allah Resulü'nün gülümseyen yüzünü gören bebek hemen sakinleşivermişti, artık ağlamıyordu!..

Mesciddek i cemaat, o gün namazın bir hayli erken bitmesini şaşkınlıkla karşılamış, buna bir anlam verememişlerdi. Resululla h'ın (s.a.a) namaz biter bitmez kalkıp gittiğini görünce de şaşkınlıkları bir kat daha arttı. Resul-ü Ekrem (s.a.a) çok geçmeden geri dönmüştü, hemen etrafına toplanıp bu davranışının hikmetini sordular. Hz. Peygamber, "Duymadınız mı?" buyurdula r, "Bir bebek ağlıyordu..."

Mescidde bulunanla r, o bebeğe yardımcı olabilmek için Resululla h'ın (s.a.a) namazı erken bitirdiğini anladılar.

Selime, mahcup değildi artık... Bebeğini şefkatle kucaklark en "Seni gidi yaramaz.. ." diye mırıldandı, "Öylesine ağlayıp şamata kopardın ki, Resululla h (s.a.a) bizzat ilgilendi seninle. Büyüdüğün zaman bu olayı hatırlatacak ve Resululla h'ın (s.a.a) çocukları ne kadar sevdiğini anlatacağım sana."






 29 
 : Eylül 22, 2016, 01:16:08 ÖS 
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin
iSLAM-GREEN34 FORUM VE SOHBET SİTESİ
DiNİ SOHBET CHAT PANELİMİZ KAPATILMIŞTIR - ÜZGÜNÜZ

Allah c.c sanal alemde islam için çalışan sitelerde n
ve sanal alemde gerçekten dinimizi savunan
yetkili olan veya olmayan
bütün kardeşlerimizden razı olsun
ve başarılarının devamını nasip eylesin inşallah


http://www.islam-green34.com

İSLAM-GREEN34
DİNİ SOHBET CHAT PANELİMİZ
KAPATILMIŞTIR - ÜZGÜNÜZ

YAVUZ-SELİM
İSTANBUL

http://www.moonstar34green.tr.gg


Selamün aleyküm değerli müslüman kardeşlerim
ben Yavuz-Selim kardeşlerim
http://www.islam-green34.com
İslami Forum ve Sohbet Chat sitemizin
Dini Sohbet Chat Panelimiz i kapattık
ve İslam-Green34 üyelerine
bu konudaki açıklamayı yapmak görevi
değerli Adminstra tör Abimiz
ve yazı grubundan bazı kardeşlerimiz
tarafından bana verildi
ve islam-green34 web sitesinin üyelerine
ve yazı grubu üyelerine
ve bizde üyeliği olmadan yazılarımızı takip eden
kardeşlerimizin bilgileri ne sunulması için
ben böyle bir yazıyı sizinle paylaşmak istedim
duyuru mahiyetin de bir yazı olmasından daha çok
hem bir özeleştiri yazısı
hemde helalleşerek
aranızdan ayrılmayı istediğim için
bu son yazımın bir veda yazısı olmasını istedim
ben Yavuz-Selim kardeşlerim
hepinizin bildiği gibi tanıdığı gibi istanbul Fatih' den
aranıza katılan İslam-Green34 yazı grubu üyesi kardeşinizim
değerli kardeşlerim kendimi tanıtmama
ve burada bulunma amacımı anlatmama gerek yoktur sanırım
çünkü
bayağı uzun zamandır birliktey dik
ve bir amaç için bir aradaydık
ancak yinede özetle bazı konularda n bahsetmek istiyorum
ben kendimi kendimce tanıttıysamda tanıtamamış
veya eksik tanıtmış olabiliri m
veya kendimi doğru ifade edemeyere k
yanlış tanıtmışda olabiliri m
veya ben doğru tanıtmış sizler yanlış tanımışta olabilirs iniz
bu konuda bu saatten sonra
yapabilec eğim pek bir şey yok
tanıyamamışsanız o şekilde kalacaktır
çünkü artık aranızda olamayacağım için
kendimide ifade edemem artık
Allah c.c biliyor gerçek niyet ve kişilikleri
değerli kardeşlerim  
sanal alemde insanlar birbirler ini
ancak yazdıkları yazılarla
veya savunduğu fikir ve düşüncelerle tanıyabilirler
fakat hepinizin bildiği gibi bu çok zordur
sizde biliyorsu nuzki bu konularda çok yazıştık sizlerle
ve bu tür konularda müslüman kardeşlerimizi çok uyardık
sanal alemde gerçek manada
insanların birbirlri ni gerçekten tanıyamayacağından
çok söz ettik
sanal alemdeki egzotik giz perdesi dolayısıyla
yanılgı her zaman mevcuttur bunu çok anlattık
benimle yada başka kardeşlerimizle ilgili
beyninizd eki çizdiğiniz fiziksel veya psikoloji k portreler
gerçek kişilik yapılarıyla örtüşmeyebilir  
gerçekler çok farklı olabilir
veya benimle ilgili gerçekleri
ben elimden geldiğince aktarmaya çalıştımsada
gerçekler size çok farklı yansımışta olabilir
yada sanal alemdeki
egzotik sır ve giz perdesi dolayısıyla
yalan olanı gerçek olarakta algılıyor olabiirsi niz
bu yüzden  tanıyamamış olabilirs iniz
nihayetin de sanal alemdeyiz
ve sanal alemin bir yalan ve haram bataklığına
dönüşmeye başladığını hepimiz gördük
yaşadık ve gerçekleri biliyoruz artık
ve amacımız bu yalan ve haram bataklığından
mümkün olduğunca
müslüman kardeşlerimizi uzak tutmaktı
bu amaçla bizler buradaydık bunu biliyorsu nuz
bizler hiç bir zaman birbirimi zle
kişisel ağırlıklı sohbetler e girmedik
bir amacımız vardı o amaç için mücadele eden bir gruptuk
ve aramızda kişisel sohbetler
yaşanmasına
zaten pek zamanda yoktu
bu yüzdende birbirimi zi çok iyi tanımıyor olabiliri z
ancak amacımız ve fikirleri miz ile
mücadelemiz ortada kardeşlerim
müslüman kardeşlerimizi
bu yalan ve haram bataklığından kurtarmay a çalıştık
kurtarama dığımız zamanlard ada
darbeler yemesine engel olmaya çalıştık
bağımlılık zordur kardeşlerim
her türlü şeyin bağımlılığı zarar verir insana
sanal alem ve bazı dini sobet chat sitelerin e
olan bağımlılıkta bu bakımdan zarar verir insana
çünkü ilk başta zaten
sanal alem ile aşırı meşgul olan
müslüman kardeşlerimiz
zaman içersinde
yaşam sürecinde herhangi bir konuda
sağlıklı düşünme  ve karar verme yetisini
sanal alem yüzünden kaybetmişlerdir
ve bağımlılıktan kurtulmak
hiç kolay değildir çok zordur
kardeşlerim
bizler müslüman kardeşlerimizi bu bağımlılıktan
kurtarmay a çalıştık
evet 100 kişiden belki ancak 8 kişiyi ikna edebilmiş
ve sanal alemden ancak 100 kişiden sadece 8 kişiyi
uzaklaştırmayı başarmış olabiliri z
ancak bu yinede büyük bir başarı sayılmazmıydı
ve mücadelemiz buna değmezmiydi
bu daha çok tartışılacak bir konudur  
ancak 2 yıl devam eden mücadele sonucunda
grubumuz dağıldıktan sonra
bu tür şeyleri tartışmanın bir anlam ifade etmeyeceğini düşünüyorum
ancak burada altını çizmek istediğim bir şey var  
biz grup olarak belki yazıştığımız kişilerin içinden
çok az kişiyi bağımlılıktan kurtarabi ldik
ve sanaldan çıkmasını arkasına bakmamasını
ve bir daha asla geriye dönmeyerek
artık sanal ile değil gerçeklerle meşgul olmasını
sağlayabildik bunu kabul ediyorum
ancak bunu başaramadığımız kişiler üzerindede
yine olumlu etkimiz vardı
ve yüreklerindeki ümit ışığını bizler yaktık
ve sabır dua tevekkül ve tefekkür içinde
olmalarını tembih ederek
Allah c.c o kardeşlerimize
çözüm yolunu gönderene kadar
zarar görmeden ayakta kalabilme sini sağlamak için
onunla birlikte olup
ona destek olmaya çalıştık
burada kalan müslüman kardeşlerimizin
burada kaldıkları süre içinde
bu sanal alemin bir yalan ve haram bataklığı olduğunu
delilleri yle onlara ispat ederek  
bu mevcut formasyon lar ile
sanal alem ile  İSLAM'ın özdeşleşmesinin
mümkün olamayacağını
ve müslüman kardeşlerimizin ve dinimizin
çok fazla zarar gördüğünü
ve görmeye devam edeceğini
ve bu gerçeği görerek
diğer müslüman kardeşlerimizede
bu gerçekleri anlatmak gibi bir amaç
üstlenmemiz gerektiğini
böyle bir amaç ve misyon ile
eğer sanal alemde kalınırsa
çekilen acıların ve yaşanacak pişmanlıkların
psikoljik yapımızdaki oluşturabileceği
tahribatl ardan az yaralarla
kurtulmay a çabalanabileceğini anlatarak
bizlere bu konuda destek olmalarını
istedik
ve bizlere destek olanlarda n Alah c.c razı olsun
haklarını helal etsinler  
kardeşlerim bu yazıyı okuyanların içinde
belki ilk kez islam-green34 web sitesiyle
tanışmış olanlar vardır
onun için ben Yavuz-Selim kardeşiniz olarak
İslam-Green34  grubunun kuruluşunu ve geçirdiği aşamaları
ve çalışma sistemini biraz anlatayım
ve helalleşerek aranızdan ayrılayım
inşallah
kardeşlerim sanal alem
ve ilk dini sohbet chat sitesine girişimi hatırlıyorum
sanırım bu konuda Muhammed-Yasin kardeşimizinde
benimle aşağı yukarı aynı gerekçelerle
sanal aleme girdiğini biliyorum
bazı ufak tefek şeyler istisna
genel olarak aynı düşüncelerle
sanal alem ve dini sohbet chat sitelerin e girdiğini biliyorum
bu konuyla ilgili aşağıdaki
konuyu okuyarak
sanırım sanal aleme ve dini sohbet chat sitelerin e
ilk önce neden girdim bunu açıklamış olayım  

SANAL ALEM YAZILARI -1-
 
MUHAMMED YASİN
İSLAM-GREEN34 YAZI GRUBU ÜYESİ

KONU : SANAL ALEME NEDEN GİRDİM


Bu sanal aleme ben ilk kez hangi nedenle girdim
onu paylaşmak istiyorum sizinle
paylaşırsam sizi uyarmış ve sanal aleme sizin
girmemeni zi sağlamış olurum belki
burada sizi uyarmazsa m
kendimi ve sizi koruyamamış ve  
müslüman kardeşim olarak size merhametl e yaklaşmamış sayarım
sizi başka nerede göreceğimki
İstanbul Boğaziçinde araba vapurunda görüşecek halimiz yokya
sizde sanaldasınız bende sanaldayım
başka yerde ne siz varsınız nede ben
sizinle başka yerde görüşme olanağımız olmadığı için
ve ben sizi uyarmak için buradayım
yoksa benim sanal alemle işim olmaz artık
yaşayacağım kadar yanlışlığı ve pişmanlığı yaşadım ben
ilk olarak sanal aleme girişimi hatırlıyorum
ne kadar masumane duygularl a girmiştim
nereden bileyimki sanal alemde ahlaksızlığın
dinsizliğin rezilliğin diz boyu olduğunu nereden bileyimki
ilk girdiğim zamanı hatırlıyorumda psikoloji m bayağı bozuktu
ve çok zor günler geçiriyordum
bazı insani ve islami fikir ve düşüncelerimi
paylaşacak insanların gerçek yaşantımda olmadığını
çevremde bu tür insanların yer almadığını  
düşünmeye ve yüreğimde
bunu hissetmey e
başlamıştım
çevremdeki insanların bana sevgiyle
ve merhametl e
davranmam aları ve beni anlamaya çalışmamaları
beni yanlızlığa ve mutsuzluğa itmiş
sevgisizl ik ve mutsuzluk içinde yaşamaktanda bıkmış bir haldeydim  
gerçekten sevdiğim insanlar bile beni anlamıyor
beni gerçek manada ciddiye almıyorlardı
benim düşüncelerim kabul görmüyordu
ve herkes kendi düşüncesini bana lanse etmeye kabul ettirmeye
çalışıyordu
bilerek yada bilmeyere k kendi düşüncelerinin veya istekleri nin
kabul edilmesi için beni kırıyorlardı
ben kimseyi kıramıyordum
istiyordu mki herşey merhamet ve sevgi çatısı altında  
gerçekleşsin ve beni gerçekten anlamaya çalışsınlar
çok şey istemiyor dum
biraz sevgi biraz anlayış
biraz fikir ve düşüncelerime saygı istiyordu m
ve insanların beni bir bebek gibi kontrol etmeye çalışmalarından
kendi fikir ve düşüncelerine göre yaşamamı şekillendirmelerinden
hoşlanmamaya başlamıştım
çevremdekilerin  saç rengimden giyim tarzıma kadar
okuduğum kitaptan savunduğum ideolojik görüşe kadar
benim hep yanlış ve hatalı davrandığımı ifade etmeye çalışmalarından
biraz usanmıştım
birileri tarafından hep uyarılması ve yönetilmesi gerekecek kadar
bilinçsiz davranan değersiz bir insan sınıfına sokulduğumu
hissediyo rdum
bunalmıştım ve benim bunaldığımı kimse anlamıyordu
çok sevdiğim insanlar hala bana kendi fikir ve düşüncelerini empoze etmeye
çalışıyorlardı  
bu benim sanal aleme girerek
" benimde fikir ve düşüncelerim
var kardeşim
benimde hayallari m
hasretler im bazı konularda yaşamak istediğim
diğer insanlard an farklı fantazile rim var " demek zorunda kalışım
sanırım ilk kez sanal aleme girişiminde gerekçesiydi
girdim ve paylaşmaya çalıştım
Ben iyi niyetliyd im
herkesi kendim gibi gördüm
kimsenin kalbini kırmamaya çalıştım
dürüst olmaya insanları aldatmama ya çalıştım
ama sanal alemin ne kadar rezil bir yer olduğunuda
o zaman gördüm işte
nefret ettim gerçekten
çünkü istisnala r hariç
sanal alemdekil erin gerçek yüzünü gördüm
ve kesinlikl e müslüman bir insanın
bulunması gereken bir yer olmadığını
psikoloji k zarardan
ve mutsuzluk tan başka birşey kazandırmadığını
gördüm
hissi doyumsuzl uktan
ve nefs-i emarenin bitmez tükenmek bilmez istekleri nin
son bulmasının zor olduğu bir yer olduğunu gördüm
bilgisaya ra bağımlılıktan
toplumdan ve insanlard an
herşeyden önemlisi gerçeklerden kopmaktan başka
bir şey elde edilemeye ceğini gördüm  
fakat duygusaldım
ve bazı kendim gibi fikir ve görüşte olan insanlarl a yazışarak
dost oldum
içimdeki insan sevgisini ve yardımlaşmayı ayyuka çıkardım
içimdeki yanlızlık ve sevgisizl iği
yok etmeye çalıştım
ve müslüman kardeşlerimi çok sevdim
bazılarını ise haddinden fazla sevdim ve değer verdim
çünkü ben insanları seviyordu m
paylaşmayı dertleşmeyi seviyordu m
ve müslüman kardeşlerimin
sanal alemden zarar görmelerini önlemek
onlara yaşadıklarımı anlatarak
bazı şeylerden uzak durmalarını sağlayarak
mutsuzluk yaşamalarını acı çekmelerini durdurmak için
sanalda kalmaya karar verdim
müslüman kardeşlerimin bazı gerçekleri görmelerini
öğrenmelerini  istiyordu m
ben anlatmazs am eğer
acı çekerek bunu zaman içinde uzun sürede anlayabil eceklerin i
belki benim gibi birilerin i çok severek duygusallık içinde yüreklerinin
yanacağını düşünerek onlara yardım etmeye çalışmak istiyordu m
çünkü sanaldaki sevgiler imkansızdı ve sonu hüsrandı
sanaldan kopmakta çok zordu
o halde sanaldan nasıl zarar görmeden yazışmalıydık
nasıl ve ne şekilde bunu müslüman kardeşlerimize anlatmalıydık
ve nasıl böyle bir gaye için hangi argümanları kullanara k
sanalda bu ulvi gaye ve islami Realite için mücadele etmeliydi k
bunu araştırmaya ve incelemey e başladım
ve sonuçlarını yine sanaldaki değerli müslüman kardeşlerimle paylaşarak
bir nebze olsun sanaldaki yaşadığım
pişmanlıklarımın
başkalarının sanal alemdeki acılı yaşantısına kurtuluş için
umut ışığı olmasına ve Allah c.c tan dikey-yatay çözüm gelene
kadar müslüman kardeşlerimin derdiyle dertlenme ye çalıştım
bazılarını öyle sevdimki yüreğim yandı kor ateş oldu
içimde hissettim
ama sonuçta sanal alemdi
ve merhametl i elim bir yere kadar uzanabili rdi
uzanamadığım ve tutamadığım eller için
ve ellerini tutamadığım
ve boşluğa düşmekten kurtarama dıklarım için
çok üzüldüm ağladım

MUHAMMED YASİN
İSLAM-GREEN34 YAZI GRUBU ÜYESİ

http://www.social-worlds.tr.gg



Evet değerli müslüman kardeşlerim
ben işte yukarıdaki konuda yazılanların benzeri bir amaçla
bu sanal alem
ve dini sohbet chat sitelerin e girmiştim
ve girdiğimiz bir dini sohbet chat sitesi vardı
orada sürekli yazıştığımız
bir kaç kardeşimiz vardı
bu bayan ve erkek olan kardeşlerimizle
birbirimi z arasında devamlı
fikir ve düşünce alverişi yapmaya başlamıştık
bu ilk girdiğimiz zamanlard a böyleydi
ve inanın sizlerede sürekli anlattığımız gibi
o dönemlerde gerçekten
dini sohbet chat sitelerin de
tıpkı bizim islam-green34 grup üyeleri gibi
gerçekten islami konu amacıyla girenler vardı
ve içinde bulunduğumuz
o dönemdeki web siteside
bu amaçla hizmetine devam ediyordu  
fakat daha sonraları farklı amaçlarla gelen erkekleri n
mekanı oldu bu dini sohbet chat sitesi
bu yeni gelen erkekler
bayanları kandırma konusunda profesyon elleşmiş kişilerdi
bazı erkekler hoca ismiyle veya hafız ismiyle
veya işte avukat,mühendis vesaire isimlerle
bu bizim bulunduğumuz dini sohbet chat sitesine gelerek
bayanlara dini konular yazıyorlar
belirli bir süre sonra yazdıkları bu dini konularla
bayanların güvenini kazandıktan sonra
özellerde bayanların nefs-i emareleri nin
çaresizliğindende yararlana rak
onları etkiliyor lar ve aşk masalları başlıyor
ve farklı tarzlarda sohbetler de bulunuyor lardı
bu erkekler nefs-i emareleri ni tatmin peşindeydiler
ve bayanlard an çeşitli isteklerd e bulunuyor lardı
ve bunu sevdikler i için yaptıklarını söylüyorlardı
ve bayanlar bu isteklere belirli bir süre
etkileşim içinde yanıt veriyorla rdı
daha sonra ise yanıt vermek istemeyin ce erkekler bu bayanları
çeşitli gerekçelerle suçlayarak
ve tersleyer ek o bayanlard an ayrılıp
başka bir bayan ile yazışmaya başlıyorlardı
ve bu gerçekleri bizim bir arada yazıştığımız
bayan kardeşlerimizde  fark etmişlerdi
ve diğer bayanları uyarmak istiyorla rdı
fakat bunu genel sohbet ağında yapamadılar
çünkü bulunduğumuz web sitesinin yetkilile ri
" sizler dini konu yazmak için
islamı anlatmak için burada değilmisiniz kardeşim
burada dini konu yazın kardeşim
burası dini sohbet chat sitesi
bu tür farklı  konularda n bahsedere k kimseyi rahatsız etmeyin
herkesin aklı var fikri var
bayanların zarar göreceğini düşünüyorsunuz
evet olabilir bize ne bundan
bayanlar neler olduğunu bilmiyorl armı  
bayanların aklı var fikri var
uyarmaya gerek yok onları " diyerek
genel sohbet ağında
bizim gruptaki bayanların
gerçekleri yazmalarına engel oluyorlar
ve ne zaman bu bizim  gruptaki bayan kardeşlerimiz
diğer bayan kardeşlerini  
sanal alemden zarar görecekleri konusunda
uyarmaya çalıştıklarında hemen araya giriyorla r
konuyu dağıtıyorlar
saçma sapan konularla meşgul ediyorlar
veya dini konular yazarak gerçekleri yok etmeye
gerçeklerin üstünü örtmeye çalışıyorlardı
ve ben o dönemlerde baktım olacak gibi değil
ben çıktım  sanal alemden ve dini sohbet chat sitelerin den
çünkü artık dini sohbet sitesi
DİN ve İSLAM gayesi dışna çıkmıştı
burada bulunmaya gerek yoktu
faydasız ve gereksiz bir şeydi
ve günaha ve harama bulaşacaktık neticede
başka bir geleceği yoktu buranın
ve çıktım bu dini sohbet chat sitesinde n
ve uzun zaman girmedim bu tür yerlere
bir gece tevafuktu r girdiğimde ise
o eski her zaman girdiğimiz
dini sohbet chat sitesine girdiğimde
bizim gruptaki yazıştığımız
o değerli bayan kardeşlerimizin
eskisi gibi İSLAM için mücadele ettikleri ni  
ve bayan kardeşlerimizi uyarmaya çalıştıklarını gördüm
ve bayan kardeşlerimizin uyarmaya çalıştığı
diğer bayanlarında
bu bizim gruptaki bayanlarl a
muhatap dahi olmadıklarını
ve bizim gruptaki bayan kardeşlerimizin
diğer bayanlara verdikler i
" Selamün Aleyküm "
selamını bile almadıklarını gördüm
ve bayanlar artık sanal alemde bayanlara güvenmiyorlardı
ve bayanlar bayanlarl a artık yazışmıyorlardı
ve nerede kişiliksiz ve karakters iz
islam ve din ile ilgisiz bir erkek varsa
bayanların yazıştığı erkek tipi
malesef bu tür erkeklerd i
fakat bayanlar gerçekleri göremiyorlardı
ve bizim gruptaki bayan kardeşlerimiz
bir çözüm yolu aramaya başladılar  
erkekleri n uyarılması lazımdı
ancak erkeklerd e erkeklerl e yazışmıyorlardı
bayanların bayanları uyarmasıda etkili değildi
ve bayanların bayanlarl a özellerde tanışması
ve bazı gerçekleri oraya yazmaları
yani özel sohbette iken
oraya yazılarla yazması zaman alıyordu
ve işin aslı bu konuda belge ve bilgi aktarımı
kolay olmuyordu
çünkü bazı kelimeler reklama takılıyor
bazı kelimeler ise o an için
düzgün cümle kurularak yazılamadığı için yanlış anlaşılıyor
veya bu konuda yeterli araştırmalar olmadığı için
yazılan yazılar ikna edici olmuyordu
ve bayanlar çok sabırsızca davranıyorlardı
ve bizim gruptaki bayanları
ancak 5 dakika dinliyor
sonra yine erkekler ile yazışmaya gidiyorla rdı
ve bayanlar bayanlard an gittikçe uzaklaşıyor
ve erkeklere doğru itiliyorl ardı
ve erkeklere doğru itildikçede
nefs-i emarenin tuzakları
yalan ile haram içinde
sahte ve geleceği olmayan aşklar
acılar ve pişmanlıklar yaşanmaya devam ediliyord u
ve bayanlard an birisi bana
 " bu site bizim değil
bizim olsaydı gerçekleri yazabilir dik
fakat yazamıyoruz
dini konularla zaman boşa geçiyor
bize ait bir site olursa ancak yazabilir iz
ve özellerde yazı yazmak zaman alıyor
bunun içinde bir web sitesi açsak
ve akılcı ve mantıklı
cümlelerle bu konuları yazsak oraya
ve bayanların  o yazıları okumalarını sağlayabilsek " dedi
ve o gece ben
bizim gruptaki bayanların
ne kadar zor durumda kaldıklarını
ve nasıl gerçekleri anlatmakt a zorlandıklarını
ve diğer bayanlarında göz göre göre gerçekleri görmeyerek
tuzaklara yakalanar ak
ve erkekleri n sözüne inanarak  
bu bizim gruptaki bayan kardeşlerimizin
kalplerin i hiç yoktan yere kırdıklarını
ve yeri geldiğinde ise
bu karakters iz erkekleri n yüzünden
bayan kardeşlerine nasıl hakaret ettikleri ni gördüm  
ve gerçekten çok üzüldüm
bir bayan nasıl olurda
bu kadar gözü kör olabilird i
ve nasıl olurda bu kadar gerçeklerden uzaklaşabilirdi
gerçekten çok üzücüydü
bana bizim gruptaki bayanlard an birisi  
" bayanlar bizi dinlemiyo r
erkekleri dinliyorl ar
geri dön ve bayanlarl a yazış
onları ikna etmeye çalış " dedi
bende bunun
akılcıl bir mantıksal bir şey olmadığını
ve dinimized e uygun olmadığını söyledim
benim erkek olduğumu
ve bir bayana bunu bir bayanın anlatması gerektiğini
benim gibi bir erkeğin bir bayana
bunu anlatmasının uygun olmadığını
anlatmaya çalıştığım zaman
o bizim gruptaki bayan kardeşimiz bana kırıldı ve
" madem bize destek olmayacak sın
ne işin var burada çık git kardeşim
bak diğer erkekleri görüyormusun
bayanları kandırmak için
ne varsa deniyorla r
binbir türlü yol deniyorla r
biz ise gerçekleri anlatmaya çalışıyoruz
sen bize destek olmayacak san
neden geldin madem çık git  " dedi
bende özür diledim kendileri nden
ve çıkacaktım o sırada başka
bir bayan kardeşimiz geldi ve bana şunları söyledi
" bu iş bu şekilde olmayacak
bir web sitesi kurmalıyız ve yazılar yayınlamalıyız
ve bu yazıların okunmasını sağlamalıyız
gerekirse sohbet chat panelide olmalı
ve orada sohbet edilmemel i
sırf gerçekleri açıklamalıyız orada " dedi
bende ona dedimki
" inşallah olur " dedim
ve erkekleri bu konuda uyaracağımı
ve erkeklerl e yazışacağımı söyledim
o zaman bayan kardeşimiz
" sanal alemde güç merkezi bayanlardır
sanal alemdeki her türlü olumsuzlu kları
siz ancak bayanlarl a çözebilirsiniz
erkeklerl e çözemezsiniz
ve siz erkeksini z
sizde bu konularda nefsi güç yok
siz çözemezsiniz sen bayanları ikna et
bırak erkekleri ikna etmeye sen uğraşma yapamazsın
10 tane erkeği ikna edene kadar
1 bayanı ikna etsen kafi
çünkü o ikna olan bayan
10 erkeği ikna eder merak etme  sen "
dedi
bu konudaki çok önemli tesbiti
ve yazıyı altta altta
veriyorum
okuyunuz kardeşlerim
SANAL ALEMDE GÜÇ MERKEZİ BAYANLAR

Allah c.c sanal alemde islam için çalışan sitelerde n

ve buradaki görevlilerden razı olsun ve başarılarının

devamını nasip eylesin inşallah

http://www.islam-green34.com


15 - ÜNİTE - SANAL ALEMDE GÜÇ MERKEZİ BAYANLAR

http://www.yasemin34-leyla.tr.gg

YASEMİN İSTANBUL


Sanal alemde güç merkezi bayanlardır konusu ile ilgili

olarak bazı önemli anektodla r aşağıda maddeler halinde yazılmıştır

lütfen okuyunuz ve neden bayanların sanal alemde güçlü olduklarını

düşününüz



1- Bayanlar telekinet ik hipnokine zik ve metabolik cinselkin etik

enerji yoğunluğu bakımından erkeklerd en daha güçlüdürler

ve bu güçleri beyinleri ndeki his merkezini n

güçlü olmasınıda sağlamaktadır

bu yüzden bayanların  duygu yoğunluğu daha fazladır

ve hislerle algılama yeteneğide

erkeklerd en çok daha fazla gelişmiş olduğundan

Sanal alemdeki ahlaksızlıkları algılamada

his yoğunluğu önemli bir etken olduğundan

ve erkekleri n bayanlard an üstün oldukları fiziksel güçlerinin

sanal alemde bir işe yaramadığından

bayanların bu his gücünün karşıya iletimind e

ve İslami realiteyi yansıtmada

erkeklerd en daha etkili olacağı bilinmekt edir

Bayanların Duygu yoğunluklarıyla ve His dünyalarının

genişliğiyle ilgigi bir örnek verelim

Bir sanat galerisin i gezen ziyaretçilerden

bir bayan ile bir erkeğe

oradaki görevli ressam sorular soruyormuş

Picassonu n bir tablosu hakkında

bir erkeğe bu nedir diye sorduğunda

erkek o tablodan tek bir mana çıkararak

" daire dikdörtgen kare yani geometrik

şekiller " diye yanıt vermiş

ve ressam yanındaki bayana aynı soruyu

sorduğunda bayan

" üstteki daire güneş

bu üçgen simitçi çoçuğun yüzü

bu kare ise simit tavası

ve içindeki dairelerd e simitler

etraftaki dikdörtgenlerde caddedeki binalar

sanırım sahahın erken vaktinde ve güneşin ilk ışıklarıyla

simitçi çocuk tavasındaki simitleri satmak için caddede

yol alıyor " diye yanıt vermiş

bu örnekte sanırım bir erkeğin sanaldaki bir yazıdan

bir tek mana çıkaracağını

bayanların ise yazıdan binlerce mana çıkarabileceğini

ve çok yönlü düşünebilme yeteneğinin

erkeklerd en güçlü olduğunu

sanal aleminde duygu ve his ile hayal gücünün

yüksekliğiyle orantılı bir done olduğundan

sanal alemde bayanların her halükarda

erkeklerd en üstün olduğunu ve güç merkezini n

bayanlar olduğunu kanıtlamaya yeter sanırım



2- Bazı araştımalarda

eski çağlara ait kalıntılarda bulunan çene kemikleri nin

bayanlara ait olduğu saptanmıştır

bu yüzdende bayanların konuşma yeteneğinin

erkeklerd en çok daha fazla olduğu bilinmekt edir

bu yüzdende iletişim gücünün istenilir se

erkeklerd en çok daha fazla kapasitey e çıkarılarak

bunun İslami Realiteyi aktarmada

erkeklerd en daha fazla başarılı olacakları bilinmekt edir

Erkekleri n 10 kelimede örneklendirerek

anlatacak ları bir konuyu Bayanların iletişim gücünün

yüksekliği dolayısıyla 100 kelimede örneklendirerek

anlatarak erkeklerd en bu konuda üstün oldukları

bilinmekt edir

Bayanların oldukları bazı meslek dallarında

örneğin öğretmenlik halkla ilişkiler v.b gibi

sosyal bilimlerl e bağlantılı konularda

her zaman erkeklerd en üstün oldukları

ve Sanal alemdede İslami Realiteyi

aktarmada her zaman bu yönleriylede

üstünlük sağlayacakları bilinmekt edir



3- Bayanlar yaratılışları gereği uzlaşmacı ve barışcıldırlar

bayanların insanları yatıştırıcı yönleride bulunmakt adır

toplumsal ve sanal sorunlar bazında

Bayanlar her zaman tartışmadan değil çözümden yanadır

sanal alemdeki seviyenin yükseltilmesindede

olumsuzlu kların çözümü konusunda da

İslami Realiteni n gönül yıkmadan kalp kırmadan

iletimind ede her zaman erkeklerd en daha üstündürler

Erkekler eğer olumsuzlu kları ortadan kaldırmak

ve İslami Realiteyi hakim kılmak istiyorla rsa

kendileri nde bu gücün olmadığını kabul etmek

ve güçlerini kullanmal arı için bayanları ikna etmek

ve bayanlara güvenerek onlardan yardım istemek

zorundadırlar



4 - Allah c.c güzelliği estetiği zerafet ve nazikliği

sevgi sefkat ve merhamet gibi

ruhi-duygusal yapı özelliklerini

erkeklerd en ziyade bayanlara vermiştir

ve dolayısıyla kız-erkek arasında oluşan

med-cezirde güzellik ve cazibe ile çekim merkezini

dolayısıyla gücün odak noktasını

Allah c.c erkeklerd en çok bayanlara nasip etmiştir

erkek sadece güzel olana ilgi duyar

ve bayanın çekim alanına girerek bayana yönelmeye çalışır

ve müslüman genç kızlar sanal alemdeki bu güç merkezler ini

akıllı mantıklı

ve Allah c.c rızası için ve dünya-ahiret saadeti için

Reel-Sanal ortamda islami realiteyi ayakta tutmak için

kullanmak ve yazıştığı erkekleri

ikna etmek için harcamalıdırlar

bayan isterse veziri rezil

rezilide vezir eder

bayan'ın nefsi 7 erkeğin 1 dir

ama erkekler 1 nefsine sahip çıkacak güçte değildir

ve bayanlar karşısındada nefs-i emare konusunda

erkekler daha güçsüzdürler ve İslami Realiteni n tesisi

ve Sanaldaki olumsuzlu kları ortadan kaldırmadada

erkekler olumsuzlu kların asıl sebebidir

ve olumsuzlu kları ortadan kaldıracakta güç

erkeklerd e mevcut değildir

bu güç Allah c.c tarafından

güzelliğin ve cazibenin merkezi bayanlara verilmiştir

bayanların bu gücü erkeklerd e yoktur


 

5 - Sanal alem ve bazı sohbet chat sitelerin de

ana unsur bayanlardır ve bayanların olmadığı

bir sohbet kanalı zaten ayakta kalamaz

ve bayanların olmadığı bir kanala kimse girmez

bayanların olmadığı bir kanala

zaten kesinlikl e istisnala r dışında

erkekler girmedikl eri için

o kanalda sohbet ortamının

oluşmasıda mümkün olamaz

çünkü istisnala r dışında

erkekleri n bu sohbet kanallarına giriş amacı

ister müslüman olsun ister olmasın

bayanlarl a yazışmaktır

zaten bazı sohbet kanallarıda bunun için kurulmuştur

bazı dini sohbet kanallarında erkekleri n tek amacı

bayanlarl a yazışmaktır

bunun için dini konuları ve dini bilgileri ni

kullanmak tadırlar aslında istisnala r dışında

amaç dine hizmet etmek değildir

dolayısıyla güç merkezi bayanlardır

sanal alemdeki olumsuzlu kları

yok etmek için  yapılacak tek şey

bayanların güçlerini erkeklere karşı

kullanmal arı için ikna edilerek

sanaldaki ahlaksızlıkların yok edilmesin in

dinimize ve geleceğimize sahip çıkmak

olduğunu bayanlara anlatmak

ve onlara destek olmaktır




 

6 - Bayanlar İslami Realiteyi aktarma konusunda

her zaman erkeklerd en daha ihlaslıdırlar

ve sanal alem incelendiğinde

dinine bağlılıkta ve maneviyat yüksekliğinde

bayanların erkeklerd en üstün nitelikte oldukları

ve savundukl arı konu ve insan bazındada daha vefalı

çalışkan ve üretken oldukları bilinmekt edir

ve ayrıca Annelik doneleri gereği merhamet dereceler i

yüksek olduğundan ve İslami Realiteyi aktarmada da

merhameti n büyük önem taşıması yüzünden

bu bazdada erkeklerd en üstün oldukları bilinmekt edir

sonuçta yukarıdaki maddelerd ende anlaşıldığı üzere

sanal alemde iletişim ve etki donelerin in üstünlüğü

dolayısıyla sanal alemdeki güç merkezini n bayanlar olduğu

ve bilinçlendiklerinde güçlerini islami realite bazında

kullanmal arı için ikna edildikle rinde ve desteklen diklerind e

sanal alem ve sohbet chat sitelerin de

bayanlar sayesinde ahlaksızlıklar yok olacak

ve İslam hızla yükselecektir inşallah

Peygamber imiz Hz.Muhamm ed s.a.v Efendimiz bir hadis-i

şerifinde

" Bir devir gelecek Kuran-Kerim müminelerle yükselecektir "

buyurmuşlarıdır ve o devir gelmiştir

ve Kuran-ı kerimi yükseltecek Bayanlardır

sanal alemdede güç merkezi Bayanlar olduğu gibi

 

aşağıda bu koularda ilgili bazı linkler bulunmakt adır

tıklayarak okuyunuz

 

http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?p=1022405

http://www.yorumla.net/bayanlara-ozel/121829-guclu-kadinlar.html

http://sessizsenfoni.blogcu.com/kadinlar-daha-duygusalmis_4789348.html

http://www.yorumla.net/komik-seyler/650214-bayanlara-ozgu-silahlar.html

http://forum.memurlar.net/topic.aspx?id=619223&page=22


Evet müslüman kardeşlerim
ve bu bayan kardeşimiz
Yasemin  
bana şunu söyledi
 " ancak öncellikle bize ait olan
bir web sitesi ve sohbet chat paneli açmamız lazım  " dedi
ve haklıydı
gerçekleri yazabilec eğimiz
bir web sitemiz olmalıydı
ve aşağıdaki linkte amaçları açıklanan
islam-green34 sıtesı açılmadan önce
ilk defa free olarak bütün grup üyelerinin ortak kararıyla
http://www.hatice-kubra.tr.gg
isimli içinde free addonchat sohbet chat
paneli olan  
ve yine içinde islam-karadeniz34
isimli flatcast radyosu bulunan
islam-green34 grubunun ilk web sitesi
açılmış oldu
ve sanal alem ve müslüman gençlik
isimli araştırmalarla ilgili konuların olduğu
http://www.utopya34.tr.gg
web sitesi açıldı
ve bu sitelerim izin açılmasındaki
asıl amaçlarımız nelerdi bununla ilgili
alttaki linki tıklayarak okuyunuz

http://www.islam-green34.com/index.php?topic=6.0

işte bu amaçlarla ilk kez
 http://www.hatice-kubra.tr.gg
web sitesinde islam-green34 grubu çalışmalara
buradaki addonchat panelinde başladı
bu sohbet chat panelinde
sohbet edilmedi panelde toplantılar yapıldı
ve bayan kardeşlerimizin yaptığı planlar gereği
önce listeler hazırlandı
ve ikili ekipler kuruldu
ve her gece önce kısa bir toplantı yapılarak
ikili ekiplerin görev yerlerind e
neler yapacağı tartışıldı
bu islam-green34 grubu sohbet panelinde
her gece sadece bir kişi nöbetçi bırakılarak
grup üyeleri islam-green34 sohbet panelini terk ederek
ikili ekipler olarak görev yerleri olan
çeşitli sohbet chat kanallarına gittiler
bu çeşitli sohbet chat sıtelerı denilen
yerler
aslında uyarılması gereken
müslüman kardeşlerimizin olduğu
yerlerdi
ve uyarılmazsa
ve gerçekler açıklanmazsa
göz göre göre yanlışın içinde olabilece kleri yerlerdi
ve şu şekilde bir çalışma prensiple ri vardı
bunu anlatayım sizlere
bu ikili ekiptekil erden
bayan olan eleman ile
erkek eleman arasında
kesinlikl e duygusal bir bağ yoktu
ve olamazdıda amaçlarımız vardı
ve o amaç için bir araya gelmiştik
ve bende bu iki ekiplerde görev aldım
ve seçilen dini sohbet chat sitesine
girdiğimizde
ilk etapta ikimizde oradakile rle selamlaşıyorduk
daha sonra bayan eleman orada bulunan  kardeşlerimize
tartıştıkları dini bir konu
olup olmadığını soruyordu
eğer bir dini konu yoksa
kendisi yazmak için izin
alıyor
ve bir dini konu yazmaya başlıyor
ve dikkatler i üzerinde toplamaya çalışıyordu
o sırada ben ona bazı sorular soruyordu m
o girdiğimiz sitedekil er bayan eleman ile
benim aynı ekipten olduğumuzu bilmedikl erinden dolayı
bir erkek bir bayana soru yöneltiyor
bayanda yanıtlıyor şeklinde algılıyorlardı
ve bayan eleman konu yazarken rahatsız eden olursa
bayan eleman bana rahatsız edenin
ismini veriyor
ve ben o bayan elemanı rahatsız edenin özeline giriyor
ve onu meşgul ediyordum
bu arada rahat kalan bayan eleman
dini konu yazmaya dikkatler i üzerinde toplamaya devam ediyordu
ve bu arada ikimiz haberleşiyorduk
ve yazılan yazıları değerlendirerek
gerçekten dini konularla ilgilenme k için
orada bulunduğu izlenimi veren
ve samimi-ihlaslı  gördüğümüz
ahlaklı ve dürüst izlenimi veren
bayan veya erkek varsa kanalda ismini not alıyorduk
daha sonra bir fırsat olduğunda
ismini not aldığımız kişinin
özeline giriyordu k
bazen  direkt islam-green34 için çalıştığımızı anlatıyorduk
ve psikoloji k testlerde n bahsediyo rduk  
veya sanal alemdeki bazı olaylarda n bahsedere k
fikir ve düşüncelerini alıyorduk
ve islam-green34 sitesinde n ve amacından bahsedere k
onu islam-green34 sitesine yönlendiriyorduk
islam-green34 sitesinde girincede
oradaki nöbetçi kardeşimiz
ona konular veya testler ile videolarl a
sanal alemin ve bazı dini sohbet chat sitelerin in
dinimize ve gençliğe verdiği zararları anlatıyordu
ve ikna etmeye çalışıyordu
bunun için konular vardı ve linklerle
bu konuların okunması sağlanıyordu
ikili ekiplerin çalışma sistemi buydu
ve 2 yıl bu şekilde mücadele ederek
bir çok gerçekler
müslüman kardeşlerimize aktarıldı
ve ikna edilenler oldu
veya bize yardımcı olmak için
sanal alemde bizim gibi bir grupla
aynı amaçla mücadele etmeye
çalışanlar oldu
ve islam-green34 forum sitesinde ki
sanal alem ve müslüman gençlik araştırmaları isimli konular
çeşitli yazılarla desteklen erek
daha farklı yönlerden sanal alem
ve müslüman gençlik araştırılmaya başlandı
ve çözüm yolları araştırılmaya başlandı
fakat
bizim ikili ekiplerde n Murat ile Leyla
kardeşimizin
birbirler iyle evlilik kararı alarak
bizim ekipten ve sanal alemden
tamamıyla ayrılması
grup çalışmalarımızdaki ilk fireyi oluşturdu
daha sonra grup üyelerinden
bazılarının evlenmesi
bazılarının yurt dışına çıkması gibi nedenlerl e  
gruptan ayrılmasıyla
grup çalışmaları aksamaya başladı
ve grup dağılınca
ara sıra bir araya gelinsede
ikili ekipler kurulamayınca
diğer sohbet chat siteleri gibi
sadece sohbet chat amacıyla
kullanılan yerlere benzemeye başlayınca
islam-green34 grubunun amacına aykırı olduğu gerekçesiyle
kapatılma kararı alındı
Allaha emanet olun
hakkınızı helal edin
inşallah
islam-green34 grubu ile çalışmış olmaktan mutluyum
ve grup çalışmaları esnasında
asla pişmanlık duyacak bir şey yaşamadım
işte en önemliside bu işte benim için
bizler bir amaç için bir araya geldik
ve ortak bir amaç için çalışmak
ve bu amacında gayet mantıklı
ve kudsi bir amaç oluşu
sanırım acı çekmeden pişmanlıklar yaşamadan
sanal alemde ayakta kalmamızı sağladı
yazı grubu üyelerine teşekkür ediyorum
dini sohbet chat kanalımızın
kapatılması benim için çok üzücü oldu
birde üzüldüğüm şey
bizler birbirimi zi kardeşimiz olarak gördük
fakat sohbet chat panelinde birbirimi zi
çok iyi tanıyamadık
sohbet edemedik
ve bu şekildede aranızdan ayrılıyorum
hakkınızı helal edin kardeşlerim
bizim mücadelemizde
başarılı olmamızı sağlayan
ve gece gündüz çalışan
Bayanlar grup lideri
psikoloji konusunda bilgili  
Yasemin kardeşimize ve Yasemin kardeşimizi harfiyen dinleyere k
Yasemin kardeşimizin planlarını
harfiyen uygulayar ak
başarılı olmamızı sağlayan
Erkekleri n grup lideri Fatih-Alparslan
kardeşimize teşekkür ederiz
değerli Müslüman kardeşlerim
sizleri her zaman kardeşim gibi gördüm
ve çok sevdim sizleri
Allaha emanet olun
selamün aleyküm


YAVUZ-SELİM
İSTANBUL

http://www.moonstar34green.tr.gg


 30 
 : Ağustos 16, 2016, 11:06:59 ÖÖ 
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin


İSLAM VE BİLİM DENKLEMİ

Akdeniz Üniversitesi 12 Mayıs 2011

İSLAM ÜLKELERİNDE BİLİMİN GERİLEYİŞİ

Prof.Dr.T imur Karaçay - Başkent Üniversitesi

tkaracay@baskent.edu.tr


İSLAM ÜLKELERİNDE BİLİMİN GERİLEYİŞİ

Bu gezegen üzerinde gelmiş geçmiş uygarlıklar arasında, bilimin Đslâm ülkelerinde en zayıf
olduğu konusunda günümüzde her hangi bir kuşku yoktur. Đçinde bulunduğumuz çağda, bir
toplumun onurlu bir şekilde ayakta durması, doğrudan doğruya onun bilim ve teknoloji deki
gücüne dayandığına göre, bu zayıflığın tehlikele ri ne kadar vurgulans a azdır.
Prof.Dr.M uhammed Abdüsselam
1979 yılı Nobel Fizik Ödüllü
Eğitimin görevlerinden birisi, toplumda biriken bilgi ve değerlerin yeni kuşaklara aktarılmasıdır.
Ancak, toplumun bilgisi kendisine “nakledilen bilgi” den ibaretse, o toplumda bir kuşaktan ötekine
geçişte bir ilerleme olamaz. Toplumun sürekli ilerleyeb ilmesi için, her kuşak kendisine “nakledilen
bilgi” ye yeni bilgiler ekleyerek sonraki kuşağa nakletmel idir. Yeni bilgi ekleyebil mek için, “bilgi”nin
üretilmesi gerekir. Bu düşünce bizi, kaçınılmaz olarak şu sorulara götürür:
• - Neden bazı toplumlar bilgi üretiyor, bazıları üretemiyor?
• - Günümüzde bilgi üreten (dolayısıyla teknoloji üreten) toplumlar nasıl oluştu?
• - Bilgi üretemeyen toplumlar nasıl oluştu?
Kolay yanıtı olmayan bu sorulara, farklı bakış açılarıyla farklı yanıtlar verilebil ir. Verilebil ecek yanıtlar
ancak kitaplar dolduraca k ciddi bilimsel araştırmalarla ortaya konabilir . Bu yazı, böyle büyük bir
iddiayı taşımadığı gibi, konuyu biraz daha daraltara k İslâm ülkelerinde bilgi üretiminin neden geri
kaldığını, güvenilir araştırmacıların ortaya koyduğu düşünceleri özetleyerek vermeye çalışacaktır.
Uzun zamandır siyaset bilimcile ri dünya ülkelerini üç sınıfa ayırırlar: gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan
ülkeler ve gelişmemiş ülkeler. Ulusal gelirden kişi başına düşen oranları esas alarak dünya
2
coğrafyasına baktığımızda, bu sınıflandırmaya çekincesiz katılabiliyoruz. Bu sınıflandırmada İslâm
ülkelerinin yerlerini belirleme k istediğimizde, petrol zengini olanları dışlarsak, geri kalanları
gelişmemiş ülkeler sınıfına koymakta tereddüt etmiyoruz . Bu tabloda Türkiye’nin yeri istisnai bir
durumdadır ve o istisnayı yaratan nedeni, onun yönetim biçiminin bir İslâm devleti olmayışında
aramak yanlış olmayacak tır.
Gelişmişliği, bilgi üretim düzeyleri ile sınıflandırmak için İslâm ülkelerine topluca baktığımızda, bu gün
hiç birisinde bilgi üretiminin gelişmiş ülkelerin ulaştığı düzeyde olmadığını görüyoruz. Petrol zengini
olan İslâm ülkeleri de bu kategori içindedir. O zaman karşımıza çıkan soru şudur?
- Neden İslam coğrafyasında bilimsel devrim olmadı?
Bu soruya doğru yanıtlar arayan çok sayıda bilim adamı vardır. 18-inci ve 19-uncu yüzyılın batılı
oryantali stleri, İslam dünyasındaki bilimsel hareketle ri görmezden geldiler. Bunun nedeni şu gerçeğe
bağlanıyor: Avrupa, bilim ve teknoloji de (dolayısıyla askerlikt e) kesin üstünlüğünü kurana kadar, İslâm
dünyasını kendisine yönelik bir tehdit olarak görmüştür. Özellikle, Hıristiyan teolojisi nin İslama
karşıtlığı bilinçli bir güdüm altında sürmüştür. Bir bakıma, islamın kendi yerini almasını engelleme k
için ortaya koyduğu refleksti r. Ancak 20-inci yüzyılda, batılı bilim adamları İslam bilimini tarafsız
incelemey e başlamışlar ve sonuçta, İslamın altın çağı dediğimiz 8-inci ve 12-inci yüzyıllar arasındaki
döneme haklı övgüler yağdırmışlardır.
Sorumuzun yanıtı islâm ve hıristiyan toplumlarında bilgi üretiminin karşılaştırmalı tarihinde yatar.
Henüz, doyurucu karşılaştırmalı bilim tarihi araştırmaları ortada yok. Ama 20-inci yüzyıl
araştırmacılarının ortaya koyduğu gerçekler bize yeterli ışık tutacaktır.
Bilim Nedir?
Bilimin yüzlerce tanımını bulabilir siniz. En genel biçimiyle, bilim, sistemati k bilgiler topluluğudur. Bu
tanım esas alınırsa, bilginin nasıl üretildiği sorusuna yanıt vermek gerekir. Felsefe açısından, bilgi
üretiminde iki yol izlenir:
1. Tümdengelim
2. Tümevarım
Tümdengelim: Tümdengelim, genel bir yasadan özel sonuçlar çıkarma işidir. Örneğin, “Düzlemsel bir
üçgenin iç açıları toplamı 180 deredir.” diyen yasadan “İkizkenar bir üçgenin iç açıları toplamı 180
3
derecedir .” diyen özel sonucu çıkarabilirsiniz. Bu çıkarımı deney ve gözlemle yapmayız; yani, çok
sayıda ikizkenar üçgen çizip onların iç açılarını ölçmeyiz. Doğrudan mantığın p  q çıkarım kuralını
kullanırız. Bu çıkarımda her deney ve gözlemde kaçınılmaz olarak oluşan hatalar yoktur; bizi kesin ve
doğru sonuca ulaştırır. Bu sürece akıl yürütme (logical reasoning) diyoruz. Matematik te teorem diye
ifade ettiğimiz yasalar böyle elde edilir. Tabii, bir matematik sel sistemin temelinde aksiyomla r yatar.
Onlar, ispat edilemeye n varsayımlardır. Bütün matematik sel yapı onlara dayanır. Aksiyomla
değiştirdiğimizde, farklı bir matematik sel yapı ortaya çıkar. Bunun tipik örneğini, farklı geometril erin
ortaya çıkışında görüyoruz. Öklit Geometris i, bir doğruya dışındaki bir noktadan bir
ve yalnızca bir tane doğru çizilebileceği aksiyomun u kabul eder. Öklit’in beşinci
postülatı ya da paralelle r postülatı diye bilinen bu kuralı ispatlama k için, dünyanın en zeki insanları
2000 yıl boyunca boşuna uğraştılar. Hiç biri ispatlaya madı. Sonunda, 19-uncu yüzyılın ilk yarısında
birbirler inden habersiz olarak Macar matematikçi János Bolyai ile Rus matematikçi Nikolai Ivanovich
Lobachevs ky, Öklit’in beşinci postülatı yerine “Bir doğruya dışındaki bir noktadan
sonsuz sayıda paralel doğru çizilebilir.” aksiyomun u koyarak hiperboli k
geometri’yi kurdular. Tabii, bu yol açılınca, Öklit’in beşinci postülatı yerine “Bir doğruya
dışındaki bir noktadan hiç bir paralel doğru çizilemez.” aksiyomun u
koyan parabolik geometri de ortaya çıktı. Şimdi ortaya çıkan üç geometri sistemini n her biri kendi
içinde tutarlıdır; yani bir sistem içinde elde edilen teoremler birbirler iyle çelişmez. Ama farklı
sistemler içinde aynı hipotezle r farklı sonuçlara götürür. Başka bir deyişle, her hangi bir aşamada
ulaştığımız yasa (sonuç) en başta varlığını kabul ettiğimiz aksiyomla ra dayanıyor. O demektir ki, en
başa sistemin değişmez temel yasalarını koyuyoruz . Her sonuç o yasalarda n ya da o yasalarda n çıkan
başka sonuçlardan elde ediliyor. Çıkarım işlemi, mantık biliminin kurallarına uygun yapıldığı sürece,
sistem içindeki bilgiler arasında çelişki olamaz. Bu tür bilgi sistemler ine tümdengelimli diyoruz.
Matematik tümdengelimli bilgiler topluluğudur. O nedenle, bir matematik sistem içinde çelişki
doğamaz.
Öte yandan, değişmez yasaların başlangıçta kabul ediliyor olması nedeniyle, tümdengelimli bilgiler,
bilimsel bilgi olarak kabul edilmez. Çünkü kabul edilen temel yasaların (aksiyomla rın) gerçekliği
doğrulanamaz.
Dinler de öyledir. Her din, en başa değiştirilemez yasalarını koyar. O yasaları doğrulayamazsınız. Ama
bir dine inanan kişi, o yasaları sorgusuz kabullenm iş olur. Ahlak kuralları da öyledir. Bir toplumun
benimsediği ahlak kurallarının doğruluğu ispatlana maz. Ama toplumu biçimlendirir. Farklı toplumlar
farklı ahlak kurallarını benimseye bilir. Evrensel ahlak kuralı yoktur.
Bu nitelikle ri nedeniyle, tümdengelimli bilgiler, bilimsel bilgi olarak kabul edilmez. Bundan çıkan
sonuç şudur:
Dini bilgiler ve ahlak kuralları bilimsel bilgi değildir.
4
Tümevarım: Tümevarım, fizik, kimya, biyoloji gibi temel bilim dallarında bilimsel bilgi üretiminin asıl
yöntemi olarak kabul görür. Deney ve gözlemlerden elde edilen sonuçlardan genel doğa yasalarını
çıkarmaya çalışır.
Temel bilimler doğanın gizlerini arar. Dolayısıyla, doğaya ait gerçeklerin var olduğunu kabul ederek
yola çıkar. Gözlemlere ya da sezgilere dayalı hipotezle r kurar. Ondan sonra hipotezle rini bıkmadan,
usanmadan denemeye, gözlemeye başlar. Deney ve gözlemlerden çıkan sonuçları yasalaştırmaya
çalışır. Yasalar genelleşerek kurama dönüşür. Biliminsa nını sıradan insanlard an ayıran mihenk taşı
buradadır. Çok sayıda deney ve gözlem sonucuna bakarak, oradan doğanın bir yasasını çıkarmak
sıradan bir iş değildir. Elbette, bu işi yapabilme k için yeterli bilgi birikimin e sahip olmak yanında her
insanda olmayan bir yaratıcı akıl gücüne sahip olmayı da gerektiri r. Örneğin, antik çağlardan beri
yıldızların hareketle ri gözlenmekte ve gökyüzü haritaları hazırlanmaktadır. Bu günkü astronomi
bilgileri mize sahip olmayan birisinin, sözkonusu gökyüzü haritalarını inceleyer ek Kepler’in gök
cisimleri nin hareketle rini belirleye n yasalarını ortaya koyması bekleneme z. Bunu yapabilen kişi,
doğanın bir yasasını açığa çıkarabilen ve bir teori kurabilen biliminsa nıdır.
Bütün bu aşamalarda, biliminsa nı, ulaştığı sonuca giden hipotezle r ile yaptığı deney ve gözlemleri
bütün ayrıntılarıyla ortaya serer. Ondan sonra, dünyanın dört bir yanındaki biliminsa nları, ortaya
konan yasa ya da kuramı aynı hipotezle r altında tekrarlam aya başlarlar; aynı sonuca varıp
varamayac aklarını denerler. Bu demektir ki, bilimsel bir yasa ya da kuram isteyen herkes tarafından
tekrarlan abilir olmalıdır. Bu tekrarların asıl hedefi yasayı doğrulamaktan çok, yanlışlamaktır1
. Eğer
birisi aynı hipotezle r altında yasanın söylediği sonucun çıkmadığını gösterebilirse, o yasa bilimsel olma
sıfatını yitirir. Tabii, yasayı yanlışladığını söyleyenin yaptıklarının da tekrarlan abilir ve her tekrarda
aynı sonucu veriyor olması gerekir.
Bilimsel bilgi üretiminde deney ve gözlemin asıl yöntem olarak kabulü, bu güne dek elde edilen çok
sayıda doğa yasasını ortaya koyan sağlam bir yöntemdir. Özellikle, tekrarlan abilir ve yanlışlanabilir
oluşu, ona bilimsel bilginin gücü dediğimiz üstün bir nitelik kazandırmaktadır. Ancak, bazı deney ve
gözlemler tekrarlan amaz. Örneğin bir deprem tekrarlan amaz. Milyon yıllar öncesine ait bir fosil tekrar
yaratılamaz. Bu durumlard a, mukayese ve mantıksal çıkarım yollarına başvurulur. O nedenle, bilimsel
bilgi üretimini yalnızca tekrarlan abilen deney ve gözleme dayandırmak, konuya aşırı sınır koymak
olur.

1
 Karl Popper’in yanlışlama (falsifica tion) ilkesi.
5
Antik çağ Yunan Felsefesi
MÖ 300 lü yıllarda doruğa çıkan Eski Yunan bilim anlayışı, farklı doğrultular içermekle birlikte
doğayı, maddeyi, canlıyı ve insanı bilebilme k için uğraşmıştır. Günümüzdeki mantık, matematik,
felsefe, fizik ve biyoloji’nin temelleri nin o zaman atıldığı kuşkusuzdur. Platon, Aristo, Öklit, Batlamyüs
ve Galenos gibi adların temsil ettiği Yunan bilim ve felsefesi, gerçeğin peşinde koşar. “Akıl melekesi”
öndedir, el becerisi (uygulama) geri plandadır. Başka bir deyişle, bilgi üretiminde güdülen amaç,
bilgiyi tekniğe, uygulamay a dönüştürmek değildir. Fizik ve metafizik, karşılaştığı sorulara rasyonel
yanıtlar arar, bulduğu yanıtları sergiler. Özetle, hedef, doğayı bilebilme ktir.
Önce İslam uygarlığının sonra batı kültürü dediğimiz egemen kültürün temelini oluşturan antik yunan
felsefesi çok incelenmiştir ve bu yazının konusu değildir.
Ortaçağ Hıristiyanlığı Bilime Karşı
Eski Yunan bilim anlayışı, Hıristiyanlığın Avrupada yayılmasıyla uzun sureli bir kesintiye uğramıştır. 14
yüzyıl süren bu uzun kesintiyi yapan ve sonunda “ortaçağ karanlığı” diye adlandırılan dönemi yaratan
etmenin kilise olduğu şüphe götürmez. Bilgi üretiminin kesintiye uğradığı bu dönemin avrupada
Rönesansa kadar sürdüğünü biliyoruz . Elbette Rönesans aniden ortaya çıkmadı; ortaçağ karanlığını
yaratan kiliseye başkaldıran düşünceler, gene o kilisenin mahzenler inde yeşermeye başladı.
Rönesansı yaratan asıl etmen, insan aklına vurulan prangaya yapılan başkaldırıdır. O, ondört yüzyıl
süren uzun ve trajik bir öyküdür.
Her inanç kurumunda köktenciler kolayca türemiştir ve onlar daima aklın özgürlüğüne karşı
durmuşlardır. Köktenciler, bağlı oldukları dinin ortodoksl arıdır; inançsız saydıkları kişileri tanrı adına
cezalandırmayı kendileri ne tanrı tarafından verilmiş bir görev sayarlar. Bu olgu her inanç kurumunda
yaşanmıştır. Ancak, köktencilere bu ortamı ya da olanağı sağlayan süreci doğru tanılamalıyız. O süreci
yaratan gene inanç kurumunun kendisidi r.
Konuyu önce Hıristiyan teolojisi açısından ele alacağız. Kilisenin apaçık amaçları şunlardı:
• Toplumların düzeni kilisenin koyduğu kurallara (dogmalara) uyacak şekilde
biçimlendirilmelidir. Bunun için ibadet, yemek, evlilik, seks, çalışma gibi bireyin yaşamına
etkiyen her alanda kilise kural koymuş ve koyduğu kuralları gerektiğinde şiddet kullanara k
uygulatmıştır.
• Kilise kuralları tanrının buyruğudur; asla sorgulana maz; ona karşı gelinemez .
• Ortaya konulan kurallard an birinin ihlaline bile göz yumulamaz . Çünkü, bir kuralın ihlal
edilebilm esi, ötekilerin de ihlal edilebile ceği sonucunu doğurur. Böyle olması kilise
otoritesi nin çökmesi anlamına gelir.
6
• Özellikle, özgür düşünceye yol açacak bilim kesinlikl e yasaktır. Evrenin gerçeklerini zaten
kutsal kitap ve onun tercümanı kilise ortaya koymaktadır.
Hıristiyan ortodoksl uğu, Rönesanstan önceki 1000 yıl boyunca Avrupa’yı bu katı kurallarl a
yönetmiştir. Ortaya koyduğu kurallar zinciri, giderek, batıl inançlara dönüşmüştür. Aklın özgürlüğüne
gem vurmuş, bilgi üretimini ve bilimin gelişimini engellemiştir. Kendi öğretisi dışında kalan bilginin
öğretilmesini şiddetle bastırmıştır. Dini mahkemele r (engizisyo n mahkemele ri) onbinlerc e kişiyi
sorgudan geçirmiş; çoğunu işkenceyle ve ölümle cezalandırmıştır.
Sonuçta toplumlar, yüzyıllarca süren din bağnazlığının esiri olmuştur. Bu gün hepimize apaçık
görünen bilgileri ortaya koyanlar şiddetle ceza gördüler. Hıristiyanlığın karşı çıktığı bilimsel
gerçeklerden bazıları tipiktir ve artık ilkokulla rın öğretim programına girmiştir. Bazılarını anımsamak,
konuyu açıklamaya yetecekti r.
Wycliffe adlı bilgin, fosillere dayanarak dünyanın yaşının bir kaç yüz bin yıldan çok olduğu görüşünü
ileri sürdü. Bu söylem kutsal kitabın söylemiyle uyuşmuyordu. Başpiskopos Ussher, dünyanın
kuruluşunun M.Ö. 23 Ekim 4004 Pazar günü saat 09:00 olduğunu, İncil’i inceleyer ek hesapladığını
söyledi. Sonra, o zaman ölmüş olan Wycliffe’in kemikleri nin mezarından çıkarılarak parçalanıp denize
atılmasını emretti. Böylece, münafıklık mikropları dünyadan temizlene cekti.
Kilise, ikinci yüzyılda İskenderiye’de yaşayan Claudius Ptolemaeu s (Batlamyus)’ün ortaya koyduğu
dünya-merkezli (geocentri c) evren modelini Hıristiyan ve İslam teolojile ri esas aldılar. 1540 yılında
Nicolaus Copernicu s (1473-1543) , güneş-merkezli (heliocent ric) evren modelini ortaya koyana kadar,
bu modelin toplumlar ca benimsene n bir alternati fi ortaya çıkmadı. [Aslında, Copernicu s’tan çok
önceleri antik Yunan, Hint ve İslam bilginler i arasında evrenin yer merkezli olmadığına işaret edenler
çıkmıştır2,3,4. ] Hıristiyan teolojisi ni sarsan Copernicu s, dünyanın ve diğer gezegenle rin güneş
etrafında döndüklerini söyleyen teorisini ancak ömrünün sonlarında yayınlayabilmiştir. Çünkü kilise,
geocentri c modeli benimsemişti ve onun aksini düşünenler engizisyo n mahkemesi nce ölüme
mahküm edilirdi. Gerçekten, kilisenin kinden farklı görüşleri savunduğu için Galileo Galilei (1564-
1642) ’nin engizisyo n mahkemesi nce cezalandırılışına Bernard Show şu yorumu getiriyor:
Tek başına bakıldığında, hangi evren modelinin seçildiği konusu, aslında kiliseyi bu denli gazaba getirmesi
gerekmeye n basit bir fiziksel gerçek gibi görünüyor. Ama, kilise otoritesi daha derin düşünür. Çünkü
Hıristiyan teolojisi bir yandan İbrani yazıtlarına ve antik Yunan felsefesi ne uzanır; öte yandan İsa’nın göğe
çıkışını anlatır. Evren modelini yıktığınız zaman, tanrı kelamı kabul edilen kutsal kitapları yazanın evreni
bilmediği sonucuna ulaşılır. O nedenle, kilisenin evren modelinin değiştirilmesine hoş görüyle bakması
bekleneme z.

2
 Yunanlı matematikçi ve astronom Sisamlı Aristarch os(M.Ö.310-230)
3
 İslam Bilgini Nasureddi n Tusi (1201-1274)
4
 Uluğ Bey’in Doğancıbaşı Ali Kuşçu (1403-1474)
7
Andrew Dickson [5], Hıristiyanlıktaki batıl inançlara ilginç örnekler veriyor. Onlardan bazı alıntılar
yapmak, İslamlığa giren batıl inançlara benzerliğini ortaya koyacaktır:
Dünyanın yuvarlak olduğu tezine şiddetle karşı duran teologlar şöyle diyordu: Dünyanın öteki
tarafında ağaçlar aşağı doğru büyüyecek ve yağmurlar yukarı doğru mu yağacak? Buna inanacak
kadar akılsız insanlar olabilir mi?
Aziz Paul: “Bütün hastalıkları iblisler yaratır.”
Origen: “Açlığa, kısırlığa, havanın bozulmasına, salgın hastalıkların yayılmasına yol açanlar
cinlerdir . Cinler, alt atmosferi n bulutları arasına gizlenere k dolaşır ve kendileri ni tanrı
olarak gören kâfirlerin sunduğu kan ve tütsülere gelirler.”
Aziz Augustin: “Hıristiyanların bütün hastalıkları cinlere atfedilme lidir; en çok da yeni vaftiz olmuş
hıristiyanlara ve hatta yeni doğmuş masum bebeklere eziyet çektirmektedirler.”
Papa V.Pius: “Vücut zayıflıkları günahtan kaynaklanır. Günahtan arınmak için bir maneviyat tedavisi gerekir”
emrini Verdi. Bunun üzerine şifalı kutsal nesnelere sahip olduğu bildirile n kilise ve manastırlara
muazzam paralar aktı.
Kilise: “Çiçek ve kolera gibi bulaşıcı hastalıklar İlahi Takdir’indir. O hastalıklara karşı aşılanmak, hastalığı
savuşturmaya kalkışmak Tanrıyı daha çok kızdırır.”
Kilise: Kadavrala rın kullanılması yasaklaya rak bilimsel tıbbın gelişmesi engeller.
Kilise. “Kuyruklu yıldızlar, adalet mahkemesi nde Tanrının günahkar dünyaya salladığı infaz kılıcı yerine
geçen ateş toplarıdır. 17.yüzyılın sonuna kadar, astronoml ar içtikleri ant yüzünden, kuyruklu
yıldızların bilinen fiziksel yasalarla hareket eden gök cisimleri olduğu gerçeğini söyleyemediler.
1705 yılında Edmond Halley, şimdi kendi adıyla anılan kuyruklu yıldızın yörüngesini Newton
ve Kepler yasalarını kullanara k buldu. Ayrıca kuyruklu periyodun u da hesapladı ve yıldızın
76 yıl sonra tekrar görüneceğini söyledi. Halley’in hesaplarının doğruluğu, o zamanden
beri hep gözlenebildi.
Cadılar: Aziz Augustin: “Fırtınalar şeytanın işidir.” Papa XIII.Greg ory: Şeytan kovmak için
fırtınalı günlerde çan çaldırdı. Papa VIII. Innocent : 1484 yılında büyücü kadınların kasırga,
don, dolu, sel gibi afetlerin oluşmasında rol otnadıkları gerekçesiyle cadı avı başlattı.
Binlerce kadın işkenceye tabi tutuldu.
Paratöner: Çevrelerindekilere daha yüksek olan kilise binalarını sık sık yıldırım çarpıyordu. Sonunda,
kilise yıldırımın şu beş günahın sonucu olduğunu ilan etti: pişman olmamak, şüphecilik,
kiliseler in onarımını ihmal etmek,din adamlarına ödenen aşar vergisind e hile yapmak.
1750-1783 yılları arasında Almanya’da 400 kilise yıldırımdan hasar gördü, 120 çancı
8
yaşamını yitirdi. 1752 yılında Benjamin Franklin, yıldırımın bir elektrik akımı olduğunu
keşfetti ve binaları korumak için paratöner kurulmasını önerdi. Boston’da kiliseler
paratöner kullanmay a başladı. Ancak 1755 yılında Massachus setts’de meydana gelen
depremin sorumluluğu Benjamin Franklin’in paratönerlerine yüklendi.
Ortaçağ hıristiyanlığının aklın özgürlüğünü bastırmak için yaptıklarının listesi çok uzundur. Listeyi
uzatmak yerine, Avrupa halklarının geçmişten iyi ders aldıklarını vurgulama k daha öğretici olacaktır.
Bu gün Avrupa halkları, hiçbir toplumda olmadığı kadar din ile devlet işlerinin ayrımına duyarlıdır. Bu
duyarlılığın kilise üzerindeki etkileri büyük olmuştur. Kilise artık geçmişteki hatalarından dikkatle
sakınmakta ve hatta geçmişte yaptığı hatalar için özür dilemekte dir. Bunun iki önemli örneği Vatikan
kilisesin in Galileo’dan ve Anglikan kilisesin in Darwin’den özür dileme anlamına gelen açıklamalarıdır.
Galileo’dan özür: 9 Mayıs 1983 günü özel bir törende Papa II. John Paul Galileo’nun engizisyo n
mahkemesi nde yargılanıp ömür boyu evinde mahküm edilmesi için özür sayılan şu mesajı
yayınlamıştır:
“Galileo olayı sırasında ve sonrasında edindiği deneyim, Kilise’nin daha olgun bir tutum
içine girmesine yol açmıştır. …Mütevazi ve sürekli bir incelemed en sonra, kilise inancın
temelini, belli bir çağın bilimsel sistemler inden ayırmayı öğrenmiştir.”
Darwin’den özür: Darwin’in 1859 yılında yayınlanan “türlerin Kökeni” adlı yapıtı bütün inanç
kurumlarının şiddetli tepkisine neden oldu. Çünkü inanç kurumlarının dayandığı temel ilke
“yaratılış” inancıdır. Darwin ise, bu inancın yerine “evrim”i koymuştur. Çatışma kaçınılmazdı.
Ne var ki, gene toplumsal bilinç, kiliseyi yola getirdi. Darwin’i aforoz etmiş olan Anglikan
kilisesi, onun doğumunun 200-üncü yılı bağlamında Eylül 2008 tarihinde şu mesajı yayınladı:
“Seni yanlış anladığımız, sana karşı gösterdiğimiz ilk tepkide hatalı oluşumuz ve bu sebeple
başkalarının da seni yanlış anlamasına yol açtığımız için özür dileriz.”
Güneş-merkezli evren modeli evrene bakışımızı, evrim kuramı ise canlılığa bakışımızı kökünden
değiştirdi. Her ikisine de inanç kurumları başlangıçta şiddetle karşı çıktı. Sonra toplum baskısı altında
kalan hıristiyan teolojisi her iki kurama daha hoşgörülü bakmaya başladı. Ancak, inanç kurumlarının
karşı durduğu üçüncü büyük kuram Einstein’in 1904 yılında ortaya koyduğu görelilik kuramıdır. En
azından cennet ile cehennemi n evrenin neresinde olduğu konusunda kafaları karıştırdığı için, inanç
kurumları henüz Einstein’dan özür dileme noktasına gelemedil er.
Görünüş odur ki, bilimin alanı genişledikçe, teolojini n alanı daralıyor. Çatışkılar devam edecektir; ama
sonunda kazanan bilim olacaktır.
9
İslamın Altın Çağı
8-inci ve 12-inci yüzyıllar arasında müslüman düşünürlerin, Yunan bilim ve felsefesi nin etkisinde
olduğu görülüyor. O nedenle, islâm dünyasında bilgi üretimi ve eğitim kilise etkisinde ki hıristiyan
dünyasından farklı bir gelişim çizgisi izledi. Mezopotam ya ve Mısır uygarlıklarından miras kalan çok
zengin bir kültüre sahip olan ortadoğu, ayrıca, Yunan ve Bizans’tan gelen eğitim görenekleri yanında
İran ve Hint eğitim görenekleriyle de tanıştı; onları harmanladı. Bunun sonucu olarak ortadoğuda çok
verimli bir bilim ortamı oluşmaya başladı. İslam bilimi bu zengin kültürün üzerinde yeşermeye
başlamıştı. Abbasiler döneminde (750-1258) bilginler in önü açılmıştı. Bağdat dünyanın bilim merkezi
olmuş, bilginler bu merkezde toplanmay a başlamıştı. Beytü’l Hikme (Abbasi halifesi Me'mun
tarafından 830'da Bağdat ta kurulan kütüphane), Yunan, Latin, İran kültürü gibi farklı kültürlerin
arapça çevirilerini içeren büyük bir kütüphane ve bilim merkezi oldu. MÖ 300 lü yıllarda var olan
İskenderiye kütüphanesinin rolünü oynayabil ecek hale geldi. Francis Ghiles [1] Nature dergisind eki
makalesin de bu durumu şöyle özetliyor:
“Bin yıl önce Müslüman bilimi doruk noktasında iken bilime ve özellikle matematik ile tıbba çarpıcı
katkılar yaptı. İslam dünyası görkemli günlerinde Bağdat’ta ve Güney İspanya’da binlerce kişinin akın
ettiği üniversiteler kurdu. Yöneticiler çevrelerini bilim adamı ve sanatçılarla doldurdul ar. Museviler,
Hıristiyanlar ve Müslümanlar özgürlük ruhu içinde yan yana çalışabildiler. Bu gün tüm bunlar birer anıdan
başka bir şey değildir.”
Beytü’l Hikme, Mogolların istilasıyla, 1258 de Hülagû Han tarafından yakılmış, Bağdat sokaklarında
binlerce kişi katledilm iş, bilim adamları bölgeyi terketmiştir. Beytü’l Hikme dışında başka bir bilim
merkezi olmadığı için, ortadoğuda İslâm o tarihten sonra bilgin ve filozof yetiştiren ortamdan yoksun
kaldı. Bunun sonucu olarak, İslâmın Altın Çağı (İslam Rönesansı) diye adlandırılan bu parlak dönem,
meyveleri ni veremeden kapanmış oldu. Bu olgu, kuşkusuz, yalnız İslam kültürü için değil, dünya
kültürü için de büyük bir kayıptır. Ama İslamın Altın Çağı’nı kapatan başka nedenler de vardır.
İslam bilimini gerileten nedenler arasına, kuşkusuz, Haçlı seferleri ve Moğol istilası gibi askeri
etmenleri de katmak gerekir. Köktencilere göre, İslamda bilimin gerileyiş nedeni İslami değerlerin
yokolmasıdır. Elbette, İslam dünyasında siyasi istikrarın sağlanamayışı tek başına önemli bir etkendir.
Bunlara toplumsal ve ekonomik nedenleri de katmak gerekir. Öyleyse, İslamda bilimin gerilemes i tek
bir nedene bağlanamaz. Gerilemen in ağırlıklı nedenini askeri yenilgile re bağlamak alışkanlığı vardır.
Bu alışkanlığın da çok gerçekçi olmadığını söylemeliyiz. Çünkü, istilacı ordu sayıca sınırlıdır ve işgal
kalıcı olursa, zaman içinde istilacı, farkına varmaksızın yerel kültürle kaynaşır.
Bu durumda, gerilemen in başlıca neden(ler)ini belirlerk en, belgelere dayalı tarih araştırmalarına
güvenmek daha doğrudur. Geçen yüzyıl içinde, İslam bilimi ve toplumu ile ilgili çok sayıda güvenilir
10
tarih araştırmaları yapılmıştır. Bu araştırmalar şu gerçeği ortaya koyuyor: İslam biliminde gerilemen in
başlangıcı ile İslamda köktenciliğin ortaya çıkışı eş zamanlıdır. Katı softalık, hoşgörüsüzlük ve fanatikli k
güç kazandıkça biliminsa nlarının oyun alanı daralmış, sayıları azalmış ve giderek bilim gerilemiştir.
 Peki ama, katı softalık islamda nasıl ve neden ortaya çıktı? Buna verilecek yanıt, islamda köktenciliğin
ortaya çıkışının ve önlenemez gelişiminin, öteki inanç kurumlarındaki gelişim çizgisini izlediğidir.
İnancın dogmalarıyla, özgür aklın ortaya koyduğu gerçeklerin bağdaştırılması gibi zor bir görev her
dinde yaşanmıştır. Hemen her inanç sistemind e, başlangıçta yapılan şey şudur: Akli bilgi ile vahyi
bilgi karşı karşıya gelince, geçiş hakkı daima vahyi bilgiye tanındı. Bu olgu, sonunda bilimsel gelişmeyi
durdurdu. Hıristiyanlıkta ortaçağın oluşmasını yaratan neden, İslamın altın çağını sona erdiren
nedenle aynıdır.
İslamlığın erken dönemlerinden başlayarak, kadercile rle özgür iradenin savunucul arı sonu gelmez
tartışmaların içine düştüler. Aristotel es’in mantık kurallarıyla donanan ve aklın özgürlüğünü savunan
“Kadâriler” insanın, önünde duran bir çok seçenekten istediğini seçebileceğini, Kur’andaki bazı
ayetlerle savunuyor lardı. Bu doktrin açıkça kaderciliğe karşıdır ve aynı zamanda politik içeriklidir.
Çünkü, bu doktrin “zalim” nitelemes ini verdikler i Emevi yönetiminin, toplumun kaderi imiş gibi kabul
edilemeye ceği anlamını özünde taşıyordu. Bu olgu, adaletsiz liğe karşı isyan hakkını içinde barındıran
devrimci bir İslam anlayışıdır. Bu anlayışın karşısında “Cebriye” denilen bir mezhep oluştu. Aslında
Cebriye üç ayrı mezhepten oluşur: Cahmiye, Naccariye ve Zirariye. Cebriye mezhebini n mensupları
her olayın tanrının emriyle olduğuna inanan katı kadercile rdi. Emeviler, kendi egemenlik lerini tehdit
eder gördükleri için, özgür iradenin savunucul arı olan Kadârilere büyük darbe indirdile r ve liderleri
olan Ma’bed Cuhani’nin kafasını uçurdular. Büyük baskı altında kalmasına rağmen, Kadâri doktrini
ortadan kaldırılamadı, zamanla Mu’tezilecilik (sıra dışılık) hareketin e dönüştü. Sekizinci yüzyılın
başlarında Vasil İbn Ata Mu’tezilecilik okulunu kurdu. Cebriye mezhebini n katı köktenciliğine karşı
duran Mu’tezilecilik, islamda inançla aklı bağdaştırmayı amaçlayan bir doktrin olarak varlığını hep
sürdüregelmiştir. Özellikle Abbasiler döneminde etkili oldular. Bu düşünce akımının düşünce
alanlarının ne denli geniş ve özgür olduğunu gösteren aşağıdaki örneği vermek uygun olacaktır.
Mu’tezileci doktrin, mantığın vahiy kadar önemli olduğunu savunarak, akli bilgi ile vahyi bilginin
uyuşmazlık gösterdiği yerlerde, Ku’rana güncel yorum getirerek akli bilgiyi öne çıkaran pratikler
geliştirmişti. Elbette karşı görüş, bu pratiği kutsal kitaba saygısızlık olarak yorumluyo rdu. Mu’tezile
doktrini bunu şu zekice düşünceyle savuşturuyordu: Ku’ran ezeli değildir, Tanrı tarafından
11
yaratılmıştır. Eğer Ku’ran ezeli ise; yani onu Tanrı yaratmadıysa, ezeli Ku’anı yaratan başka bir Tanrı
olmalıdır. Böyle olması Tanrı’nın birliğine aykırıdır. Bir başka dayanakla rı da şuydu: Ku’ran Musa’nın
sözlerini içeriyor. Musa dünyevi bir yaratıktır. Ezelden gelen bir kitap, sonradan gelen birinin sözlerini
nasıl içerebilir?
Günümüzde ilahiyatçıların sözlendirmeye cesaret edemediği bu tartışmanın özünde yatan şey şudur:
Mukaddes kitap ezeli değildir; o halde ayetler günün şartlarına göre yorumlana bilir.
Pervez Hoodbhoy, bu akımı şöyle yorumluyo r: Mu’tezilecilik, islam karşıtı ya da islamın dışından gelen
bir doktrin değil, doğrudan doğruya islamın içinden gelen devrimci bir görüştür.
Mutezilec ilere karşı duran akımın öncüsü, eski bir rasyonelc i olan Ebu Hasan el-Aşari’dir. Köktenci
Sünni İslam’ın düşünce sistemini yerleştiren Aşari Tanrı’yı insan biçiminde betimliyo r:
“Tanrı’nın tahtına sağlam biçimde yerleştiğini kabul ediyoruz. Nasıl olduğunu sormadan, Tanrı’nın iki eli
olduğunu kabul ediyoruz. Nasıl olduğunu sormadan, Tanrı’nın iki gözü olduğunu kabul ediyoruz. Nasıl
olduğunu sormadan, Tanrı’nın bir yüzü olduğunu kabul ediyoruz. O’nu duyup gördüğümüzü
doğruluyoruz.”
Bu görüşe karşı çıkan mu’tezileciler Tanrı’yı şöyle betimliyo r:
“O ne bir vücut, ne nesne, ne hacim, ne şekil, ne et, ne kan, ne kişi, ne de maddedir…. Duyuların ona
erişemeyeceği gibi, insan o’nu herhangi bir şeye benzetere k betimleye mez… Gözler O’nu göremez,
görüş O’na ulaşamaz [Arberry], [Guillaume].
Hem Şiileri hem Sünnileri kapsayan Mu’tezileci doktrin üstün gücüne erişmişken, neden İslamda
doktrin kavgalarına son veremeyip çöküşe geçti? Hoodbhoy’un buna yanıtı şudur: Mutezilec ilik
doktrinin in, inancın akılcı bir temelini oluşturduğu kabul edilebili r. Ancak kesin olarak red edilmesi ve
yokedilişi iki nedene dayanır. Birincisi, devlet erkine erişmeleri onlara dürüstlük ve hoşgörü yolundan
sapmalarına fırsat verdi. Çünkü tarih boyunca baskı normal bir yönetim aracı oldu. Bu aracı kullanan
halifeler e yakın olan mutezilec iler de halifeler in hoşgörüsüzlüğüne alet oldular. İkincisi, akıl ile
vahiy’in bağdaştığını söylemelerine rağmen, pratikte kaçınılmaz olarak akli bilgiyi vahyi bilgiye üstün
tuttular. Örneğin, Ku’ranın ezeli olmadığı gibi görüşler dini dogmaya ciddi tehdit oluşturuyor ve
dolayısıyla kendi karşıtını kolayca yaratıyordu.
12
Sünni Halife el-Mütevekkil (9.yy) döneminde tutucu kesim büyük bir güç kazandı. Şiiler ve
mu’tezileciler tüm yönetim kademeler inden temizlend iler, işkence gördüler ve büyük ölçüde
yokedildi ler. Akılcılığı benimseye n bilginler yavaş yavaş ortadan yokoldula r. Bu olgu, İslamda akli bilgi
ile vahyi bilgiyi birleştirme hareketin in sonu oldu. 19-uncu yüzyıl reformcul arının cılız ve bireysel
çabaları dışında, İslam’da bu yönde ciddi düşünce akımları oluşmadı.
Zaman zaman İran, Moğol, Selçuklu ve Haçlı ordularının tehdidi altında kalan Emeviler ve Abbasiler
müslümanlığın yayıldığı geniş topraklar da merkezi bir otorite kuramadılar. Merkezi otoriteni n
olmadığı yerlerde yetişen Fârâbî (879-950), İbn Sînâ (980-1037) ve İbn Rüşd (1126-1198) gibi filozofla r
islamî öğretiyi bilim ve felsefeni n akılcı öğretisiyle birleştirmeye uğraşıyordu. Bilginin tevhidi diye
adlandırılan bu akımın düşünürleri, kendi önlerine ördükleri bu duvarı aşamadıkları için, ilham
aldıkları Yunan düşünürlerini geçemediler.
Öte yandan, Beytü’l Hikme yakıldıktan sonra, islâm dünyası onun yerini alabilece k bir bilim merkezi
kuramadı. Merkezi yönetimden uzak coğrafyalarda önemli filizlenm eler başladı; ama çabuk
kurudular . Rasathane ler iyi almanakla r (zîc) düzenlediler. Almanakla r yıldızların gök haritasındaki
yerlerini, kıbleyi, namaz vakitleri ni belirleme k gibi önemli sayılacak bilimsel bilgiler ürettiler. Ancak
daha öteye gidip İskenderiyeli Batlamyüs’ü aşamadılar. El-Harezmi (770-840), El-Battani (858-929),
Ebul Vefa (940-998), Beyruni (973-1051) gibi adlar matematik, trigonome tri ve astronomi alanlarında
önemli pratik bilgiler ürettiler. Bunlar da büyük teoremler e dönüşemedi. Biyolojik bilimler, pratik tıp
ve eczacılığın sınırlarını aşıp doğa araştırmasına dönüşemedi. Henüz kimya ile simya ayrımı yokken
Câbir ibn Hayyân, İbnü’l Heysem gibi bilginler doğa bilimleri nde (fizik, kimya) deneye başvurdular.
Bütün bu çabalar, dünyada bilimsel bilgi üretimine atılan ilk adımlardan sayılırlar. Ancak sürekliliği
olan devlet desteği alamadıkları için kurumlaşamadılar. Bilgi üretimi kuşaktan kuşağa geçmek yerine,
hevesli kişilerin çabaları ve yaşamlarıyla sonlandı. Dolayısıyla, ortaya çıkan pratik bilgiler bilimsel
teorilere dönüşemedi.
Marifetul lah (Allah’ın Bilgisi)
İslam araştırmacısı Ignac Goldziher’e göre, daha 1250 lere gelmeden, İslâm dünyası bilimde ve
eğitimde ortaçağ katolik kilisesin in düşünce sistemini n etkisine girmeye başlamıştı. Yunan felsefe ve
mantığı yavaş yavaş terkedili yordu. Bu yönelişte, akli ilimler yerine vahyi ilimleri öne çıkaran İmam
Gazzâlî (1058-1111) ’nin etkisi büyüktür. Gazzali, mu’tezilecilerin tam tersini söylüyor, vahyi bilginin
13
akli bilginin önüne geçmesi gerektiğini savunuyor du. Aristo, Eflatun ve Sokrat gibi yunan filozofla rına
saldırmakla kalmıyor, İbni Sina, Farabi ve öteki İslam düşünürlerini imansızlar olarak niteliyor du.
Gazzali’nin müslümanlıkta ağırlık kazanan görüşleri, Selçuklulara ve Osnanlılara da geçmiştir.
İslam dünyası 12-inci ve 18-inci yüzyıllar arasında, sanki kilisenin avrupada yaptıklarını taklit etmiştir.
Yunan felsefesi ve bilimi terkedilm iştir. Artık, ilim Halik’e ulaşmak için yapılacaktır. Bunun sonucu ağır
olmuş, islamın altın çağı, giderek islamın ortaçağı ’na dönüşmüştür. Bu dönemde, önce Selçuklu
Türkleri, sonra Osmanlılar merkezi islâm devletini n (en büyük) sahibidir ler. Her büyük imparator lukta
olduğu gibi, devletin güvenliği ve devamı her şeyin üstündedir. İnanç (mezhep) tartışmalarına son
vermek, islam hukuku oluşturmak, amaca uygun eğitim kurumları kurmak öncelikli hedefler
arasındadır. Sünni öğretisi bu işe çok uygundur. “Akli bilimler” geriye itilmiş, “nakli bilimler” öne
konmuştur. Halik ’e ulaşmayan mahlukat ‘ın bilgisi değersizdir. Medresele r, dergahlar, tarikatla r din
merkezli eğitim verirler. Bu dönemin mükellimleri “vahyi” bilgiyi “akli” bilgi ile bağdaştırmaya
uğraşırken, mutasavvıflar “vahyi” bilgiyi insanın duyu ve sezilerin e dayandırmaya uğraşıyordu. Bilim
ve bilgi üretimi ancak kelam, tefsir, hadis, fıkıh gibi islâmî ilimlerde n ibarettir . Bu çerçevede, “akli”
bilgiler, ancak “vahyi” bilgileri açıklamak için vardır. Devlet desteği ile yaygınlaşan ve kurumlaşan
medresele rde yapılan iş bilim değil, Ehlü’l- İlm adı verilen islam bilginler inin islami bilgiler öğretimidir.
Bazı medresele rde matematik ve astronomi derslerin e yer verildiği görülse de, bu alanlarda bilgi
üretimi yoktur. Üstelik, altın çağ döneminde, Ehlü’l- İlm geçimini başka uğraşlarla kazanıyor, bilgi
üretiminde bağımsız kalabiliy ordu. Bu dönemde ise, medresede öğretim yapan müderrisler,
geçimlerini yaptıkları öğretim faaliyeti nden kazanıyorlardı. Dolayısıyla, medreseni n ilkelerin e uymak
zorundaydılar; bilgi üretiminde, altın çağın alimleri kadar özgür değillerdi.
Arapça’nın Türkçe’yi İstilası
Medresele rde öğretim dilinin Arapça oluşu, ister istemez, Türk dilinin gelişip bilim ve kültür dili
olmasını engellemiştir. Bilimsel kitapların Türkçe’ye çevrilmesine hiç gerek kalmaması, bilim
terimleri nin Türkçe karşılıklarının üretilmesini gereksiz kılmıştır. Edebi eserlerde, Türkçe karşılığı olan
kavramların Arapça terimlerl e ifade edilmesi adeta eserin değerini artıran bir modaya dönüştü.
Sonuçta okumuş kesimin dili ve özellikle yazı dili halk dilinden tamamen koptu. Cumhuriye t’in Türk
dilini bilim ve kültür dili haline getirmek için harcadığı çabalar önemli başarılar sağlamıştır; ama dilde
yaratılan sancıları toplum hala çekiyor.
Rönesans
İslam dünyası kendi ortaçağına girmişken, hıristiyan dünyası rönesansı yaşamaya başlar. 15.yüzyılda,
avrupa kentlerin de üniversiteler kurulmaya başlanmıştır. Bu üniversitelerin medresele rden önemli bir
14
farkı vardır. Üniversiteleri kuran devlet değil, burjuva sınıfıdır. Dolayısıyla, üniversiteler merkezi bir
otoriteye bağlı değildir. Her biri kendi öğretim programını serbestçe düzenleyebilmektedir.
Rönesansın ortaya çıkış nedeni, kilise baskısını yoketmek, aklı özgürleştirmektir. Bu olgunun avrupa
üniversitelerine büyük etkisi vardır. Her şeyden önce, Üniversiteler laik eğitim yapıyor, profesörleri
özgürce araştırma yapıyor ve düşüncelerini yayabiliy or. Orada bilim, medresele rde olduğu gibi “vahyi
bilgi” nin nakli değil, “akli bilgi” nin üretilip yayılmasıdır.
İslam toplumu ile hıristiyan toplumunu farklı biçimlendiren esas etmen budur. Beş yüzyıl “vahyi bilgi”
nin nakli ile uğraşan islam toplumu bilgi üretimini unuttu. Hıristiyan toplumu ise, bu süre içinde,
bağnazlıklardan sıyrılıp “akli bilgi” üretmeyi sürdürdü.
Çok basit görünse de gerçek budur. Akdenizin güney sahilinde ki toplumları kuzey sahilinde ki
toplumlar dan farklı yapan neden, kaderleri değil, yüzyıllar boyunca onlara sunulan eğitim sistemidi r.
12-inci yüzyıldan beri akıl melekeler ini kullanmak tan alıkonulan toplumların bilgi üretmesi nasıl
beklenebi lir?
Zorunlu Uyanış
18-inci yüzyıldan Cumhuriye t’e kadar olan dönem, en büyük islam devleti olan Osmanlı’nın varlığını
sürdürme hamleleri yle doludur. Bilim ve teknoloji üreten batının askeri üstünlüğüne karşı koyabilme k
için, Osmanlı, önce askeri okullarda “akli bilgi” öğretimini gerçekleştirmeyi istemiştir. 1772 yılında
Topçu Mektebi, 1773 yılında Mühendishane-i Bahri-i Hümayun, 1775 yılında Hendese Odası, 1827
yılında Dar-ül Tıbb-ı Amire, 1839 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane, 1871 yılında
Mühendishane açıldı. “Dünyevi” işlerle uğraşmayan medresele rden umudu kesen Osmanlı, sivil
okullarda da “akli bilgi” öğretimine geçmeye başladı. 1839 yılında Rüştiye, 1845 yılında Mekteb-i
Fünûn-i İdâdiye, 1848 yılında Darülmuallimin, 1859 yılında Kız Rüştiyesi, 1870 yılında Darülfünun,
1870 yılında Darülmuallimat, 1891 yılında Darülmuallimin-i Aliye kuruldu. Bu okulların açılışı ve
açılanların ıslahı peş peşe geldi.
Yazık ki çok geç kalınmıştı. Yeni okulların açılışı, batı eğitim sistemi ile 7 yüzyılda oluşan uçurumu
yokedemiy ordu. Osmanlının yapmaya kalkıştığı her yenilik 7 yüzyılda “vahyi” bilgilerl e dolan kafaların
tepkisini çekiyordu. Gerçek olan şey, 7 yüzyılda “uhrevi” bilgilerl e dolan kafalara “dünyevi” bilgileri
sokmak mümkün olmuyordu . Osmanlı kaçınılmaz sona geldi.
Genç Cumhuriye t, Osmanlı’nın yapamadığını başarmak zorundaydı. Cumhuriye tin eğitim felsefesi
gökten inmedi. 7 yüzyıllık açığı kapatmak için, ulusu çağdaşlığa taşıyacak bir eğitim sistemind en başka
yol yoktu. Bu gün de yoktur…
15
Kaynaklar
Arberry,A.J., Revelatio n and Reason in Islam, George Allen&Unvin, London, 1965.
Ghiles, Francis, What is wrong with Muslim Science, Nature, 24/03/1983.
Goldziher, Ignac, Studies in Islam, Oxford Univ.Pres s, 1981.
Guillaume, A., Islam, Penguin, Nw York, 1954.
Hoodbhoy, Pervez, Islam and Science, Zed Books, London, 1990.
Sabra, A.I., Greek Science in Islam, History of Science, XXV. 1987.
Sarton, George, Introduct ion to the History of Science, New York, Krieger, 1975.
White, Andrew Dickson, A History of the Warfare of Science with Theology, 1978, Glouceste r,Mass, 1978


İSLAM VE BİLİM DENKLEMİ

Akdeniz Üniversitesi 12 Mayıs 2011

İSLAM ÜLKELERİNDE BİLİMİN GERİLEYİŞİ

Prof.Dr.T imur Karaçay - Başkent Üniversitesi



.

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 10
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2008, Simple Machines
LinkBacks Enabled by LordReco | FoRuMBoL Themes