+ ISLAMGREEN34 NEW WORLD » SANAL ALEM ANEKTODLARI 1. BÖLÜM  » 1 - SANAL ALEM - MİKRO İSLAMİ PSİKOMETRİK TESTLER ÜNİTESİ -TIKLAYINIZ (Moderatör: İman_Power)
 SANAL ALEM - SANAL ALEMDE ÇOK EŞLİLİĞİ SAVUNANLARA YANIT

Kullanıcı Adı: Beni Hatırla?
Şifre:
Sayfa: [1]
Konu: SANAL ALEM - SANAL ALEMDE ÇOK EŞLİLİĞİ SAVUNANLARA YANIT  (Okunma Sayısı 6812 defa) Seçenekler Arama
« : Şubat 19, 2010, 04:10:13 ÖÖ »
admin
Ziyaretçi
SANAL ALEM - SANAL ALEMDE ÇOK EŞLİLİĞİ SAVUNANLARA YANIT

SANAL ALEM - SANAL ALEMDE ÇOK EŞLİLİĞİ SAVUNANLA RA YANIT

PEYGAMBERİMİZİN ÇOK EVLİLİKLERİNDEKİ HİKMET-İ İLAHİ 


Mevzuyu ilk önce, O pâk şahsiyete bakan yönüyle ele alalım. Her şeyden evvel bilinmeli dir ki, güzel ahlakın zirvesind e olan Efendimiz (ASM), yirmi beş yaşına kadar hiç evlenmedi . O sıcak memleketi n hususî durumu da göz önüne alınacak olursa, bu kadar zaman iffetiyle yaşaması ve bunun da, dün ve bugün böylece kabul ve teslim edilmesi, O’nda iffetin esas olduğunu ve müthiş bir irade ve nefis hâkimiyeti bulunduğunu gösterir. Eğer bu hususta, Efendimiz in (ASM) küçük bir hatası bulunsaydı, dünkü ve bugünkü düşmanları, bunu cihana ilân etmekten bir an bile geri kalmayaca klardı. Hâlbuki eski ve yeni bütün düşmanları, O’na hiç olmayacak şeyleri dayandırdıkları hâlde, bu yönde bir şey söyleme cüretini gösterememişlerdir.

Peygamber imiz (sav) ilk evlilikle rini, yirmi beş yaşlarında iken yaptılar. Bu evlilik, Allah ve Resûlü katında çok yüce ve müstesna; fakat başından iki defa evlenme geçmiş kırk yaşındaki bir kadınla olmuştu. Bu mutlu yuva tam yirmi üç sene devam etmiş ve peygamber liğin sekizinci senesi kapanan bir perde gibi arkada acı bir hasret bırakarak sona ermişti. Bu defa Efendimiz (sav) yirmi beş yaşına kadar olduğu gibi, yine yapayalnız kalmıştı. Evet, aile, çoluk-çocuk her şeyiyle yirmi üç senelik bu mesut hayattan sonra, yeniden dört-beş sene bekâr olarak yaşamışlardı ki; yaşları da elli üçe ulaşmış bulunuyor du.

İşte, diğer bütün evlilikle ri de böyle evliliğe alâkanın azaldığı bu yaştan sonra başlar ve devam eder ki; sıcak bir memlekett e elli beş yaşından sonra yapılan evlilikde, insani bir arzu ve şehevîlik görmek, ne insafın, ne de akıl ve kalbin kabullene ceği bir şeydir.
Burada akla gelen diğer bir mesele de, Efendimiz in (ASM) Peygamber liğinin çok evlenmeyi gerektird iği yönüdür. :

A) Evvelâ, bilinmeli dir ki, bu meseleyi, bu şekilde medar-ı bahs edenler, ya hiçbir din ve prensip kabul etmeyenle rdir ki, onların böyle bir şeyi kınamaya aslâ ve kat’â hakları yoktur; Zira onlar, bütün prensiple re karşıdırlar. Hiçbir kânun ve kayda tâbi olmaksızın, pek çok kadınla münasebet kurar; hatta mahremler iyle dahi nikâha müsade ederler. Yahut bunlar, belli kitaplara dayanan farklı din mensuplarıdır. Onların hücumu da, insafsızca, garazlı ve araştırılıp - düşünülmeden yapılmış, hatta kendi namlarına üzülecek bir durumdadır. Çünkü, ellerinde ki kitapların ve o kitaplara bağlı cemaatler in kendi peygamber leri olarak kabul ettikleri, nice büyük peygamber vardır ki; bunlar birçok kadınla evlenmiş ve başlarından daha çok nikâh geçmiştir. Meselâ; Süleyman (as) ve Davud (as) peygamber leri düşününce, onlara mensup olduklarını iddia edenlerin bu meseleye itiraz etme hususunda insaflı davranmadıkları açıkça ortaya çıkar. Dolayısıyla, çok kadınla evlenmeyi, Peygamber imiz (sav) başlatmadığı gibi; aynı zamanda çok evlilik, nübüvvetin ruhuna da zıt değildir. Kaldı ki; daha sonra görüleceği gibi birden fazla evliliğin peygamber lik vazifesi açısından da, düşünülenlerin de ötesinde pek çok faydaları vardır.

Evet, çok kadınla evlenme, özellikle yeni dini hükümler ve şeriatlarla gelen peygamber ler için bir bakıma zarurîdir. Zira, dinin, aile mahremiye ti içinde cereyan eden pek çok yönleri vardır ki, bu yönleri ancak bir insanın nikâhlısı tam olarak öğrenebilir. Dolayısıyla, dinin bu yönlerini anlatmak için herhangi bir kapalı anlatım veya dolayısıyla ifade etme mecburiye tinde olunmadan -ki çok defa bu türlü anlatma tarzı anlamayı ve hayata tatbik noktalarını zorlaştırır- her şeyi alabildiğine açıklık içinde anlatacak, mürşidelere yani hanım öğreticilere ihtiyaç vardır.

İşte, her şeyden evvel, nübüvvet hânesinde olan bu temiz ve pak Peygamber hanımları, kadınlık âlemine karşı yol göstericilik ve tebliğ vazifesin in sorumlula rı ve nakilcile ri bulunmala rı itibarıyla, peygamber için de, peygamber lik için de; kadınlık âlemi için de gerekli, hatta olmazsa olmaz durumdadırlar.

B) Diğer bir husus da, umumî mânâda Efendimiz’in eşleriyle alâkalı oluyor ki, o da:

1) Eşler arasında, yaşlı, orta yaşlı ve gençler bulunması itibarıyla, bu devre ve dönemlerin hepsine ait çeşitli dini hükümler bina ediliyor. Ve bizzat Peygamber (sav) hânesi içinde bulunan bu pâk eşler sayesinde uygulama imkânı buluyordu .

2) Eşlerin her birerleri, çeşitli kabileler den olması sebebiyle, evvelâ o kabileler arasında; sonra da Efendimiz in (ASM) muazzez şahsiyetiyle akrabalık bağının kurulduğu bütün cemaatler içinde, köklü bir sevgi ve alâkaya yol açılıyordu. Her kabile ve oymak, O’nu, kendinden biliyor, din hissinin yanında, cibillî bir akrabalık bağıyla O’na karşı derin bir alâka hissediyo rdu.

3) Her kabileden aldığı kadın, O’nun hayatında ve ebedi aleme göçmesinden sonra, kendi cemaati arasında çok ciddî dinî hizmete vesile olabiliyo r; uzak yakın bütün akrabalarına, Efendimiz in (ASM) gizli ve aşikâr bütün sünnetleri ve dini hükümler noktasında tercümanlık yapıyordu. Bu sayede O’nun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur’ân’ı, tefsiri, hadîsi ondan öğreniyor ve dinin ruhuna vâkıf olabiliyo rdu.

4) Bu evlilikle r vasıtasıyla, Peygamber Efendimiz (ASM), âdeta bütün Arap Yarımadası ile yakınlık tesis etmiş gibi, her hânenin, teklifsiz misafiri hâline gelmişti. Herkes bu yakınlık vasıtasıyla O’na yaklaşabiliyor ve dinîn emirlerin i öğrenme fırsatını buluyordu . Aynı zamanda bu ayrı ayrı aşiretlerin her biri, bir çeşit, kendini O’na yakın sayıyor ve bununla iftihar ediyordu. Mahzumoğulları, Ümmü Seleme vasıtasıyla; Emevîler, Ümmü Habîbe vasıtasıyla; Hâşimîler, Zeynep bintü Cahş (ra) vasıtasıyla kendileri ni ona yakın kabul edip, bahtiyar sayıyorlardı...

C) Buraya kadar olanlar umumî mânâda ve bazı yönleriyle de, diğer peygamber lere şâmil olacak şekilde idi. Şimdi bir de, hususî mânâda ve teker teker her eşinin hususi faziletle ri noktasında, meseleyi ele alalım:

Evet, burada dahi göreceğiz ki; insan mantığı, vahiy ile desteklen en o Zât’ın (ASM) mübarek hayatı karşısında toprak kadar aşağı kalıyor; diğer bir tabirle insan düşüncesi vahyin gölgesi altında bulunan bu büyük dahi önünde iki büklüm oluyor.

1) İlk zevceleri Hz. Hatîce (ra) validemiz dir. Kendinden on beş yaş daha büyük olan bu nâdîde kadınla izdivaçları, her evlilik için en büyük örnek mahiyetin dedir. O, bütün bir hayat boyu, derin bir vefâ ve sadakatle Hz. Hatice validemiz in aziz hatıralarına bağlı kaldığı gibi, vefatından sonra dahi O’nu hiçbir zaman unutmamış, hatta her vesile ve fırsatta O’ndan bahisler açmıştır.

Hz. Hatîce’den sonra Peygamber imiz (sav) dört-beş sene evlenmedi ler. Başlarında birçok yetim bulunmasına rağmen, onların külfetlerine katlanıp, bir bakıma hem annelik, hem de babalık vazifesin i yürüttüler. Farz-ı muhal, öncesinde ve sonrasında kadınlara karşı küçük bir zaafı olsaydı, böyle mi hareket ederlerdi?..

2) Sıra itibarıyla olmasa bile ikinci zevceleri, Âişe-i Sıddîka’dır (ra). En yakın arkadaşının kızı; acı-tatlı bütün bir hayatı beraber yaşayan bu büyük insana karşı, nebînin en müstesna ikramıdır. Bütün yakınlıkların, akrabalıkların sona erdiği günde, sona ermeyen yakınlığıyla O’nun yanında bulunma şerefi ancak bu sayede olacaktır. Evet, Âişe-i Sıddîka ile, Hazreti Ebû Bekir, maddî-mânevî hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde Efendimiz’e (ASM) yakın olma şerefine mazhar olmuşlardı.

Ayrıca, Hz. Âişe gibi çok zeki bir müstesna insan, nübüvvet davasına tam vâris olabilece k yaradılışta idi. Evlilikde n sonraki hayatı ve daha sonraki hizmetler iyle kendini ispatlamıştır ki; o eşsiz varlık, ancak Peygamber eşi olabilird i. Zira o, yerinde en büyük hadisçi, en mükemmel tefsirci ve en nâdide fıkıhçı olarak kendini gösteriyor, Efendimiz in (ASM) görünen görünmeyen bütün tüm hallerini emsâlsiz kavrayışıyla, hakkıyla temsil ediyor ve yansıtıyordu.
Bunun içindir ki; Efendimiz’e rüyasında, onunla evlelik yapacağı işâret ediliyor ve henüz gözlerine başka hayal girmeden Peygamber hânesine ayak basıyordu...

Bu sayede o, Hz. Ebû Bekir (ra) için şeref kaynağı olacak ve kadınlık âlemi içinde, bütün istîdat ve kâbiliyetlerini geliştirerek, Efendimiz’in en başta talebeler inden biri olma hüviyetiyle, büyük muallim ve tebliğci olmaya hazırlanacaktı. İşte böylece, o da hem bir zevce, hem de bir talebe olarak Efendimiz in (ASM) saadet hânesine girmiş bulunuyor du.

3) Yine evlenme sırasına göre olmamakla beraber üçüncü eşleri, Ümmü Seleme’dir (ra). Mahzum Oymağı’ndan ve ilk Müslümanlardan olan Ümmü Seleme, Mekke’de büyük zorluklar görmüş; ilk olarak Habeşistan’a, ikinci defa da Medine’ye hicret etmiş ve o günkü şartlara göre ilk saftakile r arasında yer almıştı.

Kendisiyl e beraber bu uzun ve meşakkatli yolculukl ara katlanan bir de kocası vardı. Ve, Ümmü Seleme’nin nazarında eşi, benzeri olmayan bir insandı. Bütün çile devrini beraber yaşadığı, bu eşsiz hayat arkadaşı Ebû Seleme’yi Medine’de kaybedinc e çocuklarıyla baş başa kaldı. Yurdundan, yuvasından uzak, bir sürü yetimle hayat külfetini yüklenmiş bu kadına, ilk şefkat elini, Ebû Bekir ve Ömer (ra) uzatırlar; fakat o bu talepleri reddetti; Zira onun gözünde Ebû Seleme’nin yerini dolduraca k insan yoktu.

Nihayet, izdivaç teklifiyl e Allah Resûlü (sav) ona el uzattı. Bu izdivaç da gayet tabiîydi, zira İslâm ve iman uğrunda hiçbir fedâkârlıktan geri olmayan bu benzersiz kadın, Arab’ın en soylu oymağı içinde uzun zaman yaşadıktan sonra yapayalnız kalmıştı ve dilenciliğe terk edilemezd i. Hele ihlâs, samimiyet ve İslâm için katlandığı şeyler düşünülünce, ona muhakkak ki el uzatılmalıydı. Ve, işte Kâinatın Efendisi, onu nikâhı altına alırken bu yardım elini uzatmıştı. Evet, gençliğinden beri yaptığı; kimsesizl eri görüp gözetme ve yetimlere el uzatma iş ve vazifesin i, o günkü şartların iktizasına göre bu şekilde yerine getiriyor du.

Ümmü Seleme de Hz. Âişe gibi zeki, kapasitel i ve kabiliyet li bir kadındı. Bir muallim ve tebliğci olma kabiliyet lerini taşımaktaydı. Onun için bir taraftan şefkat eli onu, himâyeye alırken diğer taraftan da, bilhassa kadınlık âleminin kıyamete kadar şükran duyacağı bir talebe daha ilim ve irşat medresesi ne kabul ediliyord u.

Yoksa, altmış yaşına yaklaşmış Fahr-i Kâinat Efendimiz’in, bir sürü çocuğu olan dul bir kadınla evlenmesi ni ve evlenip bir sürü külfet altına girmesini, başka hiçbir şeyle izah edemeyiz. Hele şehevîlik ve kadınlara düşkünlükle aslâ ve kat’â!...

4) Bir diğer zevceleri de Remle bint-i Ebî Süfyan’dır (Ümmü Habîbe) (ra). Peygamber (sav) ve peygamber lik karşısında bir müddet küfrü temsil eden birinin kızı... Bu da ilk Müslüman olanlarda n ve birinci safta yerini alanlarda ndı. Çile devrinde Habeşistan’a hicreti, orada kocasının önce Hristiyan lığı kabul etmesini, sonra da vefâtını görmüş çok sıkıntılar çekmiş bir kadın...

O gün sahabi, sayı itibarıyla az; mal yönünden fakirdi. Herhangi birine bakacak, geçim sıkıntısına ortak olacak durumları yoktu. Buna göre, Ümmü Habîbe ne yapacaktı? Ya din değiştirip, Hıristiyanların yardımına mazhar olacak; ya küfür yuvası olan baba evine dönecek veya kapı kapı dolaşıp dilenecek ti. Bu en dindar, en soylu, aile itibarıyla en zengin kadının bunlardan hiçbirini yapması mümkün değildi. Bir tek şey kalıyordu; o da Efendimiz’in müdahalesi ve yardımı...

İşte, Ümmü Habîbe ile izdivaçta da bu yapılıyordu. Dini için her türlü fedakârlığa katlanmış bu kadın, yurdundan yuvasından uzak; zenciler arasında; kocasının dinden çıkması ve vefâtı kendisini binbir sıkıntılara uğrattığı günlerde; Necâşi’nin huzurunda, Peygamber imizle nikâhının kıyılması gibi en tabiî bir şey yapılıyordu. Bunu değil kınamak “Rahmeten li’l-Âlemîn” olmanın gerektird iği bir hususun gerçekleşmesi sayarak alkışlamak lâzımdır.

Kaldı ki; bu büyük kadının da, emsâli gibi kadın-erkek Müslümanların irfan hayatına getireceği çok şey vardı. O da bu suretle hem bir zevce hem de bir talebe olarak, o saadethâneye intisap ediyordu.

Aynı zamanda bu evlilik sayesinde, Ebû Süfyan ailesi de, Peygamber imizin (ASM) hanesine teklifsiz girip çıkma imkânını elde ediyor ve değişik bir bakış kazanarak yumuşamış oluyordu. Hem değil sadece Ebû Süfyan ailesi, belki bütün Emevîler’de tesirini gösterecek bir hâdise olma karakteri nde. Hatta denebilir ki; alabildiğine sert ve dışa kapalı olan bu aile, Ümmü Habîbe’nin nikâhı sayesinde oldukça yumuşadı ve her türlü hayrı kabul etmeye hazır hâle geldi.

5) Saadet hânesine girenlerd en biri de Zeyneb bint-i Cahş’dır (ra). Alabildiğine asil ve o kadar da ince, iç derinliğine sahip Hz. Zeyneb, Sultân-ı Enbiyâ’nın yakın akrabası ve yanı başında büyüyen, gelişen bir kadındı. Efendimiz (sav) Zeyd (ra) için O’nu talep ettiği zaman, ailesi biraz çekimser kalmış ve bu arada Efendimiz’e verme temâyülünü göstermişlerdi. Sonunda Peygamber imizin (sav) ısrarıyla Zeyd b. Hârise’ye vermeye râzı olmuşlardı.

Zeyd, bir zamanlar hürriyetini yitirmiş; esirler arasına girmiş ve sonra Kâinatın Efendisi tarafından hürriyetine kavuşturulmuş bir âzâtlı idi. Peygamber Efendimiz (sav) bu izdivaçtaki ısrarıyla, insanlar arasındaki eşitliği tesis, kuvvetlen direrek dengeyi sağlamak istiyor ve bu zor işe de, yine yakınlarıyla başlıyordu. Ne var ki, Zeyneb gibi çok yüce fıtratlı bir kadın, emre uyarak gerçekleştirdiği bu evliliği, uzun sürdüremeyecek gibiydi. Bu evlilik, Zeyd için de bir şey getirmemiş ve sadece bir ızdırap ve hasret olmuştu.

Nihayet boşama hâdisesi oldu; fakat Efendimiz Zeyd’i vazgeçirmeye ve evliliğin devam ettirilme sine çalışıyordu. Tam o esnada, Cibrîl (as) geldi ve semâvî fermanla, Zeyneb’in Peygamber Efendimiz’le izdivaç etmesi emrini getirdi. Efendimiz’in mâruz kaldığı imtihan oldukça ağırdı; zira, o güne kadar, kimsenin cesaret edemediği bir şey yapılıyor ve yerleşmiş, kök salmış âdetlere karşı, ilân-ı harp ediliyord u. Bu çok çetin bir mücadeleydi. Ancak Allah emrettiği için yapılabilirdi. Ve işte Efendimiz, derin bir kulluk şuuruyla, nezih şahsiyetine karşı çok ağır gelen bu işi yaptı. Hz. Âişe’nin dediği gibi, farz-ı muhal, Peygamber imiz’in, Kur’an’dan bir şeyi saklaması câiz olsaydı Zeyneb’le evliliğini emreden âyetleri gizlerdi. Evet, bu Efendimiz’ e (ASM) o kadar ağır gelmişti...

İlâhi hikmet ise, bu temiz ve yüce varlığı, Peygamber hânesine sokmak, ilim ve irfan yönüyle hazırlamak, irşat ve tebliğle vazifeli kılmak istiyordu . Nihayet, öyle de oldu. Ve daha sonraki nezih hayatı boyunca, Peygamber zevceliğinin iktizâ ettiği incelikle re riâyet etti.
Ayrıca, cahiliye devrinde, evlâtlıklara evlât deniyor ve onların eşleri de aynen evlâdın eşi gibi kabul ediliyord u. Cahiliyey e ait bu âdet, kaldırılmak murat buyurulun ca, yine tatbikata Efendimiz’le başlanıldı. Herhangi bir kimseye “evlâdım” demekle, evlâdınız olamayacağı gibi, “evlâdım” dediğinizin zevcesi de gelininiz olamaz. [1>

6) Saadet hânesine girmekle şereflenenlerden biri de, Cüveyriye bintü’l-Hâris’dir (ra). Gayr-i müslim olan kabîlesine karşı harp edilmiş ve kadın erkek esir edilmişlerdi. Hissiyatı alt üst olmuş, gururu kırılmış bu saray mensubu kadın, Pergamber imizin huzuruna getirildiğinde, kin ve nefretle doluydu.

İşte o zaman Efendimiz (ASM), yağdan kıl çekme kolaylığı içinde meseleyi bir hamlede halletti. Peygamber Efendimiz Hz. Cüveyriye (ra) ile nikâh kıyınca, Cüveyriye, mü’minlerin anası mevkiine yükseldi ve sahabenin bakışında bir hürmet âbidesi hâline geldi. Hele Ashâb-ı Resûlullah, “Peygamber’in akrabaları esir edilmez.” deyip, ellerinde ki esirleri bırakınca, hem Cüveyriye (ra) hem de onun aşiretin’in gönlü fethedili verdi.

Görülüyor ki, Peygamber imiz altmış yaşları dolaylarında, yaptıkları bu izdivaçta dahi pek çok meseleyi bir çırpıda hallediyo r; kızıl kıyamet hâdiselerin içinde, barış ve sükûn meltemler i estiriyor du.

7) Talihlile r arasına karışanlardan birisi de, Safiyye bintü Huyey’dir (ra). Hayber emirlerin den birinin kızı. Meşhur, Hayber Vak’ası’nda, babası, kardeşi ve kocası öldürülmüş; kabilesi de esir edilmişti. Safiyye (ra) büyük bir öfke ve intikam hırsıyla yanıp tutuşuyordu. Nikâh akdedilip, mü’minlerin hürmet duyacağı, Efendimiz’e zevce olma muallâ mevkiine yükselince, hem Ashab’ın (ra) “Anam anam” diyerek hürmet göstermeleri ve hem de Efendimiz’in eritici ve tüketici yüceliği karşısında, Hz. Safiyye (ra) olup biten her şeyi unuttu ve Peygamber imiz’e zevce olmakla iftihar etmeye başladı.

Ayrıca, Hz. Safiyye vasıtasıyla pek çok Yahudi’nin, Efendimiz’i yakından görüp tanıma ve yumuşama imkânı da doğuyordu. Bir şeyle her şey yapan ve bir fiilinde binler hikmet bulunan Hazreti Allah (cc) bütün izdivaçlarda olduğu gibi, bunda da pek çok hayır ve bereket yaratmıştı.

Bundan başka, düşmanların iç âleminden haberdar olma bakımından, ümmetine bir ders vermiş olabileceğini zikretmek de uygun olur zannederi m. Hazreti Safiyye ve emsâli ayrı milletler den olan kadınların, o milletler in iç durumlarına nüfûz bakımından büyük ehemmiyet i vardır; elverir ki insan onların hâin olanlarıyla kendi sırlarını düşmanlara kaptırmasın.

Karizmatik Bu bahtiyarl ardan biri de Hz. Sevde Validemiz dir. İlk safta yerini alanlarda n; kocasıyla Habeşistan’a hicret edenlerde n ve Ümmü Habibe’nin kaderine benzer şekilde, kocasının vefatıyla ortada kalanlard an.

Efendimiz, bu kalbi kırığın da, yarasını sardı; onu perişan olmadan kurtardı ve ona enis oldu. Zaten sadece Efendimiz’in nikâhı altında bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği başka hiçbir şey de yoktu.

İşte bütün izdivaçlarında, bu türlü hikmet ve maslahatl ar bulunan Peygamber Efendimiz (sav) hiç mi hiç nefsânî duygularıyla bu işin içine girmemiştir. Ya Râşid Halifeler in ilk ikisine karşı olduğu gibi, vezirleri yle bir yakınlık tesis etme ve zevcesi olacak kadındaki istîdat ve kabiliyet; veya teker teker, diğerlerinde gördüğümüz gibi, başka hikmet ve maslahatl arla evlenmiş ve büyük yük ve yükler altına girmiştir.
Bunlardan başka, Peygamber Efendimiz’in bu kadar kadının, kalacak yer, gıda, elbise gibi ihtiyaçlarını, en âdil şekilde temin etmesi ve onlara karşı muâmelesinde kılı kırk yararcasına, adâlet ve hukuklarına dikkat etmesi; aralarında meydana gelmesi muhtemel huzursuzl ukları peşinen önlemesi, meydana gelen problemle ri yağdan kıl çekme rahatlığı içinde halletmes i, Bernard Shaw’ın ifadesiyl e “En büyük problemle ri kahve içme kolaylığı içinde halleden.” O müstesna Zât’ın peygamber liğine delâlet eder...

Bir kadın ve bir iki çocuğun dahi, idaresini n ne kadar müşkül olduğunu gören ve bilen bizler; daha evvel başka yuvalar kurmuş; başka âile yapılarına şâhit olmuş; girdiği yuvalarda farklı mizaçlar kazanmış pek çok kadını, bir şiir âhengi ve ritmi içinde idare eden, o muallâ ve aziz varlık karşısında iki büklüm oluyoruz.

Bir husus kaldı ki, o da, zevceleri n adedinin, ümmetine meşru kılınan adedin üstünde olma durumudur . Bu, bir hususî durumdur. Evet, bildiğimiz ve bilemediğimiz pek çok maslahat ve hikmetler i içerisinde barındıran bir hususî kanundur. Bir müddet bu mevzuda mutlak izin verilmiş; belli bir müddet sonra ise sınır konmuş ve evlenmesi yasak edilmiştir.[2>

[1> Bkz. Ahzâb sûresi, 33/4
[2> Bkz. Ahzâb sûresi, 33/52

HZ. PEYGAMBER’İN HANIMLARI:

1. Hatice (r):

Hz. Peygamber’in (sav) ilk evlilik hayatı, Hz. Hatice validemiz le başlar. Onunla evlendiğinde, Efendimiz’in yaşı 25, hanımının yaşı ise, 40’tır. Yani aralarındaki yaş farkı, 15’tir. Onun, Hz. Peygamber in yanındaki yeri, diğerlerinden biraz farklıdır. Risâletini tebliğde O’nun yanında olmuş, bütün insanların terk edip, O’nunla alay ettikleri nde O’na teselli vermiş, hattâ Hz. Peygamber’e ilk vahiy gelmesi esnasında böyle bir şeyle ilk karşılaşmanın verdiği heyecanla ürpermesi karşısında hiç tereddüt etmeden şu gönül okşayıcı ve heyecan yatıştırıcı sözleri söylemiştir:

"Sana müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir vakit utandırmayacaktır. Çünkü sen, akrabana bakarsın, sözün en doğrusunu söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırır, misafiri en iyi şekilde ağırlarsın, Hak yolunda zuhur eden hâdiseler karşısında, halka yardım edersin."

Bu nâdide kadın, aynı zamanda ilk Müslümanlardandır. Vahyin nüzulünün onuncu yılında, hicretten üç sene önce vefat etmiştir. Allah Resulü, Hz. Hatice’nin ölümü karşısında bir hayli üzülmüştü. Hz. Peygamber’in amcası ve müşriklere karşı koruyucus u olan Ebu Talib ile kendisiyl e sükûnet bulduğu eşi Hatice’nin vefatı gibi üzücü olaylar peş peşe geldiği için bu yıla, hüzün yılı denilmiştir.

Resululla h’ın bu evliliği 25 yıl sürmüş, İbrahim dışındaki bütün evlatları da yine bu nâdide kadından olmuştur. Vefatı esnasında Resululla h’ın yaşı 50’dir. Yani Hz. Peygamber evlilik hayatının büyük bir kısmını ve aynı zamanda gençlik ve olgunluk yaşlarını, sadece ve sadece, kendisind en 15 yaş büyük olan bir kadınla geçirmiştir.

2. Sevde binti Zem’a (r):

Bu hanımı da ilk Müslümanlardandır. Kocası Habeşistan’a yapılan hicretten sonra vefat etmiş olup, kimsesiz kalmıştı. Efendimiz, onunla evlenerek, bu kalbi kırığın da, yarasını sardı; onu perişan olmaktan kurtardı ve ona enis oldu. Zaten sadece Efendimiz’in nikahı altında bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği başka hiçbir şey de yoktu. Ve Allah Resulü’yle evlendiğinde yaşı 55’ti. Buradan da anlaşılacağı üzere, bu evlilikte ki asıl amaç, kimsesiz ve yardımcısız kalan bir kadının elinden tutmak, emin bir yuvaya kavuşturmaktı.

3. Aişe (r):

Resululla h’ın bâkire olarak evlendiği ilk ve tek kadındır. O, daha sonra halife olacak olan Hz.

Ebubekir’in biricik kızıdır. Ayrıca, Hz. Aişe çok zeki bir nâdire-i fıtrat ve nübüvvet dâvâsına tam vâris olabilece k yaratılışa sahip bir kadındı. Evlendikt en sonraki hayatı ve daha sonraki hizmetler i de göstermiştir ki, O muallâ varlık, ancak Nebî zevcesi olabilird i. Zira O, yerinde en büyük hadisçi, en mükemmel tefsirci ve en nâdide fıkıhçı olarak kendini gösteriyor, her yönüyle Hz. Peygamber’i temsil etmeye çalışıyordu.

O’nun Hz. işe ile evliliği, yanından hiç ayrılmayan, çektiği sıkıntılara beraberce katlanan, mağara arkadaşı Hz. Ebubekr için en büyük bir mükâfat idi.

4. Hafsa binti Ömer (r):

Hz. Hafsa dul bir kadındır. Kocası Bedir Savaşı’nda şehid edilmiş bir mücahittir. Kocasının vefatına üzülmüş, yalnız başına kalmıştır. Babası Hz. Ömer, kızını önce Hz. Osman’a evlenmesi için teklif etmiş, ancak O kabul etmemiş, Hz. Ebubekir’e teklif etmiş, O da kabul etmemiştir. Daha sonra da duruma şahit olan Allah Resulü fazla beklemede n O’nunla evlenmek istediğini bildirmiş ve evlenmiştir. Bu evlilik de, zaruretle rin getirdiği bir evlilik olup, bununla o yüce insan Hz. Ömer’in gönlü hoş edilmiş, kocasının ölümüne üzülen ve yalnız kalan birisinin bu yalnızlığı giderilmiştir.

5. Zeynep binti Huzeyme (r):

Resululla h (sav) Hafsa’dan sonra bu kadınla evlenmiştir. Onun kocası da Bedir’de şehit edilmiş olan, Ubeyde b. Hâris’tir. Yalnız başına ve kimsesiz kalan bu mübarek kadının yaşı da 60’tır. Bu kimsesizl ik zamanında, kendisine yardım edecek bir ele şiddetle muhtaçtır. Onu bu ihtiyaç içerisinde gören şefkat ve merhamet Peygamber i, onu da nikâhlayarak kendi kanatları altına almak istemiştir. Zaten evlendikt en iki yıl sonra da vefat etmiştir.

Altmış yaşındaki bir kadınla evlilikte dünyevî bir arzunun bulunması elbette mümkün değildir. Bu evlilikte ki tek gaye de, yalnız başına kalan birisine bir yardım eli uzatmakta n ibarettir .

6. Ümmü Seleme (r):

Bu da ilk Müslümanlardan olup, Habeşistan’a hicret edenlerde ndir. Daha sonra da Medine’ye hicret etmiş, çok sevdiği ve kendisine sıkıntılı hicret yolculukl arında arkadaşlık yapıp, yanından hiç ayrılmayan biricik eşini Uhud Savaşı’nda şehit vermiştir. Yurdundan, yuvasından uzak, bir sürü yetimle, hayat külfetini yüklenmiş bu kadına, ilk şefkat elini, Hz. Ebubekir ve Ömer uzatırlar. Ancak o, bu talepleri reddeder.

Daha sonra evlilik teklifini Resululla h yapar ve bu teklif kabul edilir. Böylece yetimleri, sıcak bir yuvaya kavuşmuş, babalarının ölümünden duydukları üzüntüyü, Allah Resulü vesilesiy le unutmuş, hiçbir zaman gerçek bir babayı aratmayac ak bir babaya kavuşmuş oldular.

Ümmü Seleme de Hz. işe gibi dirayet ve fetaneti olan bir kadındı. Bir mürşide ve mübelliğe olma istidadındaydı. Onun için bir taraftan şefkat eli onu, himayeye alırken, diğer taraftan da, bilhassa kadınlık âleminin medyûn-u şükran olabileceği bir talebe daha ilim ve irşad medresesi ne kabul ediliyord u.

Yoksa, altmış yaşına yaklaşmış Resululla h’ın, bir sürü çocuğu olan, bir dul kadınla evlenmesi ni ve evlenip bir sürü külfet altına girmesini, başka hiçbir şeyle izah edemeyiz.

7. Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan) (r):

Mekke’de küfrün bayraktar lığını yapan Ebû Süfyân’ın kızıdır. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarmaya muktedir Yüce Rabbimiz, gelecekte müminlerin annesi konumuna yükselecek bu kadına, İslâm’ın bidayetin de imanı nasip etmişti. Mekke’nin zor şartlarında inancını yaşayamayınca, kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret etme mecburiye tinde kalmıştı. Ancak bu esnada kocası önce Hıristiyan olmuş, sonra da ölmüş, Ümmü Habibe yalnız başına kalmıştı. Allah Resulü durumu öğrenince Necâşi’ye haber göndererek, tek başına kalan bu hanımın kendisine nikahlanm asını istedi. Durumu öğrenince fevkalâde sevinen Ümmü Habibe’nin nikahı, Necâşi huzurunda kıyılmış oldu.

Şayet Hz. Peygamber böyle yapmayaca k olsaydı, yalnız ve kimsesiz bu kadın, ya Mekke’ye dönecek babasının ve ailesinin şiddetli zulümleri karşısında dinini bırakacak, ya Hıristiyanlardan yardım dileyecek, ya da kapı kapı dilenip hayatını sürdürecekti. Ancak bu evlilikle en güzel yolu seçmiş oluyordu.

Bu evlilik vesilesiy le, o gün için Müslümanların ve Peygamber’in azılı düşmanı olan Ebû Süfyan, inananlar a yaptığı işkenceyi hafifletm iş, içinde Hz. Peygamber’e karşı olan azılı kini birazcık dahi olsa dinivermişti. Daha geniş dairede ise, Emevîlerle bir akrabalık te’sis edilmiş oldu ki, bu da onların Müslümanlığa girmeleri ni kolaylaştıran bir unsur oldu. Bundan sonra Ebû Süfyan hâne-i saâdete rahatlıkla girip çıkma avantajına sahip olarak, Müslümanlığı daha yakından tanıma fırsatını bulup, sonunda iman dairesine girmiş oldu.

Açıkça görüldüğü gibi bu evlilikte de, kimsesiz kalan birinin yardımına koşup, onun elinden tutma, onun vesilesiy le Müslümanlara yapılan işkenceyi hafifletm e ve azılı düşman biriyle akrabalık kurup, onun imana gelmesine vesile olma vardır.

8. Cüveyriye binti Hâris (r):

Müslümanlar, yapılan Müreysi gazvesind e galip gelmiş, pek çok ganimet elde edilmiş, bunun yanında 700 kadar da esir alınmıştı. Esirlerin içinde, Benî Mustalik kabilesin in başkanının kızı olan Cüveyriye de bulunuyor du. Cüveyriye, Hâris b. Dırar’ın kızı idi. Hâris, Mustalikoğulları Yahudiler inin reisi idi. Cüveyriye önce Musâfi b. Saffan’la evlenmiş, Musâfi, Müreysi Muharebes i’nde ölmüştü. Cüveyriye, Hz. Peygamber’e müracaat ederek hürriyete kavuşmayı talep etmiş, Resululla h da onun fidyesini bizzat kendisi vererek hürriyete kavuşturmuştur. Babası gelip kızını götürmek isteyince, o Müslüman olarak Medine’de kalmayı tercih etmiş, bilahare de Resululla h ile nikahı kıyılmıştır.

Resululla h’ın bu evliliğinden sonra, Abdulmutt aliboğullarının hissesine düşen esirler salıverilmiş, diğer Müslümanlar da bu durum karşısında, Resululla h ile akrabalık bağı bulunan bir kabilenin insanları esir edilemeye ceği düşüncesiyle alınan bütün esirleri salıvermişlerdir.

Hz. Peygamber’in bu evliliği de altmış yaşları dolayındadır. Bu evlilikte O, önemli bir kabileyle akrabalık kurmayı hedeflemiş, pek çok esirin serbest bırakılmasını sağlamış, bundan da önemlisi pek çok Yahudi’nin İslâm’la şereflenmesine vesile olmuş ve kocası savaşta ölen, dolayısıyla İslâm’a ve Müslümanlara aşırı bir şekilde kinle dolu bir hanımı, şefkat kanatlarının altına alarak onu müminlerin anası mertebesi ne yükseltmiştir.

9. Safiyye binti Huyey (r):

Asıl adı Zeynep’tir. O dönemde Arabistan’da reislere düşen ganimet hissesine Safiyye denilmekt edir. Bu kadın da Resululla h’ın hissesine düştüğü için Safiyye adını almıştır. Ana-babası, Yahudiler in ileri gelenleri ndendi. Hatta babası Nadiroğullarının reisi, annesi de Kureyza oğullarının reisinin kızıydı. Hayber Gazvesi’nde, babası, kocası ve kardeşi öldürülmüş, kabilesin den pek çok kimse esir alınmıştı. Safiyye, İslâm’a karşı aşırı bir şekilde kin ve nefretle doluydu.

Savaş sonrası Resululla h onu kendi nikahına alarak, yumuşamasını sağlamış oldu. Bu evlilikle de Yahudiler in önemli bir bölümüyle akrabalık kurulmuş, onların Müslümanlığı yakından tanımaları imkânı sağlanmış, düşmanların kötü bir kısım emellerin in, önceden bilinmesi kolaylaşmış ve Müslümanlığın sınırları bu vesileyle genişlemeye yüz tutmuştur.

10. Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) (r):

Resululla h İslâm’a davet için etraftaki hükümdarlara mektuplar gönderiyordu. Bunlardan birisi de Mısır hükümdarı Mukavkıs’tı. Mukavkıs, elçiyi güzel bir şekilde karşılamış, Hz. Peygamber’e birtakım hediyeler le birlikte iki de cariye göndermişti. Yolda bu iki cariye, Müslümanlık hakkında malûmat sahibi olduktan sonra, İslâm’ı seçmişlerdi. Bunlar Medine’ye varınca, Resululla h Mariye’yi kendisine almıştı. Bilahare azad ederek, onunla evlenmiştir ki, oğlu İbrahim, işte bu hanımındandır.

Bu evlilik, bütün Mısırlılar üzerinde büyük bir te’sir icra etti. Müslümanlarla Mısır’daki Bizanslılar arasında çıkan savaşta, Mısırlılar tarafsız kalmış, Bizanslılara arka çıkmamışlardır. İşte bunun sebepleri nden birisi de, kendi milletler inden olan bir kadının, Hz. Peygamber’le evli oluşudur.

11. Meymûne binti Hâris (r):

Asıl ismi Berre olup, Resululla h tarafından Meymûne olarak değiştirilmiştir. Hz. Peygamber’in son evliliğidir. Hudeybiye antlaşmasından bir yıl sonra Hz. Peygamber’le Müslümanlar, Mekke’ye tavaf ziyaretin e gitmişlerdi. Bu sırada Peygamber imiz’in amcası Abbas, Allah Resulü’ne Meymûne’yle evlenmesi ni teklifi etti. Zira Meymûne, Abbas’ın baldızı olup, nikah yetkisini ona vermişti. Peygamber imiz de bu teklifi kabul buyurarak, onunla nikahlandı. Bu durum karşısında Mekkelile r: "Demek ki, Muhammed hemşehrilerine hâlâ dostluk ve hayır duyguları besliyor." yorumunu yaptılar.

Bu evliliği yaptığında da Resululla h, altmış yaşları civarındadır. Gayesi, yine dul kalan bir kadına yardım elini uzatma, Müslüman olduğu hâlde Mekke’de müşriklerin içinde kalan birini bu sıkıntıdan kurtarma ve Mekkelile r’e karşı bir jest yapma vardır.

12- Hz. Zeyneb bînti Cahş (ra)

Hz. Zeyneb, Peygamber likten 20 yıl önce dünyaya gelmiş, Efendimiz in hala kızı idi. İlk iman edenlerde ndir.. Asıl adı Berre idi. Resululla h (asm) onu Zeyneb olarak değiştirmiştir. Babası Beni Esed kabilesin den Burre, annesi Efendimiz in halası Ümeyye binti Abdulmutt alib'tir. O, Mekke'den Medine'ye ilk hicret edenler arasında yer aldı. Medine'ye hicret ettiğinde bekardı. Efendimiz onu evlâtlığı Zeyd b. Harise ile evlendird i.

Bilindiği gibi, Mekke dönemi daha ziyade iman esaslarının, Medine dönemi ise İslâmî hükümlerin tesis ve tahkim dönemidir. Bu dönemde cereyan eden olaylar, ya geçmişten gelen toplumda yer etmiş batıl bir hükmü kaldırıyor, yerine yenisini koyuyor, ya da yepyeni bir hüküm ihdas ediyordu.

Hz. Zeyneb'in gerek Efendimiz den önce Hz. Zeyd'le evlendiri lmesinde, gerekse daha sonra Efendimiz in onunla evlenmesi nde, diğer hanımlarından farklı, Cahiliyet Dönemi adet ve gelenekle rini kaldıran hükümler ortaya çıkmıştır.

Peygamber Efendimiz in evlilikle rinde gerek o zamanın münafıkları, gerekse yeni zamanın dalalet ehli tarafından en çok dile dolanılıp itiraz edilen Hz. Zeyneb'le olan evliliğidir. Ayrıca çok önemli hükümlerin ortaya çıkmasına sebep olan bir evlilikti r.

Bütün bu sebeblerl e bu evliliğin nikâhı bir "akd-i semavi"dir. yani bizzat Cenab-ı hak tarafından kıyılmıştır. .

Cahiliyye t döneminde kölelik ve imtiyazlı sınıf kavramı en koyu biçimde yer etmişti. Bunun ortadan kaldırılması ve insanların Allah katındaki üstünlüğünün sınıf, rütbe, ırk farklılığıyla değil, takva ile olacağı vurgulanm alıydı. Bunun için en hassas konularda n biri olan evlilik ile bu yanlışın kaldırılması gerekliyd i.

Efendimiz Zeyneb gibi asil soylu ve güzel bir kızı, kendi azad ettiği hizmetçisi Zeyd ile evlendirm ekle bu alanda bir adım atmak istemişti Ancak toplumdak i yaygın kanaatler in etkisiyle olacak ki, Zeyneb ve kardeşleri önce bu evliliği uygun görmediler. Hür bir kadının, azatlı bir köle ile evlenmesi o günkü geleneğe uymuyordu .

Zeyneb, Resululla h'a, "Ya Resulalla h, ben senin halanın kızıyım, ona varmaya razı değilim, üstelik ben Kureyş'liyim." diye görüşünü beyan etti. Resululla h, Zeyd'in kendi yanındaki ve İslâmdaki değerini anlatıp, aslında ana baba tarafından asil ve soylu bir kimse olduğunu belirti.

Derken, Ahzab suresinin 36. ayeti nazil oldu: "Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi istekleri ne göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur."

Bunun üzerine Zeyneb, "Ben Allah ve Resulüne asi olamam" diyerek bu evliliği kabul etti.

Fakat bu evlilik iyi yürümedi. Aralarında samimî bir sevgi ve saygı oluşmadı. Zeyneb, dindar ve Allah'tan korkan bir kadın olmasına rağmen, güzelliği, asaleti ile iftihar ediyor, azatlı bir köle olan kocasına iğneleyici sözler söyleyip tepeden bakıyordu.

Hz. Zeyd, artan bu geçimsizliğe dayanamadı. Efendimiz e müracaat ederek karısını boşamak istediğini söyledi. Efendimiz çok müteessir oldu. Çünkü bu evliliği isteyen bizzat kendisi idi. Toplumun yanlış algılamalarını kırmak istiyordu . Bu sebebten her defasında Zeyd'e "Karını tut, boşama" diyordu. Ancak her şeye rağmen bu evlilik bir seneden fazla sürmedi. Zeyd, sonunda karısını boşamak zorunda kaldı.

Aradan bir süre geçtikten sonra, sıra Cahiliyet te yaygın bir başka yanlış adetin kaldırılmasına gelmişti. Bu da evlâtlıkların, öz evlât gibi kabul edilmesi, dolayısıyla onların hanımları da babalıkların öz kızı hükmünde telâkki edilmesi yanlışı idi.

İslâm, evlâtlık kurumunu temelden değiştirmişti. Ayet-i Kerime bu konuda gayet açıktı:

“Onları, yani evlâtlıklarınızı babalarının ismine nisbet ederek çağırın. Bu Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyors anız, onlar zaten sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.” (Ahzab suresi, 5)

Bu ayet nazil olduktan sonra Zeyd, artık Zeyd bin Harise diye babasına nisbet edilerek çağrılmaya başlandı. Evlâtlığın kaldırılmasından sonra, evlâtlık hanımlarının da öz kız gibi olmadığı ortaya çıkmış oldu. Ancak bunun bir örnekle de ispatlanm ası ve kökleştirilmesi gerekiyor du. Bu da Hz. Peygamber in, Hz. Zeyneb'Ie evlenmesi ile mümkün olacaktı. Ancak yerleşik bir adeti ortadan kaldırırken ortaya çıkacak fitne ve dedikodul ar Efendimiz i düşündürüyordu. Ama İslâmın getirdiği bu prensip, kesinlikl e kendi üzerinde uygulanac aktı. Bundan kaçınılamazdı. Nitekim bu hususu Kur'an-ı Kerim şöyle dile getirir:

"Hani Allah'ın iman nasib ederek ikramda bulunduğu ve senin de azad edip evlâtlık edinerek ikramda bulunduğun kimseye sen, 'hanımını bırakma, Allah'tan kork' diyordun. Sen o zaman, Allah'ın açıklayacağı bir şeyi bildiğin halde, insanların dedikodus undan korkuyord un. Halbuki Allah korkulmay a daha layıktır. Sonra Zeyd o hanımla alâkasını kesince Biz onu sana nikahladık. Ta ki evlâtlıkların boşadığı hanımlarla evlenmeni n mü'minler için günah olmadığı anlaşılsın. Allah'ın emri işte böylece yerine getirilmiştir."(Ahzab suresi,37)

Bu ayetin nazil olmasından sonra, Hicretin 5. yılında, Zeyneb, 35 yaşında iken Efendimiz le semavi bir akitle evlenmiştir.

Nitekim bu evlilik üzerine münafıklar boş durmadı. "Muhammed, oğlunun karısının haram olduğunu bildiği halde, kendi oğlunun hanımını nikahladı!" demeğe başladılar. Bunun üzerine Ahzab suresinin 40. ayeti nazil oldu:

"Muhammed, hiçbirinizin babası değildir, O Allah'ın Resulüdür ve Peygamber lerin sonuncusu dur. Allah ise her şeyi hakkıyle bilir."

Peygamber ler ümmetleri için bir nevi baba hükmünde olup, onlara kendi babalarından daha büyük bir şefkatle baktıkları halde, bu neseb itibariyl e bir babalık değildir. İşte ayet-i kerime bu sebeble Peygamber lerin ümmetlerinden hanım almasının akla, ilme ve tabiata uygun düşmeyen bir durum olmadığını açığa çıkarıyordu. Böylece İslâm, evlâtlıkla öz evlâd hukukunu birbirind en ayırıyordu. Ancak bu adet o kadar köklü ve yerleşik idi ki, o gün müslümanlar arasında bile kimse böyle bir evliliğe cesaret edemezdi. Bu yüzden o günkü münafıklar bu evliliği dillerine dolamış, çeşitli senaryola r üretmişlerdir. Hatta bu evliliği Efendimiz in haşa nefsaniye tine düşkünlüğüne delil göstermek istemişlerdir.

Bu evliliği nefsanî ve şehevanî telâkki edenlere üstad Bediüzzaman'ın veciz ve susturucu cevabı şöyledir:

"Yüz bin defa haşa ve kella. O damen-i muallaya, şöyle pest şübehatın eli yetişmez. Evet, on beş yaşından kırk beş yaşına kadar hararet-i gariziyen in galeyanı hangamında ve hevesat-ı nefsaniye nin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemal-i iffet ve tamam-ı ismetle Hatice'tül Kübra (ra) gibi ihtiyarca bir tek kadınla iktifa ve kanaat eden bir zatın, kırktan sonra, yanı hararet-i gariziye tevakkufu hengamında ve hevesat-ı nefsaniye nin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç ve tezevvücatı, bizzarure ve bilbedahe, nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyet li hikmetler e müstenit olduğunu zerre kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir." (Risale-i Nur Külliyatı l.cilt, s. 357)

Hz. Zeyneb'i daha önce bakire iken de tanıyan Efendimiz, onu Zeyd'le evlendirm eden önce de evlenebil irdi. Buna bir engel yoktu. Demek ki, bu evlilikte toplumda yaygın eski yanlışların düzeltilmesi ve yeni bir takım hükümlerin yerleştirilmesi gibi önemli hikmetler vardır.

http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=article&aid=9364
http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=show_qna&id=11592
« Son Düzenleme: Eylül 21, 2010, 08:32:01 ÖÖ Gönderen: administratör » Logged
Sayfa: [1]
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2008, Simple Machines
LinkBacks Enabled by LordReco | FoRuMBoL Themes