+ ISLAMGREEN34 NEW WORLD » KÜLTÜR ______________________________________________________________________________________ » İSLAMİ DEFORMASYON ve ÇOK FARKLI KÜLTÜREL VE İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR (Moderatör: İman_Power)
 İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR - 1. BÖLÜM LÜTFEN TIKLAYINIZ

Kullanıcı Adı: Beni Hatırla?
Şifre:
Sayfa: [1]
Konu: İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR - 1. BÖLÜM LÜTFEN TIKLAYINIZ  (Okunma Sayısı 14551 defa) Seçenekler Arama
« : Ekim 01, 2010, 05:07:34 ÖS »
admin
Ziyaretçi
İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR - 1. BÖLÜM LÜTFEN TIKLAYINIZ

İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR İÇİN
LÜTFEN ALTTAKİ LİNKİ TIKLAYINI Z

İSLAMİ DÖKÜMAN 1. BÖLÜM

http://www.dinisohbet.us/musluman.html

MÜSLÜMANLIĞIN GENEL KAİDESİ
Müslümanız Elhamduli llah
Biz Hakk’a teslim olmuş Müslümanlarız

Cenab-ı Hakka zerreler adedince yıldızlar adedince denizdeki dalgalar adedince yağmur katreleri adedince hamdolsun
şükrolsun.  Zira bizi taş olarak maden olarak ot olarak hayvan olarak değil de insan olarak yarattı.
En mükemmel insan olan Kâinatın Efendisi bütün âleminin nûrundan yaratıldığ Hatemü’l Enbiya Peygamber ler Peygamber i gözümüzün nuru canımız Muhammed Mustafa’ya (Sallallah u Aleyhi Vesellem) Ümmet eyledi.
O gelmeden evvel alem zulümat dalgaları arasında boğuluyordu. O geldi vahşetten kurtuluş yolunu gösterdi.
Bütün suhufları ve kütüpleri nesheden Kur’an-ı Azimüşşan gibi insanlığa dünya ve âhiret saadetini gösteren Nur deryasını gösterdi.
O hayat bahşeden menbadan Ümmetine kana kana içirdi.
Bütün insanlığı o safi nur ve hidayet kaynağı olan Kur’an’a davet etti.
Biz Elhamdülillah Müslümanız
Rabbimizi binbir ismiyle, fiilleriy le bütün Zatî ve Sübutî sıfatlarıyla tanımaktayız.
Kâinattaki Tevhid delilleri ni görerek bütün mevcudatl a birlikte
“Lâ ilahe illallah” diyoruz ve hemen ardından, bize Rabbimizi tanıtan en büyük rehberden büyük mürşiden büyük mürebbi ve Yaver-i Ekrem olan Habibulla h’ı (a.s.m.) tanıdığımızı belirtip “Muhammedü’r resullull ah” gerçeğini bütün kâinata ilan ediyoruz.
Biz aynı zamanda Allahu Teâlâ’nın göndermiş olduğu bütün peygamber lere ve bütün kitaplara da iman ederiz.
Meleklere, âhiret gününe kadere iman ederiz.
Biz Elhamdülillah Müslümanız. Saklımız gizlimiz yok. Allah’ın bütün hükümlerini tasdik ederiz.
Resululla h’ın (a.s.m.) açıkladığı hükümleri tasdik ederiz.
Allah’ın “seviniz” buyurdukl arını sever “sevmeyini z” buyurdukl arını sevmeyiz.
“Sakın onları dost edinmeyin” buyurdukl arını dost edinmez,
“dost edinin” buyurduğu Allah dostlarını dost ediniriz.
Allah’ın “hoşgörün!” dedikleri ni hoşgörür, “hoşgörmeyin!” buyurduğu küfrü, isyanı, günahları günahları alenen işlemeyi hoşgörmeyiz.
Hele hele Allah’ın isimlerin e
sıfatlarına ef’aline şirk koşanları
Peygamber Efendimiz i ve Kur’an’ımızı kabul etmeyenle ri hiç hoşgörmeyiz ve onlara karşı da Rabbimizi n emrettiği şekilde muâmele ederiz.
Biz Müslamınız, Elhamdülillah.
İçimiz dışımız birdir.am a
“Her söylediğin doğru olsun ama her doğruyu demek doğru değildir”
prensibin ce herşeyi her yerde uluorta konuşmayız.
“Her söylediğin hak olsun, ama her hakkı söylemeye hakkın yoktur.” prensibin ce haddimizi biliriz.
6666 âyette ne buyrulmuşsa hepsini elifi elifine kabullenm işiz.
İslamiyetin güneş gibi hakikatle rini yerine ve zamanına göre dile getiririz .
Bazı hakikatle r, bazı hükümler vardır ki söylenilmez yeri ve zamanı gelince icra edilir.
Bizler boşboğaz değiliz, çenebaz değiliz.
Çünkü Elhamdülillah bizler müslümanız.
Bizler Müslümanız, Elhamdülillah.
Bununla, kitabımız olan Kur’an-ı Azimüşşan’la bütün insanlığa hidayet rehberi olarak gönderilen son Peygamber olan canımızdan aziz bildiğimiz
Peygamber Efendimiz le (a.s.m) övünürüz.
Övünmek hakkımızdır.
Münkirler hasetleri nden çatlasa da dünya da bizim, ukbâ da bizimdir.
Çünkü biz Müslümanız, Elhamdülillah...

KALPTEKİ VESVESE VE KURTULUŞ ÇARELERİ
Vesvese ve Kurtuluş Çareleri

Sual: Abdestte, namazda, temizlikt e ve niyette vesvese eden, bunlardan nasıl kurtulur?
CEVAP
Vesvese, şeytanın verdiği zararlı olan şüphedir. Vesvese etmek günahtır. Günah işlememek için vesveseye hiç itibar etmemelid ir. İki hadis-i şerif meali:
(Vesvese şeytandandır. Abdest alırken, guslederk en ve necaset temizlerk en, şeytanın vesvesesi nden sakının.) [Tirmizi]

(Bir zaman gelecek, insanlar temizlikt e fazla titiz hareket edecek, [vesvese ederek] dinde haddi aşacaklardır.) [Ebu Davud]

Vesvese, suyu israf etmeye, namazı geciktirm eye, cemaati, hatta namaz vaktini kaçırmaya, vakti, ömrü zayi etmeye sebep olur. Başkalarının elbisesin in, yemeğinin necis olmasından şüphe eder ki, Müslümanlara suizan haramdır. Üstelik kendini ihtiyatlı sanıp, kibirli olur. O işin uzmanı bir kimse bile ona nasihat etse, asla kabul etmez. Kendi yaptığının daha doğru olduğunu kabul eder. Başkalarını küçümser.

Vesvese, ibadetler i mekruh olmakla bırakmaz, ruhi bunalımlara yol açar.

Guslün, abdestin, taharetin ve namazın şartlarını, sünnetlerini, mekruhlarını bilmeyen, vesvese hastalığına yakalanır. Önce vesvese edilen yerlerin doğrusunu öğrenmeli. Bunları bilip, yerine getirince, şüphe kalmaz. Doğru yaptım diye inanmak ihtiyat, şüpheye düşmek vesvese olur. Vesvese sahibi, azimetle değil, ruhsat ile amel etmelidir!
Haramlard an, şüpheli şeylerden, hatta mubahların fazlasından kaçmak azimettir . Günah olmayan, caiz olan işleri yapmak ruhsattır.

İmam-ı Rabbani hazretler i, (Gerektiğinde en kolay fetvaya uymalı. Allahü teâlâ, güç gelen şeyleri değil, kolay olanların yapılmasını istiyor. Çünkü insan zayıf, dayanıksız yaratılmıştır) buyuruyor .

İmam-ı Şarani hazretler i de, (İhtiyaç halinde ruhsatla amel etmeli) buyuruyor . Üç hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlânın verdiği kolaylıklardan, ruhsatlar dan faydalanın!) [Buhari]
(Ruhsatlar dan faydalanm ayan, Arafat dağı kadar günah işlemiş olur.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, azimeti sevdiği gibi, ruhsatla amel edilmesin i de sever.) [Beyheki]

Dinimiz, kolaylık dinidir. Mesela, abdest aldığını bilip sonra bozulduğunda şüphe etse de, abdesti var demektir. Abdest aldıktan sonra, kuru yer kalmıştır zannıyla yeniden abdest alınmaz, alınırsa mekruh olur. Abdest aldıktan sonra, iç çamaşırında yaşlık görüp, idrar mı, su mu diye şüphe eden, abdestten önce çamaşırına su serpmeli! Sonra orada bir yaşlık görürse, (Bu benim serptiğim su) demeli. Hatta o yaşlık idrar bile olsa, onun idrar olduğu kesin olarak bilinmediği için yıkamak gerekmez.

Vesvesede n kurtuluş çaresi, hangi meselede vesvese ediliyors a dinimizin o konudaki hükmünü öğrenmek ve iyi bilmektir . İyi bilen kesinlikl e vesvese etmez.Mes ela mesh etmek, ıslak el ile yavaşça saçların üstüne sürmektir. Ama vesveseli bunu bilmediği için, başını ezecek gibi mesh eder veya avucuna su doldurup, saçlarını iyice ıslatır. Abdest alırken şuraya el değmedi galiba, şurası yıkanmadı diyerek tekrar tekrar yıkar. Halbuki, bir yer yıkanmasa bile, yıkanmadığı bilinmeyi nce yani kasten yıkamayı terk etmediği için abdesti sahih olur. Bu kadarını bilmek bile vesveseyi önler.

Vesvesede n kurtulmak için kendi kendine, (Buranın kuru kaldığına yemin eder misin?) diye sormalı. Yemin edemiyors a orası yıkanmıştır, tekrar yıkamak gerekmez. Her vesvese için de aynı soruyu sorabilir . (Ya, yemin edecek kadar emin olsam zaten vesvese etmem) demek de vesvesedi r, yemin edemiyors a bunun vesvese olduğunu anlamalıdır.

Abdestten sonra, (Acaba başımı mesh ettim mi) veya (Abdestim var mı) diye şüphe etmek, namaz kıldıktan sonra "Elbisem temiz mi idi" veya "İftitah tekbirini almış mıydım?" gibi şüpheler vaki olsa da, yeniden abdest alınmaz, elbise yıkanmaz, namaz da iade edilmez.

İbadetlerimizi eksik yapmakla, hâşâ Allahü teâlânın bir kaybı, fazla yapmakla da bir kazancı olmaz. Bunun için, dinin emrine uyularak noksan veya fazla yapılmış olsa mahzuru olmaz. Mesela sabahın farzını kılarken (iki mi, bir mi kıldım?) diye şüphe eden, bir rekat kıldığını zannedere k bir rekat daha kılsa ve kıldığı üç rekat olsa, namazı sahih olur. Fakat kasten üç kılsa namazı sahih olmaz. Bir kimse de dört kıldım zannıyla üç rekat kılsa, kıldığı namaz sahih olur. Bir kimse de, araştırıp kıbleden başka istikamet e namaz kılsa, namazı sahihtir, ama araştırmadan kıbleye isabet etse bile sahih olmaz. Demek ki, dinin emrine uyulunca kıbleden başka yöne de kılınsa, 4 rekat yerine 5 rekat da kılınsa sahih olur. O halde, kuru yer kalsa da önemi yok. Kuru yer kalmadığını sanmak yeter. Zaten hiç kimse kasten kuru yer bırakmaz.

Vesvese, dua ve zikir ile de azalıp yok olur. Bunun için, vesvese gelince, hemen Allahü teâlâyı anmalı, istigfar, salevat ve dua okuyarak şeytanı uzaklaştırmaya çalışmalı! Şeytanın vesvesesi nden kurtulmak için, her gün şu duayı da okumak iyidir:
(Ya Allah-ür-rakib-ül-hafiz-ür-rahim. Ya Allah-ül-hayy-ül-halim-ülazim-ür-rauf-ül-kerim. Ya Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kaimü alâ külli nefsin bima kesebet, hul beyni ve beyne adüvvi!)


Unutmak özürdür
Sual: Vesveseli biriyim. Dikkat etmeme rağmen, abdestte gusülde kuru yerim kalmışsa, yahut secdei sehv yapılacakken unutmuşsam, buna benzer başka şeyleri unutmuşsam, oruçlu iken unutup yiyip içmişsem, unutarak namaz vaktini çıkarmışsam, sonra da hatırlamadığım için kaza etmemişsem, ahirette benim halim nice olur?
CEVAP
Dinimizde unutmak özürdür. Unutarak yiyip içmek orucu bozmaz, kaza da gerekmez. Unutarak namazın kazaya kalması da günah olmaz.

Abdestte, gusülde kuru yer kalmışsa, bilmediğiniz için hiç mahzuru olmaz. Acaba kuru yer kaldı mı diye defalarca yıkamak gerekmez. Bunlar vesvesedi r, vesvese ise günahtır.

Kötü düşünceler nereden geliyor
Sual: Kalbimize çeşitli düşünceler geliyor. Bunlar nereden geliyor? Hangisini n iyi, hangisini n kötü olduğunu nasıl bileceğiz?
CEVAP
İnsanın kalbine, melekten, şeytandan ve kendi nefsinden de çeşitli düşünceler gelir. Melekten gelene ilham, şeytandan gelene vesvese, nefsten gelene ise hevâ denir. Bunların birbirind en farkı nasıl bilinir? Hadis-i şerifte, (Melekten gelen ilham, İslamiyet’e uygun olur. Şeytandan gelen vesvese, İslamiyet’ten ayrılmaya sebep olur) buyuruldu . O halde vesveseyi ilhamdan ayırmak için dinin emrini iyi bilmek gerekir.

Gayrimüslimlerden peynir, sucuk gibi gıda alırken, (Bunların içine necis madde koymuşlardır) düşüncesi gelirse, hemen dinin bu husustaki hükmü hatırlanır. Dinimiz almanın caiz olduğunu bildiriyo rsa alınır. Bu düşüncenin şeytandan olduğu anlaşılır.

Vesveseye uyulmazsa, şeytan bundan vazgeçip başka vesvese verir. Nefsimizd en gelen düşünce ise, devamlıdır. İnsan ölünceye kadar devam eder.

Şeytan, hayırlı, iyi bir işe mani olmak için daha az iyi olanı yaptırmak maksadıyla vesvese verir. Büyük günaha sürüklemek için küçük iyilikler i yaptırmaya çalışır. Dinini bilen kimseyi, şeytan, asla aldatamaz . Her insan Allah’ın kulu olduğu halde, dinini bilen, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riayet eden kimseler için Kur'an-ı kerimde, şeytana hitap edilirken, (Benim kullarıma senin sultan [hakimiyetin] yoktur) buyuruluy or. (İsra 65)
Şeytanın vesvesesi ne aldanmama k için Allahü teâlânın, (Benim kulum) dediği kimselerd en olmalı, yani düzgün bir itikada ve ilme sahip olmalı ve ilmi ile amel etmelidir! "Mesela şeytan vesvese verince, onu hemen uzaklaştırmalıdır! Hadis-i şerifte, (Şeytan vesvese verir. Allah’ın ismi zikredili nce, söylenince kaçar. Söylenmezse, vesvesele rine devam eder) buyuruldu . (Ebu Ya’la)

Sünnete uygun abdest almasını bilmeyen kimse, iyi abdest alayım diye fazla su kullanır. Bu ise vesvesedi r. Vesvese eden kimse, dine iyi uymak niyetiyle yeni bir şeyler çıkarır, bu ise bid'attir. Bid'at ise haramdır. Başkalarının yiyecek ve içeceklerinin, giyecekle rinin temiz olup olmadığında şüphe eder. Bu da suizanna sebep olur. Müslümana suizan ise haramdır. (Ben her gıdayı yemem, ihtiyatlı davranırım) diyerek kibre düşer. Halbuki zerre kadar kibri olanın Cennete girmesi zordur.

Fatır suresi 6. âyet-i kerimesin de mealen, (Elbette şeytan size düşmandır. Onu düşman edinin!) buyuruluy or. Vesvese eden, şeytanı kendine dost ve kardeş edinmiş olur. Sünnetleri, mekruhları ve diğer emir ve yasakları bilmeyen, vesvese hastalığına yakalanır. Bunları bilip yerine getiren şüpheye düşmemelidir! Vesvese eden, ruhsatlar la amel etmelidir! Üzerinde necaset görünmeyen her şey temiz kabul edilir. Şüphe etmekle necis olmaz. Gıdalarda necis maddeler var zannı ile gıda almamak vesvesedi r, aşırılıktır. Hadis-i şerifte, (Aşırı gidenler helak oldu) buyuruldu . (Müslim)

İfrat ve tefritten yani aşırılıklardan uzak olmak ve orta yolu tutmak gerekir. Deylemi’deki hadis-i şerifte, (İşlerin hayırlısı vasat olanıdır) buyuruldu . (Hadika)

ŞEYTAN HAKKKINDA DÖKÜMAN İÇİN
LÜTFEN ALTTAKİ LİNKLERİ TIKLAYINI Z

http://www.dinisohbet.us/seytan.html

Şeytan
 
Cennetten niçin kovuldu
En Çok Sevmedikl eri
Havva'nın Yaratılışından Sonra
İbadet Esnasında Şeytanın Hali
Kötü Huylardan İstifade Edişi
Lanet ve Cennetten Kovulması
Mühlet Verilişi
Namaz ve Şeytan
Şeytan Kimi Azdıramıyor?
Şeytana Karşı Uyarı
Şeytan'ın Allah'tan On Talebi
Şeytan'ın Arkadaşları
Şeytan'ın Görevi
Şeytan'ın Hileleri
 
Kötü ruhun, kötü birinin, kötülüğe teşvik edenin, kötülüğün temsilcis inin, karanlık ve delaletin önderinin, Allah'ın ve O'nu seven, O'na kullukta bulunan herkesin büyük düşmanının müşahalaştırılmış şekli veya kötülüğün sembolü olmuş varlık.

Evren'de Hz. Adem (a.s.)'den önce yaratılmış melek ve cin adında iki varlık mevcuttu.

Şeytan, cin denen varlık grubuna mensup idi. Yüce Allah'ın Adem'e secde emrine karşı gelip isyan ettiği için ilahi rahmetten kovulan ve insanların amansız düşmanı olan, cin taifesini n inkarcı kesiminde n gizli bir varlıktır.


Hz.Adem'e (a.s) karşı büyüklük taslaması ve secde emrine isyanı neticesin de ilahi rahmetten ebediyen kovuluşu "İblis" adını almasına sebep oldu. O'nun küfrü inkar şeklinde olmayıp, emri yerine getirmeyi kabul etmeme ve itiraz şeklindedir.

http://tevhidedavet.wordpress.com



İSLAMİ DÖKÜMAN 1. BÖLÜM SONU
LÜTFEN 2. BÖLÜMÜ OKUYUNUZ
« Son Düzenleme: Aralık 03, 2010, 10:43:04 ÖÖ Gönderen: administratör » Logged
« Yanıtla #1 : Ekim 01, 2010, 05:18:48 ÖS »
admin
Ziyaretçi
İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR - 2. BÖLÜM LÜTFEN TIKLAYINIZ

İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR
2.BÖLÜM İÇİN LÜTFEN ALTTAKİ LİNKLERİ TIKLAYINI Z

http://www.dinisohbet.us/seytan2.html

ŞEYTAN İLE İLGİLİ KONULAR 
Seytanın Sevmedikl eri
 
Bundan sona Resullull ah (s.a.) Efendimiz şöyle sordu :
-Madem ki, sözlerinde doğru olacaksın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir ?
Şeytan şu cevabı verdi :
-Sensin ya Muhammed. Allah' ın yarattıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra senin gibi kim olabilirk i?
-Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?.
-Müttaki bir gence ki ... varlığını Allah yoluna vermiştir.
-Sonra kimi sevmezsin?
-Kendisini sabırlı bildiğim şüpheli işlerden sakınan alimi ...
-Sonra ?
-Temizlik işinde... yıkadığı yerleri üç defa yıkamayı adet eden kimseyi.
-Sonra ?
-Sabırlı olan bir fakiri ki ; ihtiyacını kimseye anlatmaz. .. Halinden şikayet etmez.
-Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nerden bilirsin ?
-Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenl erden yazmaz. Sabırlı kimseleri n işi buna benzemez. Hasılı , onun sabrını; halinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.
-Sonra kim ?
-Şükreden zengin.
-Peki, ama zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın ?
-Onu görürsem ki , aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki: şükreden bir zengindir .
Havva'nın Yaratılışından Sonra


Hz.Adem Adn Cenneti'nde ikamet ediyordu. Kendi cinsinden ve nefsinden eşi de yaratıldı. Eşinin adı Havva idi. Bu arada şetan öç almayı planlıyordu. Bunun üzerine Adem ve eşini Allah şöyle uyardı:

"Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerd en olursunuz ."
(Bakara 35)

Aslında Adem'e ve eşine yaklaşılmaması tavsiye edilen ağaç bir imtihan sahasıydı. Onun meyvasından yemek ise, yasak bir fiilin işlenmesi, sorumlulu k sahsına çıkılması ve Allah'ın koyduğu bir yasağın çiğnenmesi demekti.

Adem ve eşi, melek olma veya Cennet'te ebedi kalma ihtimalle rini duyunca, şeytanın kendileri ne düşman olduğunu unuttular .

"Derken onların, kendileri nden gizli kalan çirkin yerlerini kendileri ne göstermek için onlara fısıldadı:

"Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti." dedi. Ve onlara:

"Elbette ben size öğüt verenlerd enim." diye de yemin etti."
(Araf 20-21)

"Ağaca yaklaşmayın" emrine sabırsızlık edip ondan yediler. Ağaçtan meyve tadınca ayıp yerleri kendileri ne açılıverdi.


"Böylece onları aldatarak aşağı sarkıttı Ağacı tadınca, çirkin yerleri kendileri ne göründü ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp üzerlerini örtmeğe başladılar."

(Araf 22)

Allah Adem'e görevini hatırlatarak:
"... Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve şeytan size apaçık düşmandır, demedim mi?"
(Araf 22)

Fakat hatalarını çok çabuk anladılar, derhal tevbe ettiler.

"Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinl e muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!"
(Araf 23)

Allah'da tevbeleri ni kabul etti. Fakat cennet de daha fazla kalmalarına müsaade etmedi ve şu emri verdi:

"Birbirini ze düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar kalıp geçinmeniz gerekmekt edir. Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan çıkarılacaksınız!"
(Araf 24-25)

İbadet Esnasında Şeytanın Hali
Resullull ah (s.a.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu :
-Peki, ümmetim namaza kalkınca, senin halin nice olur?
-Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.
-Neden böyle olursun; ya lain ?
-Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.
- Peki ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun ?
-O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar.
-Peki ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun ?
-O zaman da çıldırırım.
-Peki, ya Kur'an okudukları zaman nasıl olursun ?
-O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm.
-Peki ya sadaka verdikler i zaman halin nasıldır ?
-Ha, işte.. o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline, ve beni ikiye böler.
-Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya Ebamürre ?
- Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki ;
1-Allah-ü Teala, sadaka verenin malına bereket ihsan eyler.
2-O, sadaka veren kimseyi halkına sevdirir.
3-Allah-ü Teala, onun verdiği sadakayı , cehenneml e arasında bir perde yapar.
4-Allah-ü Teala, belayı sıkıntıyı ve ahları ondan defeder

Kötü Huylardan İstifade Edişi

YALAN
- Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse ... o benim dostumdur . Her kim yalan yere yemin ederse ... o da benim sevgilimd ir. Bilmez misin ya Muhammed , ben Adem'e ve Havva'ya yalan yere Allah adına and içtim. "Muhakkak ben size nasihat ediyorum." (7/16) Dedim... Bunu yaparım : çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.

GIYBET - KOĞUCULUK

-Gıybet ve koğuculuğa gelince .... Onlarda benim meyveleri mdir ve şenliğimdir.
 
NİKAH ÜZERİNE YEMİN ETMEK

-Her kim talak üzerine yemin ederse ... günahkar olacağından endişe edilir. İsterse bir defa olsun .. İsterse doğru şey üzerine olsun. Her kim talakı ağzına alırsa .. taaa.. hakikati belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile kıyamete kadar meydana getirecek leri çocuklar hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talak kelimesi yüzünden hepsi cehenneme girer.
 
 
Lanetlenm esi ve Cennetten Kovulması
Hz.Adem'e (a.s) secde emrine kadar hissiyatına dokunan bir teklif yapılmamış ve imtihan olunmamıştı. Onun bu ana kadar, Allah'ın emirlerin e göre mi, yoksa öz nefsinin istekleri ne göremi hareket ettiği bilinmiyo rdu. Emir hissiyatına ters düştü ve emri yerine getirmekt en kaçındı. Gerekçesi, kendisini n ateşten, Adem'in ise topraktan yaratılmış olmasıydı. Böylece o, ateşin topraktan üstünlüğü gibi iki madde arasında, aslında olmayan bir farklılık görmüştü. Her iki maddenin yaratıcısının da Allah olduğunu itiraf etmesine rağmen Adem'in yeryüzünde Allah'ın halifesi olması, Allah'tan bir ruh taşıması gibi asıl üstünlüklerini bilmezden gelmişti. Adem'de toprak toprak, kendisind e ateşten başka bir mahiyet görmemiş; ölüden diri, diriden ölü yaratan ve bütün meziyetle ri bahşeden Allah'ı maddeye mahkum sanmıştı.
Bu anlayış, Şeytan'a Allah huzurunda n kovulma, rahmetind en ümit kesme ve kıyamete kadar O'nun lanetini haketme dışında hiçbirşey kazandırmadı. Çünkü o dar görüşlüydü, maddenin ötesini görememişti. Maddeyi tek ve gerçek ölçü sanmakla şeytanca bir yanılgıya düşmüştü.

Şeytanın bu itirazı, büyüklük taslamaya ve neticede kendisini inkara götüren bir isyana dönüştü. Çünkü o, neticede sahibini alçaltacak olan bir büyüklük anlayışına sahipti.

Yücelik sıfatları kendisine ait olan Yüce Allah, bu emirle onu bulunduğu makamdan derhal azledip indirdi. Kibirine karşılık küçüklüğe ve hakarete mahkum etti. Aslının ateş olmasına güvenerek, hayırlılık ve fazileti kendisind e aslından intikal eden bir miras, elinden alınmaz bir kişisel özellik gibi varsayara k bu imtihan zamanına kadar bulunduğu o mutluluk makamından düşmeyeceğini zanneden ve bu zannıyla:
Yaratıcı'nın emrini eleştirmeğe kalkışan İblis'e bu ilâhî emir, eşyanın bütün özelliklerinin sadece bir Allah vergisi olduğunu, bu şekilde bir defada fiilen anlatıverdi.
(Elmalı Tefsiri, Araf Suresi) Cenab-ı Hak buyuruyor:

Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık!
Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi.

(Araf, 13)

Mühlet Verilişi

Tamamen yalnız kalan şeytan bu defa intikam peşine düştü. Hedef insandı. Çünkü insan yüzünden ilahi rahmetten uzaklaştırılmıştı. Amacına ulaşabilmek için de Allah'tan kıyamete kadar mühlet istedi.
Şeytan,
"İnsanların tekrar dirilecek leri güne kadar bana mühlet ver"
(Araf, 14)


diye Allah'a yalvardı. İnsanların tekrar dirileceği günden maksat ise sur'a ikinci üfürülüş zamanıdır. Bu şekilde yalvarmak la, tekrar dirilmede n sonra artık ölümün olmayacağını biliyor ve böylece ölümden kurtulacağını sanıyordu.



Hiçbir yaratığın herhangi bir dilek ve duasını toptan reddetmek, şânından olmayan yüce Allah, huzurunda n kovduğu İblis'in bile ricasını mutlak suretle reddetmiy erek:


Allah da, “Sen süre verilenle rdensin” dedi.
(Araf, 15)


Belirli bir zamandan maksat ise, sur'a birinci üfleniş zamanıdır. Bununla o, zillet ve hakaret dolu bir hayatı ölüme tercih etti. Onun için esas düşüş de bu oldu.   

Şeytan Kimi Azdıramıyor?

Resullull ah (s.a.) Efendimiz, yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplar kısmen bittikten sonra, şöyle buyurdu:
- Ümmetime saadet ihsan eden; seni taa, belli bir vakte kadar şeki kılan Allah'a hamd olsun.
Resullull ah (s.a.) Efendimiz' in o cümlesini duyan lain iblis şöyle dedi :
- Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın?.. Ben, onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi göremez ve bilemezle r. Beni yaradan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki: Onların tümünü azdırırım. Cahilleri ni ve alimlerin i... Ümmilerini ve okumuşlarını... Facirleri ni ve abidlerin i .. Hasılı, bunların hiçbiri elimden kurtulama z. Fakat, Allah'ın halis kullarını... Evet, bunları azdıramam.

Bunun üzerine Resullull ah (s.a.) Efendimiz sordu :
-Sana göre ihlas sahibi olan muhlis kullar kimlerdir ?
-Bilmez misin? ya Muhammed, bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever ... O Allah için bir ihlasa sahip değildir. Bir kimseyi görürsem ki; dirhemini dinarını sevmez; övülmekten, medhedilm ekten hoşlanmaz.. bilirim ki o : ihlâs sahibidir ... Hemen onu bırakır kaçarım.


Bir kul malı ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddet, o size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir. Bilmez misin ki: mal sevgisi, büyük günahların en büyüğüdür. Bilmez misin ki ya Muhammed, baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyükleri arasındadır.

Ya Muhammed, bilmez misin? Benim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır. Onların bir kısmını ulemaya gönderdim. Bir kısmını gençlere yolladım. Bir kısmını da, meşayihe saldım. Bir kısmını da ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlere gelince, aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Çocuklara gelince.. . onlarla da, bizimkile r istedikle ri gibi birlikte oynarlar. Bizimkile rin bir kısmını da abidlerin başına dert ettim. Bir kısmını da zahidleri n. Onlar bunların yanına girer; halden hale sokarlar. Bir tepeden öbürüne ... hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki; başlarlar, sebeplerd en herhangi birine sövmeye... İşte... böylece, onlardan ihlası alırım. Onlar bu halleri ile yaptıkları ibadeti, ihlassız yaparlar gayrı .. Ama , bu hallerin farkında olmazlar. Bilmez misin; ya Muhammed, Rahip Borsisa: tam yetmiş yıl ihlas ile Allah' a ibadet etti. Bu ibadetler i sonucunda ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki ; Her dua ettiği hasta, duası ve bereketi ile şifa oluyordu. Onun peşine takıldım. Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki ; Allah-ü Teala aziz kitabında , ona şöyle anlatır :

"Şeytan hali gibidir ki; o insana: 'Kafir ol .. Dedi. Vaktaki o kafir oldu.: bu defa ona şöyle dedi: Ben senden uzağım... Ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım ." (59/16)

Şeytanın Allah'tan On Talebi

1. Allah'tan diledim ki, beni ademoğullarının malına ve evladına ortak ede. Bu ortaklık talebimi yerine getirdi. Ki bu: "Onlara ortak ol... Mallarına ve çocuklarına. Onlara vaad et. Halbuki şeytan onlara gurur vaad eder..." (17/64) Ayet-i Celilesi ile sabittir.

Her besmelesi z kesilen hayvan etinden yerim, faiz ve haram karışan yemeklerd en yerim. Şeytandan Allah'a sığınılmayan malın da ortağıyım.
Cinsi münasebet anında; Allah'a şeytandan sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim. Ve o her birleşmeden hasıl olan çocuk, bize itaat eder. Sözümüzü dinler.
Her kim hayvana binerken, helal yola gitmeyi değil de, aksini isteyerek binerse, bende onunla beraber binerim. Yol arkadaşı ve binek arkadaşı olurum. Bu da Ayet-İ Kerime ile sabittir. "Onlar üzerine süvarilerinle, piyadeler inle yaygara çıkart." (17/64)
2. Allah-ü Teala'dan diledim ki : Bana bir ev vere .. Bu dilediğim üzerine hamamları bana ev olarak verdi.
3 .Diledim ki bana bir mescid vere. Pazar yerlerini bana mescid yaptı.
4. Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı olarak verdi.
5. İstedim ki; bir ezan vere , Mezmurları verdi.
6. Diledim ki; bana bir yatak arkadaşı vere.. Sarhoşları verdi.
7. Diledim ki; bana yardımcılar vere... Bunun içinde kaderiye mensuplarını verdi.
8. İstedim ki; bana kardeşler vere... Mallarını boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet yoluna para harcayanl arı. Bunlarda şu Ayet-i Kerime ile sabittir :

"O kimseler ki ; mallarını boş yere harcarlar ... Onlar şeytanın kardeşleri olmuşlardır." (17/27)
Bir ara Resullull ah (s.a.) Efendimiz şöyle buyurdu :
- Eğer söylediklerini, Allah'ın kitabındaki ayetlerle ispat etmeseydi n. Seni tastik etmezdim.
Bundan sonra İblis devam etti :
-Ya Muhammed, Allah'tan diledim ki; ademoğullarını ben göreyim; ama onlar beni göremeyeler. Bu dileğimi de yerine getirdi. Diledim ki; ademoğullarının kan mecralarını bana yol yapa; Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp giderim. Gezerim. Hem nasıl istersem. Bütün bu istekleri mi verdi . " Hepsi sana verildi, buyurdu. " Ve ben bu halleriml e iftihar ederim. Sonra şunu da ekleyeyim ki ; benimle beraber olanlar , seninle beraber olanlarda n daha çoktur. İşte... Böylece kıyamete kadar, ademoğullarının ekserisi benimle beraber olurlar.


Bundan sonrasını İblis şöyle anlattı :

Benim bir oğlum vardır. Adı: ATEME'dir. Bir kul, yatsı namazını kılmadan uyursa gider; onun kulağına bevleder. Eğer böyle olmasaydı; imkan yok, insanlar namazlarını eda etmeden uyuyamazl ardı.
Benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da MÜTEKAZİ 'dir. Bunun vazifesi de ; yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır. Mesela bir kul , gizli bir taat işlerse .. ve bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa MÜTEKAZİ onu dürter. En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya muvaffak olur. Böylece ; Allah-ü Teala onun yüz sevabından doksan dokuzunu imha eder. Çünkü bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir.
Sonra .. Benim bir oğlum daha vardır . Onun adı da KÜHAYL dir. Bunun işi de, insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa, ulema meclisind e ve hatip hutbe okurken. Bu sürme onların gözüne çekildi mi , uyuklamay a başlarlar. Ulemanın sözlerini işitmezler. Böylece hiç sevap alamazlar .
Bundan sonra İblis şöyle anlattı :
-Hangi kadın olursa olsun .. Onun kalktığı yere şeytan oturur. Sonra kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur. Ve onu, bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir. Mesela: Elini kolunu dışarı çıkar ; göster. Der .. o da bu emri tutar. Elini, kolunu açar, gösterir. Bundan sonra, o kadının haya perdesini tırnakları ile yırtar.

İblis bundan sonra ; Resullull ah (s.a.) Efendimiz' e kendi durumunu anlatmaya başladı :


-Ya Muhammed bir insanı delalete sürüklemek için elimde bir imkan yoktur. Ben ancak vesvese veririm. Ve bir şeyi güzel gösteririm. O kadar. Eğer delalete sürüklemek elimde olsaydı, yeryüzünde; "Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın resülüdür." diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kılanı hiç bırakmazdım. Hepsini delalete düşürürdüm. Nasıl ki senin elinde de, hidayet nevinden bir şey yoktur. Sen ancak Allah'ın Resulusun . Ve tebliğe memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı, yeryüzünde tek kafir bırakmazdın. Sen Allah'ın halkı üzerinde bir hüccetsin. Bende , kendisi için ezelde şekavey yazılan kimselere sebebim. Said olan kimse, taa, ana karnında iken saiddir. Şaki olan da yine ana karnında iken şakidir. Saadet ehli kılan da Allah, Şekavet ehli kılan da Allah .

Bundan sonra Resullull ah (s.a.) Efendimiz şu iki Ayet-i Kerimeyi okudu.
"Bunlar, taa sonuna kadar böyle değişik şekilde devam edecek... Ancak Rabbın esirgedik leri hariç.." (11/118-119)
"Allah'ın emri behemehal yerini bulan bir kaderdir." (33/38)

Bundan sonra Resullull ah (s.a.) Efendimiz, İblise şöyle buyurdu :
-Ya Ebamürre, acaba senin bir tevbe etmen ve Allah' a dönmen mümkün değil mi ? Cennete girmene kefil olurum.
Bunun üzerine İblis şöyle dedi :
-Ya Resullull ah, iş verilen hükme göre oldu. Karar yazan kalemde kurudu. Kıyamete kadar olacak işler olacaktır. Seni peygamber lerin efendisi kılan, cennetin ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında bir gözde yapan, beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah'tır. Ve O: bütün eksik sıfatlardan münezzehtir.

Ve İblis cümlelerini şöyle tamamladı :
-İşte bu söylediklerim sana son sözümdür. Ve bütün söylediklerimi de doğru dedim.

Evvel, ahir, zahir batın, alemlerin Rabbı olan Allah' a hamd olsun.


Efendimiz Muhammet Nebiye Allah salat eylesin. Keza onun ailene de ashabına da ...Amin


--------------------------------------------------------------------------------
KAYNAKLAR
1) Elmalı Tefsir
2) Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali
3) Şeytan, Ahmet Güç, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Şamil İslam Ansiklope disi
4) Gençlere Öğütlerim, Mehmed Emre

Şeytanın Hileleri

Muhyiddin-i Arabi Hazretler inin SECERET' ÜL KEVN eserinden özetlenerek alınmıştır.
Muaz b, Cebel rivayet ediyor :
- Bir gün Resullull ah (s.a) ile beraberdi k. Ansardan birinin evinde toplanmıştık.. Tam bir cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık.
Bu arada, dışarıdan bir ses geldi :
- Ev sahibi... .. içerdekiler... Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var.
Resullull ah (s.a) Efendimiz,
-Bu seslenen kimdir bilir misiniz?
-En iyi bilen ALLAH ve Resuludur .
- O, lain iblistir. 'Şeytandır' Allah'ın laneti onun üzerine olsun.
Hz. Ömer :
-Ya Resullull ah, bana izin veriniz onu öldüreyim.
- Dur ya Ömer, biliyomus un ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir... Öldürmeyi bırak. Kapıyı ona açın gelsin... O buraya gelmek için emir almıştır. Diyecekle rini anlamaya çalışınız. Size anlatacak larını iyi dinleyini z.


Kapı açıldı...
Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyord u.
Sonra, şöyle bir selam verdi ;
-Selam ya Muhammed; selam size ey cemaat-i müslimin.
-Selam Allah'ındır ya lain. Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?
-Benim buraya gelişim kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.
-Nedir o mecburiye tin ?
-İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki;
"Allah-ü Taâlâ sana emir veriyor: Muhammed'e gideceksi n. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksi n ve ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacak sın. Onları nasıl aldattığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra o sana ne sorarsa doğrusunu diyeceksi n."
Sonra ... Allah-ü Taâlâ buyurdu ki :
"Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu sölemezsen... seni kül ederim; rüzgara savurur.. . Düşmanlarının önünde, seni rüsvay ederim."
İşte ... böyle; ya Muhammed, o emir üzerine sana geldim. Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem;düşmanlarım benimle eğlenecek. Şu muhakkak ki , düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.

İSLAMİ DÖKÜMAN  2. BÖLÜM SONU
LÜTFEN 3. BÖLÜMÜ OKUYUNUZ
« Son Düzenleme: Ekim 01, 2010, 06:27:24 ÖS Gönderen: administratör » Logged
« Yanıtla #2 : Ekim 01, 2010, 05:32:19 ÖS »
admin
Ziyaretçi
İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR - 3.BÖLÜM - EVLİLİK AKDİ - LÜTFEN TIKLAYINIZ

İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR - 3.BÖLÜM - EVLİLİK AKDİ
LÜTFEN KONU İÇİN ALTTAKİ LİNKLERİ TIKLAYINI Z

http://www.dinisohbet.us/islami+evlilik.html

İslam'da evlilik nasıl gerçekleşir?

NİKAH

İslam Dini, her sahada olduğu gibi evlilik konusunda da ince eleyip sık dokumakta dır. Çünkü aile, İslam toplumunu n can damarı, sarsılmaz temeli ve köşe taşı konumunda dır. Aile yapısı ne kadar sağlam olursa, toplum o denli sağlam ve sağlıklı olur. Ailenin temel taşları, dikili direkleri ise anne ve babadır.

Sağlam ve sağlıklı, huzurlu ve mutlu, kalıcı ve sürekli, tutarlı ve dengeli bir toplum hedefleye n İslam, bu toplumu oluşturan ailelerin kuruluşunda izlenecek yolu, çok açık bir biçimde ortaya koymuştur.

Ailenin oluşumunda en önemli öğe, eş seçimidir. Kadın olsun erkek olsun eş seçimi, mü'minlerin en çok dikkat etmeleri gereken hususların başında gelmekted ir. Eş konusunun çok titiz bir şekilde çözümlenmesinden sonra Müslüman için hayat daha anlamlı, daha kolay ve daha rahat olacaktır. Herşeyden önce yüce Allah'ı razı etme konusunda, bu durum çok açık bir şekilde kendisini gösterecektir.

Alemlerin Rabb'i olan yüce Allah'ı razı etme konusunda Müslüman eşler, birbirler ine yardımcı olacak, birbirler inin eksiklikl erini giderecek, birbirler ini teşvik edecek ve ideal Müslüman bir aile örneğini ortaya koyacakla rdır. Böyle bir aile ortamında filizleni p yeşerecek çocuklar da toplumda örnek insanlar olacaklar dır. Böyle insanlard an teşekkül edecek bir toplum ise, diğer toplumlar içinde örnek bir toplum olarak varlığını idame ettirecek tir.

Kur'an'ı Kerim, sağlam prensiple r ve temeller üzerine bina edilecek bir evliliğin, hayırlara vesile olacağını bildirmiş, bunun için aynı davaya inanan insanların bir araya gelmeleri ni istemiştir.

"Müşrik kadınlarla, onlara inanıncaya kadar, evlenmeyi n. (Müşrik kadın) hoşunuza gitse dahi, mü'min bir câriye, müşrik (hür) bir kadından iyidir. Müşrik erkekler de inanıncaya kadar, onları(mü'min kadınlarla) evlendirm eyin. (Müşrik erkek) hoşunuıa gitse dahi, mü'min bir köle, müşrik bir adamdan iyidir. (Zira) onlar ateşe çağırıyorlar. Allah ise izniyle cennete ve mağfrete çağrıyor. İnsanlara ayetlerin i (böyle) açıklıyor ki öğüt alsınlar" (2 BAKARA, 221)

İslam, evliliğin uzun ömürlü olması için iyi bir eş seçiminin yapılmasını esas alır. Yuvanın huzur, uyum, mutluluk ve karşılıklı güvene dayanan prensiple r üzerine bina edilmesi için, bu yuvada din unsurunun ön planda olması gerekir. Çünkü din unsuru, insan yaşlandıkça artar, güzelleşir, gelişir ve bağları kuvvetlen dirir. Oysa zenginlik, güzellik, soy-sop gibi unsurlar, hem geçici hem de insanın kibrini artırdığı için, huzursuzl uğun temel nedeni sayılmaktadır.

İşte bu nedenle; Hz. Peygamber(a.s): "Kadın, dört şeyi için nikah edilir; malı, soyu, güzelliği ve dini; sen dindar olanını seç ki, evin bereket bulsun" buyurmuştur. (Kütüb-i Sitte ve İmamı Ahmed'in Müsned'i ile İslam Fıkıh Ansiklope disi)

Diğer bir hadisi şerifte de Rasululla h(a.s), malın ve güzelliğin getirdiği problemle re dikkat çekerek evlilikte dindarlık dışındaki bir tercihi açıkça yasaklamıştır.

"Kadınları güzellikleri için nikahlama yınız, olur ki güzellikleri ahlakça düşmelerine sebep olur. Onları malları içinde nikahlama yın, zira malları azgınlıklarına yol açabilir. Kadınları dindarlıktan dolayı nikahlayın. Şüphesiz dindar olan yırtık elbiseli bir cariye (böyle olmayanla rdan) daha üstündür." (İslam Fıkıhı Ansiklope disi 9.C SH. 14)

Kur'an ve Sünnet'in ortaya koyduğu esaslarda n anlaşılacağı gibi, sağlıklı bir İslam toplumurıun oluşabilmesi için, mü'min erkek ve kadınların birbiriyl e evlenmele ri esastır. Ancak böyle bir evlilik sonunda, İslami esaslar insanlara daha iyi bir şekilde ulaştırılabilir.

Erkek veya kadından birinin, mücadeleci ve davetçi bir Müslüman, diğerinin ise bunun zıddı olması, o mücadeleci Müslüman için en büyük zulüm, İslami esaslara vurulmuş çok büyük bir darbe ve İslami hareketi daha başında iken akamete uğratmaktır. Müslümanlar, evlilik konusunda çok hassas olmalıdırlar. Her ne olursa olsun, yeter ki evlilik olayı vukubulsu n amacıyla evliliğin yapılmasını, İslam hoş görmemektedir. Her konuda olduğu gibi evlilik de, Müslümanların Allah'a yaklaşmasını temin eden bir vasıta olmalıdır. Aksi halde Müslüman, kendi tekerinin önüne kendisi taş koyacak ve kendi kendisini Allah yolundan alıkoyacaktır. Güzellik veya yakışıklılık, mal, servet için yapılan bir evlilik, İslami hareketin önüne konulmuş en büyük engeldir. Çünkü, evlilik olayı başka bir şeye benzemiyo r ki, beğenmediğin zaman bozup yeniden iyisini yapasın. Mesela eş alımı, bir ayakkabı, bir elbise, bir araba alımı gibi değildir ki bozuk arızalı çıktı diye gidip yenisiyle değiştirilsin. Hiç kimse eşi geçimsiz, kendisini beğenmişin biridir diye, ailesine gidip 'kusura bakmayın bu iyi çıkmadı, bana varsa daha iyi birini verin diye talepte bulunamay acağı için, işi baştan sağlam tutmak en iyisidir.İşte bunun için İslam, işi baştan sağlam tutarak, mü'minlerin birbirler iyle evlenmele ri emretmiştir.

Müminler, içinde yaşadıkları toplumun değer yargılarını değil, İslami değer yargılarını esas almalıdırlar. Allah ve Rasulü'nün ortaya koyduğu değer yargıları, toplumun değer yargılarındarı daha üstündür. Bir evlilik olayında, toplumun değer ölçülerine göre değil, Allah ve Rasulünün ortaya koyduğu değer ölçülerine göre hareket esas olmalıdır. Çünkü Allah ve Rasulû’nün ortaya koyduğu ölçüleri, nefsani istekler için terketmek, apaçık bir sapıklıktır. Sapıkların ise Müslüman olmaları şöyle dursun, Allah ve Râsulü'ne savaş açan kafirler olduğu gerçeğini, Kur'an bize bildirmek tedir.

"Allah ve Rasülü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü'min bir erkek ve kadına, o işi -kendi istekleri ne göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (33 AHZAB, 36)

Bu yüce uyarının nuzül sebebi, siyak ve sibakı incelendiği zaman, Allah ve Rasulü'ne iman edip teslim olan mü'minlerin, evlenme ve boşanma konusunda da Allah ve Rasulü'ne tabi olmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Bu uyarıdan hemen sonra gelen ayette, Hz. Zeyd bin Harise ile Hz. Zeyneb binti Cahş'ın evliliğindeki olumsuz durumlar ortaya konulmakt a, uymaları gereken kurallar bildirilm ektedir.

Allah ve Rasulü'nün hükümleri, her konuda olduğu gibi, evlilik konusunda da bugünkü Müslümanları bağlamaktadır. Heva ve hevesleri ne uymuyor diye, Allah ve Rasulû nün hükümlerini gözardı edenlerin, Müslüman olmaları mümkün değildir.

Şimdi Kur'an ve Sünnet, evlenecek eşlerde dindarlık hususunu ararken, Müslüman olduklarını söyleyenler yakışıklılık, güzellik, zenginlik, soy-sop gibi özelliklere aldanarak eş seçmeye kalkışmaktadırlar. Hele bu özelliklere sahip olanların tevhidi görüşte olup olmadıklarını araştırmayanlar, kendi ateşlerini ellerine alarak cehennemi n yolunu tutmuşlardır.

İslam, bir yaşam biçimidir; evlenmekt en boşanmaya, yemeden içmeye, yürümekten oturmaya, ibadetten çalışmaya, ticarette n siyasete, barıştan savaşa kadar tüm hareketle rini, İslami esaslar doğrultusunda düzenleyenler, gerçekten Müslüman olanlardır. İslami esasların bir bölümünü alıp bir bölümünü bırakanların ise, müşrik olduklarını Kuran'ı Kerim bildirmek tedir.

Nikahta Denklik

Düşünce ve pratikler i bir olmayan, İslami esasları, hevalarına uymuyor diye bırakan müşriklerle, Allah ve Rasulü'nün hükümlerini her şeyin önünde tutan mü'minlerin evlenmele ri kesinlikl e haramdır.

"Zina eden erkek, zina eden veya müşrik kadından başkasıyla evlenmez; zina eden kadın da zina eden veya müşrik bir erkekten başkasıyla evlenmez: Böyleleriyle evlenmek mü'minlere haram kılmıştır. " (24 Nur 3)

Bu ayetten de açıkça anlaşıldığı üzere mü'minler, müşrik ve zina edenlerle kesinlikl e evlenmezl er. Ancak müşrik bir kimse, müşrik ve zina eden biri ile evlenebil ir. İlgili ayet, evlenmede denkliği ortaya koymaktadır. Aynı şekilde bu ayet, denkliğin hangi konuda olacağını da bildirmiştir. Buradaki denklik inanç ve ahlaki denklikti r. İman ettiğini söyleyen birinin bu uyarıya kulak vermesi gerekmekt edir.

Evlenmede denkliğin yaş, mal, servet, hürlük ve kölelik ile hiçbir ilgisi bulunmama ktadır. Her konuda mü'minler için en güzel örnek olan Rasululla h(as), evlilik ve eş seçimi konusunda da bu en güzel örnekliğini ortaya koyarak mü'minlere yol göstermiştir.

Hz. Hatice, Rasululla h'tan onbeş yaş büyük iken, Hz. Aişe ondan kırk yaş daha küçüktür. Hz. Hafsa, Hz. Ömer'in kızı ve hür bir kişi iken, Hz. Safiye daha önce Yahudi olup, sonradan Müslüman olan Huyey in kızıdır. Hepsi de Rasululla h(a.s) ile evlenmişlerdir.

Aynı şekilde Hz. Bilal bin Rebah, Hz: Abdurrahm an bin Avf 'ın kız kardeşiyle evlenerek bu konuda mü'minlere örnek olmuşlardır. Demek ki İslamda denklik (kefaret) yaş, mal, hürlük, kölelik ve güzellik ile ilgili değil, inanç ve iman ile ilgilidir . Aynı İslami mesajı taşıyanların yaş, güzellik, yakışıklılık, zenginlik gibi unsurlara; bekar. evli, birkaç eşli gibi durumlarına bakmaksızın, yalnızca yüce Allah'ın dinini yaymak ve gerçekleri insanlara ulaştırmak için, müşrik toplumun değer yargılarına önem vermeden birbirler iyle evlenmele ri, bu kişilerin (kadın olsun, erkek olsun) dini samimiyet ini gösterir.

Bugün, İslami bazı kavramları ağızlarında eveleyip geveleyen ve kendileri ni mücahid veya mücahide görerek, tevhidi düşünceden şeriatten, muvahhidl ikten, şehidlikten ve şehadetten söz edenlerin evlilik konusunda, cahili ve müşrik değerler doğrultusunda hareket etmeleri, bu konudaki yaşantılarını ve düşüncelerini Kuran'ın öngördüğü yaşam biçimine göre değiştirmemeleri, bunların gerçekten Müslüman olup olmadıkları konusunda kuşkular uyandırmaktadır.

İslam bir yaşam biçimi olduğuna göre, Müslüman olduğunu iddia eden bir kişi, tüm düşünce ve hareketle rini İslami değer ölçülerine göre düzenlemelidir. Çünkü Ahzab, 36. ayetinde geçtiği üzere. Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdiği zaman, mü'min olduğunu söyleyen erkek ve kadına, o işi kendi istekleri ne göre çözme ve seçme hakları bulunmadığını, istekleri ne göre hareket edenlerin, Allah'a ve Rasülü'ne karşı geldikler ini ve bunların apaçık bir sapıklığa düştüklerini biliyoruz . Bu sapıklığın nedeni, kişinin işine gelen konuyu hevasına göre çözmek istemesid ir ki, bunların durumu dünya hayatında rezil olmak, ahirette de en büyük azaba uğramaktır.

...Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsun uz? Sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir? Kıyamet gününde (onlar) azabın en şiddetlisine itilirler . Allah yaptıklarını bilmez değildir." (2 BAKARA, 85)

Azabın en şiddetlisine itiliş nedeni, hoşuna giden ayetlerin alınıp gitmeyenl erin bırakılmasıdır. Hoşlarına gitmiyor diye bir kısım ayetleri bırakanların yaptıkları iyi ameller de boşa gidecekti r. Namazını kılan, orucunu tutan, Allah'a ve Rasulü'ne inandığını söyleyen; İslam dan, cihattan, İslami davetten söz eden bir kişinin, belli bir konuda, örneğin evlilik konusunda, Âllah ve Rasulü'nün emrine muhalefet ederek, hevasının istek ve arzuları doğrultusunda hareket etmesi onun diğer amellerin i de boşa çıkarır.

"Böyledir, çünkü onlar, Allah'ın indirdiğinden hoşlanmamışlar, Allah da onların amellerin i heder etmiştir."(47 MUHAMMED, 9)

Bunun nedeni, nefisleri ni tatmin etmek için dünyevi istek ve arzularını, Allah ve Rasulü'nün istekleri nin önüne alıp dünya hayatını ve süsünü tercih etmelerin dendir. Bunlar, dünyevi istekleri ne kavuşurlar, ancak ahirette onlar için ancak ateş vardır.

"Kimler dünya, hayatını ve süsünü isterse onlara oradaki amellerin(in karşılığın)ı tam veririz ve onlar orada (dünyada) hiçbir eksikliğe uğratılmazlar.

Ama onlar öyle kimselerd ir ki ahirette onlar icin yalnız ateş vardır ve yaptıklarının hepsi orada boşa çıkmıştır. Amelleri hep batıl olmuştur!" (11 HUD, 15-16)

İslami Olmayan Evlilikle r Hüsrandır

Dünyalık elde etmek düşüncesiyle evlenenle r, istekleri ni elde ediyorlar; ancak istekleri ne kavuştuktan sonra, dünyevi ihtiras ve tatminler i bitmediği için, rezil olmaktan da kurtulamıyorlar. Bakara, 85. ayeti kerimesi Allah'ın ayetlerin in bir kısmını alıp bir kısmını bırakanların dünyada rezil olduklarını bildiriyo rdu. Bu ayeti celilenin açık delilleri ni günümüzde çokça görmekteyiz. tağuti mahkemele rine müracaat edip boşanmak isteyenle r, aynı dine, aynı inanca sahip, tevhidi düşünen Müslümanlar değillerdir. Mahkeme salonlarında rezil olanlar; daha önce güzellik, yakışıklılık, zenginlik gibi unsurlar için, binbir umutla evlenenle rdir. Belli bir müddet birbirler inden yararlandıktan sonra, bu unsurların verdiği kibir, gurur ve kendini beğenmişlik sonucunda istenmeye n durumlar ortaya çıkınca, mahkeme koridorla rında soluk almaktadırlar. Bunlardan kimileri güzelliğini ve yakışıklığını kullanara k zinaya, kimileri de mallarıyla kudurmaya başlayınca ya da malları tükenince mahkeme koridorla rını doldurmay a başlamışlardır.

Evlilikte n maksat nefisleri tatmin etmek olunca, sonuç işte böyle oluyor. Halbuki evlenmekt en maksat, yüce Allah'ı razı etmek olmalıdır. Ancak bu tür evlilikle r sürekli, kalıcı, mutlu ve huzurlu olur.

Kadın ve erkek bir elmanın iki parçası gibidirie r, birbirler ini bütünlerler. Birbirler inin can yoldaşı, hayat arkadaşı, sırdaşı, evlerinin direği, çocuklarının velisi, koruyucus u ve terbiyeci si olan eşler, biribirle rine yardımcı oldukları sürece Rab`lerini razı edebilirl er.

Müslüman olduğunu iddia eden, Kur'an ve Sünnet'e teslim olan, tevhidi düşünen herkes, dindarlık unsurunu öne alarak evlilikle r gerçekleştirmelidir. Böyle evlilikle ri gerçekleştirenleri desteklem ek, inandığını söyleyen kimseler üzerine bir borçtur. Çünkü bunlar, aslında bu evliliği değil, bu evlilik sayesinde oluşacak Müslüman bir aileyi, Müslüman bir toplumu ve Müslüman bir devleti , desteklem ektedirle r. Yüce Allah(cc) güzel bir işe destek olanlara, o işten kendileri ne de bir pay olduğunu, Nisa, 85. ayetinde bildirmek tedir. Bu desteklem eler şu şekilde olmaktadır.

1-Tevhidi düşünen Müslümanları tesbit etmek.

2- Bunların tanışmalarını sağlamak.

3- Evlenmele rine yardımcı olmak.

4- Nikahı kolaylaştırmak. (Özellikle eşya konusunda)

5- Gerekirse maddi yardımda bulunmak.

6- İslami çalışmalarına destek olmak.

7- Eşler arasında çıkabilecek anlaşmazlıklarda, Kur'an ve Sünnet'e müracaat etmelerin i sağlamak.

İslami evlilikle rde, üzücü noktaların ortaya çıkmamasına dikkat etmek, her mû'minin en önemli görevleri arasındadır. Bu görev ihmal edilmemel i, savsaklan mamalıdır.

Çeyiz konusunda Müslümanlar hesabını veremeyec ekleri eşyaları almamalı, israf ve gösterişten kaçınmalıdırlar. Zütevazi olmak, her mü'minin-Kur'ani bir özelliğidir. Müminlerin üstünlüğünün eşyada değil, takvada olduğu çok iyi bilinmeli dir. Eşyada (maddede) üstünlük aramak, kapitalis tlerin, münafıkların, fasıkların, materyali st demokratl arın vasfıdır. Mü'minler böyle bir vasıftan beridirle r. Kur'an doğrultusunda hareket etmek mü'minlerin şiarıdır.

've kendileri ne Rab'lerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman onlara karşı sağır ve kör davranmaz lar. Ve 'Rabb'imiz, bize gözler sevinci eşler ve çocuklar lutfeyle ve bizi muttakile re önder yap' derler." (25 FURKAN, 73-74)

İslami Bir Evlilikte Aranan Şartlar

a- Evlenilec ek Kişinin Mü'min Olması

İslamda her şey belli kurallara bağlanmış, hiç bir şey kuralsız, başıboş bırakılmamıştır. Evlilik de, bu kurallı konularda n birisidir . Evlilikte ki kuralları da, her şeyin ölçüsünü koyan yüce Allah belirlemiştir. Yüce Allah(cc), evliliğin nasıl, kimlerle, ne şekilde yapılacağı ile ilgili konuları çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu konudaki hükümler. diğer hükümler gibi iman edenleri kesinlikl e bağlar.

Mü'min kadın ve erkekleri n birbirler iyle evlenmele ri gerektiği konusunda ki ayetlerde n ikisini (2/221, 24/3) yukarıda vermiştik. Burada iman edenlerle evlenilme si gerektiği ile ilgili bir kaç ayet daha vererek konuyu netleştirelim.

"Ey iman edenler, mü'min kadınlâr göç ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onların iman etmiş olduklarını anlarsanız onları kafirlere geri döndürmeyin. Ne bu(kadı)nlar onlara helaldir; ne de onlar bunlara helal olurlar.. ."(60 MÜMTEHİNE, 10)

Gerek bu ayette, gerekse Bakara, 221. ve Nur, 3. ayetlerin de belirtild iği gibi, mü'minler ancak mü'minlerle evlenebil irler. Çünkü, "Allah'ın hükmü budur"(60/10). Aksine hareket, yüce Allah'ın hükmüne karşı çıkmaktır ve kafirleri n ateşe davetleri ne(2/221) icabet etmektedi r ki bu, insan için ancak hüsrandır.

Mü'min dul kadınlarla evlenme isteğinin olması halinde, onların, iddet müddetinin tamamlama larını beklemek gerekir. "İçinizden ölenlerin, geriye bıraktıkları eşleri, dört ay on gün kendileri ni gözetlerler. Süreleri bitince artık kendileri için uygun olanı yapmalarında size bir günah yoktur. Allah yaptıklarınızı haber alır.

Böyle kadınlarla evlenme isteğinizi üstü kapalı bir biçimde bildirmen iz yahut içinizde tutmanızdan dolayı size bir günah yoktur. Allah sizin onları anacağınızı bilmekted ir. Sakın, iyi söz dışında, onlarla bir gizli (buluşma)ya sözleşmeyin ve farz olan bekleme suresi dolmadan nikah bağını bağlamaya kalkmayın ve bilin ki; Allah içinizden geçeni bilir. O'ndan sakının ve bilin ki, Allah bağışlayandır, halimdir." (2 BAKARA, 234-235)

Gerek bekar gerekse dul kadınlarla olsun evlenmede dikkat edilmesi gereken husus, bu kadınların mümin olmalarıdır. Ne kadar güzel ya da zengin olurlarsa olsunlar müşrik, münafık, fasık, kafir ve mürted hiç bir erkek ya da kadınla evlenilme z.

b- Nikahı Haram Olan (Evlenilme yecek) Kimseler

Bugün dış kıyafetleri ve şekilleri Müslümanlara benzeyen, ancak hareket ve düşünce planında müşrik, fasık, münafık, kafir ve mürted olan birçok kadın ve erkek vardır. Bunlarla konuşulduğunda sözleriyle Müslüman olduklarını, tağutu reddettik lerini, küfre karşı olduklarını, Kur'an ve Sünnet'e tabi olduklarını iddia ederler. Ancak bunların ya partici, ya vakıfçı, ya gelenekçi, ya da tarikatçı oldukları bilinmekt edir. Bunlar, dinin bir bölümünü alıp bir bölümünü bıraktıkları, İslami davet metodunu çarpıttıkları, gelenekse l kültürü İslami esaslara taşıdıkları için, düşünce ve hareketle rindeki dereceler e göre müşrik, münafık, fasık, kafir ve mürteddirler.

İşte vasıfları sayılan bu kimselerl e, toplumsal misyonları ya da konumları ne olursa olsun hiç bir şekilde evlenilme z. Aynı şekilde zina edenlerle de nikah bâğı oluşturulmaz.

"Zina eden erkek, zina eden veya müşrik kadından başkasıyla evlenemez; zina eden kadın da zina eden veya müşrik erkekten başkasıyla evlenemez . Böyleleriyle evlenmek mü'minlere haram kılınmıştır." (24 NUR, 3)

"Pis kadınlar, pis erkeklere; pis erkekler, pis kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere; temiz erkekler temiz kadınlara mahsustur:' (24 NUR, 26)

Ayetlerde n anlaşıldığı üzere pis olanlar (zina eden ve şirk koşanlar) ancak birbirler iyle evlenebil ecekler, bunlar temiz olan müminlerle evlenmeye ceklerdir .

Athül Kadir, Fetevayı Hindiyye, İbn Abidin, Dürril Muhtar, Nehir Fetih gibi fıkıh kitaplarında, putperest (yeseni) olan müşriklerle mü'minlerin kesinlikl e evlenemey eceği yazılmaktadır. Bu kitaplara göre, sapık mezhep sahipleri, zındıklar, batıniler, ibahacılar, dürziler, nusayrile r, teyamine vb. fırkaların mensuplarıyla hiç bir şekilde evlenilme yecektir. Adı geçen kitaplar, şayet bugün yazılmış olsalardı, din adına ortaya çıkmış olan parti, dernek ve vakıf mensuplarını da, mü'minlerin evlenmeye cekleri kimseler grubuna dahil ederlerdi .

Rasululla h(as)'ın Sünnet'inde ve Asr-ı Saadet'te birçok Müslüman, dini hassasiye tlerinden dolayı sevdikler i, ancak müşrik olan kimselerl e evlenmemişler. evlenmekt en vazgeçmişlerdir. Ancak bunların, tevbe edip Müslüman olanları, Kur'an ve Sünnet'e kesinlikl e teslim olmaları halinde, mü'minlerin bunlarla evlenmele ri helal olur.

Küfür, şirk, nifak, fısk ve irtidat sebebiyle, nikahı geçici olarak haram olanlar dışında, bir de nikahı ebediyyen haram olanlar vardır. Bunları Kur'an'ı Kerim şöyle sıralanıyor.

"Geçmişte olanlar hariç, (bundan böyle) babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyi n: Muhakkak ki bu, ahlaksızlık, iğrenç bir yol ve (Allah'ın) hışmı(na uğrama)dır.

Size (şunlarla evlenmeni z) haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleri niz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren (süt) annelerin iz, süt bacılarınız, karılarınızın anaları, birleştiğiniz kadınlardan olup evleriniz de bulunan üvey kızlarınız -eğer onlarla birleşmemişseniz (kızlarını alamaktan ötürü) üzerinize bir günah yoktur- kendi sülbünüzden gelen oğullarınızın karıları ve iki kız kardeşi bir arada almanız. Ancak geçmişte olanlar hariç. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok esirgeyen dir.

Cariyeler hariç evli kadınlar(la evlenmeni z) de haramdır. (bunlar) Allah'ın üzerinize yazdığı (haramlar)dır."(4 NİSA, 22-24)

Bu sayılanlar dışında nikahı haram olanlarda n biri de, kişinin üç talakla boşamış olduğu karısıdır. Böyle kadınlar, başka biriyle evlenip ondan da meşru yollarla boşanmadıkları sürece ilk kocalarına helal olmazlar.

"Boşanma iki defadır. (Bundan sonra kadını) ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle bırakmaktır..." (2 BAKARA, 229) "Erkek yine boşarsa, artık bundan sonra kadın, başka bir kocaya varmadan kendisine (eski kocasına) helal olmaz. O (yeni kocası) da onu (kadını) boşarsa, Allah'ın sınırları içinde duracakla rına inandıkları takdirde (eski karı-kocanın) tekrar birbirler ine dönmelerinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. (Allah) bunları, bilen bir toplum için açıklıyor."(2 BAKARA, 234)

Kur'an'da nikahı haram olan bu kimseler dışında kalanların nikahlanm ası ancak onların mü'min olmalarına bağlıdır. Bunlar da amca, dayı, teyze ve hala kızları ile harpte elde edilmiş olan cariyeler dir.

c- Evlenmede Mehir

Evlenilec ek her kadına mehir vermek esastır. Hiçbir kadın, mehirsiz olarak evlenemez . Bu, yüce Allah'tan kadına verilmiş olan bir haktır. Kadınlar, mehir isteme ve istedikle ri kadar mehir alma hakkına sahiptirl er. Evlenecek erkek, bunun bilincind e olarak kadınla evlenir. Mehir istediğinden dolayı hiçbir kadın kınanamaz. Mehir dolayısıyla kadını kınamak, yüce Allah'ın emrine ve hükmüne karşı tavır almak ve bu hükümden hoşlanmamaktır.

Hiçbir kadın mehirsiz olarak kendisini erkeğe hibe edemez. Kur'an'da, bir kadının ancak peygamber e kendisini hibe edebileceği; mü'minlere böyle bir hibe yapılamayacağı bildirilm ektedir.

"... Bir de kendisini (mehirsiz olarak) Peygamber e hibe eden ve peygamber in de kendisini almak isediği mü'min kadını, diğer müminlere değil sırf sana mahsus olmak üzere (helal kıldık). Biz, eşleri ve ellerinin altında bulunanla r hakkında, mü'minlere yapmalarını gerekli kıldığımız şeyi bil(dir)dik ki, sana bir zorluk olmasın. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyen dir." (33 AHZAP, 50)

Mehir, kadına verilen sosyal bir güvencedir. Bu nedenle, bunun miktarının tesbiti, birinci derece kadına aittir. Kadın dilediği kadar mehir istemekte serbestti r. Mehrin, kadınlara verilen bir hak olduğunu şu ayetler ortaya koymaktadır.

"Kadınlara mehirleri ni hak olarak verin; eğer kendi istekleri yle o (mehrin) bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yeyin." (4 NİSA, 4)

"Bir mehir kestiğiniz takdirde, henüz dokunmada n onları boşarsanız, kestiğinizin yarısını (verin). Ancak kadınlar vazgeçer yahut nikah bağı elinde bulunan erkek vazgeçerse başka. Sizin affetmeni z takvaya daha yakındır. Aranızda birbirini ze iyilik etmeyi unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptığınızı görür." (2 BAKARA, 237)

"Bir eşin yerine başka bir eş almak istediğiniz takdirde, onlardan birine (evvelki eşinize) kantarlar ca mal vermiş olsanız dahi verdiğinizden hiç bir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız? Nasıl alırsınız ki, birbirini ze geçmiştiniz ve onlar, sizden sağlam teminat almışlardı." (4 NİSA, 20-21)

Mehrin kısıtlanmasını istenmeni n doğru olmadığını, şu örnek göstermektedir. Hz. Ömer(r.anh) bir gün kadınlara, fazla mehir talep etmemeler ini öğütler. Kureyşli bir kadın Hz. Ömer’e hitaben: "Ya Emir-el mü'minin, Allah'u Teala'nın: 'Bir eşin yerine başka bir eş almak istediğiniz takdirde, onlardan birine kantarlar ca mal vermiş olsanız dahi verdiğinizden hiçbir şeyi geri almayın... (4/20) ayetinde buyurduğunu işitmediniz mi?" diyerek Halife'ye itiraz eder. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.anh) sözünü geri aldığını ifade ederek tevbe eder.

Mehir konusunda bir sınırlama olmamasına rağmen, evliliğin kolaylaştırılması için Rasululla h(as)'ın bazı tavsiyele ri de olmuştur. Ancak bu tavsiyele r, hiç bir şekilde bir emir olarak değil, bir tavsiye olarak alınmıştır. Rasululla h(as): "Mehrin en hayırlısı ehven olanıdır." buyurmuştur. Bu hadis, mehrin, evlenmeyi güzelleştirmesi ve zorlaştırmaması için ifade edilmiştir.

Mehir, ziynet eşyalarından olabileceği gibi, hayvan cinsinden, menkul ve gayri menkul mallardan da olabilece ktir.

Mehir, genel olarak nikah akdi sırasında tesbit edilir. Buna Mehr-i Müsemma denir. Mehir nikah akdi sırasında ödenmesine Mehr-i Muaccel; nikah akdi sırasında ödenmeyip daha sonra belli vadelerde ödenen mehre ise, Mehri Mueccel adı verilir. Nikah akdi sırasında belirlenm eyen, ancak daha sonra kadının yakınları tarafından, kadının iyiliği için takdir edilen mehre de Mehr-i Misil adı verilmekt edir.

d- İcab- Kabul

Evlilikte karşılıklı rıza esastır; taraflard an birinin rızası olmadan bir evliliğin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Nikah akdi gerçekleşmeden önce taraflar, ne istedikle rini, nasıl bir evlilik arzu ettikleri ni açık bir şekilde ortaya koyarlar. Bu istek ve beklentil er, her iki taraf açısından kabule şayan ise nikah akdi gerçekleşir.'Nikah akdi, birinci derecede, evlenecek olanlar arasında gerçekleşeceği için rızanın da bunlar tarafından gösterilmesi gerekir. Anne-baba ve yakınların gerçekleştirilecek evlilikte ancak tavsiyele ri olabilir; bunun dışında nikah akdini etkileyic i bir tutum sergileme hakkına sahip değildirler. Yakınların, evlenecek olanlar üzerinde etkileyic i, daha doğrusu engelleyi ci bir durum takınmaları, Kur'an da yasaklanmıştır.

"...Kendi aralarında güzelce anlaştıkları takdirde, kocalarıyla evlenmele rine engel olmayın. Bu, içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Bu, sizin için daha iyi ve dahâ temizdir, Allah bilir, siz bilmezsin iz?"(2 BAKARA, 232)

Bu uyarı, boşanmış kadınların, eski kocalarına dönmeleri hususunda olduğu gibi, yeni evlenecek olanlar için de geçerlidir.

Evlilikte rıza, evliliğin başlangıcında olduğu gibi evliliğin sürdürülmesinde de geçerlidir. Kadın ve erkekten her biri evliliğin, çıkmaza girdiğini gördükleri ya da amacından saptığını anladıkları anda, kendi rızalarıyla nikah akdini feshedebi lirler.

"Ey peygamber, eşlerine söyle: 'Eğer siz, dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsa nız, gelin size mut'a (boşanma bedeli) vereyim ve sizi güzellikle salayım. Eğer siz, Allah'ı ve ahiret yurdunu istiyorsa nız, (biliniz ki) Allah, sizden güzel hareket edenlere büyük bir mükafat hazırlamıştır."(33 AHZAB, 28-29)

e-.Evlilikte Şahitlerin Bulunması

Kur’an’ı Kerim’de, insanlar arasında cereyan eden sosyal ilişkiler, antlaşmalar ve akitler tümüyle şahitlidir. Bu nedenle, evlilik akdinde de şahitlik esastır.

Kur'an mantalite sini yeterince kavramaya n ve her şeyin, moda mod yazılı olmasını uman kimseler, evlilikte şahidin olmadığını iddia ederler. Oysa, yapılan bir akitte, nelerin anlaşma konusu yapıldığı, aktin ne üzere bina edildiği bilinmeli ki, belli bir anlaşmazlık halinde, şahitler bu anlaşmazlığı giderebil sinler. Anlaşmazlık halinde taraflar, genellikl e duygusal hareket ederler ve kendileri ni haklı çıkarmaya çalışırlar. İşte bu durumda, adil şahitlere ihtiyaç hissedili r. Bu şahitlerin ise, şahitlik yapacakla rı konuyu iyi bilmeleri gerekir. Çünkü, aslı bilinmeye n bir konuda şahitlik yapmak mümkün değildir. Kur'an'ı Kerim, eşler arasında vuku bulacak bir anlaşmazlık ihtimalin in olması durumunda, bu anlaşmazlığı giderecek şahitlerin olmasını talep eder.

"Şayet (eşlerin) aralarının açılmasından endişe duyarsanız, erkeğin ailesinde n bir hakem ve kadının ailesinde n bir hakem gönderin. Bunlar uzlaştırmak isterlers e, Allah onların arasını bulur. Çünkü Allah bilen, haber alandır."(4 NİSA, 35)

Burada, her iki taraftan oluşturulan hakem heyeti, birinci derecede eşleri dinler, ancak yukarıda da ifade edildiği üzere, anlaşmazlık durumunda, eşler genellikl e duygusaldırlar ve kendileri ni haklı gösterme çabası içindedirler. İşte bu durumda hakem kurulu, sağlıklı bir sonuca ulaşmak için, şahitlerin ifadesine başvurur. Şahitlerin de mutlaka; evlenme aktinin yapıldığı şartları çok iyi bilmeleri gerekir ki, adil çözümler elde edilebils in.

Nikah sırasında şahidin var olduğunu gösteren başka bir delil de, boşanma sırasında şahidin gerekli olduğu hususudur . "Sürelerinin sonuna vardıklarında onları güzelce tutun,yahut güzellikle onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Şahitliği Allah için yapın. İşte Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimseye öğütlenen budur. Kim Allah'tan korkarsa (Allah) ona bir çıkış yaratır." (65 TALAK, 2)

Ayette geçen "adalet sahibi iki kişi" ifadesi de göstermektedir ki, daha önce nikahın gerçekleştirilmesindeki şartlardan haberi olan iki kiţi, bildikler ini Allah'tan korkarak, adil bir ţekilde ortaya koyacakla rdır. Eşler arasında baş gösteren anlaşmazlık durumunda olsun, boşanma sırasında olsun şahide ihtiyaç duyulması, nikahın akdedilme si sırasında şahidin olduğunu göstermektedir. Çünkü, öncesinde olmayan bir şeyin sonradan istenmesi mümkün değildir.

Evlilik akdinin oluşmasında anne-baba ve yakın kimseleri n haberdar olması esastır. Bunlar, evlilik akdine ister rıza göstersinler, ister göstermesinler farketmez . Anne ve babanın, çocuklarının evlilikle rinden haberdar olmasından sonra, en az iki kişinin daha, gerçekleştirilecek nikah akdine şahitlik yapmaları gerekir ki, nikah akdi yerine getirilmiş olsun.

Anne ve babadan birinin ya da her ikisinin veyahut da ailede sözü geçen çocuklardan birisinin haberdar olmadığı bir evlilik akdi, sakat bir akittir. Ancak, evlenecek olanlar, kendileri irade sahibi iseler, kendileri karar verme ehliyetle ri varsa ve ailelerin den uzun bir zaman ayrı yaşıyorlarsa bu durumda ailelerin in evlilikle rinden haberdar olmasının fazla bir önemi yoktur. Çünkü, anne-babanın zaten çocuklarıyla bir ilgileri kalmamıştır.

Dul kadınlar, kendi başlarına karar verme ehliyetin e haiz olduklarından dolayı, evlilikle rinde anne-baba iznine bağlı değillerdir. Bunun Asr-ı saadette bir çok örnekleri vardır. Ancak usul yönünden aileleri haberdar etmeleri, bir kırgınlığın olmaması açısından gereklidi r. Ekonomik ve sosyal açıdan ailelerin e bağlı olan dul kadınların, genç bir kız gibi, ailelerin i haberdar etmeleri gereklidi r.

Ailelerin den uzak bir yerde eğitimlerini sürdüren gençler, ekonomik açıdan ailelerin e bağlı olduklarından dolayı, evlilikle rinden ailelerin i haberdar etmeleri gerekir. Bunların, ailelerin in haberleri olmadan gerçekleştirecekleri nikah akdi batıldır.

Evlilik akdinin (nikahın) gerçekleşmesinden sonra kadının, erkeğin evine gitmesiyl e evlilik ilişkileri başlar, aile yuvası oluşur.

İSLAMİ DÖKÜMAN 3. BÖLÜM SONU
LÜTFEN 4. BÖLÜMÜ OKUYUNUZ


 
« Son Düzenleme: Ekim 01, 2010, 06:27:53 ÖS Gönderen: administratör » Logged
« Yanıtla #3 : Ekim 01, 2010, 06:32:40 ÖS »
admin
Ziyaretçi
İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR - 4. BÖLÜM LÜTFEN TIKLAYINIZ

İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR - 4. BÖLÜM
LÜTFEN KONU İÇİN ALTTAKİ LİNKLERİ TIKLAYINI Z

http://www.dinisohbet.us/kader+nedir.html
İSLAMDA KADER VE ÖLÜM

1- KADER NEDİR?

Kaderin anlamı Allah'ın geçmişten geleceğe kadar, yaşanmış ve yaşanacak olan tüm olayları tek bir an olarak bilmesidi r. Bu, Allah'ın her varlık ve olay üzerindeki mutlak hakimiyet ini ifade eder. İnsanlar yaşamlarındaki olayları ancak yaşadıkları zaman öğrenebilirler. Ama Allah tüm bunları, insanlar henüz karşılaşmadan önce de bilendir. Allah için geçmiş, şu an ve gelecek zaman birdir. Hepsi de Allah'ın ilmi ve kuşatması altındadır. Çünkü bunların hepsini yaratan O'dur.

"Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık" ayetiyle de bildirild iği gibi dünyadaki her varlığın bir kaderi vardır. (Kamer Suresi, 49) Evinizdek i eşyadan yolda gördüğünüz bir taş parçasına, kuru bir ota ya da meyva veren bir daldan tutun da bakkalda rafta duran kavanoza kadar evrendeki canlı cansız tüm varlıkların Allah katında belirlenm iş bir kaderleri vardır. Ve her eşya ya da her canlı varlık için yaratılan kader, sonsuz akıl sahibi Allah tarafından belirlenm iştir.

İnsanın dolaylı ya da direk olarak muhatap olduğu herşey, gördüğü her olay, duyduğu her ses tümüyle kişinin dünya hayatındaki "blok" halindeki yaşamının bir parçasıdır. Evrende meydana gelen büyük ya da küçük hiçbir olay asla tesadüfi olarak gelişmez. Hiçbir çiçek tesadüfi olarak açmaz, ya da tesadüfi olarak solmaz. Ya da hiçbir insan tesadüfen doğup, tesadüfen ölmez. Hiçbir insan yanlışlıkla ya da kontrolsüz olarak hastalanm az. Eğer bir iyilikle ya da bir kötülükle karşılaşıyorsa, bu hiçbir zaman için tesadüfi ya da şans eseri gerçekleşmez. Her biri de insanın yaratılışı ile birlikte Allah tarafından özel olarak belirlenm iş ve insanın hayatındaki yerini almıştır.

Allah, "Gaybın anahtarla rı O'nun katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O bilmeksiz in bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır." (En'am Suresi, 59) ayetiyle, toprağın ya da okyanusla rın kilometre lerce derinlikl erinde meydana gelen olaylarda n tutun da tek bir yaprak tanesinin düşüşüne kadar evrende meydana gelen her hareketin belirlenm iş bir kader üzerine gerçekleştiğini bildirmiştir.

"Yeryüzünde olan ve sizin nefisleri nizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmada n önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır." (Hadid Suresi, 22) ayetiyle, karşılaşılan her olayın her detayın Allah tarafından özel bir hikmet ve akıl ile planlanmış olduğu bildirilm ektedir.

Dünyadaki her varlığın kaderi sonsuz akıl ve bilgi sahibi olan Allah tarafından belirlenm ektedir. Dolayısıyla her ayrıntı, olabilece k en mükemmel şekilde planlanma kta ve olabilece k en hikmetli şekilde yaratılmaktadır.

İnsanın olumsuzlu klarla karşılaştığında başına gelen olayın Allah tarafından yaratılmadığını, bir başkasının buna sebep olduğunu sanması ise kişinin kaderi anlayamamış olmasındandır. Çünkü olumsuz gibi görünen her olay aslında birer "kader dersi"dir. Mutlaka hikmet ve hayır gözüyle değerlendirmek gerekir. Büyük, orta derecede önemli ya da önemsiz gibi görünen her olay kaderde hikmet ve hayırla yaratılmıştır. İnsanlar sık karşılaştıkları, istemedik leri şekilde gelişen olaylara aksilik derler. Oysaki aksilikte de hayır ve hikmet vardır. İnsan aksi zanneder halbuki en doğrusu kaderde o olayın o şekilde gerçekleşmesidir.

Gün içinde insanları üzen, rahatlarını kaçıran, onları kızdıran, sıkan, aksilik, terslik olarak adlandırılan olayların hikmet ve hayırlarını Allah bir anda toplu olarak gösterse, kişi üzülmesinin ne kadar yanlış olduğunu hemen anlar. İman eden bir insan bu hayırlar karşısında değil hüzünlenmek tam tersine büyük bir sevinç ve neşe içinde olur. Bu nedenle insana düşen görev, kaderde yani Allah'ın kusursuz yaratışının hikmetli bir detayı olan olaylarda hep hayır ve hikmet aramak ve bu kavrayışa sahip olmanın sevincini yaşamaktır.

2- ÖLÜM NEDİR

Ölüm nedir?
Sonsuz ilâhî fiillerde n birisi: İmate; yani, ölümü tattırma; ruhun bedendeki tasarrufu na son verme. Ruh, Allah’ın en mükemmel, en harika ve en bilinmez eseri. Muhyi (hayat verici) isminin tecellisi yle hayat nimetine kavuşmuş. Bu nimet ve şeref artık ondan ebediyen geri alınmayacak. Kabirde de, mahşerde de, cennet veya cehennemd e de devam edecektir .

Ruh yaratmak gibi, her ruha uygun bir beden inşa etmek de Allah’ın en hikmetli ve rahmetli bir icraatı. İşte ölüm kanunuyla o misafir ruh, bedenden soyuluyor, süzülüyor ve kendine mahsus bir başka âleme göç ediyor.

Nur Külliyatında ölüm için getirilen birbirind en güzel tariflerd en birisi:

    “Mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur...”
    ( Mektûbat)

Ve yine ölüm hakkında ince bir tespit:

    “Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir. Öyle de dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir.”
    ( Mektûbat)


Bir asker adayı için hem kıtasına teslim olduğunda, hem de terhis edildiğinde birtakım kayıtlar tutulur, işlemler yapılır. Askere kayıt da bir fiil, askerden terhis de... İşte yukarıdaki ifadelerd e bu incelik nazarımıza sunuluyor . Hayat, ihya fiiline dayandığı gibi, ölüm de imate fiiline dayanıyor. İkisi de ayrı birer ilâhî ismin tecellisi ne hizmet ediyorlar .

İhya fiiliyle cansız elementle r hayata kavuşurken, imate fiiliyle bu beraberliğe son veriliyor . Canlı hücreler, yerlerini kademeli olarak yeni elementle re bırakıyorlar.

Nur Külliyatında, çekirdeklerin ölümleriyle sümbül hayatına geçtikleri ölümün de hayat kadar bir nimet olduğu güzelce izah edilir. Biz de bu müjdeli haberi hayalimiz de genişletiyor ve görüyoruz ki, her ölümü bir diriliş takip ediyor ve ikinci safhalar birincile rden daha mükemmel. “Nutfe” safhası biterken “alâka” yani kan pıhtısı devreye giriyor. “Alâka”nın işi bitince sıra “mudga”ya yani et paçası geliyor.

Kâinatın yaratılış safhalarında da bunu görüyoruz, bir sonraki safha öncekinden daha mükemmel.

Bütün bu rahmet ve hikmet tecellile ri bize kabir âleminin dünyadan, âhiretin de kabir âleminden daha güzel ve daha mükemmel olduğunu ders veriyorla r.

O halde ölüm, yeni bir mükemmele atılan adımın adı. Onu kabir âlemi takip edecek ve diriliş hadisesiy le, insan yeniden beden-ruh beraberliğine kavuşacak. Ölümü ve imateyi böylece değerlendiren insan, “Ölümü gülerek karşılar.”.

GİZLİ ŞİRK NEDİR

Gizli Şirk
Şirk, Allah�a ortak koşmak demektir. Bunun bir zâhiri, yâni �açığı� var; bir de �hafîsi�, yâni gizlisi. Zâhir olanı, bildiğimiz şirktir. Üç ilaha inanmak, yahut putları Allah katında şefaatçi kabul etmek bu guruba girer.

Hafî şirke gelince, bu ana hatlarıyla ikiye ayrılır. Birisi, Allah�ın rızasını unutup insanlara riya ve gösterişte bulunmak, yahut nefsin arzularını tatmine özen göstermek. Diğeri de eşyanın yaratılmasında birer sebep olarak vazife gören mahlukata olduğundan fazla önem vermek; onları tesir gücüne sahip zannetmek .

Bir de bu hafî şirkin bir derece daha perdelisi var ki, fiil âleminde değil, his âleminde, kalp âleminde cereyan eder. İnsanlar mânen terakki ettikçe şirk de gittikçe perdeleni r...

Sebeplere olduğundan fazla önem vermek de gizli şirk. Bir işin tahakkuku nda sebebin hakkı bir iken, ona yüz kat fazla değer biçilirse doksan dokuzu gizli şirk hesabına geçer... İnsanın kendi nefsine fazlaca güvenmesi, bütün lâtifelerini onun emrine vermesi de gizli şirk.

Buna sadece bir tek misal: Cebbar ve Mütekebbir ancak Allah�tır. İnsan, Allah�ın kendisine bahşettiği varlığı, kuvveti, ilmi, Onun huzurunda Onun kullarını ezmekte kullanırsa Cebbar ve Mütekebbir olmaya özenmiş ve gizli şirke girmiş olur.

Resulûllah (asm.) Efendimiz, �Felak� için, �Cehennemd en bir zindandır, onda cebbarlar, mütekebbirler hapis olunur ve Cehennem ondan Allah�a sığınır.� buyurmuştur. Ama gel gör ki Cehennemi n ürküp kaçtığına, nefsimiz can atıyor. Sadece bu bile, nefsin Cehennemd en çok daha tehlikeli olduğunu bildirmey e kâfi. Fakat bunu da yine o nefis yüzünden anlamaya yanaşmıyoruz...

Bir başka Hadis-i Şerif: �İslâm dinini kabul etmiş birisi, herhangi bir şahsa zenginliği için saygı gösterirse, dininin üçte ikisi gider.�

İslâm�da Allah için sevmek esastır. Zekâtını veren, hayırlı işler gören bir zengini sevmek Allah namınadır ve bu hadisin şümulüne girmez. Burada yasaklana n sevgi Allah�tan gafil olarak, kula zillet gösterme tarzındaki sevgidir.

İslâm, tevhit dinidir. Bu kâinatın Sahibi ve Mâliki birdir. Her hayır, ancak Onun hazinesin dedir. İslâm, ne ışık için güneşe, ne tahıl için tarlaya, ne de serveti için zengine aşırı ölçüde minnettar olunmamasını ders verir. Herkes ve her şey, sadece birer sebep, birer vesiledir . Bütün nimetler, arz ve semanın Rabbinden geliyor.

Bu dersi alan fakir bir mü�min, bir zengine rızkını o veriyormuşçasına zillet gösterirse, tevhit inancı, yâni Allah�ı bir bilme itikadı zedeleneb ilir. Zengin olsun, fakir olsun her insan, ancak iman, ahlâk, fazilet, ilim, irfan, dürüstlük gibi sıfatları için sevilir. Zenginlik, tek başına bir sevgi vesilesi değildir.

Bir zengin de bu Hadis-i Şerifi okuduğu zaman, kimseyi minnet altında bırakmaz. Yaptığı iyilikler e, ettiği ihsanlara karşı, aşırı bir hürmet beklemez. Aksi takdirde, karşı tarafın şeref ve haysiyeti yanında, diniyle de oynamış olacağını bilir. 

RUH NEDİR - KİMDİR MAHİYETİ NASILDIR

  RUH NEDİR?  KİMDİR?
Ruh; insana hayat veren ve onu düşünen, anlayan, idrak eden bir kişi haline sokan maddi olmayan, ölümsüz varlık. İnsanlık tarihinin belki de ilk dönemlerine kadar uzanan ve insanları üzerinde düşündürmeye sevkeden ruh.


Ruh hakkında ayet ve hadisler dışında ileri sürülen bütün görüşler kabule ve redde açıktır. Çünkü mutlak bilgi anlamında bir bağlayıcılıkları yoktur.
"Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindend ir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir."(Isra Suresi 85) ayetindek i ruhtan, insanı canlı kılan ruhun kastedilm ediğini ve dolayısıyla, insanın ruhu hakkında alimlerin konuşmalarının caiz olduğunu ileri sürenlerin, ruh hakkında ortaya koymuş oldukları görüşler, hiçbir zaman ruhun mahiyetin in gerçekliği hakkında ne tatmin edici olmuştur ve ne de aklın ve hayalin ürünü olmaktan ileri gitmişlerdir. Çünkü bilgi verilmeye n konu, tamamıyla gayb alemiyle ilgilidir ve gayba dair bilgileri de Allah'tan başka kimsenin bilmesi söz konusu değildir.

Ruh çağırma ruhun varlığını kabul eden faskat hakkında sapık ve gerçek dışı bir anlayışa sahip olan kimseler, ölmüş insanların ruhlarıyla irtibat kurulabil eceğini ve böylece, gayb aleminden bilgi alınabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu kimseler düzenlemiş oldukları ruh çağırma seanslarıyla insanları kandırmakta ve onların cehaletle rinden istifade ederek menfaat elde etmektedi rler. Ruh, Allah Teala'nın emrinde ve denetimin de olan bir varlıktır. Onun insanlar tarafından çağrılıp bazı istekler yerine getirmesi nin mümkün olduğuna inanmanın hiç bir dayanağı yoktur.


Peki İslamdan önce ve hala İslam dışındaki inanışlarla başlayalım ruh hakkında bilinenle re, bilindi sanılanlara.
Ruh Hakkında İslam Dışı İnançlar


Eski Mısır ve Çinliler ikili ruh inancına sahiptile r.

Mısırlılar, ölümden sonra bir ruhun cesedin yanında kaldığına, diğerinin ise ölüler diyarına gittiğine inanırlardı.

Çinliler, insanın ölümüyle birlikte kaybolan bir ruhu yanınd ölümden sonrada yaşayan ve kendisine tapınılması gereken üstün bir ruhun (Hun) varlığına inanmakta ydılar.

Yunan felsefesi nde ruh kavramının içerdiği anlam, dönmelere ve felsefi akımlara göre değişmiştir. Epikurusc ular ruhun beden gibi atomlarda n meydana geldiğini ileri sürerlerken, Platoncul ar ise, ruhu ilahlarla soy birliğine sahip, madde ve cisimden soyut bir tözsel ilke olarak kabul ediyorlar dı.

Hristiyan lıktaki ruh anlayışı, antik batının putperest etkisiyle vahiy gerçeğinden farklı bir platforma oturtulmuştur. Mesela, Allah bir ruh olarak telakki edilir ve Ruhul Kudüs (Cebrail), teslis inacının bir unsuru olarak Allah'a şirk koşulur. Öte taraftan, insanlara ait ruhlar konusunda da bir takım gerçek dışı ve mesnetsiz iddialar ortaya atılmıştır. Misal olarak vermek gerekirse, İncil'de "Ruh, rüzgar gibi, istediği yere eser. Rab ile birleşen onunla bir ruh olur" (P.Janet G.Seallie s, 148)

Bazı dinlerde, ölümsüz olan ruhların bir beden den başka bir bedene geçtiğine inanılmaktadır. Ruh göçü (Reenkarna syon) denilen bu inanışa göre, ölen bir kimsenin ruhu tekrar bir bedenle dünyaya döner ve bu sonsuza dek böyle sürer. Hint inançlarında yer etmiş bu düşünce Mısurda da yaygındı. Anmtik Yunan filozofla rından Pyhtagora s, ruj göçüne inanmakta, Platon ise bilginin önceki yaşamdan kalan bir birikim olduğu iddiasını desteklem ek için ruh göçünü delil olarak ileri sürmekteydi.

Mutlu olmak istiyorsa k, hayatın cisimde değil, ruhta olduğuna inamalıyız. (Tolstoy)

Bizi şartlardan çok, ruh yapımız mutlu kılar. (Voltaire)

Ruhu öldürmek, cismi öldürmekten daha büyük bir cinayetti r. (Gerhart Hauptmann)

İnsan ruha bakmalı, güzel bir vücutta güzel bir ruh olmazsa neye yarar. (Euripidie s)

Gören, duyan yalnız ruhtur, geri kalan herşey sessiz ve sağırdır. (Epicharm)

Ruhun da vücut gibi ihtiyaçları vardır. (Rousseau)

Basit bir ruh mutlulukl arla övünür, felaketle rle de yere serilir. (Epicure)

Kur'an-ı Kerim'de ruh

Allah Teala, Hz.Adem'le başlayıp Hz.Muhamm ed (s.a.s) ile son bulan vahiy süreci içersinde insan oğluna bir çok gaybi meselede bilgilend irmiştir. Madde dışı aleme dair bilgilerd en sağlıklı ve güvenilir olanı sadece Allah'ın peygamber leri aracılığıyla insanlara ulaştırmış olduğu bilgilerd ir.

Kur'an-ı Kerim'de ruh kelimesi değişik bir kaç anlamda kullanılmıştır.


1)Allah Teala, Hz.adem (a.s.)'ın cesedini topraktan şekillendirdikten sonra ona kendi ruhundan üflemiş ve böylece Adem (a.s.) hayat kazanmıştır. Yine insanı ana rahminde yarattıktan sonra, ona kendi ruhundan üflemiş ve onu ruh sahibi bir insan haline getirmiştir.

O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir... (Secde Suresi 7-9)
Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben çamurdan bir insan yaratmakt ayım." "Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye kapanın." (Sad Suresi 71-72)
2) Ruh kelimesi Cebrail (a.s.)'ın karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu anlamda "Ruhul-Kudüs" ve "Ruhul-Emin" terkipler i ile geçmektedir.
Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamber ler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da mucizeler verdik. Ve onu, Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile destekled ik. .....(Bakara Suresi 87)
Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesi dir. (Resûlüm!) Onu Rûhu'l-Emîn (Cebrail) indirdi.. Senin kalbine; uyarıcılardan olman için. (Şura Suresi 192-194)
3) Ruh kelimesi ile Allah Teala'nın vahyi yani ayetleri kastedili r.
Allah melekleri ni, vahyi (ruh) ile kullarından dilediğine göndererek...(Nahl Suresi 2)
Ruh Hakkında İslam Alemindek i İnanışlar
Değişik tuhaf yaratılışlı bir melek.
Cesede hayat veren şey. (Fahreddin er-Razi, Tefsirül-Kebir)
İnsanı canlı kılan bu ruhun mahiyeti, insandan bedeninde gördüğü fonksiyon u, cisimle birleşmesinin şekli ve bağlantısı Allah'tan başka hiç bir kimse tarafından bilinemez . (Kurtubi)
Ruh, yüce, nurani ve hayat sahibi bir varlıktır. Ancak, duyu organlarıyla hissedile bilecek cisimler gibi değildir. Bir anlamda, suyun gül içinde dolaşması gibidir. Bedende dolaştığı müddetçe ona bağlı olarak tüm organlara hayat verir. (Alusi ve Ibn Kayyım el-Cezviyye)
Allah Teala, kıyamet gününe kadar Adem (a.s.) dan olacaklarının tamamını huzurunda toplamış, önce onları ruh haline getirmiş, sonra onlara şekil vermiş ve de onları kendi nefisleri üzerine şahit tutarak "Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?" diye sormuştu. (Ibni Kesir, Hadislerl e Kur'an-ı Kerim Tefsiri)
Ruh, anlayan, idrak eden ve kelama muhatap olup cevap verebilen kişilik kazanmış yapıdadır.
İlim erbabı, ruhların bedenlerd en önce olduğu ve Allah'ın onları konuşturup şahit kıldığı hususunda ittifak etmişlerdir. (Ebu Hureyre r.a.)
Ölüm meleği tarafından ruh kabzolunu r, bedendend en geri alınır, kıyamet gününe kadar geçici olarak kalacağı alemde "Berzah Alemi" alıkonulur. Dünya ile ahiret arasında bir geçiş olan Berzah Alami'nin mahiyetin i ancak Allah Teala bilmekted ir. Ancak, Berzah Aleminde ceza veya mükafat ruhlar üzerinde etkili olur. Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur. (Tirmizi)
Ruhlar beka (süreklilik) için yaratılmışlardır. Ölen, insanın cesedidir . Ruh, bedenden ayrıldıktan sonra, kıyamet günüde tekrar bedenine dönünceye kadar, Allah'ın nimet ve azabına muhatap olacaktır.
Ruhun, bedene girmeden önce belirli bir şekle sahip olup omadığı ve durumu hakkında insanoğlunun hiç bir bilgisi yoktur.
Ruh, bedenle birlikte gelişir, olgunlaşır ve kişilik kazanır. Zaman bedeni yıpratır, fakat ruh zamanın yıpratıcılığından etkilenme z. Kişinin iyi işleri, ibadetler i ruhu güzelleştirir, kuvvetlen dirir ve olgunlaştırır. Kötü ameller ise aksi tesir yapar.
Ruh insan şeklindedir. (Ibn Kayyim, Kitabu'r-Ruh)
İyi amelle beslenmiş ruh, dünyadaki şeklinden daha mükemmel, daha parlak dah nurlu olmakta, ibadeti vücuduna ruh olarak yansımaktadır.
Ruhlar bedenlerd en daha net birbirind en ayrılırlar. Bedenleri n birbirine benzemesi, ruhların birbirine benzemesi nden daha fazladır. Yüce ruhlar, melekler bir beden içinde bulunmada n birbirind en ayırtedildiğine, cinler de yine birbirind en farklı olduğuna göre; bir beden içinde gelişen insan ruhlarıda elbette birbirind en farklıdır ve ayırtedici özelliklerini korurlar. (Ibn Kayyım el-Cezviyye)
Ruh, kabirde cesede girecekti r. Yalnız bu bedene hayat verme şeklinde değildir. Kabirde ruhun cesetle irtibatı, uykuda bedenle irtibatı gibidir. (El-Cevahir fi Tefsiril kuran)
Hadis-i Şeriflerde Ruh
Ruhlar toplu cemaatler dir. Onlardan birbiriyl e tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılır. (Buhari)
Şüphesiz sizden birinizin teşekkülatı annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra orada o kadar bir müddetde pıhtı olur. Sonra o kadar müddetde orada bir parça et haline gelir. Sonra, Allak ona bir melek gönderir. Meleke, "Amelini, ecelini, rızkını, şaki veya said olacağını yazması şeklinde dört kelime emrolunur . Sonra da ona ruh üflenir... (Buhari)
Allah Teala, Adem'i yarattığında sırtını sıvazlamış ve kıyamet gününe kadar Allah Teala'nın onun onun zürriyetinden yaratacağı her insan onun sırtından düşmüştür.(Ibni Kesir, a.g.e.)
Ölenin gözü, alınan ruhunun ardından bakakalır. Melek kabzoluna n ruhun elinden tutar, bu sırada yeryüzünde benzeri görülmemiş bir koku meydana gelir.
Müminin ruhu çıktığı vakit, onu iki melek karşılar, yukarıya çıkarırlar. Sema ehli, "Güzel bir ruh yer tarafından geldi. Allah sana ve yaşattığın cesede salat eylesin" derler. Peşinden onu Rabbine götürürler.
Gerçekten ölü kabrine konulduğu vakit, kendisini getirenle rin oradan ayrılırken ayakkabılarının seslerini pekala işitir. (Muslim)
Kaynak:
1) Ruh, Ömer TELLİOĞLU, Şamil İslam Ansiklope disi,
2) Elmalı Tefsiri
3) Güzel Sözler, Bilal Eren

NEFS NEDİR MAHİYETİ NASILDIR

                     Nefs nedir?

Sual: Kalb, yürek, gönül, nefs hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Kalb, göğsümüzün sol tarafındaki et parçası değildir. Buna, yürek denir. Yürek, hayvanlar da da bulunur. Kalb, yürekte bulunan bir kuvvettir . Görülmez. Ampulde bulunan elektrik cereyanı gibidir. Buna, gönül diyoruz. Ampul yürek ise, ışığı da kalbdir, buna gönül de denir.

Gönül insanlard a bulunur, hayvanlar da bulunmaz. Bedendeki bütün aza, kalbin emrindedi r. His uzuvlarımızın duydukları bütün bilgiler kalbde toplanır. İnsanın, inanmak, sevmek, korkmak, kalbinded ir. İtikad eden, yani iman eden, kâfir olan, kalbdir. Kalbi temiz olan, dine uyar. Kalbi kötü olan dinden kaçar. Güzel, iyi ahlakın ve kötü huyların yeri kalbdir. Allahü teâlâ dinlerini Peygamber leri, kalbi temizleme k için gönderdi. Kalbi temiz olan, herkese iyilik eder. Dünyada rahat, huzur içinde yaşarlar. Ahirette de, ebedi, sonsuz saadete kavuşurlar.

Yürekli cesur demek iken, kalbi var veya kalbli demek yüreği hasta demektir. Yüreksiz, cesaretsi z, korkak demek iken, kalbsiz, merhamets iz demektir. Gönül kalb demek ise de, gönülsüz demek, kalbsiz demek değildir. Gönülsüz isteksiz demektir. Türkçe’den başka dile tercüme yapılırken, kalb eşittir yürek diye tercüme edilirse tuhaflıklar olur. İşte Arapça’dan veya başka dillerden Türkçe’ye tercüme yapılınca bu incelikle r bilinmezs e gariplikl er ortaya çıkar.

Gönül bir de nefs anlamında kullanılır. Nefs kelimesi, yirmiyi aşkın anlamda kullanılmaktadır. Ruh, can, kan, benlik, iç, kalb, büyüklük, yücelik, irade gibi. Fakat daha çok iki anlamı vardır:

Birincisi, bir şeyin özü, kendisi, kişi. Mesela, Kur'an-ı kerimde, (Her nefs, ölümü tadıcıdır) buyuruluy or.

İkincisi, dine uymayan istekleri n kaynağı olarak kullanılır. Buna nefs-i emmare de denir. Bu nefs, Allahü teâlânın düşmanıdır. Mesela hadis-i kudside (Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır) buyurulmuştur.

Sual: Nefsimizi n mahiyeti nedir?
CEVAP
Allahü teâlâ insanda üç şey yarattı: Akıl, kalb ve nefs. Bunların hiçbiri görülmez. Varlıklarını eserleri ile, yaptıkları işlerle ve dinimizin bildirmes i ile anlıyoruz. Akıl ve nefs dimağımızda, kalb, yüreğimizdedir. Bunlar, madde değildir, yer kaplamazl ar. Buralarda bulunmala rı, elektriğin ampulde bulunması gibidir. Peygamber ler ve veliler hariç, herkesin nefsi, çok kötüdür. Bu kötü nefse, (nefs-i emmare) denir ki, kötülüklere sürükleyen nefs demektir.

İnsanın en büyük düşmanı nefsidir. Daha sonra kötü arkadaş ve şeytan gelir. Kötü arkadaş ve şeytan de nefse tesir ederek insana zarar vermeye çalışırlar. Onun için nefsin, emmarelik ten temizlenm esi gerekir. Çünkü nefs, kâfirdir, daima Allahü teâlâya isyan etmek ister.

Şeytan, verdiği vesveseye insanın uymadığını görünce, bundan vazgeçer, başka bir vesvese verir. Âlimler, şeytanı köpeğe benzetmiştir. Köpek kovalanınca kaçar ise de, başka taraftan yine gelir. Nefs-i emmare ise kaplan gibidir, saldırması ancak öldürmekle biter. Nefsimiz de ölünceye kadar yakamızı bırakmaz. Bunun için nefsi tanımak ve zararlarından korunmak gerekir.

İmam-ı Maverdi hazretler i buyuruyor ki:
(Nefsin terbiyesi zaruridir . Hadis-i şerifte, (İnsanın en kuvvetli düşmanı nefsidir, sonra çoluk çocuğu gelir) buyuruldu . Kur'an-ı kerimde de mealen, (Nefs-i emmare, elbette günahları, kötülükleri emreder) buyuruluy or. (Yusuf 53)

Nefsini terbiye edemeyen, ona uyan acizdir, ahmaktır. Hadis-i şeriflerde, (Asıl kahraman, nefsini yenendir), (Aklın alameti, nefse galip ve hakim olmak ve öldükten sonra gereken olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alameti nefse uyup, Allah’tan af ve merhamet beklemekt ir) buyuruldu . Hazret-i Âişe validemiz, (İnsan Rabbini ne zaman tanır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz, (Nefsini tanıdığı zaman) buyurdu.. (Edeb-üd-dünya)

Nefs-i emmare ile cihad, iki yolla olur:
1- Riyazet,
2- Mücahede.

Riyazet, nefsin arzularını yapmamak demektir. Nefs ahmak olduğu için her istediği kendi zararınadır. Nefs daima haramları ister. Mücahede ise, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Nefsimiz, iyilik ve ibadet etmemizi istemez. Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet etmekten daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır.

Nefs, dünya zevklerin e, lezzetler ine düşkündür. Bunların iyi, fena, faydalı, zararlı olduklarını düşünmez. Arzuları, dinimizin emirlerin e uygun olmaz. Dinimizin yasak ettiği şeyleri yapmak, nefsi kuvvetlen dirir. Daha beterini yaptırmak ister. Fena, zararlı şeyleri, iyi gösterip, kalbi aldatır. Kalbe bunları yaptırarak, zevklerin e kavuşmak için çalışır. Kalbin nefse aldanmama sı için, kalbi kuvvetlen dirmek ve nefsi zayıflatmak gerekir.

Aklı kuvvetlen dirmek, İslam bilgileri ni okuyup, öğrenmekle olduğu gibi, kalbin kuvvetlen mesi, yani temizlenm esi de, dinimize uymakla olur. Dinimize uymak için, ihlas gerekir. İhlas, işleri, ibadetler i, Allahü teâlâ emrettiği için yapmaktır. Kalbin zikretmes i ile, yani Allah ismini çok söylemesi ile ihlas hasıl olur.

Dinimize uymak, kalbi kuvvetlen dirdiği gibi, nefsi zayıflatır. Bu sebeple nefs, kalbin dinimize uymasını istemez. Dinsiz, imansız olmasını ister. Aklına uymayıp, nefsine uyan, bunun için dinsiz olmaktadır. Allahü teâlânın, kullarının ibadetler ine ihtiyacı olmadığı için, kulların işleyeceği günahlar da Ona zarar vermez. Nefslerin i terbiye etmeleri, nefsle cihad etmeleri ve böylece Cennete girmeleri için kullarına bunları emrediyor:
(Cenab-ı Haktan korkup, nefsini kötü arzularda n uzaklaştıranların varacakla rı yer, muhakkak Cennettir .) [Naziat 40, 41]

Dine uyan, arzusuna kavuşur. Kur'an-ı kerimde mealen, (Nefsine uyanlarda n, doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz) buyuruldu . (Ankebut 69 Tefsir-i Azizi)

İmam-ı Gazali hazretler i buyuruyor ki:
İnsanda kötü vasıfları toplayan nefsle cihad etmek, onu kırmak gerekir. Hadis-i şerifte, (Senin en büyük düşmanın, seni çepeçevre kuşatan nefsindir) buyuruldu . Peygamber efendimiz bir savaştan dönünce de, (Küçük cihaddan büyük cihada döndük) buyurdu. Eshab-ı kiram, (Ya Resulalla h büyük cihad nedir?) diye sual edince, Peygamber efendimiz, (Nefsle cihaddır) buyurdu. (Deylemi)

Nefsi her zaman aşağılamak gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Nefsini zelil eden, dinini aziz etmiş, nefsini aziz eden de dinini aşağılamış olur.) [Ebu Nuaym]

Sual: Cennette nefs olmadığı bildirili yor. Hâlbuki, (Ey mutmaine olan nefs! Sen ondan, o da senden razı olarak rabbine dön! Benim kullarımın arasına katıl, Cennetime gir!) [Fecr 27–30] mealindek i âyetler, nefsin de Cennete gireceğini göstermiyor mu? Bir de Allah ne diye benim kullarım diyor? Allah’tan başkasının da mı kulu var? Nefsin Allah'tan razı olması ne demek?
CEVAP
Nefs, kelimesin in birçok manası var. Burada ruh, can, insan anlamındadır. Bildiğimiz nefs değildir. Bunun için doğru anlamı şöyle olur:
(Ey huzura kavuşan ruh, sen ondan, o da senden razı olarak rabbine dön! Benim [salih] kullarımın arasına katılıp Cennetime gir!) [Fecr 27-30]

(Sen ondan, o da senden razı olarak) demek, imanlı olduğun için Allah senden razıdır. Sana da Cennette öyle nimetler verecek ki sen de Allah’tan razı olacaksın demektir.

Benim kullarım ifadesi bir tabirdir. Benim adamım, benim sağ kolum gibi. Cenab-ı Hak, şeytana diyor ki: (Benim kullarıma senin hâkimiyetin yoktur.) [İsra–65]

İyiler de kötüler de Allahü teâlânın kulu olduğu halde salih kimseler için (Benim kulum) buyuruyor . Demek ki Rabbimizi n (Benim kulum) dediği salih kimselerd ir. Paraya, kötü arzularına kul olanlar için de buyuruyor ki: (Hevasını ilah edinenler ...) [Casiye 23]

Cenab-ı hak bunlar için benim kulum buyurmuyo r, bunlar hevasının kulu buyuruyor . Onları Allah yarattığı halde başkalarını ilah edinmiş, onlara tapıyorlar. Bunlar nefs-i mutmaine değildir.

İSLAMİ DÖKÜMAN 4. BÖLÜM
LÜTFEN 5. BÖLÜMÜ OKUYUNUZ
« Son Düzenleme: Ekim 01, 2010, 06:36:22 ÖS Gönderen: administratör » Logged
« Yanıtla #4 : Ekim 01, 2010, 06:38:21 ÖS »
admin
Ziyaretçi
İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR - 5. BÖLÜM LÜTFEN TIKLAYINIZ

İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR - 5. BÖLÜM
KONU İÇİN LÜTFEN ALTTAKİ LİNKİ TIKLAYINI Z

http://www.dinisohbet.us/tesettur.html

TESETTÜR NEDİR ANLAMI VE NİTELİĞİ

Tesettür nedir?

Sözlükte; örtünmek, gizlenmek, bir şeyin arkasında saklanmak anlamlarına gelir. Bir fıkıh terimi olarak tesettür erkek veya kadının şer'an örtülmesi gereken yerlerini örtmesidir. Bir kimsenin örtmesi gereken ve başkasının bakması haram olan yerlerine “avret yeri” denir.

Sağlam görüşe göre, bir kimse tek başına olduğu zaman da örtünmelidir. ( Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleri yle Âile İlmihâli, sh: 49-50) Nitekim “Kimsenin bulunmadığı yerde avret mahallini örtmek gerekir mi?” sorusuna cevap:

“Avret mahallini örtmek, hem Hakk'ın, hem de halkın hakkı bulunan bir hususdur. Bu itibarla kendisind en başka kimsenin bulunmadığı bir yerde dahî avret mahallini n örtülmesi, sahih olan kavle göre vâcibtir. Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde:

“Avret mahallimi, içimdeki elbisemde n gizlemek mümkün olsa elbette ondan bile gizlerdim!..” buyurmuşlardır. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:

“-İnsan avret mahallini açınca yanındaki melekler utancından yüzlerini çevirirler.” buyurmakt adır. ( Üç Bin Seçme Fetvâ, Akid Gazetesi Neşriyâtı, c.2, sh: 116)

“Tesettür, mahlûkât arasında yalnız insana ait bir keyfiyett ir. İnsan, Allâh -celle celâluhû-'nun lütfettiği insanlık haysiyet, vakar, hayâ ve ciddiyeti ni koruyabil mek için örtünmeye mecburdur . Aksi hâlde bu vasıfları zâyî etmiş olur. Kendisini n dûnundaki (aşağısındaki) mahlûkların seviyesin e düşer. Toplumda, hayânın kaybolması, kıyamet alâmetlerinin belli başlılarındandır. Hadîs-i şerîfte “Haya imandandır!” (Buhârî, Îman, 3) buyrulur. Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havva vâlidemiz, cennette başka insanlar olmadığı hâlde birbirler inden ve diğer mahlûkâttan hayâ ettiler, telaş içinde orada mevcut olan yapraklar la örtünmeye çalıştılar. ( el-A'râf, 22) Bu da gösteriyor ki, maddî olan örtünme ve onun mânevî bağlantısı olan edeb ve hayâ, insanoğlunun en mümtaz vasıflarından biridir. ( Osman Nûri Topbaş, Nebîler Silsilesi 1, sh: 116)

Âyet-i kerîmede kadınların örtünmesi konusunda şöyle buyurulur:

“Mü'min kadınlara da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunla r. Zînet yerlerini açmasınlar, bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır. Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar, zînet yerlerini, kendi kocalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kendi erkek kardeşlerinden, kendi kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan hizmetçilerden veya henüz kadınların gizli yerlerine muttalî olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizlemekt e oldukları zînetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler! Hepiniz Allah'a tevbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin, umduğunuza nîil olursunuz .” (en-Nûr , 31)

Bir başka âyet-i kerîmede:

“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış örtülerini üstlerine giymeleri ni söyle. Bu onların tanınıp kendileri ne sarkıntılık edilmemes i için daha uygundur. Allah çok bağışlayıcı ve çok esirgeyic idir.” (el-Ahzâb, 59)

Bu âyet-i kerîmeler ve diğer islâmî prensiple r göz önünde bulunduru lduğunda kadının elbisesin de şu özellikler aranmakta dır:

1- Bütün bedeni örten bir elbise olmalıdır.

2- İnce ve şeffaf olmamalıdır.

3- Dar olup vücut hatlarını belli etmemelid ir.

4- Erkek elbisesin e benzememe lidir.

5- Elbise süslü olmamalıdır.

6- Gayr-i müslimlerin elbiseler ine benzememe lidir. ( Dr. Faruk Beşer, Hanımlara Özel İlmihal, sh. 253-254)

Elbise konusunda Hazret-i Âişe vâlidemizden gelen şu ikaz çok dikkat çekicidir:

“Temimoğulları kabilesin den birtakım kadınlar Hazret-i Âişe'yi ziyârete gelmişti. Üstlerinde ince giysiler vardı. Hazret-i Âişe kendileri ne şöyle dedi:

“-Eğer siz mü'minler iseniz, bunlar inanmış hanımların giysileri değildir. Eğer mü'min değilseniz o zaman durum değişir!..”

Yine Hazret-i Âişe'nin huzuruna ince başörtülü bir gelin getirilmişti. O şöyle dedi:

“-Nûr sûresine inanan bir kadın bunu örtünmez!..”

Peygamber imiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- «giyimi ve hareketle riyle erkeğe benzemeye çalışan kadına ve kadına benzemeye çalışan erkeğe» lânet etmiştir.


Tesettürün Farz Kılınmasının Hikmetler i:

l - Fitne kapısını kapamak.

• Nesebi zâyi olmaktan muhâfaza etmek.

• Zevceyi (kadını), zevcine (kocasına) rapt ile kötü niyetli insanların saldırılarından kurtarmak .

• Âile müessesesine intizam vermek

• Evlâdın terbiyesi ne ve dünyanın huzur içinde îmârına çalışmaktır.

Tesettürün bu hikmetler inin yanında, sağlık açısından da faydaları vardır. Nitekim Alternati f Tıp ve Şifa Sofrası adındaki eserde şu satırlar bu açıdan dikkat çekicidir:

“…«Mini etek» adlı bir moda akımı vardı. Kadınlar büyük rağbet gösterdiler. (…) Fakat kadınlar ve genç kızlar, bu hâlin onların sıhhatlerini ve rûhî güçlerini alıp götürdüğünü farketmed iler. Bu elbiseler i, soğukta ve rüzgârda da giydiler. Bu elbiseler in onların üreme organlarını tahrip ettiğini düşünmediler.

Genç bir kadın tanırdım . (..) Bilhassa soğuk kış günleri bu elbiseler le dolaşırdı. Birkaç defa kendisini uyardım. Sıhhatine yazık ettiğini söyledim. Bana verdiği cevap da aynen şunları söyledi:

“-Ben gencim, soğuk bana vız gelir!”

Bir müddet sonra genç kadının hastaneye kaldırıldığını duydum. Rahim iltihabına yakalanmış, rahimde (kist) oluşmuş ve rahmin tamamen alınması gerekmişti. Yapılan ameliyatl a rahim alındı, fakat bu durumun ilerde daha tehlikeli hastalıklara sebep olacağını biliyordu m. İki sene sonra kadın tekrar hastaneye kaldırıldı. Teşhis kanserdi. Birkaç ay sonra genç kadın öldü. Yirmi yedi yaşında idi.”

Yazının devamında sağlık açısından nasıl giyinmek gerektiği de anlatılıyor. Ancak tesettürde; yukarıda geçen hikmet ve faydalar dışında asıl gâye, Allah -celle celâlühu-'nun emrini yerine getirmek ve rızâsını kazanmak olmalıdır.

Şekil olarak tesettür yeterli midir?

“...İslâm'da tesettür, yani kadının örtünmesi şarttır. Fakat onun şeklen mestûre (örtülü) olduğu gibi rûhen de mestûre olması lâzımdır. Eğer dış kalıp tesettürlü, fakat ruh çıplak yani gafil ve hoyrat ise, şartların zorladığı veya nefsin fırsat bulduğu anda o tesettür biter. Ayrıca kadının örtüsünün altında kadınlık misyonunu kaybetmem esi lâzımdır. Çünkü kadına evin tanzimi ve zürriyet emânet edilmiştir. Onun için her hususta kalbî hayat çok önemlidir. Tabiî ki, şeklin de kalbî hayatla beraber olması gerekir.

Bir insan, Allah'ın koyduğu tesettür hudutlarının dışına çıkamaz; fakat sırf tesettür de her şey değildir. İlâhî emirlerin yalnız bir bölümüdür.” ( Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, sh: 56)

Nâmahreme Bakış

İslam dîni, mahrem olmayan kadınlara bakmayı yasaklamıştır. Zevcesi veya mahremi olmayan (nâmahrem) kadınlara bilerek bakmak câiz değildir. Kur'ân-ı Kerim'de:

“Mü'min erkeklere söyle gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını muhafaza etsinler.” (en-Nûr, 30) ve yine:

“Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını muhafaza etsinler.” (en-Nûr, 31) buyurulma ktadır.

Ancak bir kadın göze rastgele ilişse tekrar bakmamak şartıyla günah sayılmaz, çünkü bu irâdenin dışında olur. Peygamber imiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh-'e:

“-Ya Ali, bir kadın gözüne ilişti mi ikinci defa bakma, birincisi için sana vebal yoktur. Fakat ikincisin in vebâli vardır.” buyurmuştur. (Müslim)

Yine Hazret-i Peygamber:

“-Bilerek namahreme bakmak gözün zinâsıdır.” buyurmuştur. (Buhârî, Müslim; ayrıca bkz: Halil Gönenç, Günümüz Meseleler ine Fetvalar, c.2, sh. 159 )

Peygamber Efendimiz in kızı Fâtıma -radıyallâhu anhâ- buyurdu ki:

“-Kadınlar için ne daha iyidir? (En hayırlısı nedir?)”

Peygamber Efendimiz de:

“-Hiçbir erkeğin onları görmemesi.” diye cevap verdi.( İmam-ı Gazali, a.g.e., sh: 197)

İhtilât (Kadın-Erkek Birlikte Durmak)

Tesettürü yaralayan, zedeleyen davranışların en zararlılarından birisi de kadın-erkek ihtilâtıdır, yani karışık olarak aynı yerde bulunmala rıdır.

İmam-ı Gazâlî hazretler i diyor ki:

“Birçok kadınlar için büyük zararlar, erkekleri n arasında bulunmala rından doğar. Fitne korkusu olan her yerde kadının gözünü korumak lâzımdır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) ' in evine bir kör adam geldi. Hazret-i Âişe ve diğer hanımları oturuyorl ardı, kalkmadılar ve gelen kimse için:

“-Kördür, bizi görmez!..” dediler. Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurdu:

“-Onun gözleri görmüyorsa, sizinkile r de mi görmüyor?” (İmâm-ı Gazâlî, a.g.e., sh: 197)

İhtilâtın sebepleri nden birisi de iş yerlerind eki durumdur. Maalesef “...Çağımızda kadınlarla erkekler arasında sun'î bir eşitlik yarışı başlatılmıştır. Yaratılıştaki husûsiyetlere zıt olan bu yarış, hanımlık ve annelik meziyetle rini za'fa uğratmakta ve âileyi yaralamak tadır. Hanımların ev tanzimi ve salih bir nesil yetiştirmek yolunda, evlâdlarının ahlâkî yapıları ile meşgul olmaları yerine, hanımlıklarına, müstesnâ fıtratlarına zıd işlere yönlendirilmeleri, mantık, iz'ân ve îmana sığmaz. Çünkü âiledeki huzur ve saadet, kadındaki ve erkekteki istîdatların yerli yerince kullanılması ve korunmasıyla elde edilebili r. ( Osman Nûri Topbaş, Muhabbett eki Sır, sh: 249)

Yazımızı Mûsâ Topbaş -kuddîse sirruh- hazretler inin kadın erkek karışık oturmak mevzûundaki şu sözleri ile bitiriyor uz.

“...Bazı âile reislerin in nazarları insanlara karşı olduğu için daima onlardan iltifat beklerler . Meselâ «Komşumuz çok nazik ve kibardır. Bize karşı da saygılıdırlar, o bize âilesi ile beraber geldiğinde ayrı olarak oturursak onu üzmüş oluruz. Hep beraber oturursak bir sakınca yoktur.» kanaatini yürütürler.

Böylece ahmakça hareketle, Cenâb-ı Hakk'ın rızâsını, kulun rızâsına tercih ederler. Böyle şâibeli kulluk yolunda olanların, tesettürleri, namazları ve diğer ibâdetleri olsa da semere alamazlar . Çünkü yarım insandırlar. Yüz tane yarım insanı toplasanız bir insan etmez. Çünkü her hareketle ri istikrarsızlık içindedir. Bugün “ak” dedikleri ne yarın “kara” diyebilir ler, çünkü îman-ı hakîkî kalplerin e tam olarak yerleşmemiştir.

Bunların yapacakla rı; hatalarını bilip, nâdim olmak, istiğfar etmek ve sâlihlerin, sâdıkların peşini bırakmamak ve onların nasihatle rinden istifâde etmek olmalıdır.” (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetler i 5, sh: 45-46)
Tuba Öztürk Şebnem Kadın ve Aile Dergisi

SİHİR VE BÜYÜ NEDİR İSLAMİYETTEKİ TANIMI NASILDIR
 
Sihir  nedir? Dinimizde ki yeri...

İmansızlık, ahlâksızlık ve aldatmak sihrin köküdür.
Bundan Dolayı sihir nasıl yapılır , Sihirin çeşitleri veya sihir kitaplarındaki konuları ayrıntı yazmayacağim sadece sihrin ne olduğu ve islamiyet teki yeri bizler için bilinmesi yeterli konulardır.
Esrarengi z, gizli sebep ile incelik, dış görünüşü itibariyl e çekicilik ve bir de kötü maksat sihrin niteliğini belirler. Sihir, herşeyden önce kendi özünde bir harika değildir. Sebebi herkes için bilinmediğinden, olay bir harika gibi tahayyül olunmakta dır. Bunun içindir ki, sebebi herkes için bilinmeye n herhangi bir gerçek dahi, halkı aldatmak için kullanıldığı zaman bir anlamda sihir olur. Bu sebebin nazarî olarak açıklanabilir bir halde bulunması şart da değildir. Az çok taklit ile meydana getirileb ilmesi de kafidir.
Sihrin en büyük tesiri ruhlar üzerindedir; fikirleri bozar, kalbleri çeler, ahlâkı perişan eder, toplumların altını üstüne getirirle r. Şu halde sihrin aslı yoktur diye aldanmama lıdır. Ve böyle sihirbazl ardan sakınmalıdır. Bununla beraber bunları yapanlar, Allah�ın izni olmadıkça kimseye bir zarar veremezle r. Çünkü gerçek tesir ne sihirde, ne sihirbazd a, ne tabiatte, ne ruhta, ne yerde, ne gökte, ne şeytanda, ne melektedi r. Hakiki müessir ancak ve ancak Allah�dır. Fayda ve zarar denilen şey de ancak O�nun izni ile meydana gelir. O halde her şeyden önce Allah�dan korkmalı ve Allah�a sığınmalıdır ve bunlara karşı koymak için de Allah�ın kitabına sarılmalıdır. Allah�ın kitabını arkalarına atan bu sihirbazl ar çok iyi bilirler ki, Allah�ın kitabını verip de sihri satın alan bir kimsenin, elbette ahirette hiçbir nasibi yoktur. Bunun sonu açıkça hüsrandır. Celâlim hakkı için bunların, uğruna kendileri ni sattıkları şey ne kötü şeydir, amma keşke bunu biliyor olsalardı. Gerçi bunlar sihrin sonunu ve onu yapan sihirbazın ahiretten nasibi olmadığını ve sihre aldananın sonunun sadece hüsran olduğunu bilirler. Fakat yine de bu bilgileri ne uygun hareket etmedikle ri için davranış biçimleri cahilaned ir. Diğer taraftan ahiret nasipsizl iğinin ne kadar korkunç bir şey olduğunu bilmezler . Aslında sihrin asıl zararı başkalarından çok yapanlara dır. Ömürlerini nasıl çirkin şeylerle geçirdiklerini bilmezler .Kaynakla r:
1) Elmalı Tefsiri
Sihirbazl ar ilimlerde n, edebiyatt an, felsefede n, teknoloji den, hatta tabiattak i garip ve acîp yaratılışlardan sû-i istimalle r ve istismarl ar yaparak yararlanm asını bilirler. Bu suretle gerçekleri gizlemek için yazılmış nice felsefele r, nice romanlar, nice tarih kılıklı hezeyanla r vardır. Vaktiyle hikmet ehli kimseleri n "Sakın domuzların boynuna inci gerdanlıklar takmayın!" şeklindeki nasihatla rı, ilmî gerçekleri ve yüksek hakikatle ri, bu gibilerin istismarından korumak içindi.
"Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirilen i öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekden, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezle r. Onlar, kendileri ne fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmekted irler. Karşılığında kendileri ni sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalar dı!" (Bakara Suresi /102)

Sihir, insanlara yönelik olarak tabiat üstü gizli güçlerin yardımı ve aracılığıyla belli bir maksadı gerçekleştirmek ve belli bir gayeye ulaşmak için uygulanan ve etkili olduğu kabul edilen eylem; bir şeyin veya olayın gerçek huviyetin den uzak olarak başka bir halinin gösterilmesidir. Sihir, İslam'ın kesin olarak yasaklayıp redettiği bir inanç ve işlem olup tabiat kuvvetler iyle insanlara bir takım etkilerin yapıldığı söylenen ilkel bir anlayış ve olgudur.

Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Siz atın" dedi. Onlar atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttul ar ve büyük bir sihir gösterdiler."
(Araf suresi /116)
"...Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor."
(Taha Suresi /66)

FARKLI İSLAMİ DÖKÜMANLAR İÇİN
LÜTFEN ALTTAKİ SİTE LİNKİNİ TIKLAYARA K OKUYUNUZ

http://www.islamhak.com
 
İSLAMİ DÖKÜMAN 5. BÖLÜM SONU
TÜM DÖKÜMANI OKUDUĞUNUZ İÇİN
ALLAH RAZI OLSUN
« Son Düzenleme: Aralık 24, 2010, 11:38:25 ÖÖ Gönderen: administratör » Logged
Sayfa: [1]
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2008, Simple Machines
LinkBacks Enabled by LordReco | FoRuMBoL Themes