+ ISLAMGREEN34 NEW WORLD » KÜLTÜR ______________________________________________________________________________________ » İSLAM KARDEŞLİĞİ VE CİHAT (Moderatör: İman_Power)
 İSLAM KARDEŞLİĞİ VE CİHAT KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ

Kullanıcı Adı: Beni Hatırla?
Şifre:
Sayfa: [1]
Konu: İSLAM KARDEŞLİĞİ VE CİHAT KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ  (Okunma Sayısı 25832 defa) Seçenekler Arama
« : Haziran 10, 2009, 11:43:33 ÖÖ »
admin
Ziyaretçi
İSLAM KARDEŞLİĞİ VE CİHAT KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ

İSLAM KARDEŞLİĞİ VE CİHAT
İLE İLGİLİ KONULAR İÇİN LÜTFEN
ALTTAKİ LİNKLERİ TIKLAYINI Z

İSLAM KARDEŞLİĞİ

http://www.birsite.org/?p=71

İslami kardeşliğe doğru
Bismillah irrahmani rrahim…

İnsanları bir nefisten yaratan Allah’a hamd olsun…
Sünnetiyle bizleri terbiye eden Hz. Muhammed’e (s.a.v) salat-ü selam olsun…

İlk insan ve ilk peygamber Hz.Adem’den (a.s) günümüze kadar insan ilişkileri vahyin ışığında İslam kardeşliği üzerine kurulmuştur. Allah’ü Teala’nın elçisi olan her bir peygamber toplumunu n babası olmuş ve evlatlarına cennete giden yolda Allah için kardeş olmayı öğütlemiştir.

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenir siniz” (Hucurat Suresi, 10).

Tarih göstermiştir ki insanlar her ne zaman Allah’ın kutsal yolundan ayrılmışlar, peygamber lere muhalefet etmişler ve dünya hayatının çekiciliğine aldanmışlarsa, Allah yolunda omuz omuza cihat ederek düşmana zilleti tattıran Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağları diğer tüm hayat umdeleri gibi zayıflamış ve Müslümanlar birbirler ine düşmüşlerdir.

−    Hani İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullar a iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin” diye misak almıştık. Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz ve (hala) yüz çeviriyorsunuz.
−    Hani sizden “Birbirini zin kanını dökmeyin, birbirini zi yurtlarınızdan çıkarmayın” diye misak almıştık. Sonra sizler bunu onaylamıştınız, hala (buna) şahitlik ediyorsun uz.
−    Sonra (yine) siz, birbirini zi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüp-çıkarıyor ve günah ve düşmanlıkla aleyhleri nde ittifakla r kuruyor ve size esir olarak geldikler inde onlarla fidyeleşiyordunuz. Oysa onları çıkarmanız, size haram kılınmıştı. Yoksa siz, kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkar mı ediyorsun uz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
−    İşte bunlar, ahireti verip dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azapları hafifleti lmez ve kendileri ne yardım edilmez (Bakara Suresi, 83-86).

Tarih boyunca insanlar arasındaki İslam kardeşliğini yok eden unsurlar Hz.Peygam ber (s.a.v) devri Mekke ve Medine şehirlerinde de görülmekteydi. Mekke’de güçlüler ve zenginler için tatlı olan hayat, zayıflar ve fakirler için çekilmezdi. İnsanlar köleleştirilmiş, kadınlar sosyal haklarından mahrum bırakılmış ve her şey putlar adına oluşturulmuş dini-siyasi-ekonomik-sosyal sisteme kurban edilmişti. Medine’de de durum çok farklı değildi. Aynı soydan gelen, Medine’nin kadim kardeş kabileler i Evs ve Hazreç birbirler iyle savaşmaktan çekinmiyorlardı ve bu durum Yahudiler in ekmeğine yağ sürüyordu.
İşte böyle bir insanlık dramının yaşandığı Mekke’de Allah’ü Teala son peygamber i Hz.Muhamm ed’e (s.a.v) şöyle vahyediyo rdu:

−    Hayır; bu şehre yemin ederim,
−    Ki sen, bu şehirde oturmakta iken,
−    Babaya ve doğan-çocuğa da.
−    Andolsun, Biz insanı bir zorluk içinde yarattık.
−    O, hiç kimsenin kendisine asla güç yetiremey eceğini mi sanıyor?
−    O: “Yığınla mal tüketip-yok ettim” diyor.
−    Kendisini hiç kimsenin görmediğini mi sanıyor?
−    Biz ona iki göz vermedik mi?
−    Bir dil ve iki dudak?
−    Biz ona ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik.
−    Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi.
−    Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?
−    Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek) tir;
−    Ya da açlık gününde doyurmaktır,
−    Yakın olan bir yetimi,
−    Veya sürünen bir yoksulu.
−    Sonra iman edenlerde n, sabrı birbirler ine tavsiye edenlerde n, merhameti birbirler ine tavsiye edenlerde n olmak.
−    İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene).
−    Ayetlerim izi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş’eme).
−    “Kapıları kilitlenm iş” bir ateş onların üzerinedir (Beled Suresi).

Mekke’de inen bu ayetler doğrultusunda hiçbir Müslüman daha sonra inecek zekat ayetlerin i bilmeden-beklemeden evlerinde rahat oturamamış ve kardeşlerini kölelikten kurtarara k Hz.Peygam ber’in (s.a.v) etrafında kenetlenm işlerdir.

Müslümanlar Mekke şehrindeki inançlarını ve gayretler ini Medine şehrinde de sürdürmüşler. Daha hicretin ilk günlerinde Müslümanlar arasında beraberliği tesis edici kardeşlik bağları kurulmuş ve bu uğurda Ensar ve Muhacir her türlü fedakarlığı yapmaktan çekinmemişlerdir. Bununla beraber, Mekke’de eziyet gören Müslümanlar Medine’nin yaşantısını Hz.Peygam ber’in önderliğinde yeni baştan tesis etmişler ve günümüzde Medine Vesikası olarak bilinen ilk yazılı anayasayı ortaya koymuşlardır. 1500 Müslüman’ın, 4000 Yahudi’nin ve 4500 Müşrik’in yaşadığı Medine’de Müslümanların imzaladığı bu anayasada Müslüman kardeşliğini gösteren maddeler şu şekildedir: (Yeni sayfada açınız)

Mekke’de tohumları atılan İslam kardeşliği Medine’de serpilip gelişmiş ve günümüze kadar özünü koruyarak gelmiştir. Elbette bu meseleden olmak üzere geçmiş ümmetleri bekleyen tehlikele r son ümmeti de beklemekt edir ve Müslümanlar İslami kardeşliğin yeniden inşasında Kuran-ı Kerim’in ve Hz.Peygam ber’in sünnetinin yol göstericiliğine ne kadar da muhtaçtırlar.

Ebû Mûsâ El–Eş’arî’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Müminin mümine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyi p tutan binalar gibidir.” Hz. Peygamber bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi (Buhârî, Salât, 88 – Müslim, Birr, 65).

Enes’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Din kardeşin zalim de mazlum da olsa ona yardım et.” Bir adam: – Ya Resûlallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zâlimse nasıl yardım edeyim, söyler misiniz? dedi. Peygamber imiz: – “Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir” buyurdu (Buhârî, Mezâlim, 4).

Abdullah İbn-i Ömer’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teala o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslüman’ın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teala da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter” (Buhârî, Mezâlim, 3 – Müslim, Birr, 58).

Ebû Hüreyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Birbirini zle hasetleşmeyiniz. Almayacağınız bir malın fiyatını müşteri kızıştırmak için artırmayınız. Birbirini ze kin ve nefret beslemeyi niz. Birbirini ze darılıp yüz çevirmeyiniz. Birinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olunuz. Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez. –Peygamber imiz üç defa göğsüne işaret ederek buyurdula r ki– Takvâ buradadır. Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her Müslüman’ın kanı, malı ve ırzı, başka Müslüman’a haramdır.” (Müslim, Birr, 32)

Yukarıdaki hadislerd en anlaşılan şudur ki; Müslümanlar birbirler ine Allah’ın ahdi üzere bağlıdırlar ve İslam ailesinin babası Hz.Muhamm ed’in (s.a.v) terbiyesi ne her zaman muhtaçtırlar.

Cumanız mübarek olsun,
Selamünaleyküm…



http://www.mumsema.com/dini-guzel-yazilar-makaleler/56599-islam-kardesliginin-olcusu-nedir-islam-kardesligi-nasil-olmali.html
http://www.mumsema.com/hadis-tarihi-hadis-usulu/155-35-islam-kardesligi-ve-muslumanin-haklari.html
http://www.bilgininefendisi.net/forum/index.php?PHPSESSID=fecad2b7b4509b50ca448d29e705d64f&topic=17458.0;wap2
http://www.bilgininefendisi.net/forum/index.php/topic,17458.0/imode.html
http://www.milligorus-forum.com/portal/islam_kardesligi-t13668.html
http://www.milligorus-forum.com/portal/dr_halil_ibrahim_kutlayin_islam_kardesligi-t21709.html?t=21709
http://www.vuslatradyo.com/haberler-goster-11-islam_kardesligi_onundeki_engeller.html
http://www.kurankursumezunlari.com/forum/islam_ve_sosyal_meseleler/muslumanlarin_birbirleriyle_dostluklari-t10222.0.html
http://habibullah.biz/forum/index.php?action=printpage;topic=441.0
http://www.yasemin34-leyla.tr.gg/11-_-SANAL-ALEM-_-SANAL-ALEMDE--%26%23304%3BSLAM-KARDE%26%23350%3BL%26%23304%3B%26%23286%3B%26%23304%3B.htm
http://www.ercis.net/modules.php?name=News&file=article&sid=254
http://www.ihvanforum.org/islam-i-hayat/54395-kardesim-kardesin-kardesiz/
http://www.diyanethaber.com/yazar.asp?yaziID=1189
http://forum.filistinetkinlik.com/index.php?topic=3291.0
http://www.cafepaylas.com/dini-hikayeler-ve-kissalar/6838-sizin-elbiseleriniz-neresinden-eskiyor.html
http://www.islammedya.com/haberdetay.asp?haberid=3984
http://www.azbuz.com/etiket/kardeslik/a/405
http://www.gulistandergisi.com/dergi_oku.php?id=264
http://forum.islamiyet.gen.tr/kutlama-ve-tebrik-mesajlari/31548-insaalah-sanal-dergahimiza-gelmenizi-temenni-ediyorum.html
http://ezelden.spaces.live.com/blog/cns/
http://www.sevgiplatformu.info/serbest-kursu/3870-internet-ve-sanal-ortam.html
http://yenisafak.com.tr/yurthaberler/?t=02.04.2008&i=109137
http://tevhidhaber.com/news_print.php?id=44169
http://www.davetyolu.com/forum/index.php?PHPSESSID=d14ed5f0c4c047d9abdfba37f1ec393c&topic=16947.msg121903#msg121903
http://www.kralblog.net/malcolm-x-el-hac-malik-el-sahbaz/
http://www.forum.iktibas.info/thread.php?threadid=415&boardid=10&sid=8ec622c06e034fca4ee00c91b29a4dae&page=1#1
http://www.milligorusforum.biz/kutan-mazlumlar-ayaga-kalkmadikca-zalimler-diz-cokmez-t4828.html?p=29497
http://forum.vatan.tc/dinimizde-kardeslik-t20024.0.html
http://www.sayfa.com/islam_.php
http://www.islamiyonelis.com/haber_detay.php?haber_id=27832
http://edebisohbet.com/index.php?option=com_content&task=view&id=95&Itemid=82
http://forum.filistinetkinlik.com/index.php?topic=10874.0


CİHAD-I EKBER

http://hadith.al-islam.com/bayan/tree.asp?Lang=trk&ID=613
http://www.mumsema.com/guzel-ahlak-sifatlari/8097-allah-yolunda-cihat-etmek.html
http://aliyyenveliyullah.com/forum/forumdisplay.php?f=43
http://aliyyenveliyullah.com/forum/showthread.php?p=4564
http://www.uludagsozluk.com/k/cihat/
http://www.cecenya.net/forum/index.php?topic=3472.0;imode
http://meal.ihya.org/kurandan-konular/dt-1633.html
http://www.ilahi.org/modules.php?name=Forums&file=viewtopic&t=55798
http://www.fussilet.com/nefsle-yapilan-cihada-buyuk-cihad8221-denir-t26731.0.html
http://www.ilimhazinem.com/archive/b-cihad-bolumu-b-f1017.html
http://www.karakalem.net/?article=2282
http://www.medyumkadirhoca.com/,cihad/index.html
http://www.al-shia.org/html/tur/books/shia_mazhab/004.htm
http://ribat-kervansaray-hangah.spaces.live.com/blog/cns
http://www.genczeynebiye.com/forum/thread-268.html
http://mumsema.net/peygamber-efendimiz-s-a-v/70-cihad-hadislerle.html
http://sipastv.com/haberdetay.asp?ID=58
http://www.mumsema.com/islami-hareketlerin-metodlari-yontemleri/13716-islami-cemaatin-olusma-asamalari.html
http://www.kuranmeali.org/kuran_meali.aspx?suresi=mumtehine&ayet=1
http://www.porttakal.com/haber-nefis-terbiyesi-kurtulusumuzdur-110621.html
http://www.semerkanddergisi.com/Detay.aspx?YaziID=631
http://www.mehmetalidemirbas.com/detay.asp?Aid=1507
http://www.fikritakip.com/news.asp?pg=1&yazi=450
http://www.bilgininefendisi.net/forum/index.php/topic,25837.0/wap.html
http://www.sevde.de/islam_Ans/CC/calismak.htm
http://islamisevda.cm.to/tag/cihat-etmek/
http://www.ajans5.com/haber/20090520/Olaylara-karsi-hassasiyetimiz-Nasil-olmali.php
http://www.milligorusportal.com/showthread.php?t=537&page=3
http://www.akademi.nl/sayi7/dos2.htm
http://bilici.net/index.php?option=com_content&task=view&id=305&Itemid=52
http://www.tarihcininyeri.net/forum/arsiv-baslik1493.0.html
http://www.ipek-yolu.com/Forums-file-viewtopic-t-1593.html
http://www.yorumla.net/gereksiz-mesajlar/127761-yuzde-kac-muslumaniz.html
http://kuranadavet.blogcu.com/iyi-is-ne-demektir_33338791.html
http://www.somuncubaba.net/detay.asp?HID=800&k=13
http://www.imamriza.org/furuudin/tevelliveteberri/tt1.htm
http://canisifm.gen.tr/forum/index.php?topic=1779.0
« Son Düzenleme: Aralık 07, 2012, 02:31:18 ÖS Gönderen: admin » Logged
« Yanıtla #1 : Ocak 13, 2012, 08:09:21 ÖS »
admin
Ziyaretçi
CUMA DUASI - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ

CUMA DUASI - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINI Z

http://www.biriz.biz/dualar/cumaduasi.htm

Lailahe illallah Cuma’nın sebebiyle, Muhammedün Resullull ah gerek yüzün gölgesiyle dünya ve ahiret muradımı ver.
Melekler duasıyla, Ya vedüdüm, entel maksudum, Kulhüvellahü ehad, bin bir kere ya samed, cennet kapılarını aç, benim günahımdan geç.
Benim günahım varsada senin gibi halikim var. Muhammed Aleyhisse lam dostum var.

İlahi kabre vardığım gece lütfeyle, yalnız kaldığım gece bilmediğimi bildir. Kabrimi nur ile doldur. Kevser şarabına daldır, ulu cemalini göster.
Gece gündüz yalvarırım sana dünya ve ahiret muradımı ver bana.

Rabbim Allah, fikrim zikrullah, kalbimin nuru Resullull ah, evvelim Allah, ahirim Allah, La ilahe illallah Muhammedün Resullull ah.
Cuma gibi günümüz var. İslam gibi dinimiz var. Muhammed gibi şahımız var. Allah dedim, dostum dedim, 99 ismine mühür vurdum, üstüne.

Sırrım sübhanım Allah, derdim dermanım Allah, gafil kuluna gam düşmüş, yetiş imdadımıza ya Muhammed.
Kulhüvellahü ehad, bin bir kere ya samed, ya Allah, ya Muhammed umarız senden şefaat.
Lailahe illallahtır özüm, Muhammed Mustafadır sözüm, ihlas-ı şerif ile yıkadım yüzüm. Ayetele kürsü için sen kabul eyle sözüm.

Bugün Cuma günüdür. Dinim İslam dinidir. Dinimin İslam dini olduğuna, yetmiş binin nısfına, mühürledim üstüne.
Lailahe illallah üç muradım var, biri cennet, bir ırmak diyarını görmek. Aç cemalini göster diyarını.
Ya Resullull ah! Aman yarabbi ya rabbena her halimiz malumdur sana, gece gündüz yalvarırım sana. Her zaman sana muhtacım, cemalini göster bana.

Cennetine davet et Allahım kabrimizd e rahatlık, sıratta selamet, tatlı canımız sana emanet, son nefesimiz de selametle r ihsan eyle.
Kabir suallerim iz ahsan eyle, cennetinl e cemalini cümleyle beraber bana da nasip eyle.
Lailahe illallah selalar duası için, Muhammedün Resullull ah arşı ala gölgesi için hastalara şifa, dertliler e deva, borçlulara edalar ihsan eyle Ya Rabbim.

Elif Allah, Nur Muhammed tez selamet.
Ya Celil, etme zelil, gönder delil. İlahi Yarabbi hacetimi rahmet deryasını ulaştır, duaya açılan elleri icabete eriştir.
Allahım senden başka kimsemiz yoktur. Lailahe illallah arşı alaya Muhammedün Resullull ah şükür Mevlaya.

Yarabbi yarabbena her halim malumdur sana, cenneti alada cemalini göster bana.
Lailahe illallah günahlarımız af eyle, Muhammedün Resullull ah makamımı nur eyle.
İlahi Yarabbi son nefesimde kendime malik olmadığım zaman bu duamı sana emanet ederim.

Selatü selaya yolladım Mevlaya, sen cümlemizin muradını ver gelecek Cuma’ya.
Lailahe illallah ve cellehü edası ile, Rabbim muradımızı ver melekler duası ile.
Lailahe illallah kalbimizi karartma, rızkımızı azaltma, kabrimizi, daraltma, senden başka kapı aratma, muhannete muhtaç etme.

Lailahe illallah imanla sabır, Muhammedün Resullull ah azapsız kabir.
Allahım beni af eyle, her  derdimi def eyle, rızkımızı bol eyle, kabrimizi nur eyle, sual melekleri nin cevabını muktedir eyle.
Evvelim Allah, ahirim Allah, kalbimde beytullah Lailahe illallah Muhammedün Resullull ah. “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammede n abduhû ve rasûlühü” diyerek çene kapatmak nasip eyle Yarabbi.

Allahım şeytanın şerrinden, kabirdeki yılanlardan, çıyanlardan, ölümün dehşetinden, kabirin azabından, sıratın zulmetind en
Muhafaza eyle Allahım.
Ölümün hayırlısını, üç ayların birisini, Yasinin yarısını okurken ölmeyi nasip eyle Yarabbi.

Amin.


http://www.forumdas.net/sure-ve-dualar/cuma-gunu-okunacak-dualar-44250/

Cuma günü okunacak dualar
Resûl-i Ekrem (sallallah u aleyhi ve sellem) Efendimiz Hazretler i buyurmuşlardır ki:
"Cuma gününde bir saat vardır. Allah'ın kullarından bir müslim namazda ve kıyamda iken Allah Teâlâ'dan niyâz ile bir şey isteyip duâsı o saate tesadüf ederse Allah Teâlâ Hazretler i o kimsenin dileğini verir."
Böyle buyurdukt an sonra mübarek küçük parmağının ucuna işaret buyurdu. (11)

Cuma gününün içindeki saat, küçük parmağına nisbetle parmağın ufak ucu ne kadar ise, güne nisbetle o kadar az bir müddetdir ki o saat içinde her halde duâ müstecâb olur demektir.
Nebiyy-i Ekrem (sallallah u aleyhi ve sellem) Hazretler i:

'Cum'a günü, ibâdet ve ezkâr ile mü'minlerin kalbi mesrûr olacak bir bayram günüdür' (12) buyurmuşlardır.
"Size bir sûre haber vereyim mi ki, azameti semâ ile arz arasını doldurmuş, onu yetmişbin melek teşyî' etmiştir. O sûre Kehf süresidir. Kim cum'a günü bu sûreyi okursa Allah onu öteki cum'aya kadar bu sûre ile mağfiret eder, sonunda üç gün de ziyâdesi vardır. Ve semâya ulaşan bir nûr verilir ve Deccal'in fitnesind en muhafaza edilir. Yatacağı vakit bu sûrenin sonundan beş âyet okuyan hıfz olunur ve gecenin istediği vaktinde kaldırılır." (13)

"Ey Rabbim! Perşembe günü ümmetimin erkenden yaptığı işleri bereketli kıl." (14)
Hadîsin şerhinde deniliyor ki, bugünün evvelinde bir ihtiyacını tedarik etmek, nikâh akdetmek ve bunun gibi mühim işler sünnettir.

"Cum'a gününde; Yani perşembeyi cumaya bağlayan gece iki rek'at namaz kılıp Fâtiha'dan sonra onbir defa Zilzâl Sûresini okuyan kimseyi Allah Teâlâ kabir azâbından ve kıyâmet korkularından emin kılar. " (15)
"Şu duâ ile cum'a günü herhangi bir saatte dua edilirse sâhibine muhakkak icâbet olunur." (16)
(la ilahe illa ente ya hannanü ya mennanü ya bediassem avati velardi ya zelcelali vel ikram)

"Cum'a gününde bir saat vardır, mü'min bir kul namazda duâ ederken Allah 'dan bir şey ister ve o saate denk gelirse Allah muhakkak ona icâbet eder. Ashab-ı kirâm: 'Bu saat hangi saatdir yâ Resûlellah" dedikleri nde: "İkindi namazı ile güneş batması arasındaki vakittir." buyurdula r.
"Cum'a namazından sonra daha oturduğu yerden kalkmadan yüz defa
sübhanallahi ve bi hamdihi sübhanallahil azim ve bi hamdihi estağfirullah
diyen kimsenin yüzbin günâhını, ana ve babasının da yirmidörtbin günâhını Allah mağfiret eder." (17)


(11) bk. el-Ezkâr, 80; Buharî, Deavât, 61.
(12) el-Câmi'u's-Sağîr.
(13) bk. Tuhfetü'z-zâkirîn, 269
(14) Tirmizî, Ticâret, 41.
(15) Râmûzü'l-ehâdîs, 427 (Deylemî'den)
(16) el-Cami'u's-Sağîr.
(17) Buharî, Deavât, 61.

http://www.google.com.tr/search?hl=tr&source=hp&q=CUMA+DUASI&gbv=2&oq=CUMA+DUASI&aq=f&aqi=&aql=&gs_sm=s&gs_upl=0l0l0l1344l0l0l0l0l0l0l0l0ll0l0
« Son Düzenleme: Ocak 13, 2012, 08:13:14 ÖS Gönderen: administratör » Logged
« Yanıtla #2 : Haziran 26, 2015, 04:06:44 ÖS »
admin
Administrator
Full Member
*****

Mesaj Sayısı: 105


İSLAM VE TESBİHAT İLE AFYON - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ



İSLAM VE TESBİHAT İLE AFYON

FORUM GÜNEŞLİ İSTANBUL 2013

AYHAN RIFAT ŞAHİNOĞLU


Selamün Aleyküm değerli kardeşlerim
İslam ve tesbihat ile afyon isimli konuyu sizlere aktarmada n önce
Şunu özellikle ifade etmek istiyoruz ki
İslam ve tesbihat ile afyon isimli konuyu
Yazmaktak i asıl maksadımız tesbihat değildir
Kimseyi üzmek kırmak veya suçlayıp yargılamak değildir
Bizimde hatalarımız vardır elbet Rabbim affetsin
Sadece bazı fikir ve düşüncelerimizi aktarmak istiyoruz
Amacımız tesbihatı övmek veya yermekte değildir
Herhangi bir cemaati veya tarikati hedef almakta değildir
Allah rızası için çalışan tarikat ve cemaat ehli olanlarda n
Allah rızası için tesbihat yapanlard an Rabbim razı olsun
Bizim serzenişimiz bazı tarikat ehli veya bazı cemaat ehli olan
Bazı kardeşlerimizi uyarmak ve gerçeği görmesini sağlamak içindir
Lütfen aşağıdaki konuyu okuyunuz


İSLAM VE TESBİHAT İLE AFYON

FORUM GÜNEŞLİ İSTANBUL 2013

AYHAN RIFAT ŞAHİNOĞLU

İslam ve tesbihat ile afyon isimli konuya şuradan başlamak istiyorum
İman kalptedir ve İslam yaşanmak üzere gelmiş son dindir
İslam dini kulun kalbi ile Allah c.c arasında yaşanır
Yaşanılanı yaşayan kul ile Allah c.c bilir ve başkası bilemez
Bilemediği şeyin başkası hesabınıda soramaz
Kul ile Allah arasında kesinlikl e başka aracı kabul edilemez
Allah c.c elbette kuluyla irtibat kurarken
Karşı karşıya gelerek direkt irtibat kurmadığı için
İrtibat amaçlı aracılar veya vesileler kullanmak tadır
Bu aracılarda Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz ve Kuran-ı kerimdir
Fakat asrımızda Kuran sünnet icma ve kıyas dışındada ayrıca başka aracılar vardır
Günümüzde bir yığın aracı tarikat ve aracı cemaat ile aracı şeyh efendiler mevcuttur

Yaşanılan bazı olaylarda n anlıyoruzki
Ülkemizin bölünmez bütünlüğünü tehdit etmek için
İç veya dış mihraklar ca eğitilerek bazı tarikat veya cemaatler e sokulan
Müslümanların birlik ve beraberliğini bozmak için çaba sarf eden  
Bazı tarikat veya bazı cemaatler de yuvalanmış vaziyette bulunan
Bazı şeyh efendiler in mevcut olduğunu görüyoruz
 
Bunların dışındada cahil kültürsüz medeniyet ten yoksun
Eğitimsiz ve İslami konularda bilgisiz bazı şeyh efendiler in
Dünyadaki ve ülkelerdeki adaletsiz liğe ve hukuksuzl uğa karşı
Umursamaz ve islamın verdiği sorumluluğu reddeder cinsten
Davranışlarda bulundukl arını görüyoruz

Bazı tarikat ehli kişilerin kendi çıkar ve menfaatle ri için
Tesbihat çekerek veya zikirden duadan bahsedere k
Bazı kanunsuz ve hukuksuz şeyleri kamufle etmeye çalıştıklarını
Tesbihatl a ve zikirle afyonlana n bazı müslümanlarında
Afyonun etkisinde kalarak hakikatle ri göremediğini biliyoruz


Bazı tarikat ehli kişilerin kendi çıkar ve menfaatle ri için
İslamiyeti kullanan ve zikirle tesbihatl a müslümanları afyonlaya n
Bazı kişilerin müritlerine tavsiyesi şudur
" Sen cahilsin ve hakikati göremezsin
Senin şeyhin ise hakikati görüyor
Şeyhine itiraz etme ve bir şey sorma sakın
İnceleme ve araştırma yapma
Ve hiç bir şeyi sorgulama ya kalkışma
Ve sadece denileni yap ve şeyhine itaat et
Duanı et zikrini yap ve tesbihini çek
Nefs ile cihadını yap ve şeyhinin inayetiyl e cennete gir " denilmekt edir
Öncelikle şunu söylemeliyizki
Cennet kimsenin tapulu malı değildir
Ve şeyh efendi öyle istediği zaman istediği kişiyi cennete alır sözüne
Kargalar bile gülerler
Cennetin kapısı öncelikle Allah c.c ın mağfireti ile
Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav efendimiz in şefaati ile açılıyor

Kimse bu devirde öyle bazı şeyhlerin inayetiyl e cennete giremez
Bu içinde bulunduğuımuz asır
Osmanlıdan sonraki darül-harp devridir
Ve Allahın hükümleriyle idare olunamaya n beldelerd e
İslami kuralların ve hükümlerin geçerliliği olmadığından dolayı
Bu kuralların uygulamay a geçilmesini sağlayacak olan
Küçük cihad devri sona ermeden
Dünyadaki akan müslüman kanı durdurulm adan
Asıl büyük cihad olan nefsle cihad devrine geçilemeyeceğinden dolayı
Bu asırda temcit pilavı gibi
Nefs ile cihadtan bahsedilm esinin egoistlik
Vurdumduy mazlık nemelazımcılık bencillik olduğundan
Nefs ile cihadtan bahsedenl erin ise
Aslında nefs ile cihad etmek gibi bir dertlerin in olmadığını
İslam coğrafyasına ve müslümanlara zerre kadar faydası olmadığını  
Ve bilerek yada bilmeyere k siyonistl erin emrinde hareket ettikleri ni
Sürekli nefs ile cihadtan bahsedenl erden uzak durulması gerektiğini
Sizlere özelllikle ifade etmek istiyoruz

Bazı şeyhlerin telkinler i yüzünden
Bazı kadınların kocalarıyla aynı yatakta yatmadıklarını
Kadın ve erkek başka tarikat ve cemaatler den oldukları için
Şeyhlerinin telkinler inin etkisiyle de geçinemeyip ayrıldıklarını
Bu tür bazı şeyhlerin ailelere musallat  olduklarını duyuyoruz

Bazı şeyh efendiler in sürekli tesbihatt en ve zikirden bahsettik lerini
Bunun dışında bilim ve teknoloji ye karşı olduklarını biliyoruz
Elbette şu varki müslüman tesbih çekmekle meşgulken
Dünyanın neresine bakarsanız bakın
Heryerde müslümanlar öldürülüyor
Ve işte bu tesbih taneleri teker teker çekilirken
Filistind ede tesbih taneleri gibi teker teker müslümanlar öldürülüyor
Tesbih çekmenin bu bazda müslümanlara bir faydasının olamayacağı açıktır

Ve illa tesbihatl e meşgul olunuz başka bir şeyle meşgul olmayınız diyenleri n
Bu şekilde gerçekleri umursamaz ca davranmal arının amacı ne olabilir diye düşününce
Bir kaç önemli anektod orata çıkıyor şöyleki ;
Bazı tarikat ve cemaat ehli kişilerin
Yaptıkları kanunsuz ve hukuksuz ve islamiyet e sığmayan işleri kamufle etmek için
Müslümanların akıllarını kullanmal arını engelleme k için
Gerçekleri göremeyecek ve efor sarfedeme yecek kadar
Hareketsi zliğini sağlamak için ve pasifleştirmek için
Dünyadan gerçeklerden ve çevresinden soyutlama k için
Ve kendi amaçlarına uygun davranan
Sormayan veya sorgulaya mayan bir yapıya büründürülmesi için
Müslümanları afyonladıklarını düşünüyoruz
Fakat ne yaparsanız yapınız Allah c.c herkesi ve herşeyi görüyor ve biliyor
Ve Allah c.c elbet bir gün bu dünyada veya ahirette
Yapılanların hesabını mutlaka soracaktır

Peki bazı tarikat veya bazı cemaatler de
Bazı şeyh efendiler e tabi olan cemaat veya tarikat ehli kişilerin
Ne amaçla tabi oldukları hakında düşüncemiz şudurki :
Müslümanlar içinde yuvalanan bazı tarikat veya bazı cemaat ehli kişiler
Gerçekten tarikat ehli veya cemaat ehli kişiler olabilir veya olmayabil ir
Bunu biz bilemeyiz ve bunu bilecek olan asıl güç Allah c.c tır
Ancak bazı müslümanlar herhangi bir konuda çalışmayıp
Emek harcamayıp ve bir şey üretmeden yan gelip yatıyorsa
Ve morali bozulduğu zaman
Moral bulmak için yani kendi keyfi için tarikate geliyorsa
Emek harcamada n bozuk olan moralini düzeltmeyi amaç edinmişse
Ve içki içip sarhoş olan ve bu şekilde deşarj olan insanlar gibi yapamadığından
İçkinin haram olduğunu bildiğinden
İçmeden sarhoş olup hakikatle rden soyutlanm anın bir yolununda
Bir tarikat veya cemaate bağlanıp
Zikir veya tesbihat gibi donelerle kendini afyonlama ya çalışması
Aslında islamiyet le veya ibadetle ilgi ve alakasının olmadığını ispatlar
Çünkü dünyada müslümanların kanı dökülürken
Diğer müslümanların zikirle tesbihatl e meşgul olmalarının başka açıklaması yoktur
Dünyayı yöneten güç işte müslümanları böylesine din temelli donelerle afyonluyo r
Bu konuyla ilgili Karl Marx'ın yazılarıda mevcuttur okuyunuz
  



İSLAM VE TESBİHAT İLE AFYON

FORUM GÜNEŞLİ İSTANBUL 2013

AYHAN RIFAT ŞAHİNOĞLU




DİN KİTLELERİN AFYONUDUR

KARL MARX

https://tr.wikipedia.org/wiki/Din_halk%C4%B1n_afyonudur

Marx'ın henüz Genç Hegelcile r çevresine yakınlık duyduğu
ve özellikle Ludwig Feuerbach'ın doğrudan etkisi altında yazılan
yazının ilgili bölümü şöyledir:

"Din-dışı eleştirinin temelini şu oluşturuyor: insanı insan yapan din değil, dini yapan insandır. Yani din, henüz kendine erişmemiş ya da çoktan yitirmiş bulunulan insanın sahip olduğu kendinin bilinci ve kendinin duygusunu oluşturuyor. Ama insan, dünyanın dışında herhangi bir yere çekilmiş soyut bir öz değil. İnsan, insanın dünyası, devlet, toplum anlamına geliyor. Bu devlet, bu toplum, dünyanın tersine çevrilmiş bilinci olan dini üretiyor, çünkü kendileri alt-üst olmuş bir dünya oluşturuyor. Din bu dünyanın genel teorisini, onun ansiklope dik özetleme kitabını, onun halksal biçimdeki mantığını, onun tinselci point d'honneur'ünü (onur sorununu), kendinden geçmesini, ahlaksal onaylanma sını, görkemli tamamlayıcısını, teselli ve aklanmasının evrensel temelini oluşturuyor. Din insanal özün doğaüstü gerçekleşmesini oluşturuyor, çünkü insanal öz gerçek gerçekliğe sahip bulunmuyo r. Öyleyse dine karşı savaşım vermek, dolaylı olarak dinin tinsel aromasını oluşturduğu dünyaya karşı savaşım vermek anlamına geliyor.
Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor.
Halkın aldatıcı mutluluğunu olarak dini ortadan kaldırmak, halkın gerçek mutluluğunu istemek anlamına geliyor. Halkın kendi durumu üzerindeki yanılsamalardan vazgeçmesini isteme, halkın yanılsamalara gereksini m duyan bir durumdan vazgeçmesini istemek anlamına geliyor. Öyleyse dinin eleştirisi, dinin aylasını oluşturduğu bu gözyaşları vadisinin tohum halindeki eleştirisi anlamına geliyor

http://www.fibiler.com/Inanc-Mitoloji-Felsefe_Din_Karl-Marx'in-Din-Kitelelerin-Afyonudur-Sozunun-Gectigi-Paragraf_Veri_12383

Karl Max'ın "Din kiteleler in afyonudur" sözünün geçtiği paragraf aşağıdaki gibidir  


"Din bu dünyanın genel kuramı, geniş kapsamlı özeti, yaygın mantığı, manevi yüceliği, coşkusu, ahlakça onaylanma sı, görkemli bütünlüğü, avuntu sağlamaya ve haklı kılmaya yarayan evrensel temelidir . İnsanın özünün hayali olarak gerçekleşmesidir, çünkü insanın sahici bir gerçekliği yoktur. Bu nedenle dine karşı savaşım, manevi kokusu din olan bu dünyaya karşı da dolaylı olarak savaşımdır. Din baskı altındaki yaratığın iç geçirmesi, taş yürekli bir dünyanın duygusu ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur . Bu nedenlerl e de, halkın hayali mutluluğu olarak dinin kaldırılması, halkın gerçek mutluluğunu istemekti r"




DİN HALKLARIN AFYONUDUR
 
KARL MARX


http://blog.milliyet.com.tr/din-halklarin-afyonudur-karl-marx/Blog/?BlogNo=401105



KARL MARX ‘ın (1818 – 1883) Kapitaliz m, Sosyalizm ve Ekonomi hakkındaki kuramlarında ciddi derecede yanıldığı kanısındayım ama dinle ilgili bu vecizesin de yüzde yüz haklı olduğunu düşünüyorum.  Karl Marx'in dini Afyon'a benzetmes i çok doğrudur. Çünkü küçük yaştan itibaren dini öğretiler insanları kendileri ne ilahi diye yutturula n bilgi ve emirleri sorgulama dan kabul etmelerin i ve papağan gibi sürekli tekrarlam alarını sağlar. Gerçekten Afyon gibi zihinleri uyuşturur düşünmeyi ve sorgulama yı engeller itaati sağlar. İdeolojiler de aynı şeyi yaparlar. Tarih boyunca bütün dinler insanları düşünmeye, araştırmaya ve sorgulama ya değil tersine kendileri ne dayatılan ilahi olduğu iddia edilen bilgi ve emirlere sorgulama dan itaat etmeye zorlamışlardır. Bu dayatmala ra karşı çıkan ve gerçekten düşünmeye dayanan açıklamalar getirenle r çoğu zaman bazen şiddetle cezalandırılmışlardır. Bu sadece dinlerde değil totaliter rejimleri n dayandığı ideolojil erde de olmuştur. Keşifler, icatlar, gerçeğe dayanan bilgi gelişmesi dinler sayesinde değil dinlere rağmen dinlere ve ideolojil ere kafa tutanlar sayesinde olmuştur. "Oku" emri samimi değildir. Din günümüzde hala büyük ve çoğu eğitimsiz kitleleri siyasi olarak yönetmek icin kullanılmaktadır. Karl Marx'in bu vecizesi günümüzde hala geçerlidir. Umarım birçok düşünürün dediği gibi önümüzdeki yüzyıllarda din ve ideolojin in toplum hayatını ve özgür düşünmesini kısıtlayıcı etkisi gittikçe azalır hatta yok olur. Atatürk bu gerçeği görmüş ve “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, ilimden başka mürşit ( yol gösterici ) aramak gaflet ve delaletti r” demiştir.

 İnsanlara küçük yaştan itibaren cennet, cehennem, melekleri n ve şeytanın varlığından bahsedili yor Peygamber lere Allah tarafından vahiy indirildiği söyleniyor insanlar bunlardan hangileri ni sorgulayıp araştırıp kanıtını ispatını gördükten sonra inanıyorlar ? İspat diye gösterilen şeyler saçma : " melekleri göremeyiz ama bu melekler yok demek değildir. Atomları da göremiyoruz ama atomların varlığı biliniyor" deniyor. Affedersi niz ama bu benzetmey e inanıp ispat olarak kabul etmek için hakikaten akıl tutulması gerekiyor . Aynı konuya dinin ve bilimsel yöntemlerin yaklaşım tarzları arasındaki fark için çok sayıda örnek verilebil ir. Bir tanesi psikiyatr ik rahatsızlığı olan birisini bilim psikiyatr ik ve/ veya klinik psikoloji k yöntemlerle tedavi etmeye çalışır. Din ise psikiyatr ik bozukluk değil ruhuna şeytan girmiş der ve din adamına şeytan çıkarma ayini düzenleterek tedavi etmeye çalışır. Çok kimse de dini yöntemin doğruluğuna inandırılmıştır.

İNANÇLARIMIZ NASIL OLUŞUR ?

Sık sık duyduğumuz bir ifade dini konuların ve inançların tartışılmaması gerektiği herkesin dini inancını kendi içinde bulduğudur. Bu ifade doğru değildir. Her türlü konu tartışılabilirken dini inançların tartışılmaması tartışılmadan kabul edilmesi gerektiğine katılmıyorum.  İnsanlar dini olsun başka konuda olsun hiçbir inancı içlerinde hazır bulmazlar . Her türlü inançlarımız çevremizle etkileşimle ve eğitimle beynimizd e bilinç üstümüzde ve bilincaltımızda oluşur. Bu inançların bazıları irrasyone l bazıları mantıklıdır. Dünyaya inançlarımız beynimize yüklenmiş olarak gelmeyiz. Doğarken yüklü olduğumuz tek tür bilgiler hücre çekirdeklerimizdeki DNAlarımızda olangenet ik kodlardır. Bu bilgiler de inanç değil vücudumuzun fiziksel özellikleri, organlarımızın ve sistemler imizin çalışmalarını yöneten biçimlendiren kodlardır. DNAlardak i bu tür kodlar hayvanlar da da vardır. Örneğin bir örümcek dünyaya geldiğinde ağ örme becerisi DNA’sında kodlanmış olarak gelir, ağ örmeyi sonradan öğrenmez. İnsanlar olarak bizlerin fikirsel bilgileri miz ve inançlarımız DNAlarımızda bulunmazl ar, beynimizd e doğumdan hatta anne karnındaykenden itibaren çevremizle etkileşim ve eğitim sonucu oluşurlar. İçimizde bulduğumuzu sandığımız dini ve diğer tür bilgiler ve inançlar da yanlış ta olsalar doğru da olsalar bu şekilde çevre ile etkileşimle oluşurlar. İman ( faith ) dediğimiz inanç türü de bu şekilde oluşur. Özellikle dini inançlar bu yönde eğitimle beynimize kaydedili r. Yoksa biz farkında olsak ta olmasak ta kendiliğinden içimizde oluşmuş ve bulduğumuz inançlar değillerdir.Aksini iddia edenler lütfen inançlarımızın da DNAlarımıza kodlandığına dair bilimsel bir çalışma göstersinler.

Rasih Bensan 7 Şubat 2013
« Son Düzenleme: Haziran 26, 2015, 04:11:37 ÖS Gönderen: admin » Logged
« Yanıtla #3 : Temmuz 18, 2015, 08:15:57 ÖS »
admin
Administrator
Full Member
*****

Mesaj Sayısı: 105


ROCKEFELLER VE İSLAM - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ



ROCKEFELL ER VE İSLAM

AHMET HÜSEYİN YILMAZOĞLU

FORUM GÜNEŞLİBAHÇELER İSTANBUL 2011

Selamün aleyküm değerli kardeşlerim
Bu yazıyı kaleme almaktaki maksadımız
Ortadoğuda ve dünyada akan müslüman kanının
Sebepleri nden birsi olan ırkçılık hezeyanının
Ve Türk Kürt gibi aslında temelinde müslüman olan
Fakat ırkçılık hezeyanıyla birlikte
Birbirine düşman edilen iki milletin
Kimler tarafından birbirler ine düşman edildiğine dair
Bir tesbit yazısıdır
Malumunuz dünyayı siyonistl er yönetmektedirler
Dünyayı medyatik güçleriyle idare etmektedi rler
Onlardan biriside Yahudi Rockefell er ailesidir
Bu ailenin yeryüzündeki amaçları ve yaşam tarzıyla ilgili
Tarihi bir belgesel tarzındaki filmi
Amerikan Holywood sektörünede hizmet eden
Yahudi yönetmen Aaron Russonun
Aktarım tarzıyla birlikte 22 Eylül 2010 tarihinde
" UYAN TÜRK UYAN KÜRT " başlığıyla
Bu yazı bir dergide yayınlandı
Ve elimize küpürü geçti sadece
Tarih var fakat alıntı yapılan kaynak adı yok
Ancak yazının doğruluğuna şüphemiz olmadığı için
Kaynağa ihtiyaç duymadan burada alıntılıyoruz

YAHUDİ YÖNETMEN AARON RUSSONUN
NİCHOLAS ROCKEFELL ER BELGESELİNDEN ALINTI

22 EYLÜL 2010

NİCHOLAS ROCKEFELL ER

 " Dünyanın sahipleri bizleriz
Yeryüzü Muhammede ( Hz.Muhamm ed sav ) iman edenlerin
Kanıyla sulanmalı
Çiçekler müslüman kanıyla sulanıp tomurcukl anmalı
Yüzyıllardır Türklerin
Muhammedi n dinine inananları
Bir insanın vücudu gibi
Bir arada tutmalarını engelleye medik evet
Bu vücudu Kürtlere özbenliklerini unutturup
Onları Türklere düşman ederek
İkiye bölebiliriz
Türklerin ve Kürtlerin elinde
Muhammedi n ( Hz.Muhamm ed sav ) uydurma kitabı
Kuran olmalı
Ancak zihinlerd e ( Kuran ) olmamalı
Yayın organlarımız bunun için  çalışmalı
Dünyanın her yerinde müslüman kanı akmalı
Tevrat bize bunu emrediyor "

NİCHOLAS ROCKEFELL ER
« Son Düzenleme: Temmuz 20, 2015, 09:24:31 ÖÖ Gönderen: admin » Logged
« Yanıtla #4 : Eylül 08, 2017, 11:22:07 ÖÖ »
admin
Administrator
Full Member
*****

Mesaj Sayısı: 105


NATOREI CHARTA VE SOYKIRIM YALANI


NATOREİ CHARTA VE HAKİKAT


NATOREI CHARTA VE HAKİKAT 

http://www.haber5.com/dunya/hahamin-itirafi-soykirim-bir-yalandir

http://www.egeuni.com/forum_posts.asp?TID=10025

Haham Moshe Arye Friedman : Soykırım büyük bir yalan

Avusturya Ortodoks Yahudi cemaatini n üst düzey hahamı olan ve uluslarar ası anti-siyonist hareket Natori Karta (Şehrin Muhafızları) üyesi Moshe Arye Friedman, bir süre önce Uluslarar ası Holokost İnceleme Kurumu’nun davetlisi olarak İran’a gitti ve bu ülkede 10 gün kaldı. Bu süre boyunca Dün Kudüs Günü yürüyüşüne katıldı, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinej ad’la Tahran Üniversitesi’nde görüştü, Tahran ve Meşhed üniversitelerini ziyaret etti. Friedman, ziyaretle rinde ve verdiği söyleşilerde Siyonizm ve soykırım üzerine görüşlerini açıkladı.
 
Avusturya’da yaşayan Amerikan Yahudisi bu hahamın holokost ve Siyonist rejim hakkındaki inançları bazen kendisi ve ailesi için ciddi sorunlara yol açabiliyor. Mesela geçen yıl, Tahran’da düzenlenen holokost konferansına katıldıktan sonra ülkesine döndüğünde bazı aşırı Siyonistl er tarafından saldırıya uğradı ve darp edildi. Buna karşılık, konuyla ilgili haberlerd e geçtiği gibi, polis onu korumak için hiçbir girişimde bulunmadı. Friedman, aynı şekilde Amerika ve Polonya’da da aşırı Siyonistl erin saldırısına uğradı.
 
Haham Moshe Arye Friedman’ın inançları çocukları için de sorunlara sebep oldu. Bir Yahudi okulunda eğitim gören çocukları, şu anda bu okul tarafından kabul edilmiyor . Öğrenim yılının başında çocukları sınıfa alınmak yerine bir depoya kapatıldılar. Mahkeme, okulun bu kararını sorgulaya rak Friedman’ın çocuklarının eğitim hakkının iadesini istedi. Fakat okul mahkeme kararını uygulamadı ve Friedman siyonizml e ilgili inançlarını terk etmedikçe ve İran’ı desteklem eyi sürdürdükçe çocuklarının bu okulda eğitim görme hakkı bulunmadığını açıkladı.
 
İran Üniversite Öğrencileri Haber Ajansı (İSNA), 7 çocuk babası 37 yaşındaki Friedman’la Tahran’da bir söyleşi gerçekleştirdi.
 
Söyleşiyi Sonbahar’ın ilk günlerinde bir öğleden sonra çiseleyen yağmur altında Tahran’ın Niyâverân Parkı’nda yaptık.
 
Belli ki kaldığı yerle Niyâverân Parkı arasında defalarca gidip gelmiş olan Friedman, hızlı adımlarla parka doğru yola koyuldu ve yol boyunca hızlı yürümesi nedeniyle geride kaldığımız için birkaç kez bizden özür diledi. Nitecede birkaç dakikalık yürüyüşten sonra bizi parkın uygun bir noktasına götürdü.
 
Friedman’la birlikte parkta yürürken, sakalları, paltoya benzeyen uzun ve siyah giysisi, şapkası ve simasıyla farklılaşan kendine özgü görünümü nedeniyle çevredekilerin dikkatini çekiyordu. Parkta bizi izleyen kimileri şaşkınlıkla onun kılık kıyafetine bakıyorlardı. Söyleşi boyunca birkaç kişi, Friedman’ın Yahudi haham olduğunu anladıklarından bize ricada bulunarak kendisiyl e Yahudi ideolojis i ve bu çerçevedeki meseleler i konuşmak istedikle rini söylediler.
 
Friedman bir saatlik bu söyleşide Siyonizm, semavi dinlerin yakınlaştırılması, Yahudi dininde siyonizmi n yeri, Filistin sorununun çözümü ve Ortodoks Yahudi cemaatini n inançları çevresindeki görüşlerini açıkladı.
 
HER GÜN NAMAZLARI MDA SİYONİZMİN YOKOLMASI İÇİN DUA EDİYORUM
 
Avusturya Ortodoks Yahudi cemaatini n üst düzey hahamı Friedman, söyleşinin başında uluslarar ası anti-siyonist hareket Natori Karta’nın inançlarına dayanarak Siyonizm hakkında şunları söyledi:
 
“Kitab-ı Mukaddes ve peygamber imiz Hz. Musa’nın öğretileri uyarınca siyonizme muhalefet e sadakatle bağlı kalmalı ve İsrail’in yok edilmesi için çalışmalıyız. Biz her gün namazlarımızda siyonizmi n ortadan kalkması için dua etmekle kalmıyor, siyonizmi n dünya üzerinden silinip gitmesi amacıyla gücümüz yettiğince gayret göstermeliyiz. Hatta gerekirse bu yolda canımızı bile verebilme liyiz. Dinî açıdan Filistin halkı da tam desteğimizi alıyor. Bu arada, çoğunlukla sadece konuşmakla yetinilen konferans lara katılmakla kalınmamalıdır. Pratikte de Filistin halkına destek olunması gerektiğine inanıyoruz. En önemli mesele, Filistin sorununu sadece Filistin halkının sorunu olmadığıdır. Bunun siyonizml e ve Beytül Mukaddes’in iyilerden arındırılmasıyla da ilgisi var. Bundan dolayı ağır bir sorumluluğumuz bulunuyor . Beytül Mukaddes’i özgürlüğüne kavuşturmalı, Siyonizm ve işgalden kurtarmalıyız. Bu, esas itibariyl e üzerine odaklandığımız görevlerimizden biridir. Bilgi azlığına ve gerekli şartların bulunmama sına rağmen bu alanda güzel ilerlemel er sağladığımızı söylememin insaflı bir değerlendirme olacağını düşünüyorum.”
 
SİYONİSTLER TANRI’YA İMANIN KÖKÜNÜ KAZIMAYA ÇALIŞIYORLAR
 
Friedman, “Sizce dinler arasında olumlu ilişki hangi ölçüde küresel barış ve istikrarın sağlanmasına yardımcı olabilir?” sorusuna şöyle cevap verdi:
 
“Bana kalırsa dinler arasında diyalog daha pratiğe dönük olmalıdır. Bu konuda dünya çapında çok sayıda konferans düzenliyoruz ama bunlar arasında gerçekten etkili sonuç doğuran sayısı oldukça az. Siyonizm bunlardan suiistifa de ediyor ve Tanrı’ya imanın kökünü kazımaya çalışıyor. Yahudiler in dinî kimliğini yok etmek ve materyali st, faşist bir kimliğe dönüştürmek için gayret gösteriyorlar. Onlar, Kitab-ı Mukaddes’i yalanla değiştiriyorlar. Böylece Beytül Mukaddes’teki varlıklarına, oradaki işgallerine ve cinayetle rine meşruiyet kazandırabiliyorlar. Bundan dolayı, cinayetle rinin meşru olduğunu ve Kitab-ı Mukaddes’in hakikatle rine göre Beytül Mukaddes’te bulunmaya hakları bulunduğunu söyleyebilmek için mantıkî hakikatle ri tahrif ediyorlar .
 
Burada büyük çelişki var. Bir taraftan dinin kökünü kazımaya çalışıyorlar, diğer taraftan dinî boyut olmadan planlarını uygulayab ilmek için meşruiyet ve haklılığa sahip olamayaca klarını görüyorlar. Bu nedenle kendileri ni dindar göstermeyle çok ilgililer . Bu, siyonistl erin davranış tarzıdır.”
 
KİTAB-I MUKADDES’E GÖRE YAHUDİLERİN CİSMEN BEYTÜL MUKADDES’E ADIM ATMAYA HAKLARI YOKTUR
 
“Siyonistlerin ikinci dünya savaşından önce büyük bir sorunları vardı. Kitab-ı Mukaddes’e aşina olan bütün araştırmacılar ve hocalar, Yahudiler in Beytül Mukaddes’e ayak basmaya hakkı bulunmadığının şüphe götürmeyen bir gerçek olarak Kitab-ı Mukaddes’te yeraldığını biliyorla rdı. Tanrı onlara Beytül Mukaddes’i terk etme, diledikle ri yere gitme ve asla Beytül Mukaddes’e cismen dönmeme talimatı vermişti. Tanrı’nın buyruğuna göre sadece manevi olarak Beytül Mukaddes’le irtibat halinde olabilirl erdi. Ama siyonistl er, insanlık karşısındaki cinayetle rini Kitab-ı Mukaddes yoluyla dünyaya izah edebilece kleri için bir çerçeve geliştirmek mecburiye tindeydil er. Bu iş için holokost meselesin i şekillendirmede özel bir araca ihtiyaç duydular. O zamanlar, yani ikinci dünya savaşından önce ve sonra meydana gelen cinayetle rin çoğu onların eliyle işlendi. Ama onlar başlangıçta hakikatle rin çoğunu tahrif etme ve yalan uydurma işine girdiler. Öyle şeyler ortaya attılar ki asla vuku bulmamıştı.  Böylece holokost meselesin i dünyaya kabul ettirdile r ve soykırım konusu öylesine güçlendi ki Batı ülkelerinde bu meseleyi sorgulama k suç sayılır oldu. Bu yüzden bazı kimseleri hapse bile attılar. Bu yasalar, mesela 1945-55 arasında Avusturya’yı işgal eden komünistler tarafından çıkarılıyordu. Dolayısıyla onlar taammüden bu yasalarda n kötü yönde yararlandılar. Böylelikle sadece tarihsel gerçekleri değil, hatta Kitab-ı Mukaddes’in hakikatle rini de tahrif ettiler.”
 
BAZI KANUNLAR İSTİSMAR EDİLEREK HOLOKOST BİR TABUYA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
 
“Bu durumda hiç kimse holokost üzerine konuşma hakkına sahip olamadı. İkinci dünya savaşından sonra pek çok halk, özellikle de Almanlar holokost hakkında konuşmaktan çekiniyorlardı. Anne ve babalar, çocuklarına vuku bulmuş veya bulmamış olaylarda n bahsetmey e korkuyorl ardı. Hatta eşler kendi aralarında bu konuda konuşmaktan korkarlar dı. Bundan dolayı bu anne ve babalarda n meydana gelen yeni nesil, holokost hakkında pek fazla bir şey öğrenemeden büyüdü. Eğitim sistemind e bu mesele öylesine tabu haline getirilmişti ki bu sahada hiçbir bağımsız araştırma yapılamadı. Elde edilen tek sonuç, bu çocuklara büyük babalarının, büyük annelerin in ve ecdadlarının caniler olduklarından fazlası değildi.”
 
SİYONİSTLER HEDEFLERİ DOĞRULTUSUNDA DİNİ İSTİSMAR ETTİLER
 
Avusturya Ortodoks Yahudi cemaatini n üst düzey hahamı olan Moshe Arye Friedman, İSNA ile söyleşisinin devamında şunları söyledi:
 
“Siyonistler dinin kökünü kazımaya çalışmakla yetinmedi ler, dinin hakikatle rini de istismar ettiler. Tahrif edilmiş şeklini ve yalanlarını dinin hakikatle ri olarak gösterdiler. Ne yazık ki dünyanın her yerindeki dinler arası diyalog girişimleri siyonistl erin etkisi altındadır. Dinler arası diyalog konuları üzerine düzenlenen, epeyce vakit ve enerji harcanan konferans ların çoğu, siyonizmi n kontrolü ve nüfuzu altındadır. Bu sadece benim değerlendirmem değil. Kendi tecrübelerine dayanarak siyonistl erin hedefleri doğrultusunda dini istismar ettiğini söyleyen çok sayıda insan var.”
 
GERÇEK MANADA DİNLER ARASI DİYALOG, DİNLERİN GERÇEK TEMSİLCİLERİ İLE MÜMKÜNDÜR
 
Friedman, “Semavi ve ilahi dinlerin önde gelen büyüklerinin dinleri birbirine yaklaştırmak için üzerlerine düşen görev nedir? Bugüne kadar bu yönde gösterilen çabaları nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna ise şöyle cevap verdi:
 
“Dinler arasında gerçek bir diyalog için dinlerin gerçek temsilcil erinin o diyalogda hazır bulunması gerekir. Şu anda böyle olmuyor. Mesela siyonistl er, kendileri ni Yahudi dininin temsilcis i olarak tanıtıyorlar. Oysa Yahudi dininin gerçek temsilcis i değiller. Onlar, birinci derecede kendileri ne, ikinci olarak da dinlerine ihanet ediyorlar . Ayrıca dinlerde pek çok tahrifler de meydana gelmiştir. Sözgelimi Katolik kilisesi, bir zamanlar siyonist rejimi tanıma konusunda çok sert bir tavır içindeydi. Onlar, dini metinler bakımından siyonistl erin Beytül Mukaddes’te bulunmala rının meşruiyeti olmadığına inanıyorlardı. Dolayısıyla Katolik kilisesi, hiçbir şekilde alenen siyonist rejimi tanıyabileceğini söyleyemezdi. Ne yazık ki 70’li yıllarda siyonist rejimi tanıma konusunda Ahd-i Atik’e bir reform eklendi.”
 
BARIŞ VE ADALET KONFERANS DÜZENLENEREK ELDE EDİLEMEZ
 
Friedman, barış ve adaletin, dinler arası diyalog konferans ları vasıtasıyla elde edilemeye ceğini söyleyerek açıklamalarını şöyle sürdürdü:
 
“Şu anda karşı karşıya bulunduğumuz sorundur bu. Bana göre İran, böyle konferans lara rağbet gösterme konusunda daha ihtiyatlı davranmalıdır. Çünkü bunlardan bazıları sadece düşmanlara hizmet ediyor. Bizim ihtiyacımız olan şey, dinlerin gerçek temsilcil erinin bu konferans lara katılmasıdır. Örnek olarak günümüzde herkes biliyor ki, İran, dünyada İslam’ın gerçek temsilcis idir. Bu temsilcil er, Beytül Mukaddes’i özgürleştirmeye gerçek manada ilgi duymalıdırlar.”
 
Moshe Arye Friedman, “Dinde kök salan aşırı inançlar dünyada barışı kurmak için gösterilen çabalar üzerinde nasıl bir etkiye sahip olabilir?” sorusuna da şöyle cevap verdi:
 
“Bu aşırılıkların şerrinden kurtulmak için onların başlangıç noktalarına dönmek gerekir. Bu amaçla da tarihsel ve dinî öğeler hakkında bağımsız araştırmalar yapılmalıdır. Bu arada dinî konulara bakmalıyız. Çünkü bu alanda yalanlar ve tahrifler epeyce vuku bulmuştur. Dolayısıyla benim inancıma göre bu, ilk aşamayı oluşturuyor. Hakikatle rin ortaya çıkarılması, nihai zaferin kazanılması, Beytül Mukaddes’in özgürleştirilmesi ve siyonistl erden arındırılması için  epey tesirde bulunacak tır. O güne çok uzak olmadığımıza inanıyorum.”
 
TAHRAN’DA DÜZENLENEN HOLOKOST KONFERANS I ÇOK ÖNEMLİ BİR KAZANIMDI R
 
İran’ın holokost konusunda konferans düzenlemesi dolayısıyla Tahran’ı tebrik eden Friedman, “Tahran’da düzenlenen yıllardır beklenen konferans çok önemli bir kazanımdır” dedi ve ekledi:
 
“Şu anda bütün dünya İran’ın bu sahada ne kadar ileri gidebilec eğini merakla bekliyor. Bu nedenle böyle girişimleri desteklem ek gerekir. Çünkü bu konferans lar siyonizmi ortadan kaldırmanın güçlü kanallarıdır. Bu alanda ortaya konan propagand anın hiç önemi yok. Eğer  bana holokost konferansına dünya medyasının verdiği tepki hakkında soru sorulacak olsa cevap olarak İmam Humeyni’nin bu konudaki sözünü söylerim: Eğer siyonist medya günün birinde benim hakkımda iyi bir şey yazarsa kendime bunun nedenini sorarım! Neden onlar bu işle meşguller? Dolayısıyla siyonist medyanın İran’a saldırısı ne kadar çok olursa İran bundan hoşnut olmalı ve kendisiyl e daha bir gurur duymalıdır.”
 
SİYONİZM TANRI’YA KARŞI EN BÜYÜK İSYAN VE BAŞKALDIRIDIR
 
“Onları asla tanıyamayız. Bütün çabamızı onları yok etmeye yöneltmeliyiz. Siyonizm, Tanrı’ya ve dinimize karşı en büyük isyan ve başkaldırıdır. Bu nedenle ortak veya ayrı inançlarımız ve çıkarlarımız olduğundan sözedemeyiz. Siyonizm, Kitab-ı Mukaddes’le ilgili dinî inançları tahrif ediyor. Çok sayıda yalan söylüyorlar. Bazı yalanları tamamen aşikardır. Maalesef holokostu bir tabu haline getirmeyi başardılar. İran, bu konuyu sorgulaya n belki ilk ve tek ülke.
 
SİYONİSTLERİ ASLA YAHUDİ SAYMIYORU Z
 
“Yahudiler, hiçbir şart altında siyonistl ere resmiyet kazandırmayacaklar. Onları asla Yahudi saymıyoruz. Siyonistl er dinimize faşizmi, milliyetçiliği ve caniliği armağan eden insanlardır. Onlar, din ve şahsiyetlerini değiştirmiş kimselerd ir. Aslında siyonizmi genel olarak din saymayız. Bu ikisi arasındaki fark, iman ile şeytan arasındaki fark gibidir.”
 
HOLOKOST BÜYÜK BİR YALANDIR
 
“Holokost hakkında uydurulan yalanlar sadece bu olaydan sonra vuku bulmadı. Bu, Siyonistl erin arkasına saklandıkları bir yalandır. Diğer cani rejimler de kendi cinayetle rini izah ederken soykırım meselesin i istismar ediyorlar . 6 milyon Avrupalı Yahudi’nin holokost olayı boyunca can verdiğini iddia ediyorlar . Onlar, bu propagand ayı Alman halkına karşı da kullandılar. Böylece bu ülkeyi 6 milyon Yahudi’yi öldürme suçuyla boykot edebilece klerdi.  Oysa ikinci dünya savaşının arkasındakiler onlardı. Almanya’ya karşı propagand anın arkasında da onlar var. 6 milyon rakamının sürekli tekrarlan masının ardında da onlar var. Savaştan sonra birçok gerçeği tahrif ettiler ve yalanlar uydurmaya başladılar. Böylelikle bir soykırımın yaşandığını iddia edebilece klerdi. Eğer biri kalkıp sayımızı ve hikayemiz i sorgulama ya cüret ederse cezalandırılabilecekti. Dolayısıyla holokostu bir büyük yalan kabul ediyoruz. İslam ülkeleri bu büyük yalana karşı koymalıdır. Bu aynı zamanda onların dinlerini n de yararınadır. Daha iyi bir dünya kurmak için bu yalanın şerrinden kurtulmak gerekiyor . Çünkü siyonistl er holokost meselesin i insanlığa karşı işledikleri cinayetle ri gizlemek için kullanıyorlar. Holokost yalanı o kadar ilerledi ki, şu anda herkes hiçbir sorunla karşılaşmadan Tanrı’yı ve dinini sorgulaya bilir ama holokostu sorgulama ya kalktığı takdirde cezalandırılır. Hatta holokostl a ilgili konferans lara katılanların aileleri bile cezalandırma ve hapisle tehdit edilir.”
 
TÜM FİLİSTİNLİLERİN SORUNU, BEYTUL MUKADDES’İ SİYONİSTLERDEN ARINDIRMA KLA ÇÖZÜLECEKTİR
 
“Filistin sorunu, holokost konusunda uydurulan bu yalanların ve dinî kitaplard a yapılan tahrifler in doğrudan sonucudur . Bu nedenle Filistin sorunun tek çözüm yolu siyonizmi n ortadan kalkmasıdır. Çünkü Filistin meselesin in çözümü için öncelikli koşul, Filistinl i mültecilerin kayıtsız şartsız vatanlarına ve evlerine dönmesidir. Siyonist rejim dünyayı etkisi altına almış durumda ve diyor ki, Filistinl ilerin bazı sorunlarını müzakere edebilmek için önce bizi kabul etmelisin iz. Bu, tasavvur edebileceğiniz en büyük adaletsiz liktir. Zira Filistinl iler için adalete ulaşmayı siyonist rejimi tanıma şartına bağlıyor. Filistin sorununun çözümü için Beytül Mukaddes’e koşmak gerekiyor ve bu işi kâmil bir imanla yapmak icabediyo r. Şeytanın karşısına dini çıkarmak lazımdır. Beytül Mukaddes’in özgürlüğüne kavuşması ve buranın siyonistl erden arındırılmasıyla bütün Filistinl ilerin sorunu hallolaca ktır. O nedenle sadece konferans larla yetinilme melidir. Bu yeterli değildir.”
 
Friedman, “İran Cumhurbaşkanı, holokostu n vuku bulduğunu kabul etsek bile holokost iddiasındaki ülkelerin Yahudiler e Filistin yerine Avrupa ülkelerinden birinde veya Kanada ve Alaska’da ikamet imkanı sağlayabileceğini söylüyor. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?” sorusunu şöyle cevapladı:
 
“Holokost konferansında da bu mesele gündeme geldi. Ben konuşmamda da belirttim, bazı Avrupa ülkeleri bu iş için çok uygun. Mesela Polonya, Almanya’nın bir kısmını işgal etmiştir. Polonya’nın yüzde 40’ı Alman toprağıdır. Almanya’nın ise bu toprağı geri almaya cüret edecek hali yoktur. Bana kalırsa Yahudiler in Polonya’ya yerleştirilmeleri hiçbir şekilde sorun olmaz. Bu ülke en iyi askeri donanıma sahip yerdir. Polonya ordusu Irak’a gitmek için yeterli paraya ve zamana sahipse Yahudiler i iskan etmesi neden sorun olsun? Birçok Avrupa ülkesi milli güvenliklerini bile siyonist rejime kurban etmiştir. Öyleyse Yahudiler i kabul etmeleri neden sorun olsun? Ahmedinej ad’ın önerisine tamamen katılıyorum. Bu, en iyi ve en etkili yoldur. Tabii ki Avrupa’nın yasaları var, diledikle rini yapabilec ekleri Filistin gibi değil orası. Uluslarar ası toplum bu canileri cezalandırmalıdır. Ama ne yazık ki bu iş hala gerçekleşmiş değil ”





MUHARREF TEVRAT VE IRKÇILIK

MUHARREF TEVRAT VE IRKÇILIK

DR. LÜTFİ ÖZŞAHİN

http://arsiv.ajans5.com/detay/2009/10/28/muharref-tevrat-in-turk-evlatlari-ve-yahudi-irkciligi.html

Türkiye’nin İran ve Pakistan’la yakınlaşması, daha da sıcak ilişki kurması Sayın Başbakan’ın haklı olarak Gazze vahşeti dolayısı ile İsrail’i eleştirmesi öz vatanımızda köşe başını tutmuş bazı monşerleri ve muharref Tevrat’ın siyonist sevdalısı Müslüman düşmanı bireyleri aşırı rahatsız ediyor.

Evet, sayın başbakan benim bir önceki yazımda belirttiğim gibi İsrail Evim Partisi’nin lideri ve Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ı deşifre etti. Lieberman’ın Gazze’de nükleer silahlar kullanmak suretiyle tüm Filistinl ileri yok etmek istediğini açıkça dünya kamuoyund a gündeme getirdi. İyi mi oldu kesinlikl e iyi oldu. Fakat İsrail ve destekçileri ile beraber Türkiye’de ki, Muharref Tevrat’ın evlatları da aşırı rahatsız oldu.   Ancak bunu direkt söylemiyorlar da her zaman olduğu gibi laiklik, Atatürk İlke ve İnkılâpları elden gidiyor, cumhuriye t tehlike de, ılımlı İslam geldi, Türkiye Batı’dan uzaklaşıyor gibi sığ, o derece derinliks iz, primitiv ve provakati f düşüncelerle yapıyorlar. Hâlbuki her zaman söylediğim gibi Türkiye’nin çıkarları asla sırtını İslam dünyasına dönmek ve şer cephesi olan ABD, İsrail,  İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin dümen suyuna tabi olmakta değildir.
       
Şimdi başlıktan yola çıkarak bir analiz yapmak istiyorum . Ben bu analizimd e Tevrat’ın Türk Evlatları tabirinde n yola çıkarak, İçimizdeki İsrail’i biraz olsun açmak istiyorum
                         
Bilindiği gibi İsrail kelimesin in anlamlarından birisi de Hz. Yakub’un rüyasında Tanrı Yehova ile sabaha kadar uğraşmasından mülhem olarak Tanrı ile güreşen, mücadele eden anlamındadır. İsrail kavmi bundan dolayı hâşâ Tanrı’ya da meydan okuyan bir millettir . Öyle ki, Yakub tanrı ile güreşmesi sonucu uyluğundan zarar görmüş ve topallama ya başlamıştır. Bundan dolayı dindar Yahudiler asla uyluk kemiğindeki eti yemezler. Meşhur Balam hikâyesinde anlatıldığı üzere” İsrail iş’te ayrı oturan bir kavimdir. Milletler arasından sayılmayacaktır.” Tanrı Yehova aynı zamanda Orduların rabbidir. O kızdığı zaman bazen Yahudiler i de cezalandırabilir ama yeri geldiğinde,  kendi seçkin ve seçilmiş kavmi olan İsrail milletini n çıkarı ve bekası için, bebekten, kadına, ihtiyara, eşeğe, ineğe velhasıl nefes alan her canlıyı acımadan katletme emri verebilir .(Hezekiel)
         
Yani tam manası ile intikamı rahmetind en, merhameti nden, acımasından, şefkatinden çok katmerli olan bir Tanrı anlayışı ve inancı ile karşı karşıyayız. İşte Tanrı anlayışı böylesine intikamcı ve kinci bir yorumla Tevhid geleneğindeki anlamından saptırılmış bir inancın mensuplarından insanlığa fayda, barış, merhamet beklemek herhalde abesle iştigal olsa gerek. Öyleki muharref Tevrat’ın-Tora (kutsal kitabın tümü -Tanah) salikleri yeri geldiğinde yani çıkarları ve bitmez tükenmez arzuları tehlikeye girdiğinde Zekeriyya, Yahya, Amos, Hezekiel, İsa gibi peygamber leri de katletmek ten çekinmezler. Eğer katledeme zlerse en azından zehirlerl er.
             
Efendim içimizdeki İsrail mensupları Roma’ya yürümeye hazırlanan Fatih Sultan Mehmet’i zehirleme diler mi? Yuda Nasi ailesi vasıtasıyla bir dönem Osmanlı sadaretin e hâkim olmadılar mı? Hatta bırakın Fatih’i,  onu zehirleye n Yakup Paşa’nın dedeleri Peygamber imizi dahi zehirledi . Hatırlayın Hayber’de Hz. Peygamber i zehirleye n kadın Zeynep binti Harise Yahudi değimliydi? Öyle ki Rasuli Ekrem hayatı boyunca o zehrin etkisinin kendisind e devam ettiğini itiraf etmişti. Allah bilir efendimiz in vefatının nedenleri nden birisi de bu Yahudi kadının verdiği zehrin etkisinde n olabilir.
           
Şimdi içimizdeki İsrail’in kısaca bir profilini verdim. Bazı okuyucula rım aman efendim tüm Yahudiler böyle değil. Tabii ki. Bunu bir dinler tarihçisi olarak bende biliyorum . Fakat siyonist, ırkçı olmayan humanisti k ve reformist Yahudiler in Filistin’de acımasız katliam yapan Ferisi kökenli Rabbinik/Ortodoks İsrail devlet aygıtı üzerinde etkileri yok denecek kadar azdır. Yani insancıl olanları en azından öyle görünenleri sadece birer istisnadırlar o kadar. Bu gruplar İsrail devletini yönlendiremedikleri gibi İsrail’e hakim olan fundament alist ve entegrist Yahudilik anlayışı humanisti k ve reformist Yahudiler i dışlamaktadırlar yani geçmişte meşhur filozof Spinoza örneğinde olduğu gibi açıkça tekfir etmektedi rler
                           
Efendiler! Kur’an-ı azimüşşan “Ehli kitap içerisinde müminlere en azılı düşman olarak Yahudiler i bulursunu z” diye boşuna buyurmuyo r.

Bunun bir hikmeti sebebi var. Bazıları bu ayetin konjektürel olduğunu yani dönemin Beni Kaynuka, beni Nadir ve Beni Kurayza Yahudiler i ile ilgili olduğunu iddia ederler. Tamam, da tefsirde basit bir yorum, tevil ilkesi vardır. Nedir o? Nüzülün yani ayetin iniş sebebinin hususi-özel olması hükmünün ve manasının umumi yani genel/evrensel olmasına mani değildir.
                 
Ne yani Efendimiz zamanındaki Yahudiler peygamber imize ve müminlere amansız düşman idilerde, şimdi dost mu oldular. Günümüz dünya ölçeğinde birileri bana bak şu Yahudiler Müslüman dostudurl ar diyebilir mi?   Efendim en azından Yahudiler biz Türklere karşı savaşmadılar, Yalan Çanakkale’de katır alayları ile İngilizlere ve Fransızlara destek verdiler. Yani bize karşı savaştılar, Yine Kanal çarpışmalarında İngilizlerle beraber hareket ettiler. Bırakın bunları bugün İçimizdeki İsrail finans kapital destekli bazı medya ve paramilit er gruplar aracılığı ile milletimi zin özgür iradesine, tarihsel ve toplumsal değerlerine karşı olabildiğince büyük bir şiddetle çarpışmıyor mu? Epidemik(yaygın) ahlaksızlığın öncülüğünü yapmıyorlar mı?
       
Hakikaten içimizde muharref Tevrat’ın sahte Türk kimlikli evlatları var. Bunlara dikkat etmezsek, bu gruplar açık ve seçik deşifre edilip ortaya çıkarılmadıkça, bağımsız yargı tarafından sanık sandalyes ine oturtulma dıkça ülkemizin düzelmesine, istikrarın, güvenliğin, refahın sağlanmasına,  temel ahlaki değerlerin neşvü nema bularak yaygınlık kazanmasına,  imkân yoktur.
     
Bendeniz aynen Natorei Charta cemaati gibi siyonist, ırkçı olmayan Tanah’ ın(Tora-Neviim-Ketubiim)  intikamcı, kinci ve katliamcı yorumunu yapmayan Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Yusuf gibi büyük peygamber lerin barış, selam, esenlik, aşk, rahmet ve merhamet mesajlarına bağlı kalan Yahudiler e saygı duyduğumu ifade ediyorum. Ancak bu tür Yahudiler in sayısı çok az da olsa bize düşen barış, selam, esenlik ve temel değişmez kadim ahlaki değerlerden yana olan Yahudiler in sayısının artmasını temenni etmektir.




SELANİK VE MARC DAVID BAER


SELANİK VE MARC DAVID BAER 

http://t24.com.tr/haber/arsiv,164143

"Selanikli Dönmeler" kitabının yazarı Marc David Baer
"Mustafa Kemal'e dönme diyen İslamcı'yla
Başbakan Tayyip Erdoğan'a Yahudi diyen ulusalcı aynı derecede ırkçı" diyor
Baer'in Radikal'den Ezgi Başaran'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle :

Selanikli dönme = Sabetaist midir
Siz niçin kitabınızda Sabetaist yerine dönme deyişini kullanmayı tercih ettiniz

Sözü edilen kişiler kendileri için İbranice inananlar anlamına gelen ‘Maaminim’ sözünü kullandılar. Hemen hemen hiç kimse bu terimi duymamış olduğu için ben de 20. yüzyıldan beri bu grup için Türkiye’de kullanılan dönme terimini seçtim.

Peki Sabetaist yanlış bir terim mi

Evet çünkü tarihte pek kullanılmadı.

İngilizcedeki ‘convert’ deyiminin karşılığı olan ‘dönme’nin Türkiye’de negatif çağrışımları vardır da onun için soruyorum

Türkçede İslam’a geçen kişiler için kullanılan doğru tanım ‘muhtedi’dir. Dönme dini bırakıp giden anlamını içerir. Bu, kişinin bıraktığı dine mensup kişiler için olumsuz bir tanımdır. Söz ettiğimiz gruptakil er de tam da bu nedenle kendileri ne ‘İnananlar’ adını verdiler. Onlar mesihleri tarafından kendileri ne ilan olan, doğru dine inandıklarını savunuyor lardı.

‘Selanikli dönme’yi tek bir cümleyle açıklamak zorunda kalsanız, hangi özelliklerini o cümleye dahil edersiniz

1666 ve 1923 yılları arasında Osmanlı Selaniki’nde dönmeler yeni bir etno-dini inanç, ibadet ve kimlik yarattılar. Ahlakları ve dinsellik lerinin kökenleri Yahudi Kabbalah ve İslami tasavvufu n kesişim noktasında bulunabil ir. Bu din ve sınırları iyi korunan etnik kimlikler i onların ne Yahudi ne de ortodoks Müslümanlar olduğunu ortaya koyuyor.

Yahudiler in Sabetaist lere bakışı nedir

17. yüzyılda bu hareketin ilk ortaya çıktığı günden beri dönmeler Yahudi liderler tarafından Yahudi olarak kabul edilmedil er. Yahudiler Sabetay Sevi’nin Yahudiliğe uygun davrandığını da düşünmedi. En başından beri hahamlar Sabatay Sevi’yi takip edenleri dinden dönen, Yahudiliği bilerek ve isteyerek bırakan kişiler olarak kabul ettiler.

Selanikli dönmelerin içinde bulundukl arı toplumla ilgili gizli ajandası olması fikrinin kökünde ne yatıyor

Dönmelerin Yahudiler le ilişkilerinin iyi olmadığı, Yahudiler in onları dinlerind en çıkmış tehlikeli kişiler olarak gördükleri ve Selanik’te de ekonomik rakipleri olduğunu bildiğimiz halde dönmelerin Yahudiler in istekleri ni yerine getirmek üzere hareket ettikleri ni nasıl düşünebiliriz? Belki tekrarlam akta yarar var: Osmanlı döneminde Yahudiler, dönmeleri Yahudi olarak kabul etmediler . Dönmeler de kendileri ni Yahudi olarak görmediler. Osmanlı’daki şeriat ve kanunlara göre dönmeler Yahudi olarak kabul edilmedil er çünkü İslam’a geçmişlerdi. Eğer Yahudiler ve Osmanlı devlet idaresi dönmeleri Yahudi olarak kabul etmediyse neden biz bugün onları Yahudi olarak kabul edelim ya da edebiliri z?

Bir diğer inanış da şu: Selanikli dönmeler, laik bir Türkiye Cumhuriye ti kurmaları için gönderilmiş dinsiz kişiler
Dindar mıdır aslında dönmeler

 Osmanlı dönemi Selaniki’nde dönmeler Osmanlıcılığı savundula r. Onlar imparator luğu kurtarabi lmeyi hayal ettiler, çünkü ancak bu düzende dinlerini rahatça yerine getirebil iyorlardı. Dönmeler kendi ahlaki ve dini kurallarına göre yaşayan dini bütün bir cemaatti. Onlar ne Türk milliyetçileriydiler ne de laikliği savunuyor lardı. Selanik’te yayınladıkları edebi dergilere, gazeteler e, dönemin dönme siyasetçilerinin 1908 devrimi sırasında yaptıkları konuşmalara baktığımızda bunu görüyoruz. Dönmeler ancak nüfus mübadelesi sırasında Yunanista n’dan Türkiye’ye zorla göç ettirildi kten sonra laikliği ve milliyetçiliği savunmaya başladılar. Onlar Selanik’i bırakıp İstanbul’a gelmeyi kendileri seçmedi ve Selanik’ten ayrılan en son kişiler arasında yer aldılar.

Mustafa Kemal’in Sabetaist olup olmadığı konusunda kesin bir bilgiye ulaşılamıyor mu
Siz Mustafa Kemal konusuna ‘tarihe nereden baktığınıza bağlı’ diyorsunu z, yani bir bakış açısına göre M. Kemal Sabetaist, bir bakış açısına göre değil mi

1920’lerden bugüne kadar kimi İslamcılar Mustafa Kemal’in dönme olduğunu ve bu iddia ile de aslında Yahudi olduğunu iddia ettiler. Bu düşünme şekline göre eğer Mustafa Kemal Yahudi ise onun kurduğu Türkiye Cumhuriye ti meşru değildir. Bu, Yahudiler in devletler ine bağlı ve güvenilir olamayacağı, yalnızca Yahudiler e ait özel çıkarları destekley ecekleri inancına dayalı ırkçı bir düşünce tarzıdır. Aynı ırkçı düşünce tarzına sahip olan kimi ulusalcılar da Tayyip Erdoğan’ın Yahudi olduğunu iddia ediyorlar . Bakış açısı dediğim bu. Böyle iddialar ortaya atarak onlar da aynı şekilde Tayyip Erdoğan’ın Türk milletine sadık olamayacağını ve çıkarlarını gözetemeyeceğini savunuyor lar. Öyle görünüyor ki Türkiye’de gücü ele geçiren her kimse gücü kaybedenl er tarafından Yahudi olmakla suçlanıyor
Gerçekte Türkiye Cumhuriye ti hiçbir zaman gizli bir Yahudi tarafından yönetilmemiştir.

Mübadeleyle İstanbul’a gelen tüm Selanik göçmenleri dönme midir
Örneğin benim büyük anneannem 1923’te İstanbul’a gelmiş, anneannem 1924’te İstanbul’da doğmuş. Ama 87 yaşında öldüğü güne kadar anneannem asla Sabetaist olmadığımızı söylüyordu. Sizce

Nüfus mübadelesinden önce Selanik’te yaklaşık 50 bin Müslüman yaşıyordu. Bunlardan 15 – 20 bini, yani Selanik’ten gelen kişilerin ancak üçte biri dönmeydi. Büyük ihtimalle anneannen izin size söylediği doğruydu.

1923-24 nüfus mübadelesi dönmelerin kültürel yapılarını ve hayat tarzlarını nasıl etkiledi

 Dönmeler Türkiye’ye geldikten sonra laik Türk milliyetçileri olmak zorunda kaldılar. Okullarında çocuklarına öğrettikleri derslerin üzerindeki kontrolle rini kaybettil er. Avrupa’nın kalanıyla olan bağlarını yitirdile r. Türkiye Cumhuriye ti’nin kapalı ekonomik politikal arı sonucu ekonomik güçlerini de... Osmanlı döneminde güç kazanan iki dönme, Mehmet Cavit ve doktor Nazım, 1926 senesinde Mustafa Kemal tarafından öldürtüldü. Özellikle bundan sonra dönmelerin ne ekonomik ne de siyasi güçleri kaldı.

Cumhuriye t’in ilk yarısındaki sert Türkleştirme politikasından rahatsızlık duymuş muydu dönmeler, yoksa süreci sorunsuzc a kabullenm işler miydi

 Dönmeler için Türkleştirme lafını kullanama yız çünkü onlar zaten Türkçe konuşan ve Türk kabul edilen bir gruptu. Onların daha çok zarar gördüğü laikleştirme politikal arıydı. Dönmeler kendi dini âdetlerini ve hatta dinlerini tümüyle bırakmak zorunda kaldılar. Dönemin politikal arı sonucu kendi dini kimlikler ini kaybettil er ve dönme olmayan kişilerle evlenmeye başladılar.

Onu soracaktım; iç evlilik geleneğini ne zaman bıraktılar

1940’lara gelindiğinde pek çok dönme içe kapalı, ayrı etnik dini kimlikler ine son verme taraftarıydı. 1950’lerde yarısı cemaat dışından kimselerl e evlenmişti.

Grubun sınıfsal yapıları hakkında hi bir şey bilmiyoru z. Mesela yoksul Sabetaist ler olmazmış gibi bir fikir vardır. Öyle mi gerçekten

 Osmanlı Selaniki’nde dönmeler birbirler ine sıkıca bağlı bir cemaat olduğundan aralarındaki yoksulları gözetiyor, kimsenin cemaat kuralları dışında davranmasını önlüyorlardı. Bu nedenle dönmeler arasında ne çok yoksul ne de suç işleyen kimse vardı.

Bugün itibariyl e Türkiye’deki Selanikli dönmelerin yaklaşık rakamı hakkında bir fikriniz var mı

1950’ler itibariyl e dönmeler örgütlü bir etnik dini grup olma özelliklerini kaybettil er. Bu yıllarda birkaç 10 bin dönme vardı. Pek çok dönme cemaat dışı kişilerle evlendikl eri ve inançlarını geride bıraktıkları için artık dönmelerin sayısından söz etmek anlamlı olmaz. Şunu söyleyebilirim ama: Dönmeler bugün yalnızca Türkiye’deki antisemit lerin kafasında yaşayan hayali bir gruptur.

Selanikli dönmelerin en büyük düşmanı kim
daha doğrusu en çok kim onları büyük düşman olarak görür

İlk ortaya çıktıkları 1666 senesinde n 1923’e kadar Osmanlı idarecile ri dönmelerin dini kimlikler ini bir kere bile sorgulama dı. Onlar da Müslüman olarak kabul edildi ve 19. yüzyılın sonunda Selanik toplumunu n en üst seviyeler ine yükseldiler. Dönmeler, Türkiye Cumhuriye ti onların Yahudi kimlikler ini araştırıp 1942-44 yıllarında Varlık Vergisi kanunuyla cezalandırana kadar bir düşmanlıkla karşılaşmadılar. İslamcıların yaklaşık bir yüzyıldır dönmelerle ilgili antisemit ik komplo teorileri ürettikleri doğrudur. 1950’lerden sonra İslamcıların dönme karşıtı saldırıları arttı ve 1952’de bir İslamcı, dönme gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı öldürme girişiminde bulundu. Ancak İslamcıların öne sürdüğü bu görüşler uzun süre marjinal bir perspekti f olarak kalmıştı. Fakat son 10 yılda laik neo-ulusalcılar dönmelerle ilgili pek çok benzer antisemit komplo teorileri yayımladılar ve bu kitaplar yüzbinlerce sattı. Bu tür anti-dönme komplo teorileri ni genel geçer ve kabul edilir hale getiren ulusalcılardır. Yani aslında, dönmelerin en büyük düşmanı onların dinlerini geride bırakmalarını isteyen cumhuriye tçi laik Türklerdi.

Californi a Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Marc David Baer, Sabetay Sevi liderligi nde Yahudilik ten İslamiyete geçen Selanikli dönmelerle ilgili bugüne kadar piyasaya çıkmış en kapsamlı ve bilimsel birkaç kitaptan birini yazdı. Haziran ayında Türkçede yayımlandı. Baer’in, Türkiye Cumhuriye ti’nin kuruluşundan beri çok merak edilen ve hakkında yüzlerce spekülasyon yapılan grupla ilgili buldukları, rejimin sistemati k tavrını anlamak için son derece önemli ve güncel.

Av ayında süslenilir

Sabetaist lerin ibadet ve ritüelleri yıllar içinde nasıl değişmişti

Osmanlı dönemi Selaniki’nde dönmeler kendileri ne has dini bir takvim, ibadetler, dualar ve inançlar geliştirdiler. Bunların hiçbiri ne Yahudiler ne de Müslümanlar tarafından takip edilir. Dönmelerin dini ritüelleri Sabetay Sevi’nin hayatında geçmiş olaylara dayanır: Sabetay Sevi’nin anne karnına düşmesi, doğumu, sünneti, mesihliği ve din değiştirmesi gibi. Ayrıca yıllık döngü de Sabetay Sevi’nin Yahudi takvimind e yaptığı değişiklikleri yansıtır, İbrani takvimind eki ‘av ayı’nı Kudüs’teki birinci ve ikinci tapınakların yıkılışının yaşına değil de mesihin doğum gününün kutlanmasına adanması gibi. Bu günlerde Yahudiler elbiseler ini yırtıp oruç tutar ve acı dolu dualar ederken, dönmeler en güzel elbiseler ini giyip, tatlı yiyip, dans edip, şarkılar söylediler. Yemeklerl e ilgili takip ettikleri kurallar da dönmelerin hem Yahudiler hem de Müslümanlardan ne kadar ayrıldıklarını gösterir. Dönmeler eti tereyağında pişirerek kashrut kurallarını özellikle çiğnediler.

Yalçın Küçük’ün iddiaları bir şey göstermez
Soner Yalçın’ın bu konudaki Efendi adlı kitaplarını inceledin iz mi
Antisemit izm tanım olarak kötü olan Yahudi’nin her yerde bulunduğu ve sürekli toplumu yıkmayı planladığı fikrini içeren bir komplo teorisidi r. Efendi kitabı ancak antisemit bir fantastik bir roman olarak okunabili r. Tarihi çalışma olarak ciddiye alınabilecek hiçbir tarafı yok.

Sabetaist olup olmadığı soyadından anlaşılır mı

Yalçın Küçük de insanların soyadlarına bakarak Sabetaist olup olmayacağını çözüyordu…
Yalçın Küçük’ün göstermeye çalıştığı da Yahudiler in her yerde olduğu ve her şeyi ele geçirmeye çalıştığı… Antisemit ler tanım olarak paranoyak tır. Küçük’ün iddalarının bize gösterebileceği hiçbir şey yok

kaynak : http://t24.com.tr/haber/arsiv,164143

http://www.fatih-alparslan34.tr.gg



Logged
« Yanıtla #5 : Eylül 13, 2017, 02:00:50 ÖS »
admin
Administrator
Full Member
*****

Mesaj Sayısı: 105


TÜRKÇE VE TÜRKÇÜLÜK İLE OSMANLICA İLE İLGİLİ YAZILAR - LÜTFEN TIKLAYINIZ

TÜRKÇE VE TÜRKÇÜLÜK İLE OSMANLICA İLE İLGİLİ YAZILAR

 
TÜRK DÜNYASINDA ALFABE

Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun  Türk Kültürü Dergisi Sayı 332 Sayfa 705

https://guneyturkistan.wordpress.com/2010/04/27/turk-dunyasinda-alfabe-imla-yazi-dili/

TARİHÇE   

Türkler tarih boyunca birçok alfabe kullanmışlardır. Tarihçe bilinen ilk alfabemiz, Göktürk alfabesid ir. İlk metinleri 7. yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanan Göktürk alfabesi ile meydana getirilmiş asıl büyük metinler, 8. asrın birinci yarısında Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk adına dikilen Orhun Adiblerid ir. Bu abediler, 8. yüzyılda Türklerin oldukça gelişmiş bir yazı diline sahip olduğunu da göstermektedir. Moğolistan’daki Oruhn Abideleri nden başka, Moğolistan’ın diğer yerlerind e, Yenisey boşlarında ve Talas havalisin de de bu yazıyla yazılmış pek çok mezar taşı ve eşya bulunmuştur. Yeni keşiflerle sayısı gittikçe artarak 300 civarına ulaşana bu metinlerd e kullanılan malzemeni n çeşitliliği, bu alfabenin yaygın bir kulanım alanına sahip olduğunu da göstermektedir. 7-9. asırlarda kullanılan Göktürk alfabesin den sonra Uygur yazısının Türk aleminde yaygınlaştığını görüyoruz. Soğd alfabesin den Türklerce geliştirilen Ulgur alfabesi ile hem yazma hem de basma halinde binlerce yapraklık metin bugün dünya kütüphanelerini zenginleştirmektedir. Uygur alfabesi, Türk dünyasında 9. asırdan itibaren uzun süre kullanılmıştır. Bu arada Türkler, daha dar alanlarda Soğd, Mani ve Brahmi yazılarını da kullanmışlardır.
11. yüzyıldan itibaren Türkler Arap alfabesin e geçmeğe başladılar. Bu alfabe, 20 yüzyılın başlarına kadar –bin yıl- bütün Türk dünyasında kullanıldı.
1925-28 yıllarında Azerbayca n Latin harflerin e geçti. 1928 yılında Türkiye Cumhuriye ti de Latin alfabesin i kabul etti. 1928-30 yıllarında Sovyetler Birliği’ndeki diğer Türk cumhuriye tleri de Latin alfabesin e geçirildilerd. Aynı cumhuriye tler 1937-40 arasında tekrar alfabe değiştirmek zorunda kalarak Rus Kiril alfabesin i kabul ettiler. Çin’deki Uygur ve Kazak Türkleri de 1954-74 arasında değişik bir Latin alfabesi kullandılar.

İMLA KURALLARI

GÖKTÜRK ALFABESİ

Göktürk alfabesi, büyük bir ihtimalle Türkler tarafından meydana getirilmişti. Daha çok taş ve eşya üzerine kazılarak kullanılan bu yazıda tabii olarak bitirme yoktu, harflerl ayrı ayrı yazılırdı. Yazı sağdan sola ve yukarıdan aşağıya doğru yazılabiliyordu. Yukarıdan aşağıya yazıldığı takdirde satırlar sağdan sola doğru istif ediliyord u. Noktaama olarak bazı kelime veya kelime grupları arasına üst üste iki nokta konurdu. 38 harfli Göktürk yazısı ünsüz esasına dayanır. Pek çok ünsüzün ince ve kalın şekilleri ayrı ayrı harflerle gösterilmiştir. İnce ve kalın şekilleri ayırt edilmeyer ek tek harfle gösterilen ünlüler ince ve kalın ünsüzler sayesinde ayrılabiliyordu. a-e için bir, ı-i, için bir, o-u için bir, ö-ü için bir olmak üzere 4 ünlü vardı. a-e ile ı-i, ünsüzler sayesinde belli oluyor, fakat o ile u’yu ve ö ile ü’yü birbirind en ayıracak herhangi bir ölçü Göktürk alfabesin de bulunmuyo rdu. Ünsüzlerin bir kısmı nötr idi; kalını incesi ayrılmamıştı. Bazı harfler ise iki sese karşılıktı.

UYGUR ALFABESİ


Uygur alfabesi, sağdan sola doğru yazılan işlek ve bitişik bir yazıdır. 4 ünlü, 14 ünsüz olmak üzere 18 harften meydana gelmiştir. İnce ünlüler y harfi ilavesiyl e; yuvarlak ünlüler, v ilavesiyl e, birkaç harf kullanılarak belirtili yordu. Bu alfabede de o ile u’yu, ö ile ü’yü ayırt edecek bir ölçü yoktu. z, s, ş, ve kalın k, kalın g, h sesleri de bu alfabede çok defa birbirine karışıyordu.

ARAP ALFABESİ



Arap yazısı sağdan sola ve bitişik olarak yazılan işlek bir yazıydı. 6 harf dışında bütün harfler sonraki harfe birleştirilirdi. Her harfin başta, ortada ve sonda birbirind en az çok ayrılan farklı bir yazılışı vardı. 28 harfli Arap alfabesi, Türkler tarafından p, ç, ince g ve j’nin ilavesiyl e 32 harfe çıkarılmıştı. Ancak p, ç’yi b, c’den ayırmak için eklenen noktalar ile g’yi k’den ayırmak için eklenen üç nokta veya keşide (çizgi) çok defa kullanılmıyor; dolayısıyla bu sesler yine birbirine karışıyordu. Pek aç istisna dışında Türkler, Arapça ve Farsça kelimelir in imlasına dokunmadılar; bu kelimeler bulundukl arı dilde nasıl yazılıyorsa Türkçede de öyle yazıldı. Dolayısıyla bu dillerden Türkçeye geçen kelimeler de, hem çok uzun zaman, hem de çok geniş coğrafyaya rağmen istikrar sağlandı. “İlim” kelimesi herhangi bir Türk boyunca nasıl söylenirse söylensin, Arapçadaki şekliyle (ayın, lam, mim harfleriy le) yazıldı. Türkçe asıllı kelimeler in yazılışında ise gerek tarih içinde,g erek coğrafi alanlarda birlik sağlanamadı. Kuzey-Doğu Türkçesinde t, s. Sesleri kalını incesi ayırt edilmeksi zin te ve sin harfleriy le gösterilirken, Batı Türkçesinde iceneler te ve sin, kalınlar tı sad harfleriy le gösterilmiştir. Kuzey-Doğu Türkçesinde nazal n için nun-kef, Batı Türkçesinde ise sadece kef (bazan üç nokta ilavesiyl e) kullanılmıştır. Kuzey-Doğu Türkçesinde ünlüler daha çok, Batı Türkçesinde daha az gösterilmiştir. Tarih içinde de birlik yoktur. Başlangıçta ünlüleri gösteren harekeler in kullanılması tercih edilirken, 16. asırdan sonra çoğunlukla hareke kullanılmamıştır. Bütün bu sebeplerd en dolayı, aynı zamanda ve sahada Türkçe asıllı bir kelimenin birden çok yazalışıyla her zaman karşılaşılmıştır. Bunlara rağmen 16. asırdan sonra Türkçe asıllı kelimeler de de az çok bir istikrar sağlanmıştır. Bu alfabede de o-ö-u-ü harfleri ayırt edilemiyo r ve vav harfi ile (veya ötre ile) gösteriliyordu.
Arap alfabesin de ancak 19. yüzyıl içinde noktalama işaretleri detaylı olarak kullanılmağa başlanmıştır. 20. yüzyılın başlarında Enver Paşa tarafından teşebbüs edilen harfleri bitiştirmeden yazma (huruf-ı munfasıl) teşebbüsü başarıya ulaşamadı. Ancak Doğu Türkçesinde, Kazak Türklerinden Ahmed Baytursun oğlu tarafından geliştirilen, Arapça-Farsça kelimeler de de ünlü harfleri kullanan ve böylece daha fonetik hale gelen yazı sistemi kısa bir süre kullanıldı.

YAZI DİLİ TARİHÇESİ

13. yüzyıla kadar Türkler tek bir yazı dili kullandılar. Göktürk, Uygur ve Karahanlı Türkçesi’nde fonetik ve morfoloji k ayrılıklar çok azdı. Temel kelime hazinesi de aynıydı. Sadece mensup oldukları din ve medeniyet dairesi dolayısıyla kültür kelimeler inin bazılarında farklılıklar vardı. Bu bakımdan Türkoloji literatüründe 13. yüzyıla kadarki Türkçe “Eski Türkçe” terimi altında birlişterilmiştir.
13. yüzyılda bazı tarihi, coğrafi ve kültürel sebeplerl e Türk yazı dili ikiye ayrıldı. Azerbayca n ve Anadolu’ya gelen Türkler, kendi konuşma dilleri olan oğuz ağzını bu yeni coğrafyada, 13. yüzyılda yeni bir yazı dili haline getirdile r. Önce Azerbayca n, Anadolu, Irak ve Suriye’de, birkaç asır sonra da Balkanlar da hatta Kuzey afrika’da kullanılan bu yeni yazı diline “Batı Türkçesi” adı verilir. “Eski Türkçe” ise çok aç değişikliklerle eski Türk topraklarında devam etti. Hazar’ın doğusunda, Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzeyinde, 13. yüzyıldan sonra kullanılan Türk yazı diline “Kuzey-Doğu Türkçesi” veya sadece “Doğu Türkçesi” denir. Kuzey-Doğu Türkçesi 13-15. asırlarda Mısır’da da kullanılmıştır.
Türkçe, 13. yüzyıl başından 19. yüzyılın sonlarına kadar iki yazı dili halinde devam etti. Gerek Batı Türkçesi, gerek Kuzey-Doğu Türkçesi 15. yüzyıldan sonra Arapça ve Farsçadan birçok kelime ile birlikte birçok gramer ve sentaks unsuru da alarak, gittikçe aslına yabancılaştı. Ancak her iki kolda da sade Türkçe ile yazanlar daima mevcut oldu. Batı Türkçesine 19. asrın ortalarında başlayan sadeleşme akımı, Genç Kalemler hareketiy le başayırayulaştı. Kuzey-Doğu Türkçesi de 19. yüzyılda sadeleşme yoluna girdi. Ancak Kuzey-Doğu Türkçesinin kulanıldığı topraklar 16. yüzyılın ortalarından itibaren yabancı hakimiyet ine girmeğe başlamış, 19. yüzyılın sonlarında bu süreç tamamlana rak kuzey Türk yurtları ile Batı Türkistan Rus hakimiyet ine, Doğu Türkistan ise Çin hakimiyet ine girmiştir. Bu yabancı hakimiyet i yazı dilini de etkilemiş ve 19. yüzyılın ortalarından itibaren Kuzey-Doğu Türkçesi içinden farklı yazı dilleri çikarılmağa başlanmıştır. Kazan Tatarcası,Kazakça ve Özbekçe ile başlatılan bu süreç, 1917 Bolçevik ihtilalin den sonra sistemli bir şekilde sokularak her boyun sadece konuşma dili olarak kullandığı ağız, ayrı ayrı birer yazı dili haline getirilmiş, böylece Kuzey-Doğu Türkçesi 15 ayrı ayrı diline bölünmüştür. Batı Türkçesi içinden de Azerbayca n Türkçesi yazı dili olarak 18. yüzyıldan sonra farklılaşmağa başlamış, 1828’deki Rus hakimiyet inden sonra farklılaşma artmıştır. İsmail Gaspıralı’nın çıkardığı
Tercüman gazetesi, “dilde birlik” şiarı ile 20. yüzyılın başlarında yazı dili birliğini sağlama yoluna önemli bir gelişme sağlamış, hatta 1918’den 1930’lara kadar Azerbayca n’da İstanbul Türkçesi resmen hakim olmuştur. Ancak Rus idaresini n Türk yazı dilini parçalama siyaseti; Azerbayca n Türkçesi ile beraber Türkmen ve Gagauz yazı dillerini de ortaya çıkararak Batı Türkçesi içinde Türkiye Türkçesinden başka üç yazı dili daha meydana getirmiştir.

BUGÜNKÜ DURUM VE YÖNELİŞLER
ALFABE

Türk dünyasında bugün üç ayrı kökene dayalı 27 farklı alfabe kullanılmaktadır: Latin alfabesi, Arap harflerin e dayalı alfabeler, Rus-Kiril harflerin e dayalı alfabeler
1928’de kabul edilen ve 29 harften oluşan Latin alfabesi, Türkiye Cumhuriye ti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriye ti’nin Resmi alfabesid ir. Yugoslavy a, yunanista n, Romanya ve Bulgarist an’da da Türkler aynı alfabeyi resmen kullanma hakkına sahiptirl er ve hem yayın dilinde, hem eğitimde bu alfabeyi kullanmak tadırlar. Böylece iki müstakil Türk devletind e ve dört ülkede Türkler, Türkiye Cumhuriye ti’nin resmi alfabesin i kullanmış oluyorlar . Finlandiy a’daki bin Türk de Türkçe için özel olarak Latin alfabesin i öğrenmektedirler. Irak Türkleri de 1964-1971 yıları arasında Latin harflerin i Arap alfabesi yanında kısmen kullanmışlardır. Ayrıca Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye Türkleri de bu alfabe ile yayın yapmakta ve haftada birkaç saat eğitim görmektedirler.
Irak, İran, Afganista n ve Çin’deki Türkler Arap harflerin e dayalı alfabeler kullanmak tadırlar. Irak’taki Türk alfabesi, osmanlı yazı sistemini devam ettirmekt edir. İran’daki Azerbayca n Türkleri, 1979’dan beri Osmanlı yazı sistemind en az çok farklı bir sistem eliştirmişlerdir. İran’daki Türmenlerle Afganista n’daki Özbek ve Türkmenler, kuzey-Doğu (Çağatay) Türkçesi için kullanılan yazı sistemini devam ettirmekt edirler. Çin’deki Uygurlar, Kazaklar ve Kırgızlar ise Arap harflerin e dayalı, fakat birbirler inden farklı alfabeler kullanmak tadırlar. Osmanlı ve Çağatay yazı sistemind en de farklı olan bu alfabeler de Arapça, Farsça kelimeler in orijinal imlasına uyamamakt a, o-ö-u-ü için ayırt edici işaretler kullanılmaktadır.
Irak, İran ve Afganista n’daki alfabeler sadece yayınlarda kullanılmaktadır. Bu ülkelerde henüz Türkçe ile eğitim verilmeme ktedir. Çin’de ise Arap kökenli Türk alfabeler i hem yayın, hem eğitim dilinde kullanılmaktadır. Suriye Türkleri Türkçe yayınlardan da eğitimden de mahrumdur .
Sovyetler Birliği’ndeki Türkler, Rus-Kiril harflerin e dayalı, birbirind en farklı 20 alfabe kullanmak tadırlar: Azeri, Gagauz, Kırım, Tatar, Kazan Tatar, Başkurt, Nogay, Karaçay, Malkar, Kumuk, Kazak, Karakalpa k, Türkmen, Özbek, Kırgız, Uygur, Hakas, Tuva, Altay, Çuvaş, Yakut. 1937-1940 arasında Türklere kabul ettirilen bu alfabeler de birlik yoktur. Aynı ses herbirind e farklı harflerle gösterilebilmektedir. Bu yüzden herbirini ayrı ayrı öğrenmek gerekmekt edir.
Değişen dünya şartları ve Sovyetler Birilği’ndeki yeni politikal ar, bu bölgedeki Türklerde de yeni düşünce ve yönelişlere yol açmıştır. Siyaset ve iktisat bakımından daha fazla müstakil olma, Türk Cumhuriye tleri arasında ortaklıklar kurma istik ve teşebbüsleri yanında milli kimlik arayışı, milli kültüre yöneliş ve Türk halkları arasındaki tarih ve kültür ortaklıklarını ortaya çıkarma faaliyetl eri de hızla artmağa başlamıştır. Bu arada ortak bir alfabeye sahip olma arzu ve teşebbüsleri de gündeme gelmiştir. Bir iki yıldan beri aydınar tarafından ifade edilen ve basında tartışılan alfabe değişikliği konusu, Azerbayca n Sosyalist Cumhuriye ti’nde resmi bir hal almıştır. Devlet tarafından teşkil edilen bir komisyon, Latin alfabesiy le ilgili hazırlıklarını 1991 yılı başına kadar bitirip resmi makamlara sunma kararındadır. Azerbayca n’da şimdi tartışılan, Türkiye Cumhuriye ti’nin resmi alfabesin i aynen mi, yoksa birkaç harf ekleyerek mi alma konusudur . Latin alfabesin e geçme konusu, Moldavya Sosyalist Cumhuriye ti’ned yaşayan Gagauzlar da da gündeme gelmiştir. Esasen Moldovanl arın Latin alfabesin e geçmiş olmaları, Gagauzların önünü açmıştır. Gagauz Türkleri tarafından çıkarılan Ana sözü gazetesin de aydınlar konuyu tartışmaktadır. Ayrıca okuyucula ra da bu konuda sütun açılmıştır. Okuyucu mektupları çoğunlukla Latin alfabesin e geçme temayülünü aksettirm ektedir. Kırım Türklerinin lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu da bütün Türklerin, Türkiye Cumhuriye ti alfabesin e geçmeleri gerektiğini iade etmiştir. Kazan Tatarı Özbek ve Kazak aydınları arasında da alfabe değişikliği gündemdedir. Ancak buralarda Latin alfabesiy le Arap alfabesi arasında tam bir tercih henüz yapılmamıştır. Eski, zengin milli kültürümüzle teması sağlaması yönünden Arap harflerin e de temayül vardır. Ancak bilhassa Türk halkları arasındaki birliğin sağlanması fikri ve Azerbayca n’da Latin harflerin e geçme kararı onlar üzerinde Latin alfabesi lehinde temayül uyandırabilmektedir. Ayrıca Latin alfabesin in, Türkçenin fonetiğini en iyi verebilen bir özelliğe sahip olması da önemlidir. Sovyetler Birliği’ndeki Türklerin tamamı Latin alfabesin e geçtiği takdirde, Arap alfabesi kullanan toplulukl ar da ister istemez bu alfabeye doğru yöneleceklerdir.

İMLA 

Türkiye, Kuzey Kıbrıs, Yunanista n, Bulgarist an, Yugoslavy a ve Romanya Türklerinin kullandığı 29 harfli Latin alfabesi, Türkçenin fonetiğini mükemmele yakın bir şekilde verebilme ktedir. Sadece k ve g seslerini n kalın ve ince olarak ayrılmamış olması bir problem olarak durmaktadır. Diğer Türkler Latin alfabesin e geçerken, k ve g için, kalın ve ince olmak üzere ikişer harf kabul ederlerse bu fonetik problem de çözülebilir. Diğer Türk şivelerinde yaygın olarak kullanılan açık e (a), hırıltılı h(x), damak n’si (n), çift dudak v’si (w) de bu seslere sahip şiveler için kabul edilebili r. Ancak fonetik detaylara girmek ve sadece diyalekt özelliği sayılabilecek sesler için harfler kabul etmek, tıpkı şu anda uygulanan Kiril alfabeler i gibi olumsuz parçalanmalara yol açar ve birliği bozar. Ayrıca kabul edilecek Latin harflerin de, Türkiye Cumhuriye ti alfabesin in örnek alınması önemlidir. Böylece aynı ses, aynı harfle gösterilmiş olur. Ancak bu şekilde aynı kelimeler aynı harflerle yazılma imkanına kavuşur ve imlada da birlik temin edilir. Aksi takdirde Latin alfabesin e geçmenin fazla bir önemi olmaz.
Şu anda Türk boyları arasında alfabeler in farklı olması, imlaların da farklı olması sonucunu doğurmuştur. Mesela, Latin alfabesin de çok defa virgül ile ayırdığımız özne, Kiril sistemli alfabeler de uzunca bir çizgi ile ayrılmaktadır. Alfabe ve imla problemle ri, devamlı toplanaca k ve bütün Türk boylarını içine alacak bir “Daimi Türk Dili Kurultayı”nda tartışılmalı, halledilm eli ve karara bağlanmalıdır.

YAZI DİLİ

Bugün Türkçe için, 4’ü Batı Türkçesine, 15’i Kuzey-Doğu Türkçesine ait olmak üzere, birbirind en ayır 19 yazı dili vardır. Yakut ve Çuvaş leheçeleri de buna eklenince 21 yazı diline ulaşılmış olur. Tarihçe bölümündede belirtild iği gibi, Türkçe, 20 yüzyıla kadar sadece 2 yazı dili larak gelmiştir. Yazı dillerine d bugün görülmmekte olan fazlalık ve farklılık, yabancı hakimiyet lerden, sonra, sun’ı olarak v Türklerin hür iradeleri nin dışında ortaya çıkarılmıştır. Fakat sebep ne olursa olsun, aynı dil içinde bugün 21 farklı yazı dili mevcuttur . Bu farklı yazı dillerind e ayrı ayrı edebiyatl ar gelişmiş; 60-70 yıldan beri binlerce kitap, dergi ve gazete yayınlanmıştır. Radyoda, televizyo da ve eğitimde bu farlı yazı dilleri kullanılmaktadır. Yazı dilleri farklılışatırılırken her boyun konuşma diline ait farklı telaffuzl ar, gramer şekkilleri, ekler ve kelimeler özellikle geliştirilerek lyaygınlaştırılmış; ağız malzemesi bilerek ön plana çıkarılmıştır. Böyelce eski kültürün ortak dil özellikleri ve kelimeler i yerine, ağızların farklı dil özellikleri ve kelimeler i gemiştirilmiştir. Hatta bundan dolayı sovyetler Birliği’de diyalekto loji ve halk (ağız) edebiyatı çalışmaları çok ilerlemiş, tarihi metinler üzerindeki çalışmalar ise güdük kalmıştır. Yazı dilleri farklılaştırılırken başvurulan bir başka yol, yeni terimleri n her boy için arklı ek ve kökler kullanılarak yapılmasıdır. Böylece aynı dilde ortak olabilece k terimler de ayrılmıştır Sovyetler deki Türklere Rusça, Doğu Türkistan’a Çince, Türkiye’ye Franıszca ve İngilizce, Güney Türkistan’a ve Azerbayca n’a Farsça kelimeler in girmesi de farklılığı arttırmıştır.
Son yıllarda Sovyetler ve Çin’deki Türklerde tarihi eserlere karış ilgi artmıştır. Yıllarca üzerined çalışılmayan ve neşredilmeyen Orhun Abideleri, kutadgu Bilig, Divanü Lugati’t-Türk, Dede Korkut gibi bütün Türkler için ortak olan eserlere yönelme başlamış ve bunlar, Doğu ve Batı Türkistan’da neşredilmiştir. Arapça, Farsça’dan geçtiği halde bin yıldan beri işlenerek Türklerin ortak malı olan kelimeler de, sonradan sokulmuş Rusça mukabille ri atılarak diriltilm eğe çalışılmaktadır. Tarihi romana yöneliş de yine ortak edvirlere hasretin bir ifadesidi r.
Son yıllardaki yönelişlerin en önemlisi, önce ilmi alanda başlayan, onra edebi ve kültürel alanlara da kayan temasla, kongreler ve ortak çalışmalardır. Siyası ortam elverdikçe Sovyetler deki Türk boyları önce kendi aralarında ortak faaliyetl ere girişmişlerdir. Son birkaç yılda ise bu ortak çalışmalar, Sovyetler dışına taşarak Türkiye’yi içine almıştır bu temasların ortak bir edebi dil ihtiyacını da gündeme getireceği, hatta getirdiği görülmektedir. Kendi aralarında Rusça anlaşan sovyetler deki Türk aydınların ortak bir edebi dil ihtiyacını da gündeme getireceği, hatta getirdiği görülmektedir. Kendi aralarında Rusça anlaşan sovyetler deki Türk aynıları bundan rahatsızlık duymağa başlamış ve aralarında, kendi şiveleriyle de olsa Türkçe konuşmayı tercih eder olmuşlarır. Bu olgu, uzun vadede ortak bir edebi dile gidişin psikoljik zemini olacaktır. Müşterek edebi dilin oluşturulmasında İsmail Gaspıralı ve Azerbayca n (1910-1930) tecrübelerinden faydalanılabilir. Ayrıca yeni edebi diller yaratarak Türkçeyi farklılaştıran 70 yıllık Sovyet tecrübesi de, bu defa aksi yönde, yani birleştirme yönünde bir gelişme için bir laboratuv ar vazifesi görebilir. Mesela Rusça yerine veya onun yanında okullarda öğretilecek olan Türkeyi Türkçesi, zamanla ortak bir üst dil olarak gelişebilir. Kendi şiveleri yanında Rusça eser yazan Sovyetler deki Türk edip ve alimleri, pekala ortak dil olarak Rusça yerine, okullarda öğrendikleri Türkiye Türkçesini kullanibi lirler. Esasen şu anda Türkiye Türkçesi; Türkiye’den başka, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriye ti, Irak, Yunanista n, Bulgarist an, Yugoslavy a ve Romanya’daki Türklerin ortak edebı dilidir. Ancak Türkiye Türkçesi de son 50-60 yılda geçirdği olumsuz değişmelerden urtulmak; yüksek bir medeniyet ve ilim dili olarak kendini geliştirmek zorundadır. Bunun için yapılacak ilk iş tarihi köklerimizle ve aynı gövdeden çıkan dallarımızla yani diğer Türklerle bağımızı sağlayan ortak kelimeler i atmaktan vazgeçmektir. Cumhuriye tin ilk dönem şair ve yazarlarınınulaştıkları mükemmel Türkçe, hareket noktamız olmalıdır. Adeta bir rönesans hareketi gibi Cumhuriye tin ilk dönemlerindeki şair ve yazarlarımıza dönmeliyiz. Diğer bir iş terimler arasında ortaklığı sağlamaktadır. Türkler arasında sürekli toplanaca k “Daimi Türk Dili Kurultayı’nda ortak terimler ve ortak edebi dil meselesi devamlı konuşulup tartışılmalıdır. Bütün Türklerin kendi hür iradeleri yle verecekle ri karar sonunda ortak edebi dilin okullarda öğretilmesi sağlanabilirse, bu dil bütün Türk yazı dillerind en unsurlar alarak dünyanın en zengin dili haline gelebilec ektir

Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun  Türk Kültürü Dergisi Sayı 332 Sayfa 705



ORHUN YAZITLARI VE GÖKTÜRK ALFABESİ


Orhun Yazıtları, Göktürk İmparatorluğu'nun ünlü hükümdarı Bilge Kağan devrinden kalma altı adet yazılı dikilitaştır.
Yazıtların üçü çok önemlidir. İki taştan oluşan Tonyukuk 716, Köl Tigin (Kültigin) 732, Bilge Kağan 735 yılında dikilmiştir.
Köl Tigin yazıtı, Bilge Kağan'ın ağzından yazılmıştır. Kültigin, Bilge Kağan'ın kardeşi, buyrukçu ihtiyar Tonyukuk ise veziridir . Anıtların olduğu yerde yalnızca dikilitaşlar değil, yüzlerce heykel, balbal, şehir harabeler i, taş yollar, su kanalları, koç ve kaplumbağa heykeller i, sunak taşları bulunmuştur





Orhun Yazıtları, Göktürk Yazıtları ya da Köktürk Yazıtları, Türklerin bilinen ilk alfabesi olan Orhun alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış yapıtlardır. Bilge Kağan ve Kül Tigin yazıtlarını Yolluğ Tigin yazmıştır. Yolluğ Tigin aynı zamanda Bilge Kağan'ın yeğenidir. Yazıtlarda bu abideleri n sonsuzluğa kadar kalması temennisi ile "Bengü Taşlar" denmiştir.
Yazıtlar, 1889 yılında Moğolistan’da Orhun Vadisi'nde bulunmuşlardır. Bu yazıtlar II. Göktürk Kağanlığı'na aittir. Yazılış tarihleri MS. 8. yüzyılın başlarına dayanmakt adır. Yazıtlardan Kül Tigin Yazıtı 732 yılında, Bilge Kağan Yazıtı 735 yılında yazılmışlardır.
1893 yılında Danimarka lı dilbilimc i Vilhelm Thomsen tarafından, Rus Türkolog Vasili Radlof’un da yardımıyla çözülmüş ve aynı yılın 15 Aralık günü Danimarka Kraliyet Bilimler Akademisi'nde bilim dünyasına açıklanmıştır

https://www.msxlabs.org/forum/cevaplanmis/443151-orhun-kitabeleri-hangi-devlete-aittir-ve-kimler-adina-dikilmistir.html



GÖKTÜRK ALFABESİ

http://alfabe.gen.tr/gokturk-alfabesi.html

Göktürk alfabesi Türklerin yazıya gereksini m duyması üzerine oluşturulmuştur. Türklerin yazıya olan ihtiyaçları oldukça geç belirmiş gözükmektedir. Araştırmalar sonucu bilindiği kadarıyla Türklerin ilk kullandığı yazı sistemi Orhun alfabesid ir. Orhun yazısına 6. Yüzyılda Orhun yazıtlarında karşılaşıyoruz. Burada önemli nokta atlanmama sı gerekiyor . Orhun yazıtlarından dolayı bu alfabeye Orhun alfabesi denmesine rağmen bunlardan iki yüzyıl önce aynı alfabeye Yenisey’deki alıntılarda karşılaşıyoruz. Göktürkler, Kırgızlar ve Uygurlar tarafından bu coğrafyalarda kullanılan Orhun yazısı Bazı Türk boyları tarafından Avrupa’ya taşındığı bilinmekt edir. Hatta Macarista ndaki Sekeller tarafından 16. Yüzyılda kullanıldığı bilinmekt edir.

Göktürk alfabesi Türklerce kullanılan ve pek çok büyüklü küçüklü yazıtlarda karşılaşılan bir alfabedir . Dikiliş ve yazılış tarihide bilinen bu büyük yazıtlar Moğolistan’da Orhun ırmağı kenarlarında bulunan Göktürk Yazıtlarıdır. Bu alfabede 4 sesli, 26 sessiz ve 8 birleşik olmak üzere 38 harf bulunmakt adır.

İlk Yazıtların Bulunuşu

Göktürk yazıtları, Orhun alfabesin den günümüze kalan en önemli ve büyük yazıtlardır. Bu yazıtların çözülüp değerlendirilmeleri ve üzerinde araştırmaların yapılması ancak 19. yüzyılda yapılmıştır. Bu alfabeyle yazılan ilk yazıtlar Yenisey ırmağı boyundaki yazıtlardır. 1889 yılında bir büyük yazıt daha ortaya çıkarılmış ve bunlara Orhon yazıtları denmiştir. Bunların diğerlerinden farkı olarak arka yüzünde Çince yazıların bulunmasıdır. Bu yazıtlar Danimarka lı Türkolog Wilhelm Thomsen tarafından 1893 yılında çözülmüştür. Bu yazıtların Kültigin ve Bilge Kağan tarafından diktirild iği, eski öz Türkçe’nin bir lehçesi olduğu ve Göktürklere özgü bir yazı metini olduğu ortaya çıkmıştır

Göktürk Alfabesin in Kökeni

Göktürk alfabesi oluşturulurken diğer alfabeler de olduğu gibi o milletin sık kullandığı resimlerd en oluşturulmuştur. D -> “ Y “ harfi Türklerin hayatında önemli bir araç olan “yay” kelimesin den türemiştir. “oq” harfi bildiğimiz “ ok “ kelimesin den türetilmiştir. Göktürk alfabesin in  Soğdcadan geçtiğine dair bir belge olmasa da Pehlevi ailesi tarafından İran’daki çevre ülkelerde bulunan Türkleri etkilemek için bu tez desteklen miştir.

Oluşturulan Harfler

Göktürk alfabesin de 38 harf vardır. Yenisey yazı sistemind e 150’den fazla işaret sistemi varken bu yazı sistemi elenerek 38’e düşürülmüştür. Bunlardan 4 ünlü, 34 de ünsüz alınmıştır. Türkçede bu kadar ünsüz bulunamaz . Bu durumun nedeni Göktürk alfabesin de birçok sessiz harfin iki ünsüz işaretle gösterilmesidir. Seçilen iki ünsüz harfin kullanılacak kelimenin kalın veya ince vokalde seyretmes ine bağlıdır. Yani “ bars “ kelimesin de kullanılan “b” harfiyle “bilge” kelimesin de kullanılan “b” sessizini oluşturan iki ünsüzler farklıdır. Bu gibi “ b, d, g, ğ, l, n, r, s, t, y ” seslerini veren ikişer adet sessiz harf vardır. Bir de Göktürk alfabesin de “ ık, ok, nç, yn “ çift ünsüz işaretleri de mevcuttur .

Bu alfabe kullanılarak yazılan yazılarda harfler Türkçe yazılarda olduğu gibi birleşmez, ayrı ayrı yazılır. Cümleler aralarına iki nokta üst üste konarak birbirind en ayrılır. Bunlar dışında da başka noktalama işareti kullanılmamaktadır. Yazı sağdan sola doğru yazılmaktadır


http://www.fatih-alparslan34.tr.gg

 





OSMANLICA  ESKİ TÜRKÇEDİR
MURAT BARDAKÇI
08 ARALIK 2014

http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1016841-osmanlica-daha-dogrusu-eski-turkce-dersi

Milli Eğitim Şûrası’nda Osmanlıca’nın liselerde önce zorunlu ders yapılmasına karar verildi ama sonra vazgeçildi. Osmanlıca, eskiden olduğu gibi seçmeli ders olarak devam edecek...

Günlerden buyana devam eden tartışmaların zorunlu ders kararının geri alınması ile bitmeyeceği, dersin mecburi hale getirilme si çalışmalarının da devam edeceği ve meselenin daha uzun müddet gündemde kalacağı belli...

Bu yüzden ve Osmanlıca’nın okullarda mutlaka öğretilmesi gerektiğini senelerde n buyana söyleyip yazmış bir kişi olarak konunun bazı önemli taraflarını maddeler hâlinde sıralayacağım:

1. Dünya üzerinde kendi diline başka bir isim vermiş, o dili bir önceki devletini n kurucusu olan hanedanın adı ile kullanma garabetin i göstermiş bizden başka bir devlet yoktur! İmparatorluk Almanyası’nda yahut Avusturya’sında konuşulan dil “Hohenzollernce” veya “Habsburgça” değil “Almanca”dır... Çarlık zamanı Rusya’sında “Romanofça” değil, “Rusça” konuşulmuştur... Krallık Fransa’sının lisanı da Fransızca’dır, “Orleansca” veya “Bourbonca” demek kimsenin aklına gelmez.

Biz ise imparator luk Türkiyesi’nin diline, hanedana nisbetle “Osmanlıca” deriz ama bu dil Türkçe’dir ve “Osmanlıca” diye ayrı bir dil yoktur. Türkiye’de konuşulan dil, meselâ okuduğunuz bu yazı Türkçe’dir ama mâlum yanlış isimlendi rmeden hareket edecek olduğunuz takdirde, aynı zamanda Osmanlıca olur

 

 
GAYRIRESMÎ DİL DEVRİMİ

2. Osmanlıca derslerin de öğrenciye eski ve yabancı bir dil değil, asırlar boyunca konuşulan ve bugün de konuştuğumuz Türkçe’nin yazımında daha önce kullanılmış olan başka bir yazı öğretilmektedir. Dersin temelinde “yabancı bir dil” değil, “başka bir yazı” vardır. Dolayısı ile “Osmanlıca” sözü de yanlıştır ve bunun yerini geçmişte kullanılan ama şimdi unutulmuş olan “Eski Türkçe” ibâresinin alması lâzımdır.

3. Cumhuriye tin ilk senelerin deki siyasî havanın ve daha sonraları da ideolojin in tesiri ile millete Osmanlıca’nın Arapça ve Farsça ağırlıklı başka bir dil olduğu, şeklinde yanlış bilgiler verilmiş ve bu kanaat maalesef yerleşmiştir. Osmanlıca yahut Eski Türkçe derslerin in en büyük faydası öğrencinin meselenin aslını öğrenmesi, yani Osmanlıca ile Türkçe’nin aynı diller olduğunu anlamasını sağlayacak olmasıdır.

4. Harf Devrimi ile Dil Devrimi, farklı kavramlar dır. Türkçe’nin fakirleşmesi ve bugünün gençlerinin 150, haydi bilemedin iz 200 kelime ile konuşur hâle gelmeleri nin sebebi Harf Devrimi değil, resmen vârolmamasına rağmen ideolojik maksatlar la ve şiddetli şekilde yürütülmüş olan Dil Devrimi’dir. Millet bu gereksiz uygulama yüzünden bugün 1950’lerin, 60’ların gazeteler ini bile anlamayac ak bir dil fukaralığına düşmüştür ve Eski Türkçe derslerin in bir faydası da kelime dağarcığının artışını sağlaması olacaktır.

5. Osmanlıca yahut Eski Türkçe derslerin de, “gramer” bahsinden mutlaka uzak durulması gerekir. Maksat öğrenciye Refik Halid, Hüseyin Rahmi, Reşad Nuri gibi Türkçe’nin önemli yazarlarının eserleri ile 1900’lerin başındaki gazeteler i orijinall erinden okuyabilm e bilgisini vermek ve daha gerilere gitmeyi heveslile re bırakmak olmalı, akademisy enlerin “gramer” merakı işe karıştırılmamalıdır. Zira, derslerde Eski Türkçe, yani eski alfabe ile beraber bir de “Osmanlıca Grameri” öğretilmeye kalkışılacak olunursa, bu iş okulda senelerce yabancı dil diye sadece gereksiz gramer kurallarını öğrenen ama o yabancı dilde doğru dürüst bir cümle kuramayan öğrenciler misâli eski harfleri okuyamaya n mezunlar verilir.

 

 

‘DİL FAŞİZMİ’ MERAKI

6. Eski harfleri yazmayı öğretmek gereksizd ir, bugün o yazıyı okuyabile nin de hatasız şekilde yazması artık imkânsız gibidir ve sadece okumanın öğretilmesi ile yetinilme lidir.

7. Üniversitelerimizin edebiyat ve tarih bölümü mezunları Eski Türkçe bakımından maalesef kifayetsi zdirler ve Eski Türkçe imam-hatiplerde de ciddî şekilde öğretilmemektedir. Ders zorunlu hale getirilec ek olursa, öğretmenler birkaç aylık kurstan geçirilmedikleri takdirde bir neticeye varılamaz!

Ve en önemli husus: Bazı kesimleri n Eski Türkçe’nin bir ucube, “Araplaşma” yahut “geriye gitme” değil; memleketi n bin küsur senelik kültürü olduğunu, bu yazıyı öğrenenlerin önünde yepyeni ve geniş bir ufkun açılacağını farketmel eri ve kapıldıkları “dil faşizmi”ni de artık bir tarafa bırakmaları şarttır


OSMANLICA TÜRKÇEDİR

http://www.risalehaber.com/osmanlica-kuran-harfleriyle-yazilan-turkcedir-200385h.htm
 
Dil bir milletin hafızasını, imanını, irfanını kültürünü ifade eden geçmiş ile gelecek arasında köprü kuran önemli bir araçtır. Bir dili anlaşılmaz kılmak belki o millete yapılacak en büyük suikasttır.

Bir şeyin tanınması için öncelikle tanımının çok iyi yapılması gerekmekt edir. Onun için Osmanlıca’yı anlamak için tanımının iyi yapılması gerekiyor . Ayrıca Osmanlıca mı, Osmanlı Türkçesi mi? Hangisi daha doğru bir isimlendi rme oluyor?

Peki, nedir Osmanlıca? Osmanlıca demek doğru mudur? Osmanlıca Türkçeden ayrı bir dil midir? Osmanlı döneminde konuşulan Türkçe midir? Edebi Türkçe midir? Bazılarının dediği gibi Türkçenin İslâmileştirilmiş hali midir? İslâm harfleri ile yazılan bir Türkçe midir? Günümüz Türkçesini İslâm harfleri ile yazdığımız zaman Osmanlıca olur mu? Öncelikle şuna karar vermeliyi z; Osmanlıca bir konuşma dili midir?  Yoksa bir alfabe meselesi midir?

Herkesin bu sorularda n birinin veya birkaçının cevabının Osmanlıca’nın tanımı olabileceğini söylediğinizi duyar gibi oluyorum. Osmanlıca bin senelik Türk İslâm tarihinin, kültürünün, medeniyet inin, biliminin, felsefesi nin oluşturduğu, İslâm harflerin i alfabe olarak kabul etmiş bir milletin konuşma ve yazı dilidir. Osmanlıca muhteva ve şekil itibariyl e birbirind en ayrılmaz üç unsurdan oluşuyor. Osmanlıca’nın elbisesi İslâm harfleri, vücudu kelimeler, ruhu kelimeler in manalarıdır.

İlhan Ayverdi bir yazısında: “Dil taşıyıcıdır; bir milletin kültürünü, sanatını, îmânını, düşünüş sistemini, yaşayış özelliklerini, sâhip olduğu değerleri dünden bugüne taşıyan kutsal bir nehir gibidir…” demektedi r. Osmanlıyı anlamak için onun anlaşma dili olan Osmanlı Türkçesini anlamak zorundayız.

Osmanlı araştırmalarında etkili ve yetkili bir isim olan İlber Ortaylı bir yazısında Osmanlıcayı şöyle tanımlar:

“Osmanlıca, Avrupa dillerind eki Ottoman, Osmanisch kelimeler inin yanlış çevirisidir. Bir dönemi ve bir üslubu nitelendi rmek için yanlış kullanılan sıfat, üstelik bir de isim haline getirilip kavramlaştırılmış ve bilgisizc e bir kimlik kompartımanına dönüştürülmüştür. Osmanlıca öyle Fransızca ve Rusça gibi ayrı dil olarak anlaşılamaz, Arap harfleriy le yazılan bir Türkçedir. Her dil asırdan asıra bazı değişiklikler geçirir ama bu durum ayrı bir dilden söz etmeyi gerektirm ez. Nihayet anneannem izle dedemizin mektuplaşma dilidir. Birçoğumuzun bu mektupları okutmak için ümmi köylüler gibi adam aradığı gerçektir.”

Mesele sadece Osmanlıca harflerin i öğrenmekle de sınırlandırılamaz. Osmanlı medeniyet ini, ilmini, irfanını bilmeyen Osmanlıcayı tam olarak okuyamaz. İslâm kültürüne yeterince hâkim olmadan, herhangi bir Osmanlıca metni tam olarak okuma imkânı yoktur; çünkü harfleri tanısanız da, eğer o kelimeyi bilmiyors anız, okuyamaz, dolayısıyla da anla­yamazsınız.

Hilmi Yavuz bir yazısında bu konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Elbette mesele sadece Osmanlı harflerin i öğrenmekle sınırlanamaz. Osmanlı paleograf yası, Osmanlıcaya giriş için gerekli, ama yeterli değildir. Dile yeterince hâkim olmadan, herhangi bir Osmanlıca metni okumak imkânı yoktur çünkü. Harfleri tanısanız da, eğer o kelimeyi bilmiyors anız, okuyamaz, dolayısıyla da anlayamaz sınız. Osmanlıca kurslarında ders veren öğretmenler, bu meselenin hiç şüphesiz, farkındadırlar.”

Osmanlıca adıyla günümüz de kabul göre Osmanlı Türkçesi özellikle Arapça ve Farsçadan etkilenme kle birlikte özgün bir dil olarak gelişimini sürdürmüştür. Günümüz Türkçesinin de ana kaynağı durumunda dır.

Attila İlhan Osmanlıcanın tanımını şöyle yapar: “Osmanlıca, Türklerin yüzyıllar boyunca geliştirdikleri özgün bir dil, Arapçadan da, Farsçadan da yararlanmış, ama ikisi de olmamış; yeni Türk kuşakları Osmanlı­cayı anlayabil melidir ki, gelecekle geçmiş arasındaki köprüyü sağlam kurabilsi nler!” Osmanlıca’nın özgün bir dil olduğunu yapay bir dil olmadığını ifade eder.

Aslına bakarsanız herkesin bir Osmanlıca tanımı var. Bu tanımları kişilerin dünya görüşleri şekillendirmektedir.

Bir kısım insanlara göre Osmanlıcadır; çünkü Osmanlı dönemine aittir günümüze ait değildir. Bir kısım insanlara göre İslâm yazısıdır; çünkü alfabesi İslâm yazısıdır. Bazıları edebi dil der; çünkü zevk-i selimi Osmanlı Türkçesinden zevk alır. Bazılarına göre Osmanlı Türkçesidir; çünkü Osmanlılar döneminde kullanılmış, zamanımızda ise geçerliliğini yitirmiştir. Bizim anladığımız ise şudur: Osmanlıca’nın iki yönü vardır. Birisi dili, diğeri elifbası… Dili itibarıyla Edebi Türkçeyi, yazısı itibarıyla Kur’an harflerin i ifade eder.

İrfan Mektebi

Kaynak:

Osmanlıca Kur'an harfleriy le yazılan Türkçedir




TÜRKİYE GAZETESİ 

PROF.DR AHMET ŞİMŞİRGİL İLE GAZETECİ HALİL ÖNÜR RÖPORTAJ

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/kultursanat/221682.aspx

OSMANLICA  TÜRKÇEDİR 


"Her Türk'ün mutlaka bilmesi ve okuması gerekir. Onu bilmek bin yıllık kültürünü, medeniyet ini, sanatını, ilmini, tarihini, ahlâkını bilmektir ."
Önce, son günlerin tartışma konusu olan Osmanlıca ile söze başlamak istiyorum . Osmanlıca dil tartışmaları hakkında siz ne düşünüyorsunuz

Osmanlıca Türkçedir. Bugünkü Türkçemiz Latin harfleri ile yazıldığı gibi Osmanlılar döneminde ise Türkçe, zenginleştirilmiş Arap alfabesi ile yazılıyordu. Her Türk'ün mutlaka bilmesi ve okuması gerekir. Onu bilmek bin yıllık kültürünü, medeniyet ini, sanatını, ilmini, tarihini, ahlâkını bilmektir . Bilmemek ise bunlara düşman olmaya kadar götürür. Körü körüne Osmanlı düşmanlığı yapanlar şayet yüz yıl önceki Türkçe kitaplarını okuyabils eydi ecdâdını anlardı. Dilini kaybeden özünü kaybeder

Bugüne kadar birçok tarihçi ile karşılaştım ama, siz Osmanlıyı daha farklı savunuyor sunuz. Bu Osmanlı tutkusu nereden geliyor

Otuz yılı aşkın akademisy enlik hayatımda şunu gördüm. Pek çok tarihçi Osmanlıya iftira atıldığını görüyor, biliyor fakat iş savunmaya veya doğruları anlatmaya gelince çeşitli sebeplerl e susmayı tercih ediyor. Bu durum Osmanlı düşmanlarına ve iftira atanlara daha bir cüret veriyor. Bunlara karşı doğruları da aynı açık yüreklilikle yapmak lazım... Farklılık buradan kaynaklanıyor. Heyecan ise tarihin kendisind e var. Tarihi kimya, matematik gibi anlatamaz sınız. Sevinci, hüznü, savaşı, barışı aynı ses tonuyla anlatmak olmaz. Tarihçi biraz da yaşamalı diye düşünüyorum. Diğer taraftan Osmanlı benim ecdâdım. Benim geçmişim. Benim tarihim. İnsanın tarihine, geçmişine ve ecdâdına tutkusunu n olması çok normal... Asıl Osmanlı düşmanlarına bu husumet tutkusu nereden geliyor diye de düşünmek gerek değil mi

TARİHİMİZ YENİDEN YAZILMALI

Çok doğru. Bizzat bende de okul yıllarında öğrendiğim tarih bilgisini n eksik öğretildiği ve Batı yanlısı verildiği kanaati var. Bize öğretilen tarih doğru mu değil mi Sizce tarihimiz yeniden yazılmalı mı

On yıllarca öyle yanlışlar edildi ki bunları düzeltebilmek için uzun yıllar çalışmak gerek. Belki bugün o yanlışların çoğu yapılmıyor. Ancak bugün de tarihimiz verilmesi gerektiği şekilde verilmiyo r. Bu itibarla tarih kitaplarının yeniden yazılması gerekir. Hangi sınıfta ne, ne kadar verilmesi lazım iyi değerlendirilmelidir. İlkokul ve Liselerde tarih şuurunun oluşmasına yarayacak bilgiler sunulmalıdır. Gereksiz bilgilerl e öğrenci tarihten nefret ettirilme melidir. Batı sanatı, romanı ve dizileri ile tarihine destek olurken, biz aynı yollarla tarihe düşmanlığımızı devam ettiriyor uz maalesef

Gerçek Osmanlı tarihini nasıl öğrenebiliriz. Bununla ilgili kaynaklar, çalışmalar var mı Neler

Elbette ki ana kaynaklarından öğrenilir. Arşiv vesikaları ve döneminin eserleri bu konuda en önemli vesikalar dır. Bu belgeler Osmanlıda fazlasıyla bulunmakt adır. İşte bu belge ve vesikaları önyargısız olarak kullanan ve değerlendiren tarihçilerin eserlerin i okumakla doğru bilgiye ulaşılabilir

Osmanlıyı anlatan KAYI serisi fikri nasıl doğdu

Öğrencilerimin değişmeyen suallerin den biri bu... Hemen her sene aynı suallerle karşılaşıyordum. Padişahlarla ilgili akıl almaz iftiralar, entrikala r, harem, devşirme meselesi ve daha nice konularda yalan yanlış bilgiler. Bunları sadece talebeler ime anlatmakl a iş bitmeyece kti. Yazmam ve diğer bölümlerde okuyan herkesin istifades ine sunmam gerektiğini anladım. İşte o zaman Ka-yı serisi ortaya çıkmaya başladı

Seri kaç kitaptan oluşuyor Sizce istediğiniz kitleye ulaşabildiniz mi Kitaplarınız ilgi gördü mü

Şu anda altı kitap oldu. İnşallah tamamlandığında on bir kitap olacak. Kayı kitapları ilmi bir eser. Üslubu ise hemen herkesin rahatlıkla okuyup anlayabil eceği bir tarzda kaleme alındı. İlgi ve memnuniye ti her vesile ile görüyorum. Zira okuyan herkes dostuna ve ahbabına tavsiye ediyor. İstediğim kitle ise tüm Türkiye'dir

Osmanlı Devleti neden uzun ömürlü oldu

Bunu Osman Gazi'nin oğlu Orhan Gazi'ye nasihatin de görebiliriz. O nasihatle r Osmanlının anayasası hükmündedir. Kayı 1'de uzun anlattığım üzere bu temelin dört direği vardır. Bunlar edep, yerine adam yetiştirmek, ilim ve adalettir . İşte Osmanlıyı cihanşumül yapan bu prensiple r olmuştur

Osmanlı'nın bir cihan imparator luğu olmasında Sultan Süleyman'ın etkisi nedir

Fatih Sultan Mehmed Türk birliği, II. Bayezid Han kültür, Yavuz Sultan Selim Han ise İslam birliği hamleleri ni gerçekleştirmişti. Kanuni Sultan Süleyman birlik ve beraberliğini tamamlamış olarak devraldığı bu ülkeyi, haşmetli bir cihan devleti yaptı. İşte bu büyük başarı Türk-İslam birliğinin neticesiy di. Bundan büyük dersler çıkarmak gerekir

Böyle güçlü bir devlet ne oldu da dağıldı
 
Bunda son üç yüz yıl içerisinde işlenen nice hataların ortak tesiri vardır. Ancak en önemli sebep defalarca tekrarlan an ve bir devlet için felaket olan darbelerd ir. Nihayet ittihat ve terakki darbesi ise Osmanlı Devletini yıkıma götüren en büyük talihsizl ik olacaktı

Bugün Ortadoğu kaynayan kazan. Osmanlının yokluğu hissedili yor mu? Osmanlı olsa idi yeniden bu bölgede düzen sağlanır mıydı

Ortadoğu'yu karıştıranlar Türkün ve Müslümanların düşmanlarıdır. Böl parçala ve zengin kaynaklarını sömür politikası içerisinde işlerini görüyorlar. Bölünmüş Müslümanlar da birbirler ini boğazlıyorlar. Güçlü ve adil Osmanlı idaresi her zaman huzur vesilesi idi. Müslümanlar kıymetini bilmeyinc e Cenabı Hak o nimeti ellerinde n alıverdi. Sonuç meydanda hepimiz ibretle izliyoruz

DİZİLERDEKİ OSMANLI

Osmanlının kuruluş tarihi tartışılıyor. Sizin görüşleriniz nedir. Mesela TRT'deki Ertuğrul dizisinde de Ertuğrul'un babası Süleyman şah gösterilmiş, siz ise Gündüz Alp diyorsunu z
Böyle başka muallak bilgiler var mı

Halil İnalcık Bey Osmanlının kuruluş tarihi olarak 1302 yılını ortaya attı. Basının yaygarası dışında hiçbir Osmanlı tarihçisi bu iddiaya iltifat etmedi. Zira 1299'da Osman Gazi adına hutbe okutmuştu. Hutbe ise saltanat alametidi r. Ertuğrul dizisi yanlış kurgu üzerinden gidiyor. Evet, Ertuğrul'un babası Süleyman Şah değil. Bunun yanlış yansımaları daha olacak. O zaman Ahlat'ta Haçlılar ve Tapınak şövalyeleri diye etkin bir güç yok. Kayılar Moğollardan kaçıyorlar. Ancak dizide Moğollardan eser yok. Ayrıca Süleyman Şah'ın sol eliyle yemek yemesinde n, Kayı'nın ongunu (arması) olan şahin kuşu yerine domuz başı konulmasına kadar bir dizi hatalar var. En korkuncu ise Kayıların yeni Müslüman olmuş gibi sunulması. Açıkçası senaryoyu Kayılara uygun bulmadım

Peki Muhteşem yüzyıl dizisi

Açıkçası ben bu diziyi ısmarlama olarak görüyorum. Osmanlının imajını bir kez daha yok etmek üzere kurgulandı. Doğru tek bir karesi olmayan bir diziydi. Yanlışlarını silmek sadece Türkiye'de yüzyılları alır. Peki, sattık diye övündükleri seksen ülkede yaptığı tahribat nasıl silinecek . Reyting kaygısıyla dizi çekerseniz yanlışları silmek bir yana yeni yanlışları eklersini z. Ertuğrul dizisinde bu görülüyor. Kösem Sultan dizisini bilmiyoru m. Bu mantıkla zor.

Hürrem Sultan'ın Osmanlı tarihinde ki yeri nedir

Kanuni Sultan Süleyman'ın otuz sekiz yıllık sevgili eşi. İffetli, namuslu, yetenekli bir hanımefendi. Bir Osmanlı padişahının annesi... Yaptırdığı eserlerle Osmanlı kadınları içerisinde belki en hayırseveri

Osmanlıda harem çok konuşuldu. Harem nedir

Bilirsini z Harem haramdan gelir. Onun ancak teşkilatı yani işleyişini bilebilir siniz. Buna rağmen Osmanlının en bilinen tarafı gibi yalan yanlış nice eserler yazıldı. Burası padişahın, annesinin, eşlerinin ve çocuklarının yaşadığı özel bölümdür. Ayrıca cariye denilen kadın hizmetlil er vardır. Harem Enderun gibi bir mekteptir . Kadınlar akademisi dir. Hanedana olduğu kadar enderunda yetişen devlet adamlarına eş hanım yetiştiren bir kurumdu. Bu konuda "Valide Sultanlar ve Harem" kitabım okunabili r

Son olarak okurlarımıza ne söylemek istersini z

İnsanlar Osmanlı hakkında yanlış bir söz duyduklarında önüne koskoca bir soru işareti koysunlar . Osmanlıyı yargılamasınlar, araştırsınlar. Sonunda iyi ki araştırmışım ve okumuşum diyecekle rdir. Ecdâdlarının altın harflerle yazılmış, başlarını eğdirmeyecek şerefli bir tarih bıraktıklarını göreceklerdir.


OSMANLIYI OSMANLI YAPAN NASİHAT

Ey bağlarımın tatlı meyvesi olan Oğul! Saltanatına mağrur olma. Unutma ki dünya Hazreti Süleyman'a kalmamıştır. Unutma ki dünya saltanatı geçicidir. Lakin büyük bir fırsattır. Allah yolunda hizmet ve Peygamber imiz Aleyhisse lamın şefaatine mazhariye t için bu fırsatı iyi değerlendir! Dünyaya ahiret ölçüsüyle bakarsan; ebedi saadeti feda etmeye değmediğini göreceksin.


Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL

1959'da Boyabat'ta doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini aynı yerde tamamladı. 1982'de Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü'nden  mezun oldu. 1983'te aynı bölümde Araştırma Görevlisi olarak vazifeye başladı. 1990'da "Osmanlı Taşra Teşkilatı'nda Tokat (1455- 1574)" isimli çalışmasıyla, Marmara Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde Tarih Doktoru unvanını aldı. 1997'de Doçent olan Ahmet Şimşirgil, 2003'te Profesör kadrosuna atandı. Halen aynı üniversitede öğretim üyesi olarak gö- revine devam eden Şimşirgil'in Osmanlı siyasi hayatı şehir tarihi ve teşkilatı ile ilgili birçok basılmış eseri ve çeşitli dergilerd e yayınlanmış çok sayıda ilmî makalesi bulunmakt adır. Kayı serisi kitapları oldukça ilgi görmektedir


http://www.fatih-alparslan34.tr.gg







TÜRKÇÜLÜK VE ZİYA GÖKALP

https://bitikname.wordpress.com/tag/kurtculugun-esaslari/

Göktürk Ömer Çakır

“Ziya Gökalp’in gençliğinde tanıştığı Abdullah Cevdet sayesinde ulusçu bir düşünceye eğilim göstererek yıllarını verdiği ilk kitabının adını öğrenmek istemez misiniz: Kürtçülüğün Esasları ve Kürt Lugatı. Eğer birileri yerinden etmemişse, bu eserin Ziya Gökalp’in el yazısıyla olan aslı şu an Sinop Dr. Rıza Nur Kütüphanesi’nde olması gerekiyor .”

Ziya Gökalp’ın Türkçü olmadan evvel Kürtçü olduğu; fakat bu tutmayınca Türkçülüğün ideoloğu kesilerek ümmeti böldüğü, dolayısıyla asıl gâyenin buna mâtuf olduğu yönünde senelerdi r ağızlara sakız yapılan bir numaralı İslâmcı palavrası budur. Yukarıdaki satırlar bu palavrayı ciddî ciddî anlatan Mustafa İslamoğlu adlı şahsa âit… İslâmoğlu’nun 11.06.199 9’da kaleme aldığı “Ziya Gökalp’ın Kitabına Ne Oldu?” başlıklı yazısından alıntılamaya devam edelim:

“…birçoğumuza zamanında üstadlık yapmış olan bir büyüğümüzün 70’li yıllarda kaleme aldığı bir eser için bu kitaba müracaat ettiğini ve kitabı bizzat yerinde görüp alıntılar yaptığını biliyordu m. Kitabın varlığından emindim emin olmasına da, içime bir kurt düşmüştü: Geçenki yazıda dile getirdiğim “eğer birileri yerinden etmemişse” endişemde, haklı mı çıkmıştım yoksa?”

“Yaptığım kısa bir araştırma sonucunda endişemde haklı olduğumu anladım; kitap yerinde yoktu. Beni bir merak sardı; bu kitaba ne olmuştu? Eser, siyasal ve tarihi açıdan sıradan bir eser değildi; resmi ideolojin in yarı resmi ideoloğu sayılan bir şahsa aitti ve böyle bir eserin varlığı “Atatürk milliyetçiliği” tezinin ne kadar naiv temeller üzerine bina edildiğini gösterirdi. Gökalp’in el yazısıyla yazılmış olan bu eserin bilinen ikinci bir nüshası da yoktu. İşin kötüsü, bilgisine başvurduğunuz alt kademeden memurlar, bilgi vermekten çekiniyorlardı. Araştırmamızın sonunda, kitabın adına kütüphane kayıtlarında ulaşabilmiştik. Evet, Gökalp’in kitabı on yıllardan beri kütüphanedeki yerinde himmetlis ini beklemişti. Fakat, bir gün gelmiş kitap, acele olarak “çok özel” bir emirle Ankara’dan istenmiş ve kitap ‘Ankara’ya gönderilmişti.”

İslamoğlu’na şunları sormak isterdim: Bu kitaptan alıntılar yapan “büyüğü” kimdir? Bu kitaptan alıntılar yaparak yazdığı kitabın adı nedir? Bunları, iddiasını sağlamlaştırmak için referans olarak kullanıp kaydetse, yapılan alıntılar hakkında bizi aydınlatsa şüphesiz daha inandırıcı bir iş yapmış olmaz mıydı? Fakat olmayan şeylerin adını vermek, yapılan atıfları göstermek herhâlde İslamoğlu’nun bile erişemeyeceği düzeyde bir sahtekârlık olacağı için bundan imtinâ edip meseleyi bir müphemlik bulutuyla örterek anlatmayı tercih etmiş. İnsan okurken kendisini bir Tenten hikâyesinin içinde hissediyo r. Hadi ona da biz ad koyalım: “Kayıp Kitabın Esrârı. Tenten Sinop’ta.” Hele “Acep bu kitabın başına bir iş gelir mi?” kaygısını duyduğunu ve sonra da ferâset sâhibi bir veli kul gibi bu kaygısında nasıl da haklı çıktığını kitabın gerçekten de gizlendiğini öğrendiği zaman anlaması İslamoğlu’nun bir târihsel metin araştırmacısı değil bilim kurgu yazarı olmaya daha yakın istidâdını takdir etmemizi sağladı. Bu ne ilme, ne ilmî metodoloj iye sığan bir deli saçmasıdır. Bakın, Gökalp’ın kariyeri pek çok bilim adamı tarafından ele alınmıştır ve hayatının her dönemi, yazdıkları, çizdikleri gün gibi ortadadır. Bu kariyerin içi, İslamoğlu’nun dediği gibi bir Kürtçülük gayreti ile de kirlenmem iştir.

Evet, Sinop’ta Dr. Rıza Nur Kütüphanesinde Gökalp’ın el yazısıyla kayıtlı bir kitap bulunmakt adır; fakat bu kitap sonraları neşredilen ve İslamoğlu’nun pek de alışık olmadığı ilmî yöntemlerle yazılmış, yine Kürtler üzerine bir çalışmadır: “Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyoloji k Tetkikler .” Bu inceleme Dr. Rıza Nur’un Maarif Vekilliği zamanında Ziya Beyden hâtırâtında ifâde ettiği şu kaygılar dolayısıyla ilmî bir rapor istemesi sonucunda ortaya çıktı:

“Kürtler meselesi beni üzüyor. Bir şey yok ama bir gün milli davaya kalkacakl ar. Bunları temsil etmek lâzım. Tetkikata başladım. Temsil usullerin e dair kitaplar getirttim . Kürtler hakkında kitaplar buldurdum . Diyarbeki r’de olan Ziya Gökalp’e de para yollayıp kürtlerin coğrafî, lisanî, kavmî, içtimaî ahvalini tetkik ettirdim. Bir rapor gönderdi. Maksadım oranın bir Makedonya olmadan, kökünden mes’elenin halli idi.”[1]

İşte bugün Rıza Nur’un vakfettiği kütüphanede olan el yazısı çalışma budur. Eğer Ziya Gökalp’ın “Kürtçülüğün Esasları” adında Kürt milliyetçiliğinin ilkelerin i va’z eden bir kitabı olsaydı ve bunun el yazısı nüshası Dr. Rıza Nur’un eline geçseydi hiç şüphe yok ki Rıza Nur, ipliğini pazara serdiği onca insanın arasına Ziya Gökalp’ı da dâhil etmekten kaçınmazdı. Gökalp’ın bu incelemes i, yayını yapan Şevket Beysanoğlu’ndan öğrendiğimize göre sadece Rıza Nur’a verilmemiş. Bu tetkik dört nüshadır. Bunlardan birisi Atatürk’e gönderilmiş, o da bu nüshayı çalışmalarında faydalansın diye 1937’de Hasan Reşit Tankut’a hediye etmiştir. Dr. Rıza Nur’a gönderilen nüsha da hâlâ Sinop’taki Dr. Rıza Nur İl Halk Kütüphanesinde merhum Türkçünün şahsî kitapları içinde 3343 nu. İle mukayyett ir. Üçüncü nüsha Baha Said’e verilmiş ve bu nüsha Şevket Beysanoğlu’na intikâl etmiştir. Son nüsha ise Ziya Gökalp’ın vârisleri tarafından Türk Tarih Kurumuna satılan felsefe ders notları arasındaki epey eksik bir yazma imiş. Eserin ilk bölümü, Gökalp hayattayk en, Sinop Gazetesin de neşredilmiş; fakat tamamının – yine bazı eksiklerl e – derlenip neşredilmesi büyük Türkçünün ölümünden çok seneler sonra gerçekleşebilmiştir[2].

Bu vesileyle şunu da söylemek isterim: Duyduğum kadarıyla Mustafa İslamoğlu Kur’an çalışmalarına kendisini hasretmed en önce İncil hakkında teolojik tetkikler den oluşan bir çalışmanın müellifiymiş. Fakat sonra Müslüman memleketi nde Hıristiyan ilâhiyatına dâir incelemel erin pek tutmayacağını, ayrıca misyonerl ik faaliyetl erinin insanı canından dahi edebilece k türlü tehlikele rle dolu olduğunu görünce bu çalışmalarını bir arkadaşına verip kendisini İslam ilâhiyatına adamış. Bir arkadaşım bahsetmişti, hatta Batıda bu eşsiz el yazması notlardan istifâde eden pek çok teolog olduğu ve kimi piskoposl arın burada vuzuha kavuşturulan meseleler i İslamoğlu’nun adını vermeden intihal ederek meslekler inde yükseldikleri bile vâkiymiş. Ne yaptıysam bu notlara bir türlü ulaşamadım. Takdir işte… Birileri bunların açığa çıkmasından rahatsızlık duymuş olacak ki ödünsüz bir şekilde saklamışlar… Ben arkadaşıma güveniyorum. Sanırım İslamoğlu önceden papazlığa merak salmıştı. Neyse, şimdiki yolu daha münasip. Hayırlı olsun…

Efendim? Saçmalık mı demiştiniz? İşte saçmalığın boyutu bu!…

Daha ötesi de var. “Sahte Kahramanl ar” adlı eserinde Ziya Gökalp’ın, son anlarında Allah’a en galiz küfürleri ede ede öldüğü iftirâsını atan Necip Fazıl’dan, Abdurrahm an Dilipak’a, Sadık Albayrak’tan, Mehmet Şevket Eygi’ye, Ertuğrul Düzdağ’dan günümüzün sergerdel erine dek türlü saçmalıkları tekrar eden onca insan var ki! Nitekim bunların meyânında Abdurrahm an Dilipak da Vakit Gazetesin de 16 Kasım 2007’de yayınlanan yazısında “Sovyet kolhozu ile, Balkanlar daki Yahudi kibutzlarından yola çıkarak Kürt Milliyetçiliğinin Esaslarını yazmak için, daha sonra İsrail için cemaat sosyoloji sinin esin kaynağı olan Emil Durkhaim’in sosyoloji k tahliller inden yola koyulan Ziya Gökalp, Rıza Nur’un tehdit ve şantajları ile “Türk Milliyetçiliğinin Esasları”nı yazdı.. Gökalp’in “Ulus” tanımını Gaspralı İsmail’den alıp, 3 Tarzı Siyaset adı altında İstanbul’da tartışmaya başlayan Yusuf Akçuralı’nın “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” şeklinde özetlenecek programını “Türk milletind enim, İslâm ümmetindenim, Garp medeniyet indenim” diye yeniden yapılandırıldı.” diyerek tek bir paragraft a neredeyse hatasız tek satır yazamadan Gökalp’ı yaftalayıp İslâmcı cehâletin çukuruna yuvarlanmıştır. Daha önceki veya sonraki yazılarında da benzer hataları severek tekrarlay an ve ne yazık ki medyanın İslâmcı cenahın entelektüeli diye tanımladığı Dilipak’ın şu yanlışlarının hangisini düzelterek başlayacağımızı şaşırıyoruz.

1. Dilipak’a göre Gökalp “Kürt Milliyetçiliğinin Esasları”nı yazmak üzere yola koyulmuş. Herhâlde kastettiği kitap, İslamoğlu’nun da bahsettiği muhayyel “Kürtçülüğün Esasları.” Yalnız Dilipak’tan anladığımız kadarıyla Gökalp bunu yazmaya koyulmuş; fakat yazamamış. Ne olmuş da yazamamış? Rıza Nur kendisini tehdit etmiş ve “Türk Milliyetçiliğinin Esasları”nı yazmak zorunda kalmış. İnsanın şu satırları okuyup havsalasına sığdırması mümkün değildir. Yeni bir muhayyel kitap daha ortaya çıktığı gibi yeni bir hâdiseyle de karşı karşıyayız: Rıza Nur’un Gökalp’ı tehdit etmesi. Yukarıda büyük Türkçü Dr. Rıza Nur’un hâtıralarından alıntıladığımız gibi Gökalp’a Kürt aşiretleri üzerine bir araştırma yapması için para yollanmış ve bunun sonuçları da çeşitli kişilere gönderilmiştir. Yani bir kitap yazması için tehdit etmek söz konusu değildir. Rıza Nur’un hâtıralarının sonraki edisyonla rından birini yapan bir adamın bunun böyle olduğunu bilmemesi ne imkân yok. Dilipak kasıtlı olarak meseleyi çarpıtıyor. Diğer yandan Dilipak’ın yazdıklarından şu sonuç rahatlıkla çıkarılıyor: Gökalp “Kürt Milliyetçiliğinin Esasları”nı yazmaya koyulmuşken tehdit ediliyor ve bunun üzerine “Türk Milliyetçiliğinin Esasları”nı yazıyor. Dilipak’ın engin bibliyogr afik bilgisiyl e kastettiğinin “Türkçülüğün Esasları” olduğu ortada. Demek ki ona göre Gökalp ilk kez bu kitabıyla Türkçülük bayrağını ele alıyor. Yani “Türkçülüğün Esasları”nı yazmadan evvel esas yolu ve gâyesi Kürtçülüktür. “Türkçülüğün Esasları” 1923 yılında neşredildiğine göre bu tarihten önce Gökalp’ın nasıl Kürtçülük yaptığını yine hayatı ve yayınları yoluyla anlamalıyız. Okay’a göre Gökalp İstanbul’a gelip Baytar Mektebind e okuduğu yıllarda (1896–1898) Hüseyinzâde Ali ile tanışmıştır[3]. Yusuf Akçura ise Hüseyinzâde Ali’nin şâirâne Turancılığı ile 1908’den sonra Ziya Gökalp’ı yarattığını söylerken Ali Canip Yöntem bu Bakülü Türkçüyü “Ziya Gökalp’a Türkçülüğü Aşılayan Adam” olarak nitelendi rmiştir[4]. Şubat 1911’de Genç Kalemler dergisind e ilke defa “Gök Alp” imzasını kullanan büyük Türkçünün, 1912-1913’te önce makaleler hâlinde Türk Yurdu’nda işleyip 1918’de kitaplaştırdığı “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” prensiple rinin kaynağı da Hüseyinzâde Ali’nin1905’te Hayat gazetesin de savunduğu “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Avrupalılaşmak” tezleridi r[5]. Demek ki Gökalp “Türkçülüğün Esasları”nı yazmadan 20 sene önce de milliyetçiliğinin temel ilkelerin in esinlendiği kaynaklar la buluşmuştur. Peki Peyman, Genç Kalemler, Türk Yurdu, Halka Doğru, Türk Sözü, Millî Tetebbula r, Yeni Mecmua gibi pek çok milliyetçi dergide yazılar yazarken hangi arada Kürtçülük yapmış ve 1923’ten hemen önce “Kürt Milliyetçiliğinin Esasları”nı yazmak yoluna girmiştir? İşte son günlerin âkil adamı Dilipak’ın muhteşem palavrası böyle iki satırlık bilgiyle yere yıkılan bir palavradır.

2. Dilipak sayesinde bu defa muhayyel bir kişiyle de karşılaşıyoruz: Yusuf Akçuralı! Daha adını doğru dürüst bilmediği insanların fikirleri ni tahlile kalkması Dilipak’ın ne büyük bir “âkil adam” olduğunu ispatlıyor. “Akçuralı” değil “Akçura” olacak Bay Dilipak! Dilipak’a göre Yusuf Akçura “Gökalp’ın ulus tanımını Gaspıralı İsmail’den alıp” “3 Tarzı Siyaset”i yazmış. Bu nasıl bir iddiadır anlayamadık. Gaspıralı, Akçura ve Gökalp’ın kariyerin in başladığı yıllarda hayatının son yıllarını yaşıyordu. Gökalp onu değil o Gökalp’ı ve Akçura’yı etkiledi[6]. Ayrıca Akçura Dilipak’ın iddia ettiği gibi, “Üç Tarz-ı Siyaset”te “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” prensiple rini işlemedi. Gökalp da bu prensiple r konusunda Akçura’dan değil, bilakis Akçura’nın da belirttiği gibi Hüseyinzâde Ali’den etkilendi . Ne demiş Akçura: “Türkçülerin faaliyeti nde bir veche mâhiyetini haiz olan bu üçüz umdenin asıl babası Hüseyinzâde Ali’dir”[7]

İşte akıllarınca Gökalp’ı zemmeden adamların entelektüel seviye ve bilgisi bu!

Aynı çizginin savunucus u olan bu adamlar Munis Tekinalp müstearını kullanan Moiz Kohen konusunda da Türk milliyetçiliğini ithâm etmeye ve onu bir Yahudi îcâdı gibi göstermeye kalkıyorlar. Ziya Gökalp’ı gerçekte Kürtçülüğün babası yapmaya kalkanların Tekinalp’ı da Türkçülüğün babası yapmaları şaşırtıcı değildir. İslâmcıların Türk milliyetçiliğini bu Yahudi üzerinden ilzâm etme gayretine dâir seçme metinler Rıfat Bali’nin Tekinalp hakkındaki derlemesi nde mebzul miktarda mevcuttur[8]. Burada da Mustafa İslamoğlu karşımıza çıkıyor, Yeni Şafak’ta 2 Haziran 1999 tarihinde kaleme aldığı “Irkçılığın Sefaleti” başlıklı yazıda diyor ki:

“Evet, ulusçuluğun sefaleti Kürtçülüğün Esasları’nı yazacak kadar ırkçı olan bir Kürt ulusçusunu Türkçülüğün babası konumuna getirmekl e kalmıyor. Asıl onu buna ikna edenlerin kimliği önemli: Sonradan Tekinalp soyadını alacak olan ve atadan beri hahamlık yapan bir aileye mensup Selanik Yahudisi Moiz Cohen. Ziya Gökalp’ı Kürtçülük’ten Türkçülüğe terfi ettiren işte bu isimdir. Abdullah Cevdet’in tavsiyesi yle 1908’de Selanik Rizarto Mason Locası’nda toplanan İttihat ve Terakki yönetimi Gökalp’i hem masonluğa, hem de İttihat ve Terakki Merkez Yönetim Kurulu üyeliğine kabul eder. Ziya Gökalp, Moiz Cohen’le burada buluşarak sıkı bir talebe-hoca ilişkisine girer ve burada Türkçülüğün Esasları isimli eserini kaleme alır. Her ne kadar kitabı Kürtçülük’ten Türkçülüğe keskin bir geçiş yapan Zaza “şakirt” yazmışsa da, bu yazma gerçekte bir dikte etmeden ibarettir . Tüm ana fikirler Yahudi “hoca”ya aittir.”

Mustafa İslamoğlu’nun, “İnsaf dinin yarısıdır” hadîs-i şerifinden nasiplene mediği anlaşılıyor. Benzer yalan burada da vârid. Tek fark bu defa “Türkçülüğün Esasları”nın Gökalp’a çok daha erken bir târihte “yazdırılmış” olması. Gökalp “Türkçülüğün Esasları”nı 1908’de ve Selanik’te mi yazmıştır? Hayır. Bu tarihten 15 yıl sonra yazmış ve kitap Ankara Matbûât ve İstihbârât Matbaasında basılmıştır. Diğer yandan Moiz Kohen’le dostluğu neye dayanılarak Kohen’in yani Tekinalp’ın Gökalp’ın hocası olduğu vehmini uyandırmıştır anlamak mümkün değil! Benzer iddiaları Mehmet Şevket Eygi de diline pelesenk etmiştir:

“Aslen bir Kürt olduğu hâlde Türkçülük ideolojis inin öncülüğünü yapan Ziya Gökalp ile Moiz Kohen Tekinalp arasında yakın dostluk ve fikirdaşlık münâsebetleri omuştur. Bazıları Gökalp’ı Tekinalp’ın üstadı olarak gösterirler. Bence tam tersinedi r, talebe pozunda görünse bile Tekinalp Gökalp’e yol göstermiştir.”

Baştan aşağı indî yorumlard an oluşan bu ifâdeler İslâmcıların zaten türlü yalan ve hurafeler le dolu kafalarında yankılana yankılana onları, “Türkçülüğün Esasları”nı Ziya Gökalp’ın değil Munis Tekinalp / Moiz Kohen’in yazdığını söylemeye kadar götürmüştür:

“Türkçülüğün Esasları isimli eserin asıl yazarı Moiz Kohen’dir. Fakat Ziya Gökalp imzasıyla piyasaya çıkar.”[9]

Evet gerçekten de “İnsaf dinin yarısıdır.” Tabiî yarı nisbetind e nasiplene cekleri bir dinleri varsa. Bu kadarına pes! Hangi ilmî delillerl e bu ifâdeler karşılanabilir ki?! Sadece yük taşımaya yarayan dört ayaklı uzun kulaklı bir canlıyı durdurmak için köy hayatının dilimize kazandırdığı o meşhur ünlemle seslenmek ten başka ne yapılabilir?! Tek delil Ziya Gökalp’ın Tekinalp’la yakınlığı mıdır? Gökalp sizin gibi ırkçı değildi ki. Gökalp, Baytar Mektebind e millî ruha, Türk içtimâî hayatına etki edecek inkılâplar için sosyoloji nin önemine eğilmesini söyleyen hocası Yorgi’den de etkilenmiştir[10], Emile Durkheim’dan da… Sadece o mu? Akçura Türk Yurdu’nda sosyal demokrat Parvus’a yazılar da yazdırmıştır. O da gerçekte Rus Yahudisi Israel Lazarovic h Helpland’dır. Bunu da ben söyleyeyim de Akçura’yı da Yahudi tilmizi yapıverin. Beyler Türk milliyetçiliğinin bu öncü isimlerin in hiçbiri sizin gibi ırkçı değildi. Eğer sizin mantalite nize sâhip birer bağnaz olsalardı geniş ufukları ile Türk milleti için yokluk zamanlarında herkesten faydalanm ak konusunda rahat olmazlardı… Sadece çevrelerindeki kimi isimlerin değil, Türk milliyetçilerinin de kökeniyle ilgili takıntıları olan ve Gökalp’a Kürt, Ömer Seyfeddin’e Çerkes, Nihâl Atsız’a dönme ilh. iftirâsını atmaktan marazî bir zevk alan bu İslâmcı ırkçı hempalara en yerinde cevap büyük Gökalp’ın Ali Kemal sergerdes inin aynı iddiasına karşılık yazdığı şiir olur ki onu da bilenler bilir; buraya dercetmes ek de cümlesine ithâf ettiğimizi bilsinler .

Sadık Albayrak da bu kervânın mensuplarındandır. O da Moiz Kohen’i Türkçülüğün bir kanaat önderi gibi sunmaktan geri kalmamıştır. Türkçülüğün kadrosuna(!) dâhil olmasıyla bu kutlu ülkünün “baştan sakat bir fikrî yapıya ve tefekkür kadrosuna istinat etmiş bulunduğunu” ve Turan adlı eserinde(!) ümmet bağını koparmak için kavmî gruplaşmaları teşvik ettiğini yazdı[11]. Oysa bilmiyord u ki “Turan”ın müellifi Tekinalp müstearlı Moiz Kohen değildi.

Safi Dümer’in 1928’de yazdığı “Türk’ün Yeni Âmentüsü”nü Tekinalp’e[12] ve onun üzerinden Türk milliyetçiliğine atfettikl eri gibi gibi pek mühim bir öncü eserimiz olan “Türkçülüğün Esasları”nı da Yahudi îcâdı göstermeye çalışmaları ibretnümâ bir yalandır. Senelerce, Turan adlı kitabın müellifinin de Tekinalp olduğunu söyleyerek Türk milletini n birleşmesi gibi kutlu bir ülküyü Yahudilik damgasıyla damgaladılar. Bu konuda da yalanları ortaya çıkmış, kitabın hakiki yazarının Tekin müstearını kullanan Ahmet Ferit Tek olduğu ortaya konulmuştur[13]. Buna rağmen aynı terâneler ısrarlı bir biçimde bu câmiânın önde gelen isimleri tarafından kullanılmaya devam etmektedi r.

Tekinalp’ın biyografi si üzerine ortaya konan yanlışlara, bir kripto Yahudi veya dönme olarak tanıtılmasına değinmiyorum; zîra kendisi bizim açımızdan Türk milliyetçiliğinin öncüsü filân kabûl edilmiş bir şahsiyet değildir. Hiçbir Türk milliyetçisi tarafından da edilmemiştir ve buna dâir bir enmuzec gösteremezler. Kendisi Türk Yurdu dergisind e bile 1915 yılında “Türkçülüğü anlayan ve takdir eden vatandaşlarımızdan M. Kohen Efendi” olarak tanıtılmıştır, Türkçü M. Kohen olarak değil[14]. Diğer yandan Türkçülüğün gerçek öncü ve bayraktar larından olan ve temsil ettiği geleneğe bağlı olduğumuz Nihâl Atsız da Z Vitamini adlı ricâl taşlamasında Tekinalp’le şöylece dalga geçmiştir:

“Profesör Moiz Tekinalp, ekonomik milliyetçilik kürsüsünde ilim tarihimiz e yeni ufuklar açacaktır. Kendisi her ne kadar Turan adlı bir kitabın müellifi ise de bunun bir mürettip yanlışı olduğunu, kitabın adı Tevrat olacakken eski harflerde ki karışıklık sebebiyle sondaki “te” harfinin bir noktasının düştüğünü, böylece “nun” haline geldiğini ve Turan okunduğunu ispat etmiştir”[15]

Aynı Atsız, Tekinalp’ın da içinde bulunduğu Yahudiler i Türkleştirme faaliyetl erine ilişkin, 1934 yılında Orhun’un 7. sayısında kaleme aldığı yazısında “Biz onların Türkleşeceğini asla ummadığımız gibi bunu istemeyiz de. Çamur ne kadar fırına verilse demir olamayacağı gibi Yahudi de ne kadar yırtınsa Türk olamaz.” demiştir[16].

Bunları görmezden gelerek Tekinalp’ı öncü kabul eden tek bir Türk milliyetçisi yokken onu Türkçülüğün babası gibi göstermek, deli saçması ve mesnetsiz iddialarl a Gökalp’a ve diğer Türk milliyetçilerine saldırmaya devam etmekte musır olurlarsa artık iddialarının taşıdığı keyfiyet kendileri için de geçerli sayılacaktır.

[1] Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, c. 3, s. 906, Altındağ Yayınevi, 1967.

[2] Ziya Gökalp, Bütün Eserleri – Bir, Kitaplar 1, s. 560, YKY, 2007, İstanbul.

[3] M. Orhan Okay, “Ziya Gökalp”, TDV İslâm Ansiklope disi, c. 14, 1996, s. 125.

[4] Göktürk Ömer Çakır, “Gökalp’a Türkçülüğü Aşılayan Adam Hüseyinzâde Ali Turan”, Orkun, 54, Ağustos 2002, s. 44.

[5] A.g.m., s. 44.

[6] François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri Yusuf Akçura, s. 25–26, Tarih Vakfı, İstanbul, 1999.

[7] A.g.m., s. 44.

[8] Başka kaynak belirtilm eyen alıntılar bu kitaptan yapılmıştır: Rıfat N. Bali, Bir Günah Keçisi: Munis Tekinalp, s. 229 – 248, 265 – 333, Libra Kitap, İstanbul, 2012.

[9] Rıfat N. Bali, a.g.e., s. 311.

[10] M. Orhan Okay, a.g.m., s. 125.

[11] Sadık Albayrak, Devrimin Çakıl Taşları, s. 137, 139. Timaş Yayınları, İstanbul, 1991.

[12] Rıfat N. Bali, a.g.e., s. 248.

[13] Bu konu hakkında bkz. Ali Birinci, Tarih Yolunda. Yakın Mazinin Siyasî ve Fikri Ahvali, s. 240 – 245, Dergâh, İstanbul, 2012. Ayrıca Necati Gültepe, Turan. Turancılık Tarihinin Kaynakları, s. 75 – 87, Turan Kültür Vakfı, İstanbul, 1999.
Logged
« Yanıtla #6 : Ekim 21, 2017, 10:17:00 ÖS »
admin
Administrator
Full Member
*****

Mesaj Sayısı: 105


YAHUDİ EVLADI HİTLER VE SOYKIRIM YALANI - LÜTFEN OKUYUNUZ



YAHUDİ EVLADI HİTLER VE SOYKIRIM YALANI

Soyu Yahudi olan Hitler
Siyonist Yahudiler le anlaşarak
Dolayısıyla Muharref Tevratın emirlerin e itaat ederek
İsrail Devletini n kurulması için
Almanya'daki Yahudiler in Filistine göçünü sağladı
Muharref Tevrat'ın emrine uymayan
Ve kenan diyarına göç etmeyi reddeden
İsrailin kurulmasını geciktirm eye çalışan Yahudiler i ise
Yine ordusunda bulunan Yahudi Subayların denetimin de
Ve Siyonist Yahudiler in emirlerin e uyarak
cezalandırdı

ISLAMGREE N34 NEW WORLD

YAHUDİ HİTLER

http://www.haberturk.com/dunya/haber/545115-hitler-yahudiymis

Belçika’da yayınlanan Knack Dergisi, Nazi lideri Adolf Hitler’in genetik olarak Kuzey Afrikalılar ve Yahudiler le akraba olduğunu öne sürdü. Hitler’in Avusturya ve ABD’de yaşayan akrabalarının babadan oğula geçen ‘Y’ kromozoml arını inceleyen gazeteci Jean-Paul Mulders, Hitler’in ‘E1b1b’ haplo grubuna dahil olduğunu, bu grubun da Almanya ve Batı Avrupa’da çok az bulunduğunu yazdı.

ARİ IRKTAN GELMİYORMUŞ

Bu grubun özellikle Afrika’nın kuzeydoğusunda ve Ortadoğu’da görüldüğünü vurgulaya n dergi, Yunanların ve Sicilyalıların yüzde 25’inin de ‘E1b1b’e dahil olduklarını belirtti. Haberde, bu grubun en fazla Afrika’da yaşayan Berberi toplumund a görüldüğüne de ayrıca dikkat çekildi. Diğer yandan ‘E1b1b’ haplo grubunun Doğu Avrupa’daki Aşkenazi Yahudiler inde de çok görüldüğü kaydedild i. Hitler’in ari ırktan geldiği iddialarının gerçeği yansıtmadığını söyleyen Mulders, “Hitler’in belki de nefret ettiği insanlarl a akraba olduğunu söyleyebiliriz” diye yazdı. 2008 yılında Hitler’in ‘çocuğu’ olduğunu iddia eden Jean-Marie Loret’in iddiasını araştıran Belçikalı gazeteci, Hitler’in hayatta olan erkek akrabalarının izini sürerek DNA örneklerini almıştı

HİTLER YAHUDİ'Mİ  -   11 Mayıs 2005  
Güneri CIVAOĞLU     -   Milliyet Gazetesi  

http://www.milliyet.com.tr/hitler-yahudi-miydi-/guneri-civaoglu/siyaset/yazardetayarsiv/11.05.2005/115439/default.htm

"Nazi Almanya'sının lideri ve 6 milyon Yahudi'nin öldürülmesinden sorumlu Hitler, çeyrek kan Yahudi mi"
ABD gizli servisler ini II. Dünya Savaşı'nda yaptırdıkları araştırmaya göre, Hitler'in babaannes i Maria Anna Schicklgr uber Viyana'da yaşıyordu. Musevi kökenli Rothschil d'lerin evinde hizmetkâr olarak çalışıyordu. Rothschil d Ailesi onun hamile olduğunu anlar anlamaz, doğduğu Spiteal'deki evine geri göndermişti.Bu durumda dönemin gelenekle rine göre Maria Anna Schicklgr uber, Rothschil d'lerden birinden hamile kalmış ve oğlu (Hitler'in babası) Alois'in gerçek/biyolojik babası olabilir. Dünyaya dehşet veren Adolf Hitler'in babası Alois Hitler, gayri meşru çocuk olarak doğdu. 40 yaşına kadar nesebi belirsiz yaşadı. Annesinin soyadını taşıdı. Annesinin sonradan evlendiği Johann Georg Hiedler, ölüm döşeğinde yumuşamış ve gayri meşru çocuğunu kabul etmişti ama Alois soyadı olarak Hiedler'i değil, anneannes inin soyadı olan Hitler'i almıştı. Peki Hitler'in çeyrek Yahudi kanı taşıdığı iddiasını kuvvetlen direcek başka bir işaret var mı?Sorunun cevabı, "galiba evet..."Babası Alois Hitler, sonraları dünyaya dehşet vererek 6 milyon Yahudi'nin ölümüne neden olacak oğlu Adolf Hitler'in vaftiz babası olarak Prinz adında Viyanalı bir Yahudi'yi seçmişti. Alois Hitler, o sıralarda Braunau'da bir gümrük memuru olarak çalışıyordu. Biyolojik babasının bir Yahudi olduğunu hissetmes e ya da annesinde n böyle bir izlenim almasa herhalde oğluna vaftiz babası olarak bir Yahudi'yi seçmezdi.Gene ABD gizli servisler inin araştırmasına göre, şansölye Dollfuss, "Adolf Hitler'in çeyrek Yahudi olduğu" yolunda bazı kayıtlara belki de sahipti. Dollfuss öldürüldü. Hitler, o evrakın peşindeydi ancak erişip erişemediği belli değil
Bu satırları "Öteki Hitler" adlı kitaptan yansıtıyorum.
(Öteki Hitler-Walter C. Langer- Bir harf Yayınları. İstanbul/ Nisan 2005.)
Kitap, II. Dünya Savaşı sırasında ABD gizli servisler inin
(Stratejik Hizmetler Dairesi) bir psikanali z uzmanlar grubuna hazırlattığı rapordan sayfalarl a oluşuyor. Hitler'in psikoloji k yapısını, kendisini n ve tüm ailesinin yaşamını araştıran bir rapor.Amaç, Hitler'in savaş boyunca hangi kararlar alabileceğini ve yenildiği zaman neler yapabilec eğini öngörebilmek
Bu araştırma, Hitler'in yorumu için ipuçları vermekte.
Örneğin..."Babasının Yahudi kanından gelen bir erkeğin piçi olması ihtimali onun iç dünyasında büyük fırtınalar yaratmış olabilir. Yahudi kıyımının kökeninde bu tepki ve nefret aranabili r."Babası Alois Hitler'in biyolojik babası Rothschil d Ailesi'nden bir erkek değil de, sonraları dile getirildiği gibi bir değirmenci çırağı olan Johann Georg Hiedler olsa bile Adolf Hitler'in içinde "çeyrek kan Yahudilik ve babasının Rothschil d'lerin piçi olduğu" yolunda küçük bir kuşku bile yıllar içinde çığ gibi yığılan tepki seli oluşturabilir.Belki de Yahudi kıyımının arkasında bu müthiş kuşku var.Herha lde Adolf Hitler, vaftiz babasının da Viyanalı bir Yahudi olduğunu biliyordu .
Hitler'in siyaset tutkusu da belki babasından geliyor olabilir. Babası Alois Hitler, gümrük memurluğundan emekli olduktan sonra köye yerleşmişti.Ama her zaman üniformasıyla geziyor ve kendisine "sayın memur Hitler" diye hitap edilmesin i istiyordu . Çevresindekilere üstünlük taslamayı seviyor ve köy meyhanesi nde oturup sürekli siyaset konuşuyordu.Babası sürekli içip, eve ulaştığında ayırım gözetmeden karısını, çocuklarını ve köpeğini dövüyordu. Bir keresinde oğlu Adolf Hitler'i öylesine dövmüştü ki, onu öldü sanmışlardı. Hitler'in şiddet tutkusund a bu çocukluk yaşamının izleri de olabilir. Hitler'in "sağlıklı ırk" tutkusu için de geçmişinden iki iz yansıtayım.Aile doktoru Bloch'a göre, Adolf'un ablası kesinlikl e bir embesil (aptal) idi. Kız kardeşi Paula'nın da belki ileri derecede "geri zekâlı" olabileceği söyleniyordu
Böyle arızalı bir kişiliğe karşı kazanılan zafer mi büyük... Yoksa böyle arızalı bir kişiliğe büyük güçler veren yerküre mi küçük


YAHUDİ HİTLER VE SOYKIRIM YALANI

http://www.bilgiustam.com/adolf-hitler-ve-yahudi-soykirimi-gercegi/

2. Dünya Savaşı mimarlarından Hitler günümüzde hala konuşuluyor. Özellikle de gündeme gelişinin sebebi, ” Yahudi Soykırımı ”, diğer adıyla ” Holokost ” . 2. Dünya Savaşı esnasında 6 milyona yakın Yahudi’ nin öldürüldü. Bunun sorumlusu nun da, Almanların Führer olarak adlandırdıkları Hitler olduğu belirtili yor. Peki bu soykırımı Hitler neden yaptı? Çeşitli söylemlerin dışında, bu konu hakkında Hitler’ in kendi yazdığı kitapta da kendi ağzından bazı söylemleri bulunuyor . Main Kampf ( Kavgam ) adlı eserinde Hitler, Yahudiler in özellikle Alman ekonomik yapısına darbe vurduğunu savunuyor . Hatta savaşı da Yahudiler in yüzünden kaybettiğini söylüyor. Savaş döneminde silah fabrikala rının çoğu Yahudiler in elindeydi ve işçileri de Yahudi’ ydi. Bu fabrikala r en gerekli oldukları zamanda greve gitmeleri yle, Almanların savaş alanlarında mühimmat sıkıntısı yaşamasına sebep oldular. Hitler işte bu ihaneti asla affedemed iğini kitabında belirtiyo r. Bugüne kadar bu konu hakkında araştırma yapanların yaygın görüşüne göre ise Hitler, annesinin yaşadığı hastalıktan kurtarılamaması sonucu doktorları suçlu görüyordu. Bu doktorlar da Yahudi’ ydi. Ancak araştırmacılar bu konuda sınırlı verilere ulaşmadılar. Çok daha geniş alanlarda araştırma yaptılar ve ortaya koydukları sonuçlar akıllara farklı soruların gelmesine sebep oldu. Mesela akıllara, Hitler’ in ” Yahudi Soykırımı ” nı gerçekleştirmesinde gizli güçlerin olduğu veya bizzat Siyonizm temsilcil eriyle anlaştığı vb. düşüncelere ilişkin sorular geliyor. Bu sorulara cevap verebilme k için o dönemi iyi bilmek gerekir. O döneme ait tarafsız bilgileri yazacağım. Yer yer bazı iddiaların olası nedenleri ne de tarafsız bilgiler ışığında değineceğim. Kısaca o döneme ait verileri, araştırmaları, yaşanmış gerçekleri size sunacağım ve akla gelen soruları cevaplandırması sizin şahsi kanaatini ze kalacak. İşte o dönemin kısa bir panoraması ve o döneme ilişkin araştırma sonuçları:

 

Hitler’ in Almanya’ nın Başına Geçmesi ve Diktatörlüğe Giden Adımları: Akla gelen sorulara ışık tutabilec ek olayların başlangıcına inmekte fayda var. Bunun için de bu dönemde gerçekleşen olayların baş kahramanı Hitler’ in Almanya’ nın başına geçtiği dönemi irdelemek gerekir. Yani 2. Dünya Savaşı’ ndan 15 yıl öncesine gitmek gerekir. Bilindiği gibi Almanya, 1. Dünya Savaşı’ nda Osmanlı ile müttefikti. Bu savaşta Almanya’ nın bulunduğu taraf yenilince, çok ağır sonuçlara katlanmak zorunda kaldılar. Hatta Dünya tarihine göz atıldığında, belki de en yüklü savaş tazminatı ödeyen ülke Almanya olmuştur. Tam 132 milyarlık altın para tazminatı Versay Barış Antlaşması ile Almanlara dayatılmıştı. Bunun yanı sıra bir de Alman ordusu 100 bin sayısına kadar düşürülmek zorunda kalmıştı. Açığa çıkan onca asker de işsizler ordusuna katıldı. Bu savaşta kaybettiği Elsaß-Lothringen ( Alsas-Loren ) Bölgesi ile ekonomisi ne büyük bir darbe vurulmuştu. Bu bölge bilindiği gibi demir madenin çok fazla bulunduğu bir bölge. Zaten topraklarının da büyük çoğunluğunu kaybetmes iyle işlenebilir tarım arazisi de kısıtlanmış oldu. İmparator 2. Wielhelm de savaş yenilgisi nin hemen ardından ülkeden kaçtı ve siyasi bir boşluk ortaya çıktı. Bu esnada da Kasım Devrimi gerçekleşti. Kasım Devrimi’ nin akabinde seçimler oldu ve koalisyon hükümeti oluşturuldu. Bu hükümette sosyal demokratl ar ve başkan Freideric h Ebert etkiliydi ancak ellerinde n gelen hiçbir şey yoktu. Çünkü halkın içinde bulunduğu durum çok ağırdı


Toplum psikoloji k açıdan da çökmüştü. Çünkü Fransızlar, yani tarihi düşmanları onları Versay Antlaşması’ yla yerle bir etmişti. Almanlar bu yüzden ağır koşullardan çok hakaret olarak gördükleri bu antlaşmanın psikoloji k etkisinde ydiler. Dolayısıyla başlarına gelecek lider etkisiz kalmamalı ve eski Almanya ruhunu canlandırabilmeliydi. Bu dönemin parlayan yıldızı milliyetçilik akımı da, aldıkları ağır yenilgiyl e kırılan gururlarını eski günlere döndürmek isteyen Almanları derinden etkiledi. Hitler işte böyle bir ortamda sahneye çıktı. Hitler bu dönemde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ ne lider oldu. Hitler içinde bulundukl arı durumun ciddiyeti ni kavrayabi ldiğinden olsa gerek sürekli milliyetçi söylemlerle kitleleri etkiliyor du. Sürekli Versay Antlaşması’ nı asla tanımayacaklarını vurguluyo r ve Almanlar için ” yeni hayat sahası ” kavramını ortaya atıyordu. Partinin programında yer alan maddelerd e ise Yahudi aleyhtarlığı fark ediliyord u. İşte o programda ki maddelerd en birkaçı şöyle:
– Sadece bizim milletimi zden olanlar vatandaş olabilir. Sadece Alman soyundan gelenler, inancı ne olursa olsun, bizim milletimi zdendir. Bu yüzden hiçbir Yahudi bizim milletimi zin parçası olamaz.
-Halkımızın geçimi ve sayıları artan insanlarımızın yerleşmesi için toprak (koloni) istiyoruz .

Bu parti programı ve söylemleriyle Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi sadece 4 yılda ülke siyasetin de çok büyük bir güç haline geldi. 1924′ te mecliste 32 tane milletvek ili vardı. 1924′ ten itibaren Rotchilds adındaki ünlü Yahudi aile Amerika’ daki üyeleri aracılığıyla Almanlara destek sağlamaya başlamıştır. Bunun en açık örneği de Almanların borçlarını yapılandıran Dawes ve Young Planlarıdır. J.P Morgan aracılığıyla bu aile planlar üzerinde etkili olmuştur. Peki Almanlara yarar sağlayan bu planlar karşılıksız bir şekilde mi ortaya çıktı? Bu soruyla bağlantılı dönemin Filistin’ ine göz atalım:

1924 ve Sonrasında Filistin Toprakları: Almanya’ da bu yıllarda gerçekleşen durumlar böyleydi. Peki ya Filistin’ de? Filistin bu döneme kadar, Yahudi yerleşkesi olarak Dünya Siyonist Örgütü’ nün hayaliydi . Çok paralar akıtılıp bu bölgeden birçok toprak satın alınmıştı. Osmanlı’ nın son bulmasıyla da bu örgüt daha faal bir rol üstlenmiş ve emellerin e ulaşacak topraklar a kısmen ulaşmışlardı. Ancak sadece toprak yetmiyord u. Hayalini kurdukları Yahudi Devleti için Yahudiler in de bu topraklar a gelip yerleşmesi gerekiyor du. Bölgeyi elinde tutan İngilizler de bu örgüte destek veriyordu . Tüm propagand alara rağmen Osmanlı zamanındakilerle ve sonrasında gelen Yahudiler le birlikte Yahudi sayısı ancak 85 bine ulaştırılabilmişti. Çünkü Yahudiler in yaşam kaliteler i Avrupa’ da üst düzeydeydi. Yahudiler in bu isteksiz tavrı örgüt için bir handikaptı. Bir şekilde Yahudiler in bu topraklar a göçü sağlanmalıydı. Bu dönemde de en fazla Yahudi Alman toprakları içindeydi. Zaten Yahudi Katliamı’ nda 6 milyon gibi bir sayıdan söz edilmesi de bunu kanıtlıyor. Almanya’ da milliyetçilik söylemleriyle hızlı bir yükselişe geçen Hitler işte bu noktada farklı bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Milliyetçilik söylemleriyle halkın gururunu okşayan Hitler henüz bu dönemde gerekli mali kaynağa ulaşabilmiş değildi. Zaten halkın içinde bulunduğu durumda, siyasal söylemlerini bir şekilde ekonomik olarak da desteklem eliydi. Aksi durumda O da seçimi kazanamay acağının farkındaydı.

Hitler’ in Ekonomik Destekçileri: Seçim propagand alarında sürekli ön plana çıkan Hitler’ in mali destekçilerini duyduğunuzda şaşıracaksınız. O dönemde Almanya’ da sanayi devleri olan Thysen, Krupp, Kirdoff ve Rotchilds ailesinin Amerika’ da bulunan uzantılarına ait olan General Motors, Du Pond, Ford’ un yanı sıra Yahudi petrol şirketi Standard Oil ( Rockefell er Ailesi’ nin şirketi ) Hitler’ e mali açıdan çok fazla destek olmuşlardır. Bu desteği de arkasında bulan Hitler 1933 yılında Cumhurbaşkanı Paul von Hindenbur g tarafından iktidara getirildi . Bu hamleyle seçim de bir formalite ye dönüştü. Çünkü hem halkın hem de bu büyük şirketlerin baskısına cumhurbaşkanı dayanamamıştı. Hitler için her şey yeni başlıyor. Çünkü artık vaatlerin i gerçekleştirme aşamasına gelmişti. Öncelikle Alman ırkı için yeni hayat sahalarını gerçekleştirmeliydi. Ancak çökmüş Alman ekonomisi yle savaşa girmek son derece mantıksızdı. Seçimlerden önce etkin olan Yahudiler in mali desteğine yeniden ihtiyaç vardı. Bu destekler in organizas yon kısmında ise Dünya Siyonist Örgütü ( WZO ) vardı. Bunun kanıtı da 2. Dünya Savaşı boyunca Almanların kullandığı topların üretimini bir Yahudi şirketi olan SKF yapmıştır. Jacob Wallenber g şirketin sahibidir . Standard Oil de Nazilere ait askeri araçların petrol ihtiyacını karşılamıştır. Üstelik toplama kamplarında kullanılan gazların üretimi bile Yahudi kimya firması olan Farben şirketidir.

Savaş öncesinde üretilen 500 ton civarındaki kurşun Almanlara ulaştırılır ve bu kurşunların ödemesini gerçekleştiren Brown Bros Harriman’ dır. O da bir Yahudi’ dir. Bu ödeme, Harriman teminatı olarak gerçekleştirilmiş ve teminat tarihi de 21 Eylül 1938 olarak kayıtlara düşülmüştür. Ancak savaşa bir adım kala Alman borçlarının vadesi geliyordu ve bu durum büyük bir sıkıntıya sebep olacaktı. 1933′ te, Foster Dulles ( CFR üyesi, sonraki dönemde ABD Dışişleri Bakanı ) ve Allen Dulles ( CFR üyesi, sonraki dönemde CIA şefliği yaptı ) ile Hitler görüşme yaptılar ve bu borçların vadeleri uzatıldı. Ayrıca Yahudi ailelerin de Samuel ailesi de Hitler’ e 30 milyon pound mali destek sağlıyordu. Royal Dutch Shell adlı petrol firması bu aileye aitti. Bilinen bu gerçekleri Hitler de inkar etmemiştir. Hatta en yakın arkadaşlarından Herman Rauschnin g’ in yazdığı kitapta bunlara değinilmiştir. Hitler M’a Dit ( Hitler Bana Dedi ki ) ismini taşıyan kitapta, Hitler’ in mücadelesinde Yahudiler in çok önemli katkılarının olduğunu ve mali olarak çok destek verdikler ini belirtiyo r. Bu ifadeyi de Hitler’ in ağzından veriyor.

 

Akıllara yeni sorular gelmeye devam ediyor. Yahudi çevreleri bu mali desteği neden sağladılar? Üstelik bu desteği, parti programında açıkça Yahudi aleyhtarlığı yapan bir lidere veriyorla rdı. Seneler sonra ortaya çıkan Wilhelmst rasse gizli belgeleri ile bu olaya ilişkin fikirler oluştu. Bu belgelerd e Siyonist Örgütler ile Hitler’ in anlaşma yaptıkları ortaya çıktı. Yahudiler e yapılan baskıya, Yahudi liderleri n destek verdiği ve mali olarak Hitler’ i de bu baskıyı yapması için destekled ikleri bu belgelerd e yer alıyor. Özellikle de zengin Yahudi ailelere gözdağı vermek amaçlarıydı. Bu yüzden de toplama kamplarına sadece sakat, engelli, yoksul Yahudiler getiriliy ordu. Bunların yanında Romanlar ve Çingeneler de vardı. Bu korkutma ve baskıyla varlıklı Yahudiler satın alınan topraklar a göçe zorlanmış oluyordu. Üstelik Hitler, devlet politikası olarak Yahudiler e göçün önünü açıyordu. Soykırım amacı olan bir diktatör niçin böyle bir göçe izin versin? Üstelik neden devlet politikasıyla da destekles in? Göç etmek isteyen Yahudiler in göç organizas yonunu da Siyonistl erle birlikte yürütmüş ve sadece Filistin’ e göçe izin vermişlerdir. Nazi subaylarından olan Adolf Eichmann bu göç organizas yonunun başında yer almış ve Macarista n, Çekoslovakya ve Avusturya’ da göç büroları kurdurmuştur. 1941′ e kadar bu bürolar aracılığıyla Eichmann yasalar çerçevesinde Yahudi göçünü yürütmüş ve 250 bini aşkın Yahudi’ nin Filistin’e göçünü gerçekleştirmiştir. Hitler ilk olarak Romanya, Polonya, Avusturya ve Macarista n’ ı işgal etmiştir. Bunun sebebi de Yahudi nüfusunun bu ülkelerde daha çok olması olarak gösterilir


Bizim de özellikle 2. Abdulhami d ile görüşmelerinden tanıdığımız gazeteci siyonist Theodor Herlz bu konu hakkında şöyle diyor: Wilhelmst rasse’ nin gizli arşivleri, Hitler İmparatorluğu ile Yahudi Örgütleri arasında, Alman Yahudiler inin Filistin’ e göçlerini kolaylaştırmak amacıyla bir anlaşma imzaladığını ortaya koymaktadır

2. Dünya Savaşı 1945 yılında bitmiştir. Bundan sadece 3 yıl sonra da İsrail Devleti 1948′ de kurulmuştur


YAHUDİ NAZİ ASKERLERİ

http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=8078

Dolayısıyla mesele, siyah-beyaz olmak üzere iki renge bürünüyor: Naziler kasap, Yahudiler de kurban. Böylece Yahudiler e yapılan zulüm kutsanıyor ve kendisine önünden, arkasından hiçbir batılın ulaşamayacağı mutlak gerçeğe dönüşüyor. Sonuçta bu zulüm, başk
Bir meseleyi kendi medenî ve insanî boyutunda n çıkarıp, istedikle ri anlamı yükleyecekleri soyut bir olay veya bilgi haline getirmek, Batılıların analizler inde görülen en temel hilelerde n biridir.
 
Örneğin Batı, üçüncü dünya ülkelerindeki, özellikle de Afrika ve Arap dünyasındaki yolsuzluk meselesin i ele alırken, Batı devletler inin, üçüncü dünya ülkelerindeki hükümetlerin büyük bir bölümünü desteklem esini, yine Batı âleminin ve Batılı şirketlerin, söz konusu ülkelerde iktidarı ellerinde tutan seçkinlere rüşvet vermesini, bundan ayrı tutarlar. Böylece yolsuzluk, toplumsal bir mesele olmaktan çıkıyor ve oluşmasında Batı’nın büyük bir paya sahip olduğu siyasi bir mesele haline dönüşüyor. Sonuçta henüz Batılı demokrati k değerlere (!) ulaşamamış üçüncü dünya ülkelerinin büyük bir darboğaza girmeleri ne sebep oluyor.
 
Aynı şey “İslâmi terör” olarak isimlendi rilen durum için de geçerlidir. Çünkü bu durum, Batılıların bölgeye müdahale etmesi, Amerikan ordularının Irak ve Afganista n’ı yakıp yıkması, bozguncul uk yapan bazı Arap hükümetlerini desteklem esi ve Siyonist işgalin her gün Filistin halkına zulmetmes inden ayrı tutularak ele alınıyor ve değerlendiriliyor. Sonra da (İspanya ve İngiltere’de meydana gelen patlamala r gibi) yıkıcı bazı eylemler ortaya çıktığında, sanki bunlar şerli bir aklın ürünüymüş gibi ele alınıyor ve sanki terör, İslâm’ın ayrılmaz bir parçasıymış gibi sunuluyor .
 
Aynı şekilde bu yargı, Filistin, Irak veya Afganista n’daki meşru bütün direniş hareketle rini kapsayaca k şekilde genelleştiriliyor. Oysa terörle mücadele adı altında Arapların işlerine karışan Amerikan sömürgeciliğine ve onlarla müttefik olan fasit Arap rejimleri ne karşı verilen direniş, meşru bir niteliğe sahiptir.
 
İşte Batı dünyası, “holocaust (katliam/soykırım)” olarak isimlendi rdikleri Nazilerin Avrupalı Yahudiler e yaptığı zulüm konusunda da aynı tavrı sergilemiştir. Bu meseleyi Batı uygarlığı içindeki konumunda n tamamen çekip çıkarmışlar ve onu bir “ikona”ya dönüştürmüşlerdir. Yani Tanrının, içine girip yerleştiği bir put (heykel) haline getirmişlerdir. Dolayısıyla artık ona iman eden birinin, ne ondan şüphe etmesi, ne de onun anlamını sorgulama sı mümkündür. Aslında ikona, kendisini n dışında hiçbir şeye işaret etmiyor ve sadece kendi kendinin referansı oluyor.
 
Bu yüzden Batı dünyası, Nazilerin Yahudiler e yaptığı zulmü, Batı uygarlığı içinde çok geniş yer tutan benzer zulümlerin bir parçası olarak değerlendirmek yerine, tek başına sadece bu zulmü gündemine almakta ve bu zulümden bahsetmek tedir. Oysa Batı uygarlığının zulüm tarihine bir baktığımızda, Kuzey Amerika, Avustraly a ve Yeni Zelanda’daki milyonlar ca yerlinin ve köleleştirilen milyonlar ca Afrikalının aynı zulümlerle karşılaştığını görüyoruz. Yine Belçikalı sömürgeciler Kongo’daki yerlilere ve Fransız sömürgecileri de milyonlar ca Cezayirli ye aynı zulmü reva görmüşlerdir.
 
Dolayısıyla mesele, siyah-beyaz olmak üzere iki renge bürünüyor: Naziler kasap, Yahudiler de kurban. Böylece Yahudiler e yapılan zulüm kutsanıyor ve kendisine önünden, arkasından hiçbir batılın ulaşamayacağı mutlak gerçeğe dönüşüyor. Sonuçta bu zulüm, başka hiçbir benzeri olmayan ve hiçbir şeyle kıyaslanamaz bir zulüm olarak ortaya çıkıyor.
 
Buradan hareketle, bu zulümden şüphe edenleri cezalandıran kanunlar çıkartılıyor. (Buna karşılık Allah’ın varlığından şüphe edenleri, hatta mutlak ve sabit ahlaki değerlerden şüphe edenleri cezalandıran benzer kanunlar yok).
 
Bu zulmü, Batı’nın uygarlık ve siyasi çerçevesi içindeki konumuna yerleştirip, ona yüklenen kutsallığı ondan çekip almak suretiyle, zulüm olarak sadece onu gündeme getiren görüşün karşısına çıkmanın bir görev olduğuna inanıyorum. Yapmamız gereken, onun da, benzerler inden farkı olmayan, insanî ve tarihî bir olgu olduğunu ve iki renkli bir zulüm görüşünün geçerli olamayacağını açıklamaktır.
 
Bu konuda takip edilmesi gereken en önemli stratejil erden biri de, Siyonistl erin, bireysel,  kurumsal, gizli ya da aleni olmak üzere bütün seviyeler de Nazilerle gerçekleştirdikleri yardımlaşmanın hangi boyutlard a olduğunun açıklığa kavuşturulmasıdır.
 
Kasım 1996’da İngiliz Daily Telegraph gazetesin de “Hitler’in Yahudi Askerleri Hakkındaki Özel Sırrın Keşfi” başlığıyla bir makale yayımlandı. Başlıktaki yer alan “Hitler’in Yahudi askerleri” ibaresi, Batı’nın bu konudaki söylemini temelinde n yıkıyor. Çünkü bu ibare, bir taraftan Nazilerin, diğer taraftan da Siyonistl erin ve Yahudiler in nasıl iç içe girmiş olduklarını açığa çıkartıyor. Dolayısıyla bu meseleyi siyah-beyaz olarak ele almanın hiçbir sağlıklı temeli bulunmuyo r.
 
Makalede dile getirilen –daha önce dikkatler den kaçırılmış- bilgiler, bir basın organınca yapılmak istenen sansasyon niteliğinde değil. Aksine bu bilgiler, Oxford üniversitesinde bir tarih öğrencisi olan Bariani Richez’in yaptığı araştırmaların ürünüdür.
 
Makalede, Alman yasalarının, Nazilerin iktidara gelişinden, yani 1935 yılından itibaren melez olanlara ve Yahudi soyundan gelenlere vatandaşlık hakkı verilmesi ni yasakladığı belirtili yor. İşte Siyonistl er ve Batılılar tarafından yapılan analizler de, meselenin siyah-beyaz olarak sunulmasının sebebi budur.
 
Ancak gerçekler, bu indirgeme ci üsluba meydan okuyor. Çünkü makale, orduda görev yapan Yahudiler in ve yarı-Yahudilerin (melez Yahudiler in) üst düzey rütbelere yükselmemek şartıyla, ordudaki hizmetler ine devam etmelerin e izin verildiğini bildiriyo r. Ne var ki, bu şarta bile riayet edilmemiştir. “Alman Ordusunda Çalışanlar İşleri Bölümü”nün raporları, Yahudi asıllı melezlerd en veya Yahudiler le evli olanlarda n 77 yüksek rütbeli subayın Nazi ordusunda görev yaptığını ortaya koyuyor. Yine aynı raporlar, binlerce Yahudi melezin Nazi ordusunda görev yaptığını bildiriyo r.
 
Richez’in yaptığı çalışmalar bu kişilerin durumlarındaki farklılıkları da açıklık getiriyor . Bunlardan bazıları dindar Yahudiler, bazıları da –kanunların kendileri ne nasıl baktığını dikkate almadan- kendileri ni Yahudi olarak kabul etmeyenle rdir. Bazıları gerçek nesebini gizliyord u, bazılarınsa bunu yapmaya gücü yetmiyord u.
 
Richez yaptığı araştırmalarda şu durumu da keşfediyor: Yahudi askerler Nazi ordusunda görev yaparken, onların Yahudi akrabaları, tutuklu bulundukl arı askeri karargâhlarda öldürülüyorlardı. Richez, buralarda öldürülenlerden sayıları 2300’ü bulan kurbanın, birinci dereceden akrabası olan yaklaşık 1000 askerle karşılaşmış ve bunların 1200 tanesini belgelend irmiştir. Yine topladığı otuz bine yakın belgeden, Nazi ordusunda Yahudi asıllı 2 mareşal, 10 general, 14 albay ve 30 binbaşının bulunduğunu ispat etmiştir.
 
Belgeler bize, bazıları son derece garip olan çok farklı durumların yaşandığını da haber veriyor. Örneğin yüksek rütbeli Yahudi Nazi subaylarından biri, üzerinde resmi üniforması, girdiği çarpışmalarda aldığı madalyala r ve girdiği savaşlardan birinde görevini en işi şekilde yapmış olmasından dolayı aldığı Demir Haç (Iron Cross) nişanı olduğu halde, toplama kamplarından birinde bulunan babasını ziyaret ediyordu. Olay bize garip geliyorsa da, Nazi Almanya’sında bunların alışılagelen normal şeyler olduğu anlaşılıyor. Aslında belgeler, Yahudi Nazi subaylarının soyu konusunda tam bir bilgiye sahip olunduğunu gösteriyor. Örneğin 1982 yılında doğan ve babası bir Yahudi olan Mareşal Erhard Milch, Alman Hava Kuvvetler i komutanı olan ve Hitler’den sonra onun yerine gösterilen adaylarda n biri olan Hermann Goering’in şahsi dostuydu.
 
Erhard Milch, Luft Hansa şirketinin –ki bu şirketi geliştiren odur- ve uçak parçaları biriminin başkanıydı. Milch, Nazilerin yaptığı tarife göre yarı-Yahudi kabul ediliyord u. Ancak Hitler ve Goering, Milch’in soyuyla ilgili engeli aşmaya ve annesinin, Milch’in gerçek babası –soyu- olduğuna karar verdiler. Dolayısıyla Milch, temiz Alman kanı taşıyordu.
 
Böylece yarı-Yahudi Nazi mareşali Erhard Milch görevinde kalmaya devam etti ve Nazi rejimiyle olan dostluğunu sürdürdü. Milch savaş bittikten sonra savaş suçlusu olarak Nuernberg mahkemesi nde yargılandı ve 1945’ten 1955’e kadar on yıl hapiste kaldı. 1972 yılında da öldü.
 
Araştırma bunun gibi ilginç örneklerle dolu:
 
Edgar Chakopson: Ondan gerçek ismini gizlemesi istenmiştir; çünkü Yahudiliğe ait ibadetler i yerine getirmeme sine ve Yahudi olmayan bir kızla evlenmesi ne rağmen Nazilerin tarifine göre, halis bir Yahudi kabul ediliyord u. Edgar şu an halen hayattadır.
 
Edgar film yapımcısı olarak ve sonra da Paris’te (Nazi) basın bürosunda çalıştı. Birinci dereceden Demir Haç nişanı aldı. 1941 yılında kız kardeşi, üzerine Yahudi yıldızı takınmış olarak Nazi kongreler inden birine girmeye çalıştı. Kongreye girmesi engelleni nce, kardeşinin Nazi ordusunda binbaşı olduğunu söyleyerek, içeriye girişinin engellenm esini protesto etti.
 
Daha sonra Edgar tutuklanıp, kimlikte sahtecili k yapmaktan yargılandı ve toplam kamplarından birine gönderildi.
 
Helmut Wilberg: Alman saldırılarında Blitzkrie g (yıldırım savaş) stratejis ini geliştiren kişidir. Yine birinci dünya savaşında Alman topçularını desteklem ek için savaş uçağı kullanmıştır.
 
Wilberg’in babası Yahudi’dir. Ancak dosyasındaki 30 Nisan 1941 tarihli bir belge, Wilberg’in, kendi durumunu araştırdığını ve babasının Yahudi olmadığını keşfettiğini bildiriyo r. Wilberg uçağının düşmesi sonucu 1941 yılında ölmüştür.
 
Kool Volter: 1922 yılında Weimar Cumhuriye t ordusuna katıldı. Annesi Yahudi’dir. Ordu Personeli İşleri Ofisi’ndeki dosyasından, Berlin’de bulunan Subaylar Komutanlığı Merkezi’nin 1934 yılında “o, âri değildir” diyen bir mektup gönderdiği anlaşılıyor.
 
Ancak kendisi için iyi bir şans eseri olarak 1923 ve 1924 yıllarında komünistlere karşı savaşmış olduğundan, Ordu Personeli İşleri Ofisi, onun orduda kalması gerektiğini tavsiye etmiştir. Bununla birlikte aslının Yahudi olması, tayin edildiği Askeri Fakülte’deki arkadaşları için hep bir problem kaynağı olmuştur. Bu yüzden Çin’e tayin edilmiştir.
 

 
Hitler onu 1936 ve 1939 yıllarında üstün hizmet madalyası ile onura etmiştir. Sonra fotoğraflarını, dosyasını, evraklarını ve diplomala rını görünce, onun âri olduğu şeklinde bir açıklama yapmak suretiyle onu tekrar onura etmiştir. Kool Volter’in orduda çok üstün hizmetler i vardı. Polonya’nın bombalanm asında Grenadeth rower tümenine komuta etmesiyle Demir Haç nişanı aldı. Yine Mayıs 1943’te 21 Rus tankını yok etmesinde n dolayı kendisine Şövalye Haç (Chevalier's Cross ) nişanı verildi. Ancak aslının Yahudi olması, 1943 yılının sonunda, onun generalli k rütbesine yükselmesine engel oldu. Ekim 1944’te Ruslara esir düştü ve 12 yıl Rus hapishane lerinde kaldı.
 
Helmut Filberg: Birinci dünya savaşında Alman piyade birlikler ine desteklem ek için savaş uçağı kullandı. 1936 yılında Franco’yu desteklem ek için İspanya’ya gönderilen Alman uçak filosunun komutanlığını üstlendi ve kendisine Şövalye Haç nişanı verildi.
 
Helmut Filberg Uçak Fakültesi’nin idareciliğini de yapmıştır ve geldiği makamlard a sürekli yükselerek generalli k rütbesine kadar ulaşmıştır. Annesi Yahudi’dir. Ancak dosyasında bulunan bir belgede şöyle diyor: “Soyum ve atalarım hakkında yaptığım uzun araştırmalardan sonra Yahudi olmadığımı keşfettim.”
 
Yine Richez 76 yaşında olan ve Almanya’da yaşayan bir başka adamla karşılaşmıştır. Bu adam, o dönemde Almanya’nın işgali altında olan Fransa’ya gitmiş ve yeni bir isimle SS (Nazi) birlikler ine katılmıştır.
 
Savaşa katılan çok sayıda yarı-Yahudi, Todot Organizas yon hesabına çalışıyordu. Bu Organizas yon, toplama kamplarındaki Nazi İmar programla rından sorumluyd u. Kurtulan ve çalışabilecek durumda olan Yahudiler ücretsiz çalıştırılmak üzere buraya gönderiliyordu.
 
Nazi yönetimi, Yahudi bir anneden veya babadan olan –ve böyle olduğu bilinen- askerlere en büyük askerî nişan olan “Şövalye Haç” nişanını vermiştir.
 
Örneğin komutan Burkart, yarı-Yahudi olduğu için 1934 yılında askeri görevinden uzaklaştırılmış, ancak aynı yıl Hitler’den aldığı Alman kanı raporuyla görevine dönmüş ve Chiang Kai Shek’in ordusuna yardım etmek için Çin’e gönderilmiştir.
 
1941 yılında tank tümeninin komutanlığına getirilmiş ve aynı yıl Ağustos ayında Rusya’daki görevini en iyi şekilde yerine getirmiş olmasından dolayı kendisine Şövalye Haç nişanı verilmiştir. Daha sonra esir düşmüştür.
 
Burkart 1944’ün sonunda savaş esirlerin den biriyken kendisini, savaştan önce Almanya’dan kaçan Yahudi babasının kucağına atmıştır. 1946’da ise Almanya’ya döndü. Çünkü –eşinin söylediği gibi- ülkenin yeniden kurulması için birilerin in mutlaka geri dönmesi gerekiyor du.
 
1983’te ölümünden kısa bir süre önce, doğduğu yerdeki bazı öğrencilere şöyle demiştir: “Birinci dünya savaşına, hatta ikinci dünya savaşına katılan Alman Yahudiler inden ve yarı-Yahudilerden çoğu, savaşa katılmak suretiyle atalarının vatanını yüceltmek gerektiğine inanıyorlardı.” Yani o, Almanya’ya olan millî bağlılığına tam olarak inanmaya devam ediyordu.
 
Yukarıda aktardığımız örnekler, Siyonist ve Batılı tarihçilerin, aralarını kesin çizgilerle ayırmada ısrar ettikleri unsurlar arasında ne ölçüde bir iç içe girmişlik olduğunu gözler önüne seriyor. Nazi ordusunda görev yapan Yahudiler den biri, şu sözleriyle bu meseleye netlik kazandırıyor: “Alman güçlerinin bünyesinde olsaydım ve annemi Nazi fırınlarında kaybetsey dim, bu durumda kurbanlar dan biri mi, yoksa suçlulardan biri mi olurum?”
 
Richez, bu kişiler hakkında niçin hiçbir şey yazılmadı? Diye soruyor. Niçin hikayeler i anlatılmadı? Niçin hiç kimse bu işle ilgilenme di? Sonra da, hem Almanların hem de Yahudiler in, bu kişileri görmezden gelmesini şu şekilde yorumluyo r: “Almanlar suçluluk duydukları için, onlar hakkında konuşmak istemiyor lar. Yahudi toplumu da onların varlığını itiraf etmek istemiyor; çünkü bu durum, katliam/soykırım hakkında bildikler i her şeyle çelişiyor.”
 
Rizhez’in söyledikleri, Nazi devleti gerçeğini çok daha kompleks hale getiriyor . Bu yüzden söyledikleri, Yahudi kimliğini gizleyenl ere veya bu kimliğe göz yumulanla ra karşılık, Nazileri bu zulme sevk eden sebepler, Nazi fırınları uygulamasında Hitler’in rolü ve yakılanların sayıları etrafından dönen tartışmaların sınırlarını genişletecektir... Allah en iyisini bilendir

http://www.social-worlds.tr.gg






TÜRK'LER KILIÇ ZORUYLAMI MÜSLÜMAN OLDU

FORUM ALACAHİSARLIK İSTANBUL

AHMET TAHİR YILDIZLI

Bugün forumda yayınlamak istediğim
Farklı bir konu var
Son zamanlard a gündeme taşınan bir iddia var
Aslında,ara sıra siyonistl er tarafından
Geçmiş tarihlerd ede,bu iddia gündeme taşındı
" Türk'ler Araplarla savaşarak
Kılıç zoruyla müslüman oldu " iddiasına ilişkin
Vermek istediğimiz bir kaç cevap var
Bu konu ile ilgili yazıları,aşağıya sıra sıra alıntıladım
Bu arada,bir sitede okuduğum yazı,dikkatimi çekti,özetle aktarayım
Annesi fin,babası Oğuz Türkü olan birinin
Türkçü değil,turancı olabileceği iddiasına  karşı
Turancılığın,turan kavimleri nin ülküsü olduğu
Turancılıkla türkçülüğün ayrı düşünülemeyeceği 
Bu yapılırsa,müslüman türk ile hristiyan türkün ayrı düşünüleceği
Finlileri n Sami ve Fin-Ugor iken
Araplaşmaya dönüşmüş Oğuzlar gibi
Finlileri n,hristiyanlaşmış bir Türk kavmi olduğu belirtile rek
Türkçülük ve Turancılık akımında,aslında din kavramının önemli olmadığı
Irkçılığın önemli olduğu belirtilm
Bu arada,Oğuz Türklerine Araplaşmış iddiası oturtulmuş
Osmanlının kurucusu Osman bey,Oğuzların kayı boyundandır
Dolayısıyla bu söylem,Osmanlının Araplaştığını   
Müslüman olunca Türklerin,Arap olduğu iddiasını doğuruyor
Bu ne demektir,buradan hangi fikre ulaşılması düşünülüyor
Türk kalınması için,islamiyetin reddedilm esimi gerekiyor 
Müslüman olduktan sonra,İslamiyetin çizgisinde hareket edileceği için
Allah ve Resulü ile Kuran-ı kerimin hükümlerine uyulacağı için
İslamiyette ırkçılığın yeri olmadığına  göre
Türklerde,temelde ırkçılık,yüzyıllardır olmadığına göre
Osmanlının,bir Türk devleti olmasının yanında
Fatih Sultan Mehmed'den sonra,bir dünya devleti haline gelip
Genelde Türk olmayan devlet ve ulusların
İdare edilirken,Türkçülük ile idare edilmesin in zor olacağı için
Türk-İslam modeli seçildiğine göre
Irkçılığın 19. yüzyıl ideolojis i olup,Türklerin ürettiği bir fikir akımı olmayıp
Osmanlı devletini n yıkılması için,Arap-Türk düşmanlığıyla birlikte
Dünyadaki tüm ulusların,birbirlerine düşman edilmesi için
1. ve 2. dünya savaşıyla birlikte,ülkelerin paylaşılması amacıyla
Siyonistl er tarafından,ırkçılığın dünyaya yayıldığına göre
İslamiyete girşimizin bir savaş neticesin demi
Yoksa zorlamı olduğunun 
Yeniden hatırlatırmasındaki amaç nedir diye düşünüyoruz
Bu arada,hemen bir alıntı yaparak,konumuza devam edelim
Forum AlaturkaO smanlı İstanbul'da yayınlanan
Osmanlı ve Mehter Musikisi Konulu
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden
Vahit Necip Arslanoğlu'nun yazısında
Özellikle altını çizmek istediğimiz bir şey var
Vahit Necip şunu aktarıyor
" Osmanlınında dağılma sebepleri nden birisinin
19. yüzyıl siyonist-ırkçılığın yayılmasıyla olduğu
Bilinmekt edir
Bu çizgide ön plana çıkan Türkçülük
Osmanlı devleti döneminde
Jöntürk hareketi ile karşımıza çıkan,farklı bir Türkçülük'tür
Osmanlı devletini yıkmak için,Jöntürkler,batılılarla birlik olmuşlardır.
Günümüz siyasetin deki,Milliyetçi Hareket Partisi çizgisindeki
Türkçülük ise devletine milletine bayrağına ve ezanına sahip çıkan
Bir Türkçülük hareketid ir
Osmanlı döneminde eğer,Milliyetçi Hareket Partisi çizgisindeki
Türkçülük,ön planda ve Jöntürklerde olsaydı
Osmanlı bu kadar kolay yıkılmazdı
Osmanlı,kendi içindeki devletler arasında
Jöntürklerin çizgisindeki,ırkçılık veya aşırı türkçülüğün,yayılması halinde
Bünyesindeki devletler in,bir arada tutulamay acağını
Dağılma sürecine girileceğini bildiği için
Irkçılık veya aşırı türkçülükten kaçınmıştır " diyor
Şimdi,Arap düşmanlığının yayılarak
Türklerin islamiyet i bırakıp,yeniden Paganist veya Şaman olması
Şaman olduktan sonrada
Araplara " bizi zorla müslüman yaptınız " diyerek
Araplarla savaşılması ve Turan devletini n kurulmasımıdır amaç
Araplarda n önce,Turan devletini n kurulmasına engel olan
Rusya ve Çin'dir,Araplarıda kendimize düşman ederekmi
Rusya ve Çin ile savaşacağız
Alparslan,anadoluyu fethederk en,şaman değildi müslümandı
Fatih Sultan Mehmed,İstanbulu fethederk en,şaman değildi müslümandı
Türkler Çanakkalede," Allahu Ekber " nidalarıyla savaşıp
"  Eşhedü Enne La ilahe İllallah Ve Eşhedü Enne
Muhammede n Abdühü ve Resuluhü " diyerek
İslamiyetin şehadet mertebesi ne kavuşurken
Turancılıkla birlikte,islamiyetten çıkıp
Şaman olup,şehit olarakta ahirete gidemeyec eğinize göre
Bünyesinde 64 irili ufaklı devleti ve toplumu
20 milyon km2 lik bir coğrafyada,barış içinde
Adaletle yönetmesini bilen,Osmanlı devleti varken
Turancılık akımı ile turan devletini kuramamışken
Osmanlıdan sonra,parça parça edilen Türk devletler i ile
Araplarıda kendimize düşman ederek
Rusya ve Çin ile savaşarak
Turan devletini kuracağız fikri
Çok akıl ve mantık içerikli olmasa gerektir
Turanizm,türk devletler ini birleştirmek için
Teoriler üreten,bir fikir akımıdır
Bu akımı tüm Türk olanlar,elbette destekler
Bizlerde bir Türk olarak,bunu destekler iz 
Teoriler önce hayalcili k ile başlar
Ancak,tarihten bugüne ve dünya genelinde ki
Bazı gerçeklerinde,göz ardı edilmemes i gerekir
Turan devletini n kurulması için
Önce " Türk'ler Araplarla savaşarak
Kılıç zoruyla müslüman oldu " iddiası ile
Türk-Arap düşmanlığının yayılarakmı
Bu Turan devletini n kurulması düşünülüyor
Türklerin savaşçı bir kavim olduğunu,herkes ile savaştığını biliyoruz
Ve Araplarla da savaştığını biliyoruz
Türklerin ( Müslüman olmadan önce ) Çinlilere karşı
Araplarla birlikte ortak güç oluşturarak,savaştığınıda biliyoruz
Ancak,Türklerin,kendi ırkı olan Türklerlede savaştığını biliyoruz
Konuyla ilgili yazılara geçmeden önce şunu söyleyelim
Arapların,Türkleri zorla müslüman yaptığı söylemini desteklem ek
Siyonizmi n işine yarar
Türklerin veya Arapların hiç bir işine yaramaz
Bütün müslümanlar ve Türkler bu söylemden zarar görür
Araplarla Türklerin arasını açarak
Ve Osmanlı Devletini yıkarak
Moiz Kohen ve bazı vatan hainlerin in ve casusların
Irkçılığı,Türkler ve diğer milletler arasında yaymak için 
Nefret ve kan içerikli söylemleri,geliştirmek için çabaladığını biliyoruz
Türk Arap düşmanlığını körüklemek,yeni bir şey değildir
Bu daha önceki yüzyıllardada,siyonistler tarafından planlanmıştır
Ve uygulamay a konulmuş eski bir oyundur 
Araplarla Türkleri düşman etmek için
Arabistan lı Lawrence ve Osmanlı Paşası olan bir zatın
Karşılıklı olarak Arap ve Osmanlı-Türk düşmanlığını yayarak
İngilizlerin,Osmanlı toprağı olan Orta-Doğuyu ele geçirmeleri için
Ortak çalıştıklarınıda biliyoruz
Bu hain Osmanlı paşasının,Türk ismini kullanara k
Lawrence isimli yahudinin de,Arap ismini kullanara k bunu yaptığını biliyoruz
Ancak,Aziz Türk Milleti
Osmanlı Devletini yıkan
1. ve 2. dünya savaşlarıyla,dünyayı kutuplara bölen
Perde arkasında vahşet ve şiddet ile beslenen
Bütün devletler i,bu şekilde istediği gibi idare etmeye çalışan
Bu Siyonizmi n kirli oyunlarına gelmeyece ktir.
Türkler müslümandır
Ve bu saatten sonra,Araplara düşman olup
Allah'ı inkar edip,Şamanist olup
Kuran'ı ve Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz i
Kötüleyerek,siyonizmin kirli tuzaklarına düşmeyecektir 
Türkler zamanında nasıl ( Müslüman olmayan Karluk Türkleri )
Ortak düşmanı olan Çinlilere karşı
Araplarla birlikte hareket ederek savaştılarsa
Şimdide ortak düşmanımız olan
Siyonizm ile savaşmasını elbet bilecekti r
Arap Türk düşmanlığı oyununa gelmeyece ktir
Birlikten kuvvet doğar
Bu zamandan sonra
Zorla müslüman olduk diyerek,islamiyeti bırakıp
Araplarla düşman olmamız,hayra alamet olamaz
Türklerin,Çinlilere karşı,Arapların yanında yer aldığı gibi
Bu günde Arapların safında,siyonizme karşı savaşmayı bileceğiz
Yoksa,Arap Türk düşmanlığını körükleyerek
Elimize zarardan başka bir şey geçmeyeceği
Tarihten ders alınarak,açıkça görülmesi gereken bir gerçektir     
Türkler,İslamiyetin kılıncıdır ve halefidir
Bazı,Türk isimleriy le karşımıza çıkıp
Irkçılık yapan Moiz Kohen gibi siyonistl erden
Türklüğü öğrenecek değiliz
Osmanlı yıkıldıktan sonra
Rusya ve Çin
Türkleri boyunduru k altına almıştır
Doğu Türkistanda Türkler,zulüm görmektedir
Osmanlı varken,bu zulüm bu derece değildi
O halde,Osmanlıyı dışlamak yerine,sahip çıkmamız gerekmezm iydi
Türkler arasında,siyonizmin aşırı ırkçılığını yaymak
Arap düşmanlığını körüklemek
Ve Türkleri islamiyet ten kopararak
Şaman yapmak yerine
Rus ve Çin'in boyunduruğundaki Türklere
Farklı yollardan yardım etmemiz gerekmezm i


1 - Türkler,her zaman Türk'tür
İslamiyetten öncede Türktür
Sonrada Türktür ve Türk kalacakla rdır
Türkler İslamiyete geçince Arap olmadılar
Alman müslüman veya İngiliz müslüman İslamiyeti seçince
Nasılki Arap olmuyorsa
Türkler,İslamiyete geçince Arap olmadılar
İslamiyet sadece Arapların dini değildir
Tüm insanlığa gönderilmiştir
Evrensel bir dindir
Türkler,İslamiyeti Araplarınn dini olduğu için kabul etmemiştir
Türk adetlerin e,töre gelenek ve göreneklerine en uygun din olduğu için kabul etmiştir
Türkler hiç bir şeyi zorla kabul etmez
Türkler her şeyi anında kabul etmez,inceler araştırır ve öyle kabul eder   

https://t24.com.tr/haber/ilber-ortayli-turkler-oyle-bayilarak-din-kabul-etmez-son-derece-cakal-bir-millettir,336782

Ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı 
" Türklerin, İslamiyet'i Araplarda n değil, İran'dan öğrendiğini " savunarak
 “ Bazı arkadaşlar uydurarak Kuteybe bin Müslim Orta Asya`yı fethetmiş
Türkler bunu görünce bayılmışlar ve İslami kabul etmişler " diyor.
" Zor fethetti bir kere o doğru değil. Türkler öyle bayılarak din kabul etmez.
Son derece çakal bir millettir
Düşünür, bakar ve işine gelirse " kabul edeceğini belirtiyo r.
Askerler çünkü, her şeyi öyle zart diye almazlar ve stratejik bir yapısı vardır.
Bizim ilk devletimi z onuncu asrın sonudur.” diyor.

2 - Türklerin İslamiyetten önceki inancı Tengraizm'dir
Yani tek tanrılı dine sahiptir ve islamiyet e yakın bir inanç sistemidi r
Bu yakınlık islamiyet e geçişte önemli bir faktördür
https://eodev.com/gorev/4332752
Eski Türk dini, Gök-Tanrı inancı adıyla bilinmekt edir.
Bu inanışa göre Türkler, İslâmiyet’teki gibi tek bir Allah’a inanıyor
Ve O’na Tanrı (Tengri) diyorlardı.
İslâmiyet’te Esmâ-i hüsnâ denilen
Allah’ın sıfatlarından bazıları,eski Türk inancında da mevcuttu.
Ahiret ve ruhun ölmezliği, her iki inançta da mevcuttu.
Türkler cennet için uçmağ (uçmak), cehennem için tamu sözünü kullanmak taydı.
İslâmiyet’te olduğu gibi Gök Tanrı inanışında da Tanrıya kurban sunuluyor du.
İslâmiyet’teki gaza ve cihât ile
Türklerin dünya üzerinde töreyi hâkim kılmak için yaptıkları savaşlar
benzer mahiyette dir.
İslâm anlayışına göre savaş sonunda elde edilen ganimet helâldir.
Türklerde ise aynı şekilde yağma geleneği vardır.İslâmiyet’in telkin ettiği ahlakî kurallar
Türk anlayışına da uygun düşmektedir.
“Din bilimcile rin “kitaplı dinler” olarak ifade ettiği semavi dinler
Eski dinlerin ve inançların etkisinde n kurtulama mışlardır.
Bu olgu İslam dini ve Şamanizm için de geçerlidir.
Türklerin Müslüman Olmasının Sebepleri :
Türkler İslâmiyet’i kılıç zoruyla değil, kendi rızalarıyla kabul etmişlerdir.
Şüphesiz bu dini seçmelerinin en önemli sebebi
eski Türk inancı ve anlayışı ile İslâmiyet arasında birçok benzerlik bulunmasıdır:
A - Eski Türk dini, Gök-Tanrı inancı adıyla bilinmekt edir.
Bu inanışa göre Türkler, İslâmiyet’teki gibi tek bir Allah’a inanıyor
Ve O’na Tanrı (Tengri) diyorlardı.
İslâmiyet’te Esmâ-i hüsnâ denilen Allah’ın sıfatlarından bazıları
Eski Türk inancında da mevcuttu.
B - Ahiret ve ruhun ölmezliği, her iki inançta da mevcuttu.
Türkler cennet için uçmağ (uçmak), cehennem için tamu sözünü kullanmak taydı.
C - İslâmiyet’te olduğu gibi Gök Tanrı inanışında da Tanrıya kurban sunuluyor du.
 
3 - Türkler savaşçıdır,herkesle savaşır
Türkler,Türk olan Şah İsmail,Uzun Hasan ve Timur ilede savaşmıştır
Araplarla da savaşmıştır,ancak savaşmak ayrı şeydir,islamiyeti kabul etmeleri ayrı şeydir
Şah İsmail etnik köken olarak Pers değildir,Şah İsmail bir Türk Komutanıdır

https://www.akademikkaynak.com/sah-ismailin-turk-olmasinin-ispati.html

Türkler savaşçı bir millettir
Türkler Türkler ilede savaştı,Araplarlada savaştı
Ancak,Türkler hiç bir şeyi zorla kabul edecek bir millet değildir
Bu gerçeği herkes biliyor
Türkler zorla müslüman yapılabilecek bir millet değildir

4 - Türklerin
Araplar tarafından,kılıç zoruyla müslüman yapıldığı iddiası
Türk-Arap düşmanlığının yayılması
Türklerin islamiyet i bırakıp
Şaman yapılması
Ve Araplarla savaştırılması için
Siyonistl erin hazırladığı bir plandır 
Bu plan ile Türklerin ve Arapların birbirini yok etmesi
Siyonizmi n dünyaya hakim olmasının önündeki
Engelleri n tamamen kaldırılması amaçlanmaktadır
Günümüzdeki siyasette,Milliyetçi Hareket Partisi
Vatan,Devlet,Millet,Bayrak ve Ezanına sahip çıkarak
Siyonistl erin bu oyununu bozacaktır


TÜRK'LER ZORLAMI MÜSLÜMAN OLDU

http://www.haber7.com/tarih-ve-fikir/haber/1776379-turkler-nasil-musluman-oldu


Bozkırda yayılan Türkler ile Arap çöllerinden büyüyen İslam ordularının karşılaşması çıkıyor Tufan Gündüz’ün kaleminde n. Türklerle Araplar sınır komşusu olduktan sonra savaştı mı
Mühim valilikle r niçin Türk kumandanl arına verildi. Hepsinin cevabı bu yazıda
Hz. Muhammed (sav) İslamı tebliğe başladığı ve müşriklerle mücadeleye giriştiği sıralarda (610) Orta Asya’da Türkler, Göktürklerin hâkimiyetinde toplanmışlardı. Ülkenin sınırları Baykal gölünden Kırım’a, Sibirya Bozkırlarından Maveraünnehir ve İpek Yolu’na kadar uzanıyordu. Türklerin kağanı İlig Kağan Ötüken’de oturuyord u ve Çin’le mücadele halindeyd i.



Türkler, Kağanlarının Gök Tanrı tarafından “yeryüzünün işlerini düzene koyması, Türk Milletini n perişan olmaması” için görevlendirildiğine, yani Tanrı tarafından “Kut” verilerek kağanlığa oturtulduğuna inanıyorlardı. Gökte olduğuna inandıkları Tanrı tekti. Herhangi bir şeye benzemiyo rdu; kendisi gibiydi. O aslında sadece Türklerin öz tanrısıydı.
 
 
 
 

 

Kuvvetli Direniş

Hz. Muhammed’in Mekke’nin fethine hazırlandığı günlerde Göktürk Kağanı olan İlig Kağan da babası ve dedesi gibi kılınmamış olacak ki Çin’e karşı ağır bir mağlubiyet aldı (630). Göktürk Devleti’nin Doğu yarısı Çin hâkimiyetine girdi. Batı kısmı ise ancak 28 yıl ayakta kalabildi . 658’de onlar da Çin’e tabi oldular. Türk kabileler inin bir kısmı etrafa dağılıp bağımsız hareket ederken çoğunluğu Çin’in idaresine girmek zorunda kaldı. Türkler devletsiz kaldılar.
Bu sırada Müslümanların fetihleri de çoktan başlamış; halifeler ordularının yönünü Kuzey Suriye, İran ve Mısır’a çevirmişlerdi bile. Müslümanlar o kadar yürekten savaşıyorlardı ki ne Bizans, ne de Sasani kuvvetler i onları durdurabi liyordu.



İslam ordularının girdiği bölgelerden biri de Kafkaslar dı ve bölgeyi kuzeyden kuşatan Hazarlarl a komşu olunmuştu. Türkler, her ne kadar Göktürk Kağanlığı gibi büyük bir imparator luktan yoksun kalmış olsalar da, ülkelerini fethe girişen İslam orduları karşısında pek de zayıf sayılmazlardı. Onların kuvvetli direnişi ve savaşçılıklarının fark edilmesi üzerine muhtemeld ir ki, “Türkler size ilişmedikçe, siz de onlara ilişmeyiniz” hadisi bu dönemlerde uydurulmuştu.
Kuteybe b. Müslim vali olduktan sonra yer yer Türklerle savaşsa da Buhara’ya çok güç girebilmiştir. Müslümanların Türklerle çatışma halinde oldukları bir başka bölge Kafkaslar dı. Halife Velid’in ünlü kumandanl arından Mesleme 710 yılında Demirkapı’ya (Derbend) kadar ilerlemişti. Sonraki yıllarda da en az iki sefer daha yapıldı. Ne var ki, bu savaşlar bir netice vermediği gibi çok sayıda Müslüman da Hazarlara esir düştü. 737’de Hazarlarl a yapılan savaşı İslam ordularının kazanması üzerine Hazarlar ülkelerinde İslamiyeti anlatmak üzere iki fakih görevlendirilmesini kabul ettiler.
 
 
 
 

 

Kılıç Zoru İşe Yaramadı

Uzun savaşlar sırasında Türkler arasında İslamiyetin yayılması neredeyse sıfır noktasında duruyordu . Uzun süren savaşlar, akınlar, yıldırma politikal arı ve nihayet geçici hâkimiyetler hiçbir işe yaramamış, iki taraf arasındaki rekabeti körüklemekten öteye geçememişti. Üstelik Emeviler gerek cizye vergisind e kayıp yaşanmamak, gerekse Arap olmayanla ra köle muamelesi yapmak gibi hevesler yüzünden İslamiyetin yayılması için çok da gayretli davranmıyorlardı. Açık söylemek gerekirse zaten dinamik bir hayat yaşayan; kılıç, ok, yay, mızrak gibi savaş aletlerin i kardeşi gibi yanında taşıyan Türkler için savaşlar, yenilgile r ve kılıç zoru hiçbir işe yaramamıştı.
Türklerin büyük bölümü, İslam ordularıyla zaten hiç karşılaşmamışlardı. Kırgızlar, Kıpçaklar, Kimekler, Tatarlar, Uygurlar ve Oğuzların İslam ile teması Emevilerd en ziyade Abbasiler dönemine tekabül eder. Göktürkler 745 yılına kadar hüküm sürmelerine rağmen Peçenekler, Uzlar, Tuna Bulgarları Karadeniz’in kuzeyinde n batıya göç ettikleri ve Hıristiyanlık âlemine karıştıkları için Müslümanlarla hiç karşılaşmadılar. Dolayısıyla şu kılıç meselesin i tam olarak izah etmekten aciz durumdayız.
 
 
 
 

 

Büyük Buluşma

Asıl buluşma Türklerin, Çin ile Arapların savaştığı Talas Savaşı’nda Müslüman Arapların yanında oluşuydu. Bundan sonra peyderpey İslamiyet’e dahil olan Türkler artık Müslümanlıkla bir anılır oldu.
11. yüzyılda Selçuklu ailesinin İslamiyeti benimseme si ise Oğuz/Türkmen gruplarının İslamlaşmasını hızlandırdı. Oğuzlardan en az 200 bin çadırlık bir grup İslamiyete girmişti bile. Ama bu yeni zümrenin de katılımıyla Oğuzlar, sadece dinin hizmetkârı değil, yeni savunucus u ve fatihleri oldular. Oğuzlar önce İran’ı, sonra Irak, Suriye ve Anadolu’yu fethettil er. Bizans baskısı altında geri çekilmeye başlayan İslam gücü yeni fatihler, yani Türkler sayesinde güçlü bir atılıma girdi.




 
ANKARA SAVAŞI
VİKİPEDİA
 
 

Ankara Muharebes i
Timur Anatolia campaign. jpg
Timur'un Anadolu Seferi (1400-1403)
Tarih   20 Temmuz 1402
Bölge   Ankara Çubuk Ovası
 
 
 
Sebep
    Timur'un Asya Seferi'ne çıkmadan önce arkasında bir güç bırakmak istememes i
Sonuç   Kesin Timur zaferi.
Taraflar
Timurid.s vg Timur İmparatorluğu   Osmanli-nisani.svg Osmanlı İmparatorluğu
Grb Lazarevic .jpg Sırbistan Prensliği
Komutanla r ve liderler
Emir Timur

Timurid.s vg Şahruh Mirza (Sol Kanat)
Timurid.s vgSultan Mahmut Han(Sol Kanat)
Timurid.s vgHalil Sultan(Sol Kanat)
Timurid.s vg Miranşah(Sağ Kanat)
Timurid.s vgEbu Bekir(Keşif Kolu)
Timurid.s vg Emir Celal el-İslam (Esas Kuvvet)
Timurid.s vg Cihanşah(Esas Kuvvet)
Timurid.s vg Muhammed Mirza (İhtiyat Kuvvetler i)
Timurid.s vgİsen Buga(Fil Birlikler i Komutanı)
Yıldırım Bayezid (Esir)

Osmanli-nisani.svg Çandarlı Ali Paşa (Esas Kuvvet)
Osmanli-nisani.svg Süleyman Çelebi (Sol Kanat)
Grb Lazarevic .jpg Stefan Lazarević (Sol Kanat)
Osmanli-nisani.svg Kara Timurtaş Paşa(Sağ Kanat)
Osmanli-nisani.svg Mehmet Çelebi (İhtiyat Kuvvetler i)
Güçler
Yaklaşık 140.000[Not 1]

Ağır Zırhlı Süvariler
Türk ve Moğol Atlı Okçular
 
 
 
 
Serbedâri Piyadeler
 
 
 
32
Savaş Fili
 

 

Başka kaynaklar a göre:

25.000[1]   
85.000 [2]

[3]

 

 

 

5.000
Yeniçeri[1]
 
 
 
10.000
SırpPiyade[4][5]
 
 
 
 
Tımarlı Sipahiler
 
 
 
 
 
Kara Tatarlar
 
 
 
 

Başka kaynaklar a göre:

20.000
Kayıplar
15,000-25,000 ölü veya yaralı   40,000-50,000 ölü veya yaralı[6]
Koordinat lar: 39°52′00″K 32°52′00″D / 39.8667°N 32.8667°E Ankara Muharebes i, Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid ile Timur arasında, Ankara'nın Çubuk Ovası'nda 20 Temmuz 1402 tarihinde yapılan muharebe. Geç Orta Çağ tarihinin en kanlı çarpışmalarından olan ve Osmanlıların yenilgisi yle sonuçlanan Ankara Muharebes i, Fetret Devri (1402-1413) olarak bilinen bir iktidar boşluğu döneminin yaşanmasına yol açmıştır.
 
Muharebe Öncesi Şartlar
Osman Gazi ve Orhan Gazi ile I. Murad'ın inşa ettikleri devlet, daha çok Balkanlar'da genişlediği gibi, henüz gevşek vâsallık bağlarına dayanıyordu. Bu dönemde Osmanlılar özellikle Anadolu'da hızlı ve kesin ilhaklara girişmişlerdi; aradaki çatışmalara karşın, Türk-İslam beylikler iyle daha yumuşak bir ilişkiyi gözetiyorlardı. Yıldırım Bayezid ise, İstanbul kuşatmasını sürdürürken, bir yandan da Anadolu birliğini sağlamak amacıyla çeşitli savaşlara girişmişti. Karamanlılara karşı kazanılan Akçay Muharebes i (1398) sonucu Konya, Niğde, Karaman ve Develi Osmanlıların eline geçti; Sivas hükümdarı Kadı Burhanedd in'in öldürülmesiyle Sivas, Tokat, Kayseri ve Aksaray Osmanlı egemenliğine girdi (1399). Aynı yıl Memluksul tanı Berkuk'un ölümünden ve yerine çocuk yaştaki Nasıreddin Ferec'in geçmesinden yararlana n Bayezid, Malatya'yı Memlukler den aldı. Dulkadiroğullarının elinde bulunan Kâhta, Divriği, Besni ve Darende kaleleri de Osmanlılara geçti. Osmanlı sınırları böylece Orta Fırat'a dayanmış oluyordu. Bütün bu fetihlerd en sonra Bayezid, yenilgiye uğrayan yerel hanedanla rı tasfiyeye yönelerek, sıkı bir merkezi yapı kurmaya girişti. Bu amaçla Balkanlar'ın Hıristiyan prenslikl erine ve aristokra sisineyas lanması ise, Türk beylerini n ve İslam ulemasının kendisine duyduğu tepkiyi artırıcı bir rol oynadı.
Nedenleri
Türkistan ve İran'da güçlü bir devlet kuran Timur, kendini İlhanlıların varisi sayarak Anadolu üzerinde hak ileri sürmekteydi. Bayezid döneminde Osmanlıların erken bir aşamada Ön Asya'ya dayanması Timur'un dikkatini çekti. Timur'un saldırılarıyla topraklarını yitiren Celayir sultanı Ahmed ile Karakoyun lu devletini n hükümdarı Kara Yusuf Osmanlılara sığınınca, Bayezid ile Timur arasında mektuplaşma başladı. Bayezid, Timur'un, Kara Yusuf ile Sultan Ahmed Celayiri'nin geri verilmesi yolundaki isteğini kabul etmedi. Osmanlılara gözdağı vermek isteyen Timur, Bayezid tarafından toprakları ellerinde n alınan ve Timur'un devletind e kendileri ne daha yakın bir sosyal düzen bulan Anadolu beylerini n de kışkırtmasıyla Sivas, Halep ve Şam'ı ele geçirdi. Timur'un Bağdat'a yönelmesi üzerine Bayezid de doğuya ilerleyer ek Timur'a bağlı Tahharten'in egemenliğindeki Erzincan ve Kemah'ı istila etti. Bu gelişme iki hükümdarın arasını iyice açtı. Bayezid'e bir elçi gönderen Timur, Kemah'ın Erzincan Emiri Tahharten'e Anadolu Beylikler inden alınan yerlerin de sahipleri ne geri verilmesi ni, Kara Yusuf'un teslim edilmesin i ve Osmanlıların kendisine bağlanmasını istedi. Bayezid'in bu talepleri reddetmes i savaşın gerekçesi oldu.
Timur'un Talepleri
Anadolu beylerind en aldığı toprakların geri verilmesi .
Kara Yusuf ve Ahmet Celayir'in kendisine teslim edilmesi.
I. Bayezid'in Timur hakimiyet ini tanıması.
Kemah Kalesi ve çevresinin geri verilmesi .
Şehzadelerden birinin rehin olarak verilmesi .
Timur Ordusunun Anadolu'daki İlerleyişi

 
 
Bursa'da toplanan, Osmanlı Ordusu'nun Timur üzerine yürüyüşü.[7]
Timur'un Osmanlı'ya karşı beslediği istilacı planlar, Bayezid için artık büyük bir tehdit oluşturmaya başlamıştı. Hem Anadolu'da, hem de Balkanlar'da yayılmış olan Osmanlıların harekat inisiyati fini kendi eline alan Timur, yeniden büyük bir ordu toplamış ve 12 Mart 1402'de Karabağ'dan Anadolu'ya hareket ederek Erzincan ve Kemah üzerinden Sivas'a kadar ilerlemiştir. Sivas'a vardığı sırada ordusunu denetleme den geçirir. Osmanlı elçilerinin de bulunduğu, bir gövde gösterisine dönüşen bu resmi geçit sabahtan öğleye kadar sürmüştür. Bir vakanüvise göre; bir kısım süvarinin bayrağı, zırhları, atlarının eğerleri, kalkanları ve gürzleri kızıldı. Diğer bir kısım süvari alayı sarı, başka bir süvari alayı da beyaz elbiseler ve takımlarla donatılmıştı. Orduya; Orta Asya, İran, Afganista n ve Kafkasya'dan 20 sultan katılmıştır. Ordu Hindistan'dan temin edilen savaş filleriyl e desteklen miştir. Timur'un ordusuyla birlikte Anadolu'ya girdiği haberini alan Bayezid, silah altına çağırdığı Sırplardan ve himayesi altına almış olduğu Türk Beylikler inden oluşturduğu ordusuyla, Bursa'dan hareket ederek Timur'u karşılamak üzere Doğu Anadolu'ya doğru yönelmiştir. Timur'un Sivas'ta olduğunu öğrenince savaşı, Akdağmadeni yöresinde yapmak istemiştir. Sivas'tan ayrılan Timur, Tokat'a yönelmiş ve burada bulunan kaleyi kuşatmıştır. Fakat kale surları çok yalçın ve sarp kayalık bir arazi üzerine kurulmuştur, alınabilmesi içinse uzun bir kuşatma gerektirm ektedir. Osmanlı ordusunun kendisine doğru yaklaştığı haberini Ebu Bekir komutasındaki keşif kollarından öğrenen Timur, kuşatmayı kaldırarak bu şehri es geçmiştir. (bu olayla birlikte Timur'un hayatı boyunca alamadığı tek yer Tokattır)
Ordusu çoğunlukla süvarilerden oluşan Timur, piyade birlikler inden oluşan Osmanlı ordusuyla bu bölgede bulunan dar geçitlerde savaşarak başarılı olma şansının az olduğunu fark etmiş ve ordusunun yüksek manevra kabiliyet ini kullanara k hızla güneye, Kayseri'ye doğru ilerlemiştir. Tokat ile Kayseri arasındaki mesafeyi ortalama 6 günlük bir zamanda katedip burada 4 gün mola veren Timur ordusu, bundan sonra Ankara'ya doğru hareket etmiş ve kenti kuşatmıştır. Tokat havalisin e doğru yaklaşan Bayezid ise, dağların geçitlerini kuvvetli olarak askerleri yle kapatarak zorunlu güvenlik önlemlerini almıştır. Kalan askerleri yle birlikte ormanlık bir arazide, neredeyse tamamı süvarilerden oluşan Timur ordusunu yenebilec eğini düşünmüştür. Ankara'nın kuşatılış haberini aldığında ise, stratejik bir manevra hatası yaparak, temmuz ayının acımasız sıcağı altında yürüyüş yapmış olan yorgun ordusuna tekrar yürüyüş emri vererek Ankara'ya, Timur orduları üzerine süratle harekete geçmiştir. Timur, Bayezid'in kendisine doğru varmakta olduğunu öğrenince, şaşırmış ve kuşatmayı kaldırarak kuzeye, Çubuk Ovası'na çekilmiştir. Osmanlı Ordusu gelene kadar aralarındaki su kuyularını zehirlemiş, çit, hendek, tuzak ve askerleri ni saklayabi lmek için tahkimat hazırlamıştır.[8]
Çubuk Ovasındaki Karşılaşma

 
 
Timurlu ve Osmanlı orduların savaş düzeni.
19 Temmuz 1402'de Bayezid adına yaraşır süratiyle kuzeydoğu yönünden geldiği Çubuk Ovasında, Timur'un ordusunu, atları besiye bırakılmış, askerleri dinlenmey e çekilmiş, dağınık ve emniyetsi z fakat en iyi mevkide, Çubuksu nehrini arkasına almış bir vaziyette bulur. Osmanlı ordusu ise yorgun ve su sıkıntısı çekmekteydi. Hiç gecikmede n divan'ı toplayan Bayezid, durum değerlendirmesi yapar. Yanında bulunan tüm paşaları, vezirleri ve oğulları hemen saldırıya geçip düşman ordusunu imha etmeyi teklif etmişlerse de, Bayezid bir hata daha yaparak, böyle bir saldırının mertçe olmadığını ifade etmiş ve yol yorgunu ordusunun savaş öncesi dinlenmey e ihtiyacı olduğunu belirtere k konaklama yı tercih etmiştir. Timur orduları sayı bakımında Osmanlı ordusuna üstün olmakla beraber Bayezid, Timur'a karşı gerçekleştirmiş olduğu bu savaşta muzaffer olmayı umut ediyordu. Bu umudu; Niğbolu'da, kendi ordusunun donanım ve teçhizatı bakımından üstün, Avrupa'nın en elit Haçlıordusuna karşı kazanmış olduğu zaferin vermiş olduğu güvenden doğuyordu. Timur ise bu savaşı kazanmakl a birlikte, sırtını sağlama aldıktan sonra kılıcını Çin'e doğru çevirebilecekti.
Osmanlı ordusunun Çubuk Ovasındaki savaş düzeni şöyledir; Azaplar, Yeniçeriler ve Tımarlı Sipahiler den oluşan merkez kuvvetler ine Bayezid kumanda ediyordu. Sadrazam Çandarlı Ali Paşa, Mustafa Çelebi, İsa Çelebi ve Musa Çelebi onun yanında yer alıyorlardı. Sol cenahta bulunan Rumeliden tedarik edilmiş birlikler e Süleyman Çelebi, sağ cenahta Osmanlı himayesi altında bulunan Anadoluda ki Türk Beylikler inden tedarik edilmiş birlikler e ise Vezir Kara Timurtaş Paşa kumanda ediyordu. Mehmed Çelebi de esas ordunun gerisinde Karakoyun lu Beyliğinden tedarik edilmiş olan ihtiyat kuvvetler inin başında bulunmakt aydı. Sol cenahın ihtiyat kuvvetler ini Sırbistan Despotu (Aynı zamanda Bayezid'in kayınbiraderi) Stefan Lazareviç'in kumandası altında 10 bin'e yakın zırhlı Sırp askerleri oluşturuyordu. Sağ cenahın ihtiyat kuvvetler inde ise Kara Tatarlard an oluşan süvari alayı bulunmakt aydı. Ayrıca Süleyman Çelebinin kumandası altında Akıncı kuvvetler i de vardı.
Timur ordularının Çubuk ovasındaki savaş düzeni ise şöyledir; Timur ordunun merkezind e yer alıyordu. Sağ cenahta Miranşah bulunurke n, sol cenaha ise Şahruh Mirza ve Halil Sultan kumanda ediyordu. Hindistan'dan getirilen zırhlı 32 savaş filiİsen Buga komutası altında ordunun önünde sıralanmıştı. Muhammed Mirza da ana ordunun gerisinde Harezm ve Maveraünnehirden tedarik edilmiş olan ağır zırhlı süvari alayından oluşan ihtiyat kuvvetler ine kumanda ediyordu. Pir Muhammed ve İskender Mirza onun yanında yer alıyorlardı. Timur, ikiye ayırmış olduğu merkez kuvvetini n sol kanadına Emir Celal el-İslam, sağ kanadına ise yeğeni Cihanşah kumanda ediyordu. Ayrıca daha önceden Timur'a sığınmış olan Aydınoğulları, Menteşeoğulları, Germiyanoğulları, Saruhanoğulları gibi Anadolu Beylikler inden oluşan tümenler de Miran Şah komutası altında sağ cenahın gerisinde yerlerini almışlardı.
Muharebe

 
 
Ankara Savaşı[9]
20 Temmuz 1402'de iki ordu, sabah namazlarını kıldıktan sonra savaş düzeni aldılar. Bayezid, Niğbolu Savaşı'nda kullanmış olduğu hilal taktiğini uygulamak için ordusunun en ön safında yer alan Azaplara saldırı emrini verdi. Bu saldırı emriyle savaşı başlatmış oluyordu. Fakat Çubuk ovası düzlük bir arazi olmasıyla birlikte bodur çam ağaçlarıyla ve boyu aşan otlarla doluydu, bu durum Azapların saldırısını yavaşlatıyordu. Azapların saldırıya geçtiğini gören Timur, karşılık olarak merkezde bulunan Serbedâri piyadeler ini kullanara k Azapların üzerine ok yağdırmaya başladı. Okçuların yoğun ok yağmuruna hedef olan Azaplar, ağır zayiatlar vererek geri çekilmeye başladılar. Uyguladığı taktiğin işe yarayamadığını fark eden Bayezid, Yeniçerilere ve Sipahiler ine saldırmalarını emretti. Bu taarruza karşılık olarak Timur da, komutanı İsen Buga'ya saldırı emri vererek yüksek çam ağaçlarının içerisine gizlemiş olduğu ordusunun en önünde yer alan birbirler ine zincirler le bağlı savaş fillerini ileri sürmüştür. Bununla birlikte Miran Şah'ı, Süleyman Çelebi komutasındaki birlikler in üzerine saldırtarak Yeniçerilere takviye birlik gelmesini önlemeyi hedeflemiştir. Timur ordusunun ikiye ayrılmış olan merkez kuvvetler inin önünden sağlı sollu çıkan savaş filleri, Yeniçeriler ve Sipahiler in şaşırmasına neden olmuştur. Çünkü Osmanlılar, o zamana kadar yapılan hiçbir savaşta fillerle karşılaşılmamıştır. Yine de saldırıya devam eden Yeniçeriler, uygulayac akları sahte ricat'ı erken yaparak Sipahiler in fillerle karşı karşıya gelmeleri ne neden oldular. Savaşın en kanlı ve şiddetlisi olan bu çatışmada savaş filleri, Yeniçerilerin ok atışları ve Sipahiler in yapmış oldukları saldırılar sonucu etkisiz hale getirilmiştir, fakat Osmanlı askerleri de çok ağır kayıplar vermiştir.
Fil hücumunun ardından Timur, merkez kuvvetler inin Yeniçerilere saldırmalarını emretmiştir. Bunu gören I. Bayezid, Rumeli birlikler inin saldırı altında olmasından dolayı, ordusunun sağ cenahında bulunan Kara Timurtaş Paşa komutasındaki Anadolu askerleri ni ve Kara Tatarları, Yeniçerilere takviye olarak savaş meydanına sürmek için emir verdi. Fakat Timur ile daha önceden anlaşmış olan Kara Tatarlar, taarruz sırasında Bayezid'e ihanet ederek yön değiştirmişlerdir. Kara Tatarlar direkt olarak Rumeli ve Sırp askerleri nin arkasına sarkıp, onlara ok yağdırmak suretiyle saldırıda bulunurla r. Miranşah ile Süleyman Çelebi arasında geçen çatışma sırasında, Timur tarafında bulunan Anadolu Beylerini n kendi sancaklarını açması sonucu, bunları fark eden Osmanlı ordusunda ki Anadolu birlikler i de, kendi beylerini n yanında saf tutarak, Timur tarafına geçerler. Yeniçeriler ve Rumeli birlikler inin hiç beklemediği bu saldırı karşısında Osmanlı ordusu tam bir bozgun havasına girmiş olur. Bir tek Rumeli ve Sırp müttefikleriyle Yeniçeriler sırt çevirmeyerek Bayezid'in yanında sonuna kadar savaştılar.[10] Bu bozgun karşısında ordusuna genel taarruz emri veren Timur, I. Bayezid'in canlı olarak ele geçirilmesini emretmiştir. Şahruh Mirzakomu tasındaki birlikler in seri manevrasıyla iyice kuşatılan Osmanlı ordusunda ki Vezirler, İsa Çelebi, Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi ve Mehmet Çelebi kuşatmayı yararak kaçmayı başarmışlardı.[11] Şehzadelerin kaçtığını fark eden Stefan Lazarević, Bayezid'e geri çekilmesi gerektiğini söylese de o bunu reddetmiş ve savaşmaya devam etmiştir. Ortalama 10 saat süren savaşın sonlarına doğru geri çekilmek zorunda kaldığı Çataltepe'de elinde kalan yaklaşık birkaç bin Yeniçeriyle atının üstünde çarpışmaya devam eden Bayezid sonunda gece çökmek üzereyken Minnet Bey tarafından kaçmaya ikna edildi. Yıldırım kuşatmayı yararak Çataltepe'den 16 km uzaklaşmayı başarsa da atı tökezleyip düşünce Han unvanına haiz Mahmut tarafından yakalanıp bağlandı. Çelebi Mustafa, beylerbey i Timurtaş ve Hoca Firuz da padişah ile birlikte esir düşmüştür.
Sonuçları

 
Timur tarafından hapsedile n I. Bayezid
(Çizen: Stanisław Chlebowsk i,1878)
Savaş sonrası Timur, esir alınan Yıldırım Bayezid'e esir gibi davranmamıştır. Her daim yanında bulunmasını sağlayarak tüm ihtiyaçlarını gidermiş, kendi çadırı yanında ona ve oğluna çadır kurdurmuş ve dostça davranmıştır.[kaynak belirtilm eli] Daha sonra emri altındaki komutanla r vasıtasıyla ordusunu Anadolu üzerine dağıtarak Bursa'ya kadar olan bölgeleri işgal ve istila etmiş ve kendi tabiiyeti ne bağlamıştır. Hristiyan Hospitali er Şövalyeleri denetimi altında bulunan İzmir'i fethedere k, bu bölgenin yönetimini Müslümanlara bırakmıştır. Ankara Muharebes i yenilgisi; Osmanlı Devleti'nin geçici süreliğine dağılarak, devletin imparator luk aşamasına geçmesinin ve İstanbul'un Fethi'nin 50 yıl kadar gecikmesi ne, Anadolu`daki Türk siyasal birliğinin bozularak Anadolu beylikler inin yeniden kurulmasına ve Osmanlı tarihinde Fetret Devri olarak bilinen 11 yıllık bir iktidar boşluğu döneminin yaşanmasına neden oldu.
Kaynakça
^ a b Gustav Roloff: Die Schlacht bei Angora (1402). (Heinrich von Sybel: Historisc he Zeitschri ft, Cilt 161, Dergi 2, Oldenbour g, Münih 1940, sayfa 254-256)
^ Bury, J. B. (1923). The Cambridge Medieval History. vol. 4. Tanner, J. R., Previté-Orton, C. W., Brooke, Z. N. (eds.). Cambridge: Cambridge Universit y Press. s. 562. Birden fazla |author= ve |last= kullanıldı (yardım)
^ Prawdin, Michael, and Gérard Chaliand, The Mongol Empire, (Transacti on Publisher s, 2006), 495.
^ Prawdin, Michael, ve Gérard Chaliand, The Mongol empire, (Transacti on Publisher s, 2006), sayfa 495.
^ Bury, J. B. (1923). The Cambridge Medieval History. vol. 4. Tanner, J. R., Previté-Orton, C. W., Brooke, Z. N. (eds.). Cambridge: Cambridge Universit y Press. sayfa 562.
^ http://historyofislam.com/contents/the-post-mongol-period/the-battle-of-ankara
^ Necati Tacan (1936). "Batı Türklerinin (Osmanlılar) Teessüs ve İstila Devirleri nde Harb Güdemi Usulleri". Askeri Mecmua. İstanbul: Askeri Matbaa, 103.
^ David Nicole. "Age of Tamerlane". Ossprey. s. 20. 25 Ekim 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 25 Ekim 2014.
^ Unknown. "Battle of Ankara". A Mughal book illustrat ion. 12 Ekim 2013 tarihinde kaynağından arşivlendi.
^ Alphonse de Lamartine (Eylül 2005) [1854]. Historie de la Turquie Aşiretten Devlete). Bilge Kültür Sanat. (Çeviren: Dr. Reşat Uzmen). ss. 120,126,154,159. ISBN 975-6316-54-3.
^ "Timur Bec". s. 253. 25 Ekim 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 25 Ekim 2014
.
 
OTLUKBELİ SAVAŞI
VİKİPEDİA

 
Otlukbeli Muharebes i
Osmanlı İmparatorluğu'nun Yakın Doğu'daki savaşları
Tarih
11 Ağustos 1473
Bölge
Otlukbeli, Erzincan
Sonuç
Kesin Osmanlı zaferi
Taraflar
Osmanlı İmparatorluğu Osmanlılar
 Akkoyunlu lar
Komutanla r ve liderler
II. Mehmet
Şehzade Mustafa(şehzade)
II. Bayezid (şehzade)
Koca Davud Paşa
Uzun Hasan
Zeynel (şehzade)
Uğurlu Mehmet Bey(şehzade)
Güçler
70.000 - 100.000[1]
80.000 - 110.000 [1]
Kayıplar
1.000 [2]
20.000 - 34.000[2]
Otlukbeli Muharebes i, 11 Ağustos 1473 tarihinde Osmanlı padişahı II. Mehmed ile Akkoyunlu sultanı Uzun Hasan arasında yapılmış bir meydan muharebes i.
 
Savaş Öncesi
Osmanlı ve Akkoyunlu hanedanla rı arasındaki düşmanlık, Yıldırım Bayezid ve Kara Yölük Osman zamanına dek uzanıyordu. Osmanlılar Karakoyun lularla müttefikken Akkoyunlu lar da Timur'u desteklem işlerdi.
Uzun Hasan, 1458’de Trabzon İmparatoru IV. İoannis'in kızı Despina Hatun (Theodora Megale Komnini) ile evlenmiştir. Uzun Hasan, yeğeni Murad’ı İstanbul’a gönderdi. Osmanlı Sultanı II. Mehmed’ten, Trabzon İmparatorluğu vergisini n affedilme sinden başka, Despina Hatun'a çeyiz olarak verilmiş olan Kayseri bölgesini ve önceki hediyeler i istedi. Fatih, vergi işini bölgeye gelerek bizzat halledeceğini bildirdi. Fatih, Uzun Hasan ve müttefiki Trabzon İmparatorluğu ile Gürcülere karşı 1461’de harekete geçti. Uzun Hasan’ın, 1459’da zaptettiği Koyulhisa r’ı aldı. Akkoyunlu ordusu Erzincan’daki Munzur Dağlarında Osmanlılara yenildi. Uzun Hasan, annesini Fâtih’e gönderip, antlaşma sağlandı. Uzun Hasan tarafsız kaldı ve Fatih, 26 Ekim 1461’de Trabzon'u fethedip, bölgedeki Rum hâkimiyetine son verdi.
1466'dan itibaren Osmanlı kuvvetler i Orta Anadolu'ya girerek Karamanoğullarını takibe başladı. Karamanoğlu kuvvetler i doğuya kaçarken Akkoyunlu lar sınırı geçti ve 1472'de Osmanlı birlikler iyle çatışmalar yaşandı. Ertesi yıl II. Mehmed, bizzat ordunun başına geçerek doğuya yürüdü.
Ordular ve taktikler
Uzun Hasan'ın ordusu Karamanoğullarından arda kalanlarl a takviye edilmişti. Ordu, kalabalık fakat düzensiz bir Türkmen ordusuydu . Asıl gücünü hafif süvariler ve mızraklı piyadeler oluşturuyordu. Uzun Hasan'ın amacı Osmanlı sipahiler ini mızraklı yayalarla devirmek ve süvarileriyle de kıskaca sarıp yok etmekti.
Osmanlı ordusunda her ne kadar topçu yeniçeriler olsa da asıl çarpışmalar sipahiler arasında oldu. Meydan savaşında sonucu belirleye cek olan da sipahiler ile akıncıların hücumu idi. Ancak II. Mehmed, İstanbul'un fethi sırasında gücünü ispatlaya n topların meydan savaşında da kullanılmasını istiyordu . Bu amaçla ilk kez hafif havan topları üretildi ve bunlar, doğu seferine götürüldü.
Osmanlı ordusu Doğu Karadeniz dağları arasında ilerlerke n Uzun Hasan'ın birlikler i gizlice yaklaştı. Hasan, dağlarda baskın yapmayı planlamıştı. Osmanlı keşif birlikler i çok yakına sokulan düşmanı son anda fark etti ve II. Mehmed, derhal savaş düzeni alınmasını emretti.
İki ordunun karşılaştığı arazi, akarsu tarafından yarılmış bir vadiydi ve savaşa hiç müsait değildi. Kayalıklar ve engebe yüzünden atların kullanımı çok zordu. Osmanlı beyleri geri çekilip ova bulmayı önerdiyse de düşman bu kadar yakındayken geri çekilme manevrasının tehlikeli olacağını düşünen II. Mehmed savaşa girmeye karar verdi.
Savaş öncesinde Rumeli Beylerbey i Murat Paşa Uğurlu Mehmet Bey'in tuzağına düştü ve Fırat Nehri'nde boğuldu. Bu asker içinde büyük üzüntüye neden olduysa da asıl muharebel er Tercan Ovası'nda Otlukbeli'de yapıldı. Öncü birlikler le yapılan muharebed e Davut Paşa galip gelip Akkoyunlu öncü birlikler ini yenilgiye uğrattı. Sonra Akkoyunlu sağ cenah komutanı Zeynel Mirza'nın Davut Paşa'ya hücuma geçmesi üzerine Osmanlı sol cenah komutanı Karaman Valisi Şehzade Mustafa Akkoyunlu sağ cenahını bozguna uğratıp Zeynel Mirza'yı azapların içine çekip onu öldürdü. Böylece Akkoyunlu sağ cenahı bozguna uğrayıp dağıldı. Bu sırada Osmanlı sağ cenah komutanı Amasya Valisi Şehzade Bayezid önce Uğurlu Mehmet Bey'e saldırıp onun savaş alanından kaçmasına neden oldu. Uğurlu Mehmet Bey çekildikten sonra Akkoyunlu sol cenahını Mehmed Bakır komuta ediyordu. Şehzade Bayezid üzerine saldırıp Akkoyunlu sol cenahını bozguna uğratıp, kendisini esir aldıktan sonra Uzun Hasan'a saldırdı. Hem Şehzade Mustafa hem de Şehzade Bayezid'in hücumlarına karşı koyamayan Uzun Hasan yerine kendisine benzeyen bir askerini bırakıp savaş alanından kaçtı.
Savaş Sonrası
Zaferden sonra beyler düşmanı takibi önerse II. Mehmed ileri gitmedi. Arazi pusu kurmaya elverişliydi, keşif birlikler inin düşmanı fark etmede geç kalmasını da göz önünde bulundura n II. Mehmed, düşmanın gitmesine göz yumdu.
Ertesi yıl çatışmalar devam ettiyse de Akkoyunlu lar için çöküş dönemi başlamıştı. Savaştan sonra Fatih Sultan Mehmed pek çok ülkeye fetihnâmeler yollamıştır, bunlardan en dikkat çekici olanı Özbek hanına yollanan Uygurca fetihnâmedir. Otlukbeli Muharebes i birçok tarihçiye göre döneme oranla kullanılan taktik, teknoloji ve insan gücü bakımından 15. yüzyılın en büyük savaşı olarak kabul edilir.
Kaynakça
^ a b Diyanet İslam Ansiklope disi, Otlukbeli Maddesi,Erhan Afyoncu c.34, s.5
^ a b Franz Babinger, Fatih Sultan Mehmet ve Zamanı, çev. Dost Körpe, Oğlak Yayınları, İstanbul 2003

Yavuz Sultan Selim'in Şah İsmail ile ilginç diyalogla

http://gizlenentarihimiz.blogspot.com/2009/04/yavuz-sultan-selimin-sah-ismail-ile.html


 
24 Nisan 1512 I.Selim'in tahta çıktığı tarihtir. Tarih kitaplarında ve bazı kaynaklar da bu tarihin 26 Mayıs 1512 olarak belirtilm esinin sebebini bu yazıdan sonra yayınlanacak konuda bulabilir siniz.

***

Yavuz Sultan Selim, İran Seferi'ne çıkmak için 19 Mart 1514 tarihinde Edirne'den İstanbul'a hareket etmişti. Bir ay sonra Üsküdar'a geldiğinde, Şah İsmail'in halifeler inden olan Kılıç adında biri vasıtası ile Şah'a Farsça name gönderdi. Sultan Selim, İzmit'ten gönderdiği hicri takvime göre 920 Safer tarihli namesinde: Şah'ın Müslümanlığa uygun olmayan hareketle rinden, mezalimin den bahis ile kendisini n Müslümanlığı takviye ve mezalimi kaldırmak için faaliyete geçtiğini, yaptığı işler nedeniyle katline fetva verildiğini ve kılıçtan evvel İslamiyeti kabul etmesi lazım geldiğini ve atlarının Safer ayında İstanbul'dan hareket ettiğini ve bizzat muharebey e hazır olacağını bildirmişti. Yavuz namesinde şöyle diyordu: "Fitneler çıkardınız, İslam büyüklerine küfürler ediyorsun uz, bunun cezası katlidir, üzerinize geliyorum, işgal ettiğiniz Osmanlı memleketl erini geri veriniz." Elçi Kılıç, Şah İsmail'i Hemedan'da bularak nameyi vermiş, o da muharebey e hazır olduğunu bildirmiştir. Şahın bu cevabı Osmanlı ordusu Erzincan'a geldiği sırada alınmıştır. Lütfi Paşa tarihine göre Şah İsmail, nameyi getiren Kılıç'ı öldürtmüştür.
Şah İsmail, muharebey e hazır olduğunu belirten namesinde: "Er isen meydana gelsin, biz de intizarda n kurtuluru z" demiş ve Yavuz'a bir kadın elbisesiy le, yaşmak yollamıştır. Yavuz bu nameye cevabını 920 Cemaziyel evvel sonunda Erzincan'dan yollamıştır. Yavuz bu namesinde Şah İsmail er meydanına davet ediliyor ve hala kendisind en bir eser olmadığı beyan ediliyord u. Şah İsmail bu nameye cevap olarak; gerek II. Bayezid zamanındaki ve gerek kendisini n Trabzon valiliğindeki dostlukla rından bahsedere k aradaki düşmanlığın neden ileri geldiğinin bilinmediğini, Osmanlı Hanedanıyla kadim dostlukla rından ötürü Timur zamanındaki gibi fena bir neticenin olmasını istemediğini beyan etmektedi r. Ayrıca Yavuz'un namesinde hakaretva ri tabirlerd en şikayet ile name yazan katipleri n yazılarını afyon tesiriyle yazdıkları için bir altın hokka ile afyon macunu yolladığını da namesinde belirtmiştir. Şah İsmail'in afyon macunu yollaması yoluyla, II. Bayezid'ın afyonkeşliği sebebiyle oğlunun da babası gibi olduğu ima edilmekte dir.

Yavuz Sultan Selim bu ağır nameye yine ağır bir nameyle cevap vermiştir. Namesinde şöyle demiştir: "Davete icabet edip uzun yolları kat ile memleketi ne girdik; fakat sen meydanda görünmüyorsun. Padişahların ellerinde ki memleket onların nikahlısı gibidir; erkek ve yiğit olanlar kendisind en başkasının ona elini dokundurt mazlar; halbuki bunca gündür askerimle memlektin e girip yürüyorum, hala senden bir haber yok. Seni korkutmam ak için askerimde n 40.000 kişiyi ayırıp Sivas ile Kayseri arasında bıraktım; hasma mürüvvet ancak bu kadar olur. Bundan sonra da saklanıp gözükmezsen erkeklik sana haramdır, miğfer yerine yaşmak ve zırh yerine çarşaf ihtiyar eyleyip serdarlık ve şahlık sevdasından vaz geçesin." Yavuz bu namesiyle beraber Şah İsmail'in gönderdiklerine karşılık kendisini n kökenini telmihen hırka, şal, asa, misvak ve şedden (kuşak) ibaret tarikat levazımı yollamıştır. Böylece Yavuz, Şah İsmail'in dervişlikten geldiğine gönderme yapmıştır.

(Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı. Büyük Osmanlı Tarihi,
Cilt II. Türk Tarih Kurumu Yayınları, 7. baskı. s.233-248)




ÇALDIRAN SAVAŞI
VİKİPEDİA

Çaldıran Muharebes i
Osmanlı-İran Savaşları
Sekumname 1525 Chaldiran battle.jp g
Çaldıran Muharebes i
(1525 yılından bir resim)
Tarih   23 Ağustos 1514
Bölge   Çaldıran Ovası
 
 
 
Sonuç
    Kesin Osmanlı zaferi
Taraflar
Osmanlı İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu    Safevîler
Komutanla r ve liderler
Osmanlı İmparatorluğu Yavuz Sultan Selim
Osmanlı İmparatorluğu Hersekzad e Ahmed Paşa
Osmanlı İmparatorluğu Dükaginoğlu Ahmet Paşa
Osmanlı İmparatorluğu Hadım Sinan Paşa
Osmanlı İmparatorluğu Mustafa Paşa


 Osmanlı İmparatorluğu Karaman Beylerbey i Zeynel Paşa

Osmanlı İmparatorluğu Rumeli Beylerbey i Hasan Paşa †   
 Şah İsmail
 Ustaclu Muhammed Han †

 Mir Abdülbaki
 'Korçubaşı Saru Pire
 'Lala Hüseyin Bey
 'Pir Ömer Bey Şireci
 'Avsar Sultan Ali Mirza
 'Muhammed Kemune
 'Mir Abdülbaki
 'Mir Seyyid Şerif
 'Hulefa Bey
 'Korçu Köse Hamza Tekelü Yeğen Bey
 'Köse Hamza

  'Nur Ali Halife
Güçler
60,000 ya da 100,000

 

 

[1] ya da

212,000   
12,000[2] ya da 40.000

 

 

[1] ya da 55,000 ya da

80,000
Kayıplar
2,000'den az[kaynak belirtilm eli]   5-6 bin arası kadar atlıyla birlikte Kızılbaşileri gelenleri nin çoğu[1]
Başka kaynaklar da ordunun tamamına yakını
g
t
d
Osmanlı-İran Savaşları
 
 
 
Osmanlı-Safevî Savaşları
Çaldıran
1533-1536
1548-1549
1552–1554
1578–1590
1603–1618
1623–1639
1723–1727
1730–1732
Osmanlı-Afşar Savaşları

1735–1736
1742–1746
Sonraki çatışmalar

1775–1779
1821–1823
Çaldıran Muharebes i ya da Çaldıran Meydan Muharebes i, Osmanlı padişahı I. Selim ile Safevi hükümdarı Şah İsmail arasında 23 Ağustos 1514'te, günümüzde İran sınırları içinde olan Makuşehri yakınında yer alan[3][4][5][6][7][8][9][10][11][12][13] Çaldıran Ovası'nda yapılan savaş (Volker Eida'e göre Van Gölü'nün hemen kuzeyinde ki bir yer değil, bugün İran'ın sınırları içerisindeki Maku'ya biraz uzak bir yer.[14]) Muharebe Osmanlı Ordusu'nun kesin zaferiyle sonuçlandı.

 
Savaşın Nedenleri
Savaşın nedeni, özellikle uzun süredir Osmanlı Devleti'nin ve Safevi Tarikatı'nın arasında bulunan kötü ilişkilerden kaynaklan maktadır. Osmanlı padişahı II. Bayezid, Şah İsmail'in babası Şeyh Haydar'ın ölüm (1488) haberini duyunca: "Haydar'ın ölümünü işitmiş olmak sevincimi kat kat artırdı." demiştir.[15] Şeyh Haydar'ın takipçileri olan Kızılbaşlar'a ise "Haydar'ın yolunu şaşırmış sürüsü, Allah onlara lânet etsin!" demiştir.[16]

Safevî şeyhlerinin Anadolu'da çok sayıda müritleri olduğu, bu müritlerin sıkça şeyhlerini ziyaret ettikleri, beraberin de hediyeler götürdükleri ve şeyhlerinnden eğitim almak için İran'a gittikler i bilinmekt eydi. Osmanlı Devleti Şah İsmail'in Kızılbaş inanışına sahip olmasını, Anadolu'da büyük bir taraftar kitlesine sahip olmasını ve üstelik komşu topraklar da yükselmesini büyük bir tehdit olarak görmüştür. Bu yüzden II. Bayezid, 1501 yılında Safevi Devleti'nin kurulmasıyla Kızılbaşlar'ın İran'a gitmesini engelleme ye çalışmıştır ve İran'a gittiği tespit edilen bütün Kızılbaşlar'ın idam edilmesin i emretmiştir.[17] Safevi hükümdarı Şah İsmail'in Kızılbaş inanışına sahip olması ve Anadolu'da büyük bir taraftar kitlesine sahip olması, Osmanlı Devleti tarafından bir tehlike olarak görülmüştür. Şii meşrebini sapıklık olarak görmüştür.[18] 1502 yılında II. Bayezid bu sebepten dolayı birçok Kızılbaşı Anadolu'dan Mora'ya (Yunanista n) sürmüştür.[19]

Şah İsmail, 1501 yılında Tebriz'i aldıktan sonra, bir ordu gönderip Erzincan'ı da ele geçirmiştir. Bu bölge Osmanlı topraklarına dahil olmadığı halde Şah İsmail'in eline geçmesi o dönemde Trabzon sancakbey i olan Şehzade Selim'i fena kızdırmıştır. Ardından Şehzade Selim 1503 ve 1507-8 yıllarında iki defa Erzincan'ı ele geçirmeye çalışarak Safevi topraklarına saldırmıştır.[20]

Şehzade Selim'in son saldırısında, Şah İsmail'in silahları ve hazineler i de ele geçirilmiştir. Bunun üzerine Şah, Selim'e bir elçi gönderir, ama Şehzade Selim ele geçirdiklierinin iade edilmesin i reddeder. Şah İsmail bu sefer II. Bayezid'e elçi gönderir. Elçinin barış ve dostluk içeren ifadelerl e, Selim'in düşmanca olan tutumunu şikayet eder ve ele geçirilen silah ve hazineler in iadesini talep eder. Osmanlı yönetimi, elçiye hürmetle davranır, ama şikayetini görmezden gelir.[21]

Şehzade Selim sadece Safevi topraklarına saldırmakla değil, Şah İsmail'in Anadolu'daki müridleriyle olan ilişkilerini kısıtlamaya çalışmış, ve karşılaştığı Safevi Tarikatı müritleri Kızılbaşlara eziyet edip katletmiştir.[22]

Osmanlı İmparatorluğu açısından savaşın sebepleri:

Şah İsmail'in müridi Nur Ali Halife'nin isyan ederek sınır boylarını tahrip edip Tokat'ı yakması ve Safevî Devleti'nin Diyarbakır beylerbey i Ustaclu Muhammed Han'ın Osmanlı'ya karşı meydan okur bir tavır takınması.[23]
Doğu Anadolu bölgesinde Akkoyunlu Devleti'nin yıkılması üzerine doğan siyasi boşluktan ötürü bu bölgede ve Osmanlı İmparatorluğu'nun sınır boylarında Safevî Devleti ve takipçileri Kızılbaşlar ile Osmanlılar arasında egemenlik çatışmalarının yaşanması ve buna bağlı olarak Osmanlı Devleti'nin sınır güvenliğinin ortadan kalkması.[18]
Şah İsmail, Safevi Tarikatı'nın şeyhi olduğundan Anadolu'da Kızılbaş Türkmenler arasında büyük bir mürid kitlesine sahip olması ve bu kitleyi safına çekmek için propagand a yürütmesi ve İran'a davet etmesi ve bundan dolayı Osmanlı İmparatorluğu'nun tedirgin ve rahatsız olması.[kaynak belirtilm eli]
Şah İsmail'in II. Bayezid'i tahkir etmesi ve ona Muhammed Şeybani Han'ın başını göndererek dolaylı olarak tehdit etmesi.[23]
Safevî Devleti'nin resmi mezhebi olan Şiilik'in Osmanlılar için sapıklık ve tehlike olarak görülmesi.[18]
Safevi Devleti'nin; Memlükler, Dulkadiroğulları ve Osmanlı Devleti'nin batıdaki düşmanlarıyla ittifak yapması.[kaynak belirtilm eli]
Safevi Devleti'nin, Yavuz'a isyan eden Şehzade Korkut ve Şehzade Ahmede destek vermesi.[kaynak belirtilm eli]
Safevi Devleti'nin, Osmanlı ülkesinden bilgi sızdırması.[kaynak belirtilm eli]
Amasya civarında, Safevi Devleti'nin kışkırtmalarıyla Şahkulu İsyanı'nın çıkması.[kaynak belirtilm eli]
Yavuz Sultan Selim'in doğuda kendisine rakip olabilece k bir düşman istememes i.[kaynak belirtilm eli]
Savaş Öncesi
II. Bayezid, ne kadar bazı önlemler alsa da bu soruna gerekli önemi vermemiştir ve sorun giderek büyümüştür. O dönem Trabzon'da sancakbey i olan Şehzade Selim, babasının bu soruna önem vermemesi nden dolayı isyan ederek tahtı ele geçirmek istemiş ama başarısız olmuştur. Daha sonra yeniden isyan eden Şehzade Selim, yeniçerilerin de desteğini alarak babasını tahttan indirmiş ve padişahlığını ilan etmiştir.

I. Selim, 1512 yılında tahta geçtikten sonra, Safevi Devleti ve Kızılbaşlar'la olan sorunları kökünden halletmek için kendini hazırlamıştır. İlk önce dönemin mütfülerine fetva çıkartıp, Kızılbaşlar'ın katledilm esini helâl kılmıştır.[24] Ancak Kızılbaş tabiri Osmanlı kaynaklarında; Safevi Tarikatı müridleri ve Kızılbaş askeri, Kızılbaş tarafı, Kızılbaş üzerine sefere çıkmak gibi tabirler doğrudan Safevî Devleti için kullanılır.[25]

Bu dönemde halk arasında Osmanlı yönetimine karşı derin bir hoşnutsuzluğun yaygın olduğunu gösteren bir belge bulunmakt adır. Şikayet biçiminde I. Selim'e verilen bu belgede, baskıyla alınan vergilere ve Osmanlı yönetimi tarafından yapılan adaletsiz liklere değinilmiştir.[26]

Anadolu'da, I. Selim'in kardeşleri, Saruhan sancakbey i olan Şehzade Korkut ve Konya, Amasya, Malatya taraflarında bulunan Şehzade Ahmet'in tahtta gözü vardı ve her ikisi de isyana hazırlanıyordu. Ahmed'in oğlu Alaüddin'in Bursa'yı işgal etmesi üzerine sefere çıkan Yavuz, Bursa'yı geri aldı ve Konya'ya yürüdü. Şehzade Ahmed, Konya'da çekilerek önce Amasya'ya, oradan da Kahta'ya (Adıyaman) kaçtı. Kahta'da, 40.000 kişilik bir Kızılbaş ordusu da Şehzade Ahmed'in kuvvetler ini katıldı ve Şehzade Ahmed iyiden iyiye kuvvetlen di. Yavuz, Ahmed'i bir süreliğine sindirdik ten sonra Saruhan'a yürüdü. Ancak Yavuz'un geldiğini önceden haber alan Şehzade Korkut ve yardımcısı Piyale Bey, Teke'ye (Antalya) kaçtılar ve buradan bir gemi ile Frenk diyarına (Avrupa) kaçmaya karar verdiler. Bir süre bir mağarada gizlenen Şehzade Korkut ve Piyale Bey, bir çobanın ihbarıyla yakalandılar ve idam edildiler .

Sadrazam Koca Mustafa Paşa, büyük bir ihanetin içindeydi ve sürekli Şehzade Ahmed'e bilgi sızdırıyordu. Koca Mustafa Paşa, Şehzade Ahmed'in isteğiyle ordunun bir kısmını terhis etti ve Amasya Valisi Mustafa Paşa'ya; I. Selim'in barış amacıyla, Amasya'yı Şehzade Ahmed'e terkettiğini yazan sahte bir mektup gönderdi. Daha sonra Şehzade Ahmed hiç vakit kaybetmed en Amasya'yı ele geçirdi. Sadrazamın ihanetini n farkında olan I. Selim, Amasya olayında sonra Koca Mustafa Paşa'yı idam ettirdi ve yerine Hersekzad e Ahmed Paşa'yı sadrazam yaptı.

Şehzade Ahmed, Amasya'yı ele geçirdi ve ordusunun komutanlığına Amasya Valisi Mustafa Paşa'yı getirdi. Elindeki büyük kuvvetle Amasya'dan hareket eden Şehzade Ahmed, batıya doğru ilerlemey e başladı. Saruhan yakınlarında I. Selim'in ordusuyla karşılaştı ve Selim'in önce kuvvetler ini yendi. Zafere çok yakınken geri çekilme emri verdi ve İstanbul'a yürüdü. Amacı başkenti ele geçirip padişahlığını ilan etmekti. Ancak I. Selim sefere çıkarken, yerine Şehzade Süleyman'ı (ileride Kanuni Sultan Süleyman) bırakmıştı ve yakın zamanda İstanbul'dan 10.000 kişilik bir yeniçeri takviyesi istemişti. Şehzade Ahmed, İstanbul'a yürürken bu yeniçeri kuvvetiyl e karşılaştı ve önden yeniçeri kuvvetini n arkadan da I. Selim'in kumandasındaki esas ordunun saldırılarıyla tüm askerleri ni kaybetti. Daha sonra da yakalanan Şehzade Ahmed, idam edildi.

I. Selim, kardeşlerinin isyanını bastırıp iç birliği sağladıktan sonra Safeviler'in üstüne sefer yapmayı amaçlıyordu. İsyanları bastırdıktan sonra başkente dönmeyen I. Selim, Haziran ayında İran'a doğru ilerlemey e başladı.

Şah İsmail, İstanbul'daki casusluk şebekesi vasıtasıyla I. Selim'in üzerine geldiğini öğrendi ve önlemler almaya başladı. Ordu-yi Hümâyûn'ün (Osmanlı Ordusu) karşısına çıkmadan çekilmeye ve geçtiği yerleri yakıp yıkmaya başladı. Böylece Ordu-yi Hümâyûn'de iaşe sıkıntısı baş gösterecek ve harap yerlerde ilerlemek ten bıkan askerler İstanbul'a dönmek isteyecek ti. Aksi takdirde de büyük bir isyan çıkabilirdi.

I. Selim, 100.000 kişilik bir orduyla İstanbul'dan hareket etmişti. Anadolu'da 40.000 kişilik bir kuvvetle Ordu-yi Hümâyûn'e katılmıştı. I. Selim, 40.000 kişilik bu kuvveti, ordunun iaşe ihtiyacını karşılaması ve gerekirse ihtiyat kuvveti olarak savaşa sokmak için için Kayseri ile Malatya arasına yerleştirdi.

Safevi hududunu geçen Osmanlı ordusu, sürekli harap yerlerden geçiyor ve iaşe sıkıntısı çekiyordu. Bu yüzden bazı hoşnutsuzluklar oluşmayı başlamıştı. Hatta bir gün, yeniçeriler isyan ettiler ve I. Selim'in çadırının (Otağ-ı Hümâyûn) etrafına sardılar. Birkaç ok da çadıra saplandı. Bunun üzerine askerleri n içine dalan I. Selim, meşhur bir nutuk çekti. Bu nutukta; isteyenle rin İstanbul'a dönebileceğini, isteyenle rinde kendisiyl e gelip Şah İsmail'le savaşabileceğini söyledi. Gerekirse tek başına gideceğini de ekledi. Bu nutukla askerleri n kanında büyük bir galeyan meydana geldi ve ordu hızla ilerlemey e başladı. Nihayat Şah İsmail'in Çaldıran Ovası'na ordugah kurduğu haberi geldi ve Ordu-yi Hümâyûn'de Çaldıran Ovası'nda bir ordugah kurdu.

Savaş
İlk başta I. Selim, ovanın güneybatısındaki tepelerin ele geçirilmesini ve böylece ordunun, sırtını rahatça dağa verebilme sini emretti. Bunun üzerine Orhan Bey'in komutasındaki çarhacılar, çok geçmeden bu tepeleri ele geçirdiler.

I. Selim, merkezi kumanda edecekti ve yanında Kazasker, Sadrazam Hersekzad e Ahmed Paşa, vüzeradan Dükaginoğlu Ahmed Paşa ve Mustafa Paşa olacaktı. Anadolu askerleri nden oluşan sağ cenaha Anadolu Beylerbey i Hadım Sinan Paşa ve Karaman Beylerbey i Zeynel Paşa kumanda edecekti. Rumeli askerleri nden oluşan sol cenaha ise Rumeli Beylerbey i Hasan Paşa kumanda edecekti. Anadolu ve Rumeli azep askerleri yse ordunun en tehlikeli yerinde, topların önünde olacaktı. Bu topların sayısı 500 kadardı ve en hakim tepelere yerleştirilmişlerdi. Şah İsmail'in ordusu ilk bakışta gizlenmiş olan topları fark edemeyece k, topların önünde bulunan azeplere yüklenecekti. O sırada azepler usta bir manevra ile topların önünü açacaklar ve Safevi ordusunu ateş çemberine alacaklar dı.

Şah İsmail ise, ordusunun sağ cenahına kendi, sol cenahına Diyarbakır valisi Ustacluoğlu Mehmet Han ve merkeze başveziri Mir Abdülbaki kumanda ediyordu. Şah İsmail, zırhlı süvarilerinin üstün gelmesi sonucu muhteşem bir zafer kazanmayı hesaplıyordu.

Savaş başlayınca Osmanlı askerleri, Fitilli muske ya da Gürleyen Demirler dedikleri çok ağır tüfekleri ilk kez bu savaşta kullandılar. Tüfeklerin ateşlenmesiyle Safevi ordusunda gedikler açılmaya başladı. Ordusunun bocaladığını gören Şah İsmail, kendi kumandasındaki sağ cenahla, Osmanlı sol cenahına hücum etti. Azepler, Yavuz'un planını uygulamay a fırsat bulamadılar. Vaktiyle kenara açılamadılar ve toplar ateşlenemedi. Yorgun ve bitap Rumeli askerleri, Şah İsmail'in zinde kuvvetler i karşısında yetersiz kaldı. Şah İsmail, o hız içinde Rumeli Beylerbey i Hasan Paşa'yı öldürdü.

Yavuz Sultan Selim, durumu fark etmekte gecikmedi . Bir yandan topçularını harekete geçirirken öte yandan etrafındaki seçme yeniçerilerle Şah İsmail'in dönüş yolunu kesti. Osmanlı Ordusu'nun sol cenahı yok edilse de merkezi kumanda eden Yavuz ve sağ cenahı kumanda Hadım Sinan Paşa, ustaca manevrala rla Safevi ordusunu zor durumda bırakıyorlardı.

Azepler, topların gerisine çekilmişler ve top atışı başlamıştı. Safevi ordusunun sol cenah kumandanı Ustacluoğlu Mehmet Han, askerleri ni top ateşinin kucağına itti. "Vurun ha!" narasıyla kendisi de ortaya fırladı. Ancak bir Osmanlı süvarisinin kargı darbesiyl e atından devrildi ve öldü.

Malkoçoğlu Ali Bey ve Malkoçoğlu Tur Ali Bey, Yavuz'dan aldıkları emirle yanlarındaki askerlerl e beraber Şah İsmail'in üstüne yürüdüler. Ancak ikisi de hayatını kaybetti. Yalnız Malkoçoğlu Ali Bey, Yavuz'un kendine hediye ettiği çift namlulu piştovuyla Şah İsmail'e ateş ederek onu kolundan ve baldırından yaraladı. Bunun üzerine Şah İsmail'in seyisi Atçeken Hızır, Malkoçoğlu'nun arkasına geçerek onu ödürdü.

Savaş bir gün sürdü ve yenileceğini anlayan Şah İsmail, elinde kalan son kuvvetler i de Osmanlı ordusunun üstüne gönderdi. Daha sonra seyisi Atçeken Hızır'la kıyafetlerini ve atını değiştirerek firar etti. Atçeken Hızır, Şah İsmail'in kıyafetleri ve atıyla savaş meydanına gelerek "Şah benim." diyerek bağırmaya başladı. Osmanlılar tarafından esir alınan Hızır, firar etti.

Şah İsmail, savaşın sonunda Safevi ordusu dağılmaya başlayınca savaş alanını terk ederek Dergezin'e çekildi. Savaşta Ustaclu Muhammed Han, Pir Ömer Bey Şireci, Köse Hamza, Lala Hüseyin Bey gibi meşhur Kızılbaş reislerin in pek çoğu öldü.[27][28]

[29]



Yavuz Sultan Selim

 ilk Safevi ordusunun geri çekilmesini hile zannetti ancak savaşın kazanıldığı anlaşılınca ordusuna yağma izni verdi[30] ve ele geçirilen çoğu esir katledild i.[31]

Osmanlı Ordusu, bu savaşta son teknoloji yi kullanmıştır ve büyük bir zafer elde etmiştir. Savaşı kazanan I. Selim, Osmanlı Ordusu'nun başında 6 Eylül 1514'te Safevi Devleti'nin başkenti olan Tebriz'e girdi. I. Selim kışı burada geçirmek istiyordu, ama yorgunluk tan dolayı Osmanlı askerleri arasında huzursuzl uk artınca I. Selim, İstanbul'a geri dönerek ele geçirilen yerlerin bir bölümünü geri bırakmak zorunda kaldı.

Safeviler, Doğu Anadolu hariç yitirdikl eri toprakları savaşsız geri aldılar. Zaten bu savaşın amacı toprak almak değil, Safeviler ile Osmanlılar arasındaki güç mücadelesinin bir sonuca vardırılmasıydı. Savaşın sonunda Doğu Anadolu'daki aşiret ve beylikler Osmanlı'ya bağlandıklarını bildirdi. Gene bu savaşla beraber Safeviler'in, Mısır'daki müttefikleri olan Memlûkler ile bağlantısı kesildi. Bu da I. Selim'in Mısır seferini kolaylaştırdı. Ayrıca Osmanlı Devleti, İpek Yolu'nun Van-Tebriz hattının denetimin i ele geçirdi.

Savaşın Sonuçları
Anadolu'da Alevi-Sünni çatışması başladı.
Anadolu üzerindeki Şii sorunu geçici olarak çözüldü.
Safeviler'in Anadolu üzerindeki emelleri son buldu.
Günümüzdeki Kars ve Van hariç Doğu Anadolu'nın tamamına yakını Osmanlı denetimin e girdi.
Safeviler'in, Mısır'daki müttefikleri olan Memlûkler ile bağlantısı kesildi.
Doğu Anadolu'daki aşiret ve beylikler, Osmanlı'ya bağlılıklarını bildirdil er.Bu savaşla beraber içine kapanık birine dönüşen Şah İsmail, tek hezimeti olan bu büyük yenilgide n sonra, 1524 yılında ölene dek başka bir savaş yapmadı.
Osmanlı toprak bütünlüğü korundu.
İpek Yolu'nun Van-Tebriz hattının denetimi Osmanlılar'ın eline geçti.
Tebriz gibi şehirlerde bulunan ünlü ilim insanları ve sanatçılar İstanbul'a getirildi .
I. Selim, sefere çıkarken Dulkadiroğulları Beyi Alaüddevle'ye, Osmanlı ordusuna katılması için çağrı yapmıştı. Ama Safeviler ve Memlükler ile ittifak yapan Alaüddevle, bunu reddetmişti. Bu yüzden I. Selim, sefer dönüşünde Dulkadiroğulları üzerine sefer yaptı ve Turnadağ Savaşı ile bu beyliğe son verdi. Böylece Anadolu'da siyasi birlik tam olarak sağlanmış oldu.
Çaldıran Zaferi’nden sonra, Erzincan ve Bayburt kesin olarak Osmanlı egemenliğine geçti. Kemah Kalesi alındı. 12 Haziran 1515′de kazanılan Turnadağ zaferiyle Dulkadiroğlu Beyliği’ne son verildi.D iyarbakır, Mardin ve Bitlis Osmanlı egemenliğine girdi. Böylece Anadolu’da Türk birliği sağlanmış oldu.[32]

 
 
İran, Maku, Çaldıran Ovası'ndaki anıt
Kaynakça
^ a b c Tufan Gündüz-Son Kızılbaş
^ Ghulam Sarwar: History of Shah Isma'il Safawi, AMS, New York, 1975, s. 79
^ Josafa Barbaro: Travels to Tana and Persia, 2008, s. viii
^ Rami Yelda: A Persian Odyssey: Iran Revisited‎, 2005, s. 142
^ M. R. Jafar: Under-underdevelopment: a regional case study of the Kurdish area in Turkey, 1976, s. 136
^ Hairenik Associati on: The Armenian review, Cilt 39, 1986, s. 4
^ Steven R. Ward: Immortal - a military history of Iran and its armed forces‎, 2009, s. 44
^ Chambers's encyclopa edia, Cilt 10, 1950, s. 585
^ Bulletin of the School of Oriental Studies (Universit y of London), Cilt 9, 1939, s. 637
^ Great Britain Naval Intellige nce Division: Persia‎, 1945, s. 264
^ Percy Moleswort h Sykes: A History of Persia, 2008, s. 245
^ Harper & Brothers: Don Juan of Persia - A Shi-Ah Catholic 1560-1604‎, 2007, s. 321
^ Roger Savory: Studies on the history of Ṣafawid Iran, 1987, s. 41‎
^ Volker Eid: Ost-Türkei - Völker und Kulturen zwischen Taurus und Ararat, 1990, s. 63:
    « Çaldıran ist nicht der Ort unmittelb ar nordöstlich des Wan-Sees, sondern ein etwas entfernte rer bei Maku auf heute iranische m Gebiet. »
    
^ Adel Allouche: Osmanlı-Safevî İlişkileri – Kökenleri ve Gelişimi, Anka Yayınları, 2001, s. 63
^ Adel Allouche: Osmanlı-Safevî İlişkileri – Kökenleri ve Gelişimi, Anka Yayınları, 2001, s. 64
^ Rıza Yıldırım: Turkomans between two empires: the origins of the Qizilbāsh identity in Anatolia (1447-1514), Bilkent Universit y, 2008, s. 306
^ a b c Tufan Gündüz, Son Kızılbaş Şah İsmail, 5. baskı, sayfa: 117
^ http://www.iranicaonline.org/articles/esmail-i-safawi#i
^ Rıza Yıldırım: Turkomans between two empires: the origins of the Qizilbāsh identity in Anatolia (1447-1514), Bilkent Universit y, 2008, s. 422-426
^ Rıza Yıldırım: Turkomans between two empires: the origins of the Qizilbāsh identity in Anatolia (1447-1514), Bilkent Universit y, 2008, s. 424-425
^ Rıza Yıldırım: Turkomans between two empires: the origins of the Qizilbāsh identity in Anatolia (1447-1514), Bilkent Universit y, 2008, s. 426
^ a b Tufan Gündüz, Son Kızılbaş Şah İsmail, 5. baskı, sayfa: 116
^ s:Müftü El Hamza'nın Kızılbaşlarla ilgili fetvası
^ Tufan GÜNDÜZ, Kızılbaşlar Osmanlılar Safevîler, 2. baskı, sayfa: 110-112
^ Adel Allouche: Osmanlı-Safevî İlişkileri – Kökenleri ve Gelişimi, Anka Yayınları, 2001, s. 116
^ Ahsenü’t-Tevârih, s. 195
^ Cevâhirü’l-Ahbâr, s. 135
^ Tekmiletü’l-Ahbâr, s. 55
^ Hülasatü't-Tevarih, c. I, . 131
^ Selimşahname, s. 188-189
^ Çaldıran Savaşı Hakkında Bilgi








« Son Düzenleme: Aralık 09, 2018, 01:49:32 ÖS Gönderen: admin » Logged
Sayfa: [1]
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2008, Simple Machines
LinkBacks Enabled by LordReco | FoRuMBoL Themes