+ ISLAMGREEN34 NEW WORLD » İSLAMGREEN34 İNTERNATİONAL NEW WORLD - İSLAM-GREEN34 CONNECTİON مرحبا بسم الله غفور رحيممرحب » MEVLANA CELALLEDİN-İ RUMİ HAZRETLERİ - ŞİİR ANTOLOJİSİ (Moderatör: İman_Power)
 MEVLANA CELALEDİN-İ RUMİ VE ŞİİR ANTOLOJİSİ - LÜTFEN GİRİŞ İÇİN TIKLAYINIZ

Kullanıcı Adı: Beni Hatırla?
Şifre:
Sayfa: [1]
Konu: MEVLANA CELALEDİN-İ RUMİ VE ŞİİR ANTOLOJİSİ - LÜTFEN GİRİŞ İÇİN TIKLAYINIZ  (Okunma Sayısı 18996 defa) Seçenekler Arama
« : Mart 11, 2012, 03:47:28 ÖS »
admin
Ziyaretçi
MEVLANA CELALEDİN-İ RUMİ VE ŞİİR ANTOLOJİSİ - LÜTFEN GİRİŞ İÇİN TIKLAYINIZ

MEVLANA CELALEDİN-İ RUMİ VE ŞİİR ANTOLOJİSİ
LÜTFEN ALTTAKİ LİNKLERİ TIKLAYINI Z



MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ HAZRETLERİ

https://www.antoloji.com/mevlana-celaleddin-rumi/hayati/

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganista n sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur.

Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenleri nden olup sağlığında 'Bilginler in Sultanı' ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.

Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı.

Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirler ini kazanmıştır.

Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikt en sonra dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldi. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdıkları medreseye yerleşti.

1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikte n Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikte n de Muzaffere ddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletini n egemenliği altında idi. Konya ise bu devletin başşehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarl arla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi. Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.

Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni tahsis etti.

Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'na bugünkü yerine defnedild i.

Sultânü'l-Ulemâ ölünce talebeler i ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu . Medrese kendisini dinlemeye gelenlerl e dolup taşıyordu.

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'te 'mutlak kemâlin varlığını' cemalinde de 'Tanrı nurlarını' görmüştü. Ancak beraberli kleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmay a çalıştılar.

Yaşamını 'Hamdım, piştim, yandım' sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmey e dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Siraceddi n kıldırdı.

Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen 'Şeb-i Arûs' diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

Eserleri

Mesnevî
Büyük Divan "Divan-ı Kebir"
Fihi Ma-Fih "Ne varsa İçindedir"
Mecalis-i Seb'a "Mevlana'nın 7 vaazı"
Mektubat "Mektuplar"

http://www.mevlanakapisi.net/2011/12/mevlana-siirleri.html
http://www.gonulcemresi.com/a/MeshurSairler.asp?MeshurSai%3Cspan%20style=
http://www.antoloji.com/mevlana-celaleddin-rumi
http://www.siirperisi.net/sair.asp?sair=181
http://www.dosthane.de/mevlana.php
http://www.siirbul.com/?sayfa=sair&sair_id=11958&sair=Mevlana%20Celaleddin%20Rumi
http://www.turkceciler.com/mevlana.html
http://www.gizemlikapi.com/dini-siirler/58394-mevlana-celaleddin-rumi-siirleri.html
http://www.bilgesozleri.com/mevlana-celaleddin-rumi-sozleri.html
http://www.ilahi.org/modules.php?name=Forums&file=viewtopic&t=16458
http://googleosman.blogspot.com/2006/10/mevlana-celaleddin-i-ruminin-zl-szleri.html
http://sanalzade.com/mevlana-celaleddin-i-rumi-sozleri.html
http://demle.net/y/mevlana-celaleddin-i-rumi_680_1.htm
http://tr.wikipedia.org/wiki/Muhammed_Celaleddin-i_Rumi
http://www.forumalev.net/atasozleri/332743-mevlana-celaleddin-rumi-nin-sozleri.html
http://www.ihvanforum.org/archive/index.php/t-64027.html
http://www.tugbam.com/siir/mevlana-celaleddin-rumi-siirleri.html
http://www.forumdas.net/siirler/mevlana-celaleddin-rumi-siirleri-10100/
http://dosyalar.semazen.net/mevlana_siirleri.pdf
http://islamcokguzel.wordpress.com/2009/12/13/mevlana-celaleddin-i-rumi-siirleri-koleksiyonu-5-ayri-dilde/
http://www.canpare.net/mesnevi-bahcesinden/38958-resimlerle-mevlana-celaleddin-rumi-sozleri.html
http://www.soyutcizgi.com/2011/04/13/mevlana-celaleddin-i-rumi-sozleri/
http://www.sanalda1numara.net/hz-mevlana-divan-i-kebir/211302-mevlana-celaleddin-i-rumi-der-ki.html
http://www.siirakademisi.com/forum/showthread.php?t=5895
http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/HTMLdosya1/Mevlana-2.htm
http://www.siirfm.com/sair/mevlana-celaleddin-rumi/
http://istanbul.edu.tr/iletim/haber/141/lahi-aka-vuslat-kprs-mevlana-celaleddin-i-rumi.html
http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=88653
http://www.sendeyim.com/siirler/mevlana-celaleddin-rumi/halimiz-tamam-siiri
http://www.meleklermekani.com/ki-isel-geli-im/194624-mevlana-celaleddin-i-rumi.html
http://www.forumacil.com/dusunurler-ve-flozoflar/111078-mevlana-muhammed-celaleddin-i-rumi-biyografisi.html
http://www.mavizel.com/forum/unlu-sairler/8679-mevlana-celaleddin-rumi-siirleri.html
http://www.belgeler.com/blg/a8h/mevlana-celaleddin-i-rumi
http://www.babaminsiirdefteri.com/sair/mevlana-celaleddin-rumi/page/3
http://www.mevlanasayfasi.com/p/siirleri.html
http://www.mainboard24.com/sozler-yazilar-mesajlar/259617-mevlana-celaleddin-rumi-sozleri.html
http://www.mevlanacelaleddin.com/
http://www.bizimkonya.com/mevlana.html
http://www.edebiyatfakultesi.com/mevlana-celaleddin-i-rumi.htm
http://www.siirevim.com/sair/mevlana-celaleddin-rumi

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ GOOGLE ŞİİR DÖKÜMANI

http://www.google.com.tr/#hl=tr&sclient=psy-ab&q=MEVLANA+CELALEDD%C4%B0N-%C4%B0+RUM%C4%B0+%C5%9E%C4%B0%C4%B0RLER%C4%B0&oq=MEVLANA+CELALEDD%C4%B0N-%C4%B0+RUM%C4%B0+%C5%9E%C4%B0%C4%B0RLER%C4%B0&aq=f&aqi=&aql=&gs_sm=2&gs_upl=1734l8781l2l8813l18l15l0l0l0l4l1531l5844l3-3.3.2.1.0.1l10l0&gs_l=hp.2...1734l8781l2l8813l18l15l0l0l0l4l1531l5844l3-3j3j2j1j0j1l10l0.llsin&pbx=1&bav=on.2,or.r_gc.r_pw.r_qf.,cf.osb&fp=cdf4d5fca87b65ac&biw=1366&bih=585

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ GOOGLE GÖRSELLER

http://www.google.com.tr/search?q=MEVLANA+CELALEDD%C4%B0N-%C4%B0+RUM%C4%B0&hl=tr&prmd=imvns&source=lnms&tbm=isch&ei=L7pcT7OiDaqx0AW1v5mkCg&sa=X&oi=mode_link&ct=mode&cd=2&ved=0CBEQ_AUoAQ&biw=1366&bih=585

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ GOOGLE VİDEO DÖKÜMANI

http://www.google.com.tr/#hl=tr&tbm=vid&sclient=psy-ab&q=MEVLANA+CELALEDD%C4%B0N-%C4%B0+RUM%C4%B0+V%C4%B0DEOLAR&oq=MEVLANA+CELALEDD%C4%B0N-%C4%B0+RUM%C4%B0+V%C4%B0DEOLAR&aq=f&aqi=&aql=&gs_sm=3&gs_upl=16l3688l4l5484l9l9l0l0l0l0l484l2858l2-1.1.5l7l0&gs_l=serp.3...16l3688l4l5484l9l9l0l0l0l0l484l2858l2-1j1j5l7l0.llsin&pbx=1&bav=on.2,or.r_gc.r_pw.r_qf.,cf.osb&fp=b72aace78984bc98&biw=1366&bih=585

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ FACEBOOK GOOGLE DÖKÜMANI

http://www.google.com.tr/search?q=MEVLANA+CELALEDD%C4%B0N-%C4%B0+RUM%C4%B0+FACEBOOK+RESM%C4%B0&hl=tr&source=lnms&ei=OsxcT5zxPMSp0QW78OC-DQ&sa=X&oi=mode_link&ct=mode&cd=1&ved=0CC4Q_AUoAA&biw=1366&bih=585#hl=tr&sugexp=llsin&gs_nf=1&pq=mevlana+celaleddin-i+rumi+facebook+&cp=40&gs_id=3&xhr=t&q=MEVLANA+CELALEDD%C4%B0N-%C4%B0+RUM%C4%B0+FACEBOOK&pf=p&sclient=psy-ab&oq=MEVLANA+CELALEDD%C4%B0N-%C4%B0+RUM%C4%B0+FACEBOOK+&aq=f&aqi=&aql=&gs_sm=&gs_upl=&gs_l=&pbx=1&bav=on.2,or.r_gc.r_pw.r_qf.,cf.osb&fp=cdf4d5fca87b65ac&biw=1366&bih=585

http://www.google.com.tr/search?q=MEVLANA+CELALEDD%C4%B0N-%C4%B0+RUM%C4%B0+FACEBOOK&hl=tr&prmd=imvns&source=lnms&tbm=isch&ei=qsxcT6P1Koiu0QXvn_29DQ&sa=X&oi=mode_link&ct=mode&cd=2&sqi=2&ved=0CA4Q_AUoAQ&biw=1366&bih=585



HZ.MEVLAN ANIN GERÇEK RESMİ

http://www.internethaber.com/mevlananin-torunu-yayinladi-gercek-resmi-bu-mu-1604925h.htm

Dünyaca ünlü kişilerin balmumu heykeller ini
sergileme siyle bilinen
Ünlü Madame Tussauds Müzesi
Aralık ayında açılacak.
Müzede sergilene cek 60 tarihi kişilikten biride
13. yüzyılda yaşamış şair
düşünce adamı ve mutasavvıf
Mevlânâ Celaleddi n Rumi
Müze yetkilile ri
Mevlana'nın balmumu heykeli için
Mevlana'nın 22. kuşak torunları
Esin Çelebi Bayrı ve Faruk Hemdem Çelebi'ye ulaştı

"MEVLANA'NIN RESMİ GERÇEĞİ YANSITMIY OR"

Mevlana'nın torunları Çelebi'lerin verdiği bilgiler
ve akademik kaynaklar ışığında,
Türkiye'de Mevlana dendiğinde akla gelen
bilindik resimleri n gerçeği yansıtmadığını belirtti
Konya’yı ziyaret ederek dönemin şartları
ve atmosferi ile ilgili deneyimle r edinen ekip
ailenin de onayıyla torun Faruk Hemdem Çelebi’nin
model olmasına karar verdi.

ÇELEBİ TORUN'DAN ALINAN MODEL BÜSTE YANSIDI

Aile ile ortaklaşa karar kılınan
pozun heykele dökülebilmesi için
Çelebi’den 3 saati aşan bir seansta
250’den fazla vücut ölçüsü alındı
180’den fazla fotoğraf çekildi
3 boyutlu vücut taraması gerçekleştirildi
Heykeltıraşlar, önce kilden bir büst hazırladı
Sonrasında da çalışmanın kalıbı çıkartılarak
içine balmumu döküldü
ve 12 hafta süren renklendi rme
saç, göz, sakal detayları çalışıldı.
Her aşamada aileden onay alındı.
Araştırma dahil bu çalışma 6 ay sürdü.

"ÖNCE MODEL OLMAK İSTEMEDİM"

Madame Tussauds İstanbul Genel Müdürü
Sarper Hilmi Suner
 “Anadolu topraklarından çıkıp
tüm dünyaya barış mesajı veren
ve yüzyıllar öncesinde evrensel olmuş
Mevlânâ’nın da müzemiz figürlerine
eklenmesi ni çok istedik
Mevlânâ’nın barış mesajını
din, dil, ırk farkı gözetmeksizin
tüm insanlığa yönelik düşüncesini
müzemiz üzerinden de
ziyaretçilerimize ulaştırmak istedik” dedi.
HEYKEL, NİYAZ ANINDAKİ DURUŞU TEMSİL EDİYOR

Faruk Çelebi, model olmasıyla ilgili şunları söyledi:
“Önce terüddütle yaklaştık
 Aile olarak Mevlânâ figürünün
popülist amaçlarla kullanımına
ezelden beri karşı dururken
böyle bir şeye şahsen alet olmaktan çekindim
Müze yetkilile ri
amaçlarının heykeli herhangi bir model yerine
aileden biriyle yapmak olduğunu anlattı
 Aile fertleri arasında teklifi değerlendirdik ve kabul ettik
Çalışmaların her aşamasında bizden onay aldılar
Ben bazı sert ifadeleri n yumuşatılmasını istedim
Benim için çok büyük bir şerefti.”

"BÖYLE KİLOLU BİR ZAT OLAMAZ"

Habertürk'ün haberine göre
Mevlana'ya atfedilen
 Mevlânâ’yı oturur şekilde gösterir resim
Çelebi ailesi ve Mevlânâ araştırmacıları
tarafından kabul görmüyor
Çelebi
felsefesi nin her zaman nefsin terbiye edilmesi
her şeyin bir disiplin içinde yapılmasını öğütlediği
Mevlânâ’nın böyle kilolu
bir zat olamayacağını iddia ediyor
Mevlânâ’nın yaygın bir biçimde kullanılan
bu resmi İran’da
1960’lı yıllardaki bir yarışmada birincili k kazandı
Mevlânâ’nın oturur bir şekilde
ve şişmanca tasvir edildiği bu resim
daha sonra
Konya Mevlânâ Müzesi’ne hediye edilince
çeşitli etkinlikl erde de kullanılmaya başlandı.

"UZUN BOYLU, ÇEKİK GÖZLÜ, ZAYIF"

“Mevlânâ’nın sağlığında resmi yapılmış mıdır”
sorusu hâlâ belirsizl iğini korurken
Eflaki Ahmet Dede’ye ait “Menakıb’ül Arifin”adlı
Farsça eserde Mevlânâ
ortanın biraz üstünde boyu olan
çok zayıf, hafif çekik gözlü
ve soluk benizli biri olarak tasvir ediliyor
Ayrıca Mevlânâ Müzesi’nde sergilene n hırkası
düşünüldüğünde boyunun 1.80 civarında
olacağı tahmin ediliyor
Hz. Mevlânâ’nın daha sonraki yüzyıllardada
çeşitli resim ve minyatürleri yapılmışsada
hiçbiri bir diğerine benzemiyo r.

İRAN GÖZÜYLE RESMEDİLMİŞ

Selçuk Üniversitesi

Mevlânâ Araştırmaları Enstitüsü
Müdürü Doç. Dr. Ali Temizel
Türkiye’de yaygın şekilde kullanılan resmin
İran’da yapıldığını doğruladı
ve “İranlı gözüyle resmedilm iştir
Yapılan araştırmalar ve kaynaklar
Mevlânâ’nın Doğu Türklerinden
olduğunu gösteriyor.
Bu nedenle daha zayıf olduğunu
gözlerinin o resimdeki gibi yuvarlak değil de
daha çekik olduğunu değerlendiriyoruz
 Elde başka resim olmadığı için bu resim kabul görmüş
 Aslında bir resimden ziyade
onu sembolize eden
bir simgeye dönüşmüş durumda” dedi.

İŞTE AİLE TARAFINDA N KABUL GÖRÜLEN RESİM

Faruk Çelebi, kendisi doğmadan yıllar önce
1942 yılında görülen bir rüya üzerine çizilen
ve kendisine çok benzeyen Mevlânâ resminin
aile tarafından daha çok kabul gördüğünü belirtti
Çelebi, resmin hikâyesini şöyle anlattı :

"Her yıl Şeb-i Arus törenlerinde karşılaştığım
Fahir Erkey adında bir psikolog vardı
Babam 1996’da vefat ettikten sonra
beni ısrarla evine davet etti
Evine gittiğimde duvardaki resimle beni karşılaştırıp
‘Suphanallah... Ne kadar büyük bir benzerlik’ dedi
Resmin 1942 yılında çizildiğini belirtere k
tasavvuf üzerine bir dernekler i olduğunu
bu derneğin üyesi 2 kişinin aynı gece
Hz. Mevlânâ’yı rüyasında gördüğünü anlattı
 Bu kişilere bir ressama rüyasında gördükleri
Mevlânâ’yı resmettir melerini söylemiş
İkisinin de ayrı ayrı tarifleri yle yapılan çalışmada
bu resim ortaya çıkmış
1942’de yani ben doğmadan seneler önce çizilmiş bir resim
Ben de baktığımda kendime benzetiyo rum.”

 
MEVLANA'NIN GÖNÜLLERDEKİ  RESMİ

AHMET NECATİ YILDIZOĞLU

FORUM AYYYILDIZ LI SEMALAR 2016  


Mevlana Celaleddi n-i Rumi Hazretler inin
Torunları tarafından
Benzerliği kabul edilmiş resmini gördük
Birde balmumu heykeli yapılmış
Onuda gördük
Kabul edilen resmindek i
Yüz ifadesind e bir yumuşaklık
Balmumu heykeldek i yüz ifadesind e ise
Bir sertlik ve donukluk hakim gibi geldi bize
Ancak bizim yüreğimize dokunan
Heykeller deki Mevlana değil
Gönüllerdeki Mevlanadır
Bizler
Gönlümüzdeki
Mevlanayı çok sevdik
Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav
Efendimiz inde
Resmini görmedik
Ama tebessüm eden yüzünü
Omuzlarına kadar inen uzun saçlarını
Beyaz nur gibi parlayan yüzünü
Gönüllerimizde hep gördük

Madame Tussauds Müzesi yetkilile ri
Bu tür islami ve manevi konularda
Ne düşünüyor bilmiyoru z
Amacımız
Asla kimseyi suçlamak üzmek
Yada kırmak değildir
Ancak hatırlatmak istediğimiz
Bir kaç şey olacak
Avrupalılar yada avrupalı gibi düşünenler
Müslümanlar gibi değildir
Kalbiyle değil
Aklıyla düşünüyor olsa gerektir
Yoksa islamiyet te
İnsan heykeline değer verilmeyişinin
Gerekçesini anlamış olsalardı
Böyle heykeller e düşkün olmazlardı
Diye düşünmekteyiz
Avrupanın dilinde edebiyatında ve kültüründe
" Gönül " kelimesin in karşılığı yoktur
O yüzden gönül gözüyle görmekten
kalp lisanıyla konuşmaktan habersizd irler
Balmumu heykel bizlere
Manevi sevgi yerine
Materyali st bir sevgi öğretisi gibi geliyor


MEVLANA'NIN GÖNÜLLERDEKİ  RESMİ

AHMET NECATİ YILDIZOĞLU

FORUM AYYYILDIZ LI SEMALAR 2016


http://www.karen-mevlana.tr.gg  



ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ
VE MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİNİN ONA YAZDIĞI ETME ŞİİRİNİN ÖYKÜSÜ

Şems, Mevlanâ'ya ayna oldu. Mevlânâ,Şems'in aynasında gördüğü kendi eşssiz güzelline hayran oldu. Diğer bir ifadeyle Mevlânâ,gönlündeki Allah aşkını Şems'te yaşattı. Mevlânâ'nın Şems'e olan sevgisi,Allah'a olan aşkının ölçüsüdür.

Çünkü Mevlânâ,Şems'te Allah cemalinin parlak tecellile rini görüyordu.Mevl'anâ açılmak üzere olan bir güldü. Şems ona bir nesim oldu. Mevlânâ bir aşk şarabı idi,Şems ona kadeh oldu. Mevlânâ zaten büyüktü,Şems onda bir gidiş,bir neşve değişikliği yaptı.Mevlânâ ile Şems üzerine söz tükenmez.
Son söz olarak şöyle söyleyelim,Şems Mevlânâ'yı ateşledi,ama karşısında öyle bir volkan tutuştu ki,alevleri içinde kendi de yandı.

ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ'NİN KONYA'DAN AYRILIŞI


Şems ile buluşan Mevlânâ,artık vartini Şems'in sohpetler ine hasretmiş,Şems'in nurlarına gömülüp gitmiş,artık bambaşka bir aleme girmişti.Şems'in cazibesin den yana yana dönüyor,ilahi aşkla kendinden geçercesine Sema ediyordu. Bu iki dostun sohpetler indeki mukaddes sırrı idraktan aciz olanlar,ileri geri konuşmaya başladılar.Neticede Şems,incindi ve Mevlânâ'nın yalvarmal arına rağmen Konya'dan şama gitti.(14 mart 1246 perşembe)

HAZRETİ ŞEMS'İN KONYA'YA DÖNÜŞÜ


Şems'in ayrılığından derin bir ızdıraba düşen Mevlânâ,manzum olarak yazdığı güzel bir mektubu,Sultan Veled'in başkanlığını yaptığı bir kafileyle Şam'a,Şems'e gönderdi.Sultan Veled kafilesiy le Şam'a vardı,Şems'i buldu ve babasının davet mektubunu,hediyelerle birlikte saygıyla Şems'e sundu.Şems,''Muhammedi tavırlı ve ahlaklı Mevlânâ'nın aezusu kafidir.O nun sözünden ve işaretinden nasıl çıkabilir''diyerek,Mevlânâ'nın davetine icabet etti ve 1247'de Sultan Veled'in kafilesiy le,Konya'ya döndü.

HAZRETİ ŞEMS'İN KAYBOLUŞU


Şems'in Konya'ya gelişine herkez sevindi.M evlânâ'da hasretin sıkıntılarından kurtuldu. Artık Şemsin şerefine ziyafetle r verildi,sema meclisler i tertip edildi.Fa kat huzurla,muhabbetle,dostluk içinde süren günler pek fazla sürmedi,dedikodular ve can sıkısı durumlar yeniden başladı.Şems, o dedikoduc u topluluğun yine kinle dolduğunu,gönüllerinden sevginin uçup gittiğini,akıllarının nefisleri ne esir olduğunu anladı ve kendisini ortadan kaldırmaya çaşıltıklarını bildi,Sultan Veled'e dediki:Gördün ya azgınlıkta yine birleştiler.Doğru yolu göstermekte,bilginlikte eşi olmayan Mevlânâ'nın huzurunda n beni ayırmak,uzaklaştırmak,sonra da sevinmek istiyorla r.Bu sefer öylesine gideceğim ki hiç kimse benim nerede olduğumu bilmeyece k.Aramakt an herkez acze düşecek,kimse benden bir nişan bile bulamayac ak.Böylece bir çok yıllar geçecek de kimse benim izimi tozumu göremeyecek.''İşte Sultan Veled'e böyle yakınan Şems,1247-1248 tarihinde Konya'dan aniden gidip kayboldu.Şems'in kaybolmasından sonra Mevlânâ herkezden onun haberini soruyordu .kim onun hakkında aslı esası olamayan bir haber bile verse ve Şems'i falan yerde gördüm dese bir müjde için sarığını ve hırkasını vererek şükranelerde bulunuyor du.Bir gün bir adam,Şems'i Şam'da gördüm diye bir haber verdi.Mev lânâ buna tarif edilemeye cek şekilde sevindi ve o adama üstünde nesi varsa bağışladı.Dostlarından birisi,bu haber yalandır,o Şems'i görmemiştir dediğinde Mevlânâ şu cevabı vermiştir.''Evet onun verdiği bu yalan haber üzerine üzerimde ne varsa verdim.Eğer,doğru haber verseydi,canımı bile verirdim.''

HAZRET-İ MEVLANA'NIN ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİNİ ARAMAK İÇİN ŞAM'A GİDİŞİ


Mevlana,Şems'i çok aradı,onun ayrılığı gönülleri yakan,sızlatan nice şiirler söyledi.Onu aramak için iki kere Şam'a gitti.Yin e Şems'i bulamadı.Bu iki son seyehatin tarihleri kesin olarak bilinmeme kle birlikte,büyük bir ihtimalle 1248-1250 yılları arasında olduğu söylenebilir.Sultan Veled'in ifadesiyl e Mevlana,Şam'da sret bakımından Tebrizli Şems'i bulamadı ama,mana yönünden onu,kendisinde buldu.Ay gibi kendi varlığında beliren Şems'i,kendi gördü ve dediki:''Beden bakımından ondan ayrıyım ama,bedensiz ve cansız her ikimizde bir nuruz.Ey arayan kişi!İster onu gör,ister beni.O'yum O'da ben.''


(Karınca kitap evinin,türk klasikler i/öykü başlığı adı altında yayımlanan Mesnevide n Seçmeler isimli kitabından alıntıdır.)


Allah dostu bu iki büyük zat, ayrı düşmüşlerdi... Hazreti Mevlana'nın Çıkan dedikodul arla Konya'dan ayrılan
Hz. Şems'e yazdığı şiir budur arkadaşlarım.

ETME

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyor sun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyo rsun etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyo rsun etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyo rsun etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

Ey cennetin cehennemi n elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme

Bizi sevindiri yorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsu n sen mavediyor sun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme


Mevlana Celaleddi n Rumi

http://www.meleklermekani.com/hz-mevlana/147085-mevlananin-hazreti-semse-yazdigi-siir-ve-hikayesi.html


.




« Son Düzenleme: Şubat 04, 2018, 03:17:53 ÖS Gönderen: admin » Logged
« Yanıtla #1 : Temmuz 08, 2015, 12:28:01 ÖS »
admin
Administrator
Full Member
*****

Mesaj Sayısı: 105


MEVLANANIN TORUNU AYSBERG - ŞİİR ÜNİTESİ - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ




AHMET HÜSEYİN YILDIZOĞLU

FORUM YILDIZLI SEMALAR İSTANBUL 2010

MEVLANANI N TORUNU AYSBERG  



Mevlananın torunu Aysberg nasıl biridir
Aysberg ahlaklıdır ve seviyelid ir
Sıradan ve basit birisi değildir
Siz onu tanıdığınızı düşünürsünüz
Ancak tanıdığınız aysbergin su istündeki parçasıdır
Çünkü Aysberg derinliği olan birisidir
Yazdıklarına ve konuştuklarına dikkat eder Aysberg


Yüreğinde sevgi ve merhamet her zaman vardır
İntikam duygusu yoktur ve vefalıdır
Aysberg kalbinin sesini dinler ve duygusaldır
Bazen çocuk gibidir bazende sert bir kaya gibidir


Sevdiğine her şeyini şartsız verir
Sevdiği insanı ölümüne sever ve onu savunur
Kimseyi gözü görmez
Kesinlikl e ahlaksızca konuşmaz
Her zaman konuşması ahlaklıdır


Kalp kırmayı sevmez ve çok sabırlıdır
Kolay kolay kızmaz ve herkese kendini ifade hakkı tanır
Adaletlid ir ve maneviyatı çok yüksektir
Aysberg aslında ender bulunan bir yeryüzü meleğidir


Onun eşi benzeri yoktur o kimseye benzemez
" İşte bu Aysberge benziyor " diyemezsi niz
Kendinden başka bir örneği henüz yoktur


Kalabalıklar içinde aslında tek başınadır
Onu gerçek manada anlamak bazen zordur
Çünkü duyguları kalbinde gizlidir
Herkese herşeyi anlatmaz
Sır tutar ve dedikodu yapmaz


İnsanların arkasından konuşmaz
İnsanların kötülüğünü düşünmez
Bazen abladır sizi teselli eder
Bazen arkadaştır derdinizi paylaşır
Akılıdır
Ancak kalp söz konusu olduğunda
Aklını ikinci plana iter


Değerlidir ve değeri paha biçilmezdir
Henüz onun değerini ölçecek bir terazi mevcut değildir
Şahsına münhasırdır ve kimseye benzemez
Manevi anlamda gerçekten Mevlananın torunudur
Mübarek babasının genlerini taşır ve harika biridir


Daha doğrusu iki kelimeyle özetlenecek birisi değildir
Aysberg bir okyanustu r ve biz onun ancak damlasıyızdır
Ancak sizi yanınızda mütevazidir
Ve Aysberg zirvededi r
Siz ne yaparsanız yapın ona ulaşamazsınız

 
Kendinizi büyük görürsünüz
Ancak Aysbergin yanında küçülürsünüz
Aysbergi anlatmaya ne kelime yeter nede lugat
Anlatmaya kalktığınız zaman gözleriniz dolar
Ağlarsınız ve kelimeler boğazınızda düğümlenir



AHMET HÜSEYİN YILDIZOĞLU

FORUM YILDIZLI SEMALAR İSTANBUL 2010

MEVLANANI N TORUNU AYSBERG






AHMET FERİT YANÇINOĞLU

FORUM MEDİNİSTANBUIL 2010

SENİ BÖYLESİNE SEVEN HİÇ  OLDUMU


Seni ben karşılıksız seviyorum
Senin beni sevmediğini görerek
Hiç bir zaman bana gelmeyeceğini bilerek seviyorum
Koskocama n bir sensizliği yüreğimde hissedere k
Yüreğimde acılarla sana sürekli dualar ederek
Beni ateşlere atıp yakıp yıksanda
Hiç bir beklentim olmadan seviyorum


AHMET FERİT YANÇINOĞLU

FORUM MEDİNİSTANBUIL 2010

SENİ BÖYLESİNE SEVEN HİÇ  OLDUMU


 


« Son Düzenleme: Mart 31, 2016, 07:54:37 ÖÖ Gönderen: admin » Logged
« Yanıtla #2 : Aralık 29, 2017, 04:21:07 ÖS »
admin
Administrator
Full Member
*****

Mesaj Sayısı: 105


İSTİKLAL MARŞI VE PROZODİ - LÜTFEN GİRİŞ İÇİN TIKLAYINIZ




İSTİKLAL MARŞI  VE PROZODİ

ISLAMGREE N34 NEW WORLD  

İstiklal Marşı deyince bu milli marş ile ilgili
Çok farklı kişilerce şiirler yazılmış ve besteler yapılmıştır
Ve Zeki Üngörün bestesi olan marş
Milli marş olarak kabul edilmiştir  
Bu konuyla ilgili bir kaç önemli anektod aktarmak istiyoruz

1 - İngiliz milli marşının içinde
Herhalde Arap musıkısı geçkilerinin olması düşünülemez ise
Bir çok marş içinden seçilen
Kanun ile kabul edilen İstiklal Marşı
Türk Milletini n öz ve öz malı bir marş olarak
Ve elbette Türk milli marşı olduğundan
Gelenekse l Türk Alaturka Musıkisinin bariz özelliklerini taşıması gerekir
Diye düşünüyoruz
Fakat , batısal bir yapıda hazırlanan beste ile oluşturulan marş'ın
Gelenekse l Türk Alaturka Musikisi ile ilgi ve alakasının olmadığını görüyoruz

2 - Milli marş olarak takdim edilen marşın
Asıl kök melodisin in
Carmen Slyvıa isimli  esere ( 3/4  Vals )
Ion ( Josef ) Ivonovici isimli Romen bestekarın eserine benzediğini
Ve orkestra uyarlamasının Edgar Manas isimli
Ermeni Müzisyene ait olduğunu görüyoruz

3 - Batisal anlamda hazırlanan bu milli marş bestesind e
Bariz Prozodi hataları mevcut
Bu hataları dünyanın herhangi bir ülkesinden gelip
Türk Müziği Prozodi eğitimi alan herkesin gördüğünüde biliyoruz
İlk etapta prozodi hatalarının olduğu yerler
"dir o benim "
"larda yüzen al sancak"
"mun üstünde"
"cak o be"
 "nim milletimi n"
 "dir o benim milletimi n "
Şeklinde sıralanabilir

4 - Beste tekniğinde izlenecek yol hakkında kısa bir anektod aktaralım
 
A - Mevcut şiir üzerindeki
Şiirin hece ölçüsüne kafiye-redif düzenine göre
Ve eserin temasına uygun tarzda
Nota tartımlarını düzenleyerek
Prozodi kurallarına uyarak bir müzik monte edilir

B- Mevcut bir müziğin nota tartımlarına göre
Ve eserin temasına uygun tarzda bir şiir seçip
Anlam bütünlüğüne ve hece-kafiye-redif düzeninede uyarak
Şiiri düzenleyerek şarkı sözü haline getirerek eser tamamlanır

C - Düşünülen temadaki eser ile ilgisi alakası olmayan
Farklı türde bir şiir ile farklı türde bir müziği bir araya getirerek
Şiire yeni bir hece ölçüsü kafiye-redif düzeni kurarak
Nota tartımlarına ve Prozodi kurallarına uyarak
Müzikten yada şiirden eklemeler veya kısaltmalar yaparak eser üretilir

İstiklal marışı besteleni rken mevcut şiirin üstüne müzik monte edilmiştir
Ancak temayla ilgisi alakası olmayan bir müzik monte edilirken
Prozodi hatalarına dikkat edilmemiş ve müzikte düzenlemeler yapılmamıştır
Marşın bestecisi olarak belirtile n Osman Zeki Üngör
Bu tür bir hatayı görmeyecek birisi değildir
Çok yönlü bir müzik eğitimi alan
Sanatında takdire değer bir müzisyendir
Bu eserin bu şekilde ortaya çıkmasında
Osman Zeki Üngörün dışında  kalan farklı etkenler olduğunu düşünmekteyiz


PROZODİ VE MÜZİK

https://ferahnak.wordpress.com/2010/02/07/prozodi-dedigin-nedir-ki-maksat-sarki-soylemek-olsun%E2%80%A6/

Etimoloji si itibariyl e Eski Yunanca’ ya kadar ki döneme dayanan ve Fransızcası Prosodie olan terim lügâtlerde ; “ Müziğin sözlere, veya sözlerin müziğe uygulanma sı “olarak tarif edilir.

 Eski Yunan müziğinde prozodi,  biri enstrümanlara eşlik, diğeri ise konuşma esnasında seslerin taşıdığı özel vurgulama lar, konuşma sesinin perdeleri ndeki değişik tonlamala rı olarak, iki farklı anlamda kullanılırdı. Bu gün bizim müziğimizde, bunun ikinci anlamını kullanmak tayız. Yani prozodi denilince, “ şiir hecesi ile  müzik hecesinin (nota) ile uyumu “aklımıza geliyor.

Edebiyatın da kendi içinde zaten özel bir prozodisi vardır. Düz Yazı, Manzum Eser, Hitabet gibi türlerin yazım ve okunuşlarında, edebiyatın genel kuralları çerçevesinde oldukça önem taşıyan  prozodi vardır ki, bu da “ Edebî Prozodi ” olarak tanımlanmaktadır

Söz ve müziğin, ikisinin de, beste diksiyonu, anlam ve âhenk bakımından hatasız bir şekilde sentezi müzikolojide “Mûsikî Prozodisi” olarak adlandırılmıştır

Dilin en hızlı bir şekilde müzik yoluyla yozlaştığı, ilk önce 18. y.y. Fransa’ sında farkedilm iştir. Bunu önlemek için de , bilimsel anlamda , ilk olarak bu ülkede, daha sonra da  İtalya’da prozodi kuralları belirlene rek, bir statüye bağlanmıştır

Ülkemize  ise prozodiye el atan ilk müzikolog, Hüseyin Sadeddin Arel(1880-1955) dir. 1940’ lı yıllarda “Aruz-u Musiki” başlığıyla kaleme aldığı notları,  uzun yıllar sonra Murat Bardakçı tarafından “ Prozodi Dersleri” adı altında yayımlanır.[1]                  

Günümüzde ise, uzun yıllar bu konu üzerinde kafa yoran sayın Türkolog Saadet Güldaş, ders notlarından yola çıkarak, 2003 yılında yayımladığı kitabında, konuyu akademik olarak inceler ve önemli tesbitler de bulunur.[2]

Kitabını tanıttığı bir röportajında Gültaş Hoca, prozodi konusunda özetle şunları söyler :

“Bestede eğer güfte varsa, kısaca dilin malzemesi varsa, besteci, gönlünün istediğince hür hareket edemez.” dedim. Nağme, müzik öyle gerektiri yor diyerek, kelimeler i ezip büzemez, onları keyfince uzatıp kısaltamaz, kelimeler i melodinin emrinde kullanara k, heceleri birbirind en ayırarak, onları sağa sola yerleştiremez; kendine sınırsız hürriyet tanıyan bestekârın hem beste diksiyonu, hem de mânâ güzelliği yok olur. Şarkısı bir azınlık diline benzer dedim. Sonunda da “Sözlü eser yapan bestecile rin, hem edebî, hem de mûsikî prozodisi ni çok iyi bilmesi şarttır…

… Bir sözlü eserde, şiiri ilgilendi ren her mesele, bestekârı da ilgilendi rir. Temaları, vezinleri, durgu ve durakları, kafiye ve nakaratla rı, çeşitli edebi sanatları, noktalama işaretlerinin hemen hepsi, imlâ titizliği, kompozisy on bütünlüğü, nazım şekilleri, çeşitli duygu ve düşünceleriyle bestekâr, nağmeden ayrı olarak bütün bunları da bilmek zorundadır. Eserlerin deki prozodik mükemmellikleri ancak bu bilgilerl e yakalayab ilir. Prozodi ilmi, bu iki sanat dalının müştereken ilgilendi kleri bir mihenk taşıdır…” [3]

Sayın Güldaş’ ın : “Prozodi, Türkçe’yi sevenleri n mükemmellik ölçüsüdür” derken,  kasdettiği de zaten şiir ile musıkî de uyumun sağlanmasıdır

Bu ön bilgilerd en yola çıkarak, günümüz Türkiyesi’ nin müzik dünyasında, bu kurallara ne kadar uyulduğunu gözlemlediğimizde durumun ne kadar vahim bir hal arzettiğini kolaylıkla görürüz.

Güfte ve beste arasındaki uyumu sağlamak için, bestekârların, besteleye cekleri şiirin hece kalıpları ile, o bestede kullandıkları usul kalıplarının örtüşmesine dikkat etmelidir . Bu sadece bestekârların dikkat edecekler i bir kural olmayıp, mükemmel bir prozodiye sahip bir eseri seslendir en yorumcula rın da uymaları gerekecek bir ilkedir

Yani açık heceleri küçük, kapalı heceleri büyük müzik notlarıyla besteler ya da icra ederseniz ortaya prozodik özürlü bir müzik eseri çıkar. Ayrıca, kuvvetli ve vurgulu heceler, bestelene n eserde kullanılan  usulün   kuvvetli darblarına, güftenin sessiz ve kısa heceleri ise usulün zayıf darblarına denk düşmelidir

Müzik cümlelerindeki  “es “ ler, bunların ölçü ve zamanları rasgele kullanılmamalı,bir anlam ifade edecek şekilde belirlenm elidir

Yani özet olarak, bir eserin söz ve müziğinde, hecelerin uzunluğu, kısalığı,  kelime ve notların vurgu yerleri ile, cümlelerin vurgu ve durgu yerlerind eki uyum, prozodisi hakkında olumsuz bir eleştiriye fırsat vermeyece ktir

Aksi halde, ortaya, hiç de hoş olmayan ,anlamsız ses garabetle ri çıkacaktır. Bu hem dinleyenl eri rahatsız edecek, hem de müzik eleştirmenlerinin acımasız eleştirilerine hedef olacaktır

Bunların dışında, her müzik türünün kendine özgü bir diksiyon ve üslûbunun olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bunu örneklersek, Halk Musıkîmizin bilinen özelliği, bölgesel oluşuna, yani her türkünün doğduğu ve geliştiği coğrafyanın ağzı ile söylenmesine bağlı olmasıdır. Oysa gelenekse l musıkimizde durum hiç de böyle değildir. Bu müzik sistemind e, beste yapan ve besteyi yorumlaya n kişilerin yaşadıkları bölge neresi olursa olsun, mutlak anlamda besteyi “ İstanbul Ağzı “ denilen bir üslûpta ortaya koymaları gerekir. Yoksa Ağrılı, Urfalı, Kayserili, Edirneli’ nin ağız, vurgu ve tonlamala rıyla yapılacak beste ve icralar komik olmaktan öteye bir anlam taşımayacaklardır. Zaten Türk Edebiyatının müşterek özelliği de bazı istisnala r dışında “ İstanbul Türkçesi”eksenli oluşudur

Bizim müziğimizde, prozodik anlamda en büyük gaflar, maalesef İstiklâl Marşımızın bestesind e ortaya çıkmış, bu da başlangıcından günümüze kadar  acımasızca alay ve eleştiri konusu olmuştur

Marş söylenirken, müziğinden dolayı, sözleri sanki Türkçe dışında bir dili çağrıştırmaktadır ki, bu da mevcut bir müziğin üstüne, sipariş kabilinde n güfte monte edilmesin den kaynaklan dığını apaçık ortaya çıkarmaktadır

 “ Kooork – maaa- sööön- meez- buuu- şa- faaak- ES – laaar –daaa-  yüüü- zen al sancak –

Sön-me-den yuuur- du-mu-  nüs- tün-de tü- ten- en sooo- no- caak – o- bee- ES- nim-mil-le-ti-min…”

şeklinde  devam edip giden bir  cümle bozukluğunu farketmek için de, ne edebiyatçı, ne de müzikolog olmamıza ihtiyaç vardır

Bunun dışında gerek arabesk ve gerekse pop müziğin şarkıları, içlerinde çok az bir istisna dışında, karakteri stikleri itibariyl e zaten prozodi bozuklukl arıyla mâlul olarak üretilmekte ve söylenmektedir

Bizim için en acı gerçek ise gelenekse l musıkimizde görülen beste ve özellikle de bu besteleri n icraları sırasında yapılan prozodi hatalarıdır

TRT’ nin kuruluşundan bu yana, denetimin den geçen ve repertuva rına giren eserlerin de teorik olarak dikkate değer büyük bir prozodi hatasına rastlayam ayız. Bunun yanında , TRT sanatçılarımızın büyük bir çoğunluğu da, icralarında bu notalara azami olarak dikkat etmektele rse de, ne var ki içlerinde çok az da olsa bir grup sanatçı maalesef, eseri sanki yeniden bestelerc esine icra etmektedi r

Sözüm ona kibarlaşmak adına, Osmanlı döneminde bestelenm iş eserlerin sözlerindeki “tehammül” ler “tahammül” , “hevâ” lar “ hava”, “feryâd” lar “feryat”,“câânım” lar “ canımm”, “aceb” ler, “acep”, “vücûd” lar “vücut”, v.b. bir çok kelime hem manâ, hem de şekil açısından rahatlıkla ters yüz edilmekte dir

Bırakalım Osmanlı döneminde bestelene nleri, meselâ Alaeddin Yavaşca Hocamızın hicaz eseri “ Kimseyi böyle perişân etme Allah’ım yeter “ in son nakaratındaki “ dönderdi” kelimesi bile, bazılarınca âdeta, bir yanlışlık düzetilirmişcesine ve cüretkâr şekilde “ döndürdü” ye rahatlıkla çevrilmektedir

Pop sanatçılarımız, en seçkin klâsiklerimizi bir Amerikalı veya Fransız şarkıcısının diksiyonu yla icra etmekte, bu da başta “TRT” miz olmak üzere, bir çok yayın kuruluşunda, oldukça tantanalı bir şekilde müzik severleri n “ beğeni” lerine sunulmakt adır

Konunun en vahim tarafı da, özellikle son üç-beş yıldır başlayan ve gittikçe artan bir deformasy on furyasıdır. Yine TRT dahil, yayın kuruluşlarında, Türk Musıkisi icra eden bazı”  allâme” solistler, İbrahim Tatlıses’ in arabesk türkülerinin finalinde yaptığı varyasyon ları, aynen musıkimize uygulamak ta her hangi bir sakınca görmemektedirler.

Yani, bir bakıyorsunuz  “Dönülmez akşamın ufku” nu okuyan solistimi z, şarkının son nakaratında cümle, kelime, es, mes ne varsa bir Amerikan sakızı çiğnercesine, eziyor, büzüyor, sündürüyor velhasıl posasını çıkardıktan sonra, dinleyici den marifetle rinin karşılığı olarak çok “ büyük” bir alkış istiyor

1  Hüseyin  Sadettin AREL, Prozodi Dersleri, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1997

2  Saadet  GÜLDAŞ, “ Türk Dilinin Diksiyonu – Prozodisi Vurgu ve Vurgulama ları İle Türk Musiksind e Prozodi “ Kendi yayını, İstanbul, 2003

3  Mehmet Nuri YARDIM, “ Saadet Güldaş’ la Sohbet http://www.mehmetnuriyardim.com

İSTİKLAL MARŞI BESTESİCİ ZEKİ ÜNGÖR

Osman Zeki Üngör ( d. 1880, İstanbul - ö. 28 Şubat 1958, İstanbul )
 besteci, orkestra şefi, keman virtüözu.

Türkiye Cumhuriye ti'nin ulusal marşının bestecisi olarak tanınmış bir sanatçıdır. Osmanlı sarayında ilk Türk kemancısı olarak yetiştirilmiş olan müzisyen[1]; birçok klasik batı müziği bestecisi nin keman konçertolarını Türkiye'de çalan ilk Türk kemancıdır.
Bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın temelini oluşturan Osmanlı saray orkestrasını yönetmiş; orkestranın ilk defa İstanbul’da halka açık konserler vermesini ve cumhuriye tin ilanından sonra yeni başkent Ankara'daki ilk senfonik konserler in gerçekleşmesini sağlamıştır.
Cumhuriye tin ilk önemli öğrenim kurumlarından Musiki Muallim Mektebi’nin kuruluşunda büyük emeği geçmiş bir eğitimcidir. Besteci Ekrem Zeki Ün'ün babasıdır.
1880 yılında Üsküdar'da dünyaya geldi[1] . Dedesi, Osmanlı Devleti'nin saray orkestrası olan Mızıka-yı Hümayun bünyesinde "Fasl'ı Cedid"'i (batı enstrümanlarını da içeren fasıl topluluğu) tertip eden Santuri Hilmi Bey; babası Şekerci Hacı Bekir ailesinde n Hüseyin Bey'dir.[2]
Öğrenim hayatı
Beşiktaş Askeri Rüştiyesi'ndeki askeri eğitimin ardından 1891'de Osmanlı saray bandosu olan Mızıka-yı Hümayun'a girerek müzik öğrenimi gördü. Yeteneğiyle II. Abdülhamid'in dikkatini çekince konser kemancısı olarak yetiştirildi. Kemancı Vondra Bey'den keman, Aranda Paşa'dan da müzik nazariyatı dersleri aldı.
Mızıka-ı Hümayun
Mızıka-yı Hümayun bünyesinde Saffet Bey tarafından kurulmuş olan Makam-ı Hilâfet Filarmoni Muzikası'nda başkemancı olarak atandı. Yalnızca askeri marşlar çalan mızıkanın, bir senfoni orkestrasına dönüşmesi için emek verdi. Birçok ünlü bestecile rin keman konçertolarını Türkiye'de çalan ilk Türk kemancı oldu. Sultan Abdülhamit’e sık sık konserler verdi. Konserler inin çok beğenilmesi nedeniyle ödüllendirilip rütbesi genç yaşta binbaşılığa kadar yükseltildi[1].
1908'de, Meşturiyetin ilanı’ndan sonra rütbesi mülazimliğe (teğmenlik) indirildi; Saffet Bey’in yönetimindeki orkestrad a başkemancılığa devam etti. Bir süre Mızıka-yı Hümayun'da yaylı sazlar bölümünde öğretmenlik de yaptı. Ek olarak Darülmuallimin'nde (İstanbul Erkek Muallim Mektebi) dersler verdi.
I. Dünya Savaşı sırasında Mızıka-ı Hümayun ile Avrupa şehirlerinde konserler verdi. 17 Aralık 1917- 31 Ocak 1918 tarihleri arasında gerçekleşen ve Viyana, Berlin, Dresden, Münih, Peşte, Sofya’yı kapsayan bu turne, bir Türk orkestrasının çıktığı ilk Avrupa turnesi idi[1].
Saffet Bey’in istifası üzerine 1917’de saray orkestrasının şefliğine atanan Osman Zeki Bey, Avrupa turnesi dönüşünde orkestrayı bağımsız bir kadroya kavuşturdu ve ilk defa saray dışında halka yönelik konserler verdi. Orkestra, haftalık halk konserler ini Tepebaşı'ndaki Union Française Salonu'nda vermektey di.
İstiklâl Marşı’nın bestelenm esi
Besteci asıl ününü Mehmet Âkif Ersoy'un İstiklâl Marşını besteleye rek elde etti. Osman Zeki Bey, 1921 yılında Mehmet Akif’in şiirinin ulusal marş güftesi olarak seçilmesinden sonra 1922’de Maarif Bakanlığı tarafından düzenlenen beste yarışmasına davet edilen 24 bestecide n birisiydi . Kimi anekdotla ra göre İstiklâl Marşı’nı, İzmir’in Yunan işgalinden kurtuluşundan sonra bestelemişti[3] . Yarışma seçici kurulu tarafından Osman Zeki Bey'in eseri beşinci seçilirken[4] ; Ali Rıfat Bey’in alaturka usuldeki bestesi birinci seçildi. Ancak 1930 yılında Maarif Bakanlığı'nın resmi kurumlara gönderdiği bir genelge ile uygulamad a değişiklik yapıldı ve o güne kadar Ali Rıfat Bey'in bestesi ile seslendir ilen güfte; Osman Zeki Bey’in batı tarzı bestesi ile seslendir ilmeye başladı; devletin resmi marşı haline geldi.
Ankara’ya taşınma
Osman Zeki Bey, Cumhuriye t'in ilanı'ndan sonra orkestrası ile Ankara’ya gidip 11 Mart 1924 günü şehrin tarihinde ki ilk senfonik konseri verdi. Orkestra, Ankara’daki ikinci konserind en sonra “Riyaseticumhur Musiki Heyeti” adı altında cumhurbaşkanlığına bağlandı. Osman Zeki Bey, sonradan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na dönüşen topluluğun orkestra şefliğini yaptı.
Musiki Muallim Mektebi
Osman Zeki Bey, ülkenin müzik öğretmeni ihtiyacını karşılamak için Musiki Muallim Mektebi'nin kurulmasında önemli rol oynadı. Bu kurum, Ankara Konservat uarı’nın temelini oluşturmuştur. Kendisi, okulun ilk öğretim üyesi ve ilk müdürü idi. Okul müdürlüğünü 1924-1934 seneleri arasında 10 yıl boyunca sürdürdü.
Avrupa turnesi
7 Haziran-5 Eylül 1926'da Karadeniz adlı gemide düzenlenen Yerli Malı Sergisi nedeniyle dört ay boyunca Güney ve Kuzey Avrupa limanlarını dolaştı ve Cumhurbaşkanlğı Senfoni Orkestrası ile konserler verdi[1]. Bu, Cumhuriye t döneminde bir Türk orkestranın çıktığı ilk yurtdışı turne idi.
Son yılları
1934 senesinde sağlık nedeniyle emekliliğe ayrılan Üngör; emeklilik günlerinde İstanbul’da yaşadı Soyadı Kanunu çıktığında “Üngör” soyadını aldı (oğlu Ekrem Zeki Bey, “Ün” soyadını almıştır)
1958'de İstanbul'da Moda'daki evinde hayatını kaybetti. Cenaze töreninde askeri bir bando tarafından İstiklâl Marşı çalındı[5]. Mehmet Akif Ersoy’dan sonra cenazesin de İstiklal Marşı çalınan ikinci kişidir[kaynak belirtilm eli]. Cenazesi, Karacaahm et mezarlığı’na defnedilm iştir


http://www.eksd.org.tr/wp/muzikte-prozodi/



MÜZİKTE PROZODİ

Müzikle doğrudan ilgisi olmasalar bile, pek çok vatandaşımız gibi okuyucula rımız da İstiklal Marşı’mızın halkımız tarafından 64 yıldır neden bir türlü gerektiği gibi söylenemediğini herhalde merak etmişlerdir. Nitekim yıllar önce Ankara Odalar Birliği’nde, Akif’in bir ölüm yıldönümü münasebetiyle düzenlenen panelde yaptığım “İstiklal Marşımısın Çeşitli Besteleri* Dolayısıyla Marş Besteciliğinde Prozodi” konulu konuşmanın sonunda , emekli bir müzik öğretmeni bana : “Okullarda 40 yıl müzik hocalığı yaptım, ama bu marşı çocuklarıma bir türlü doğru-dürüst söyletemedim; nedir bunun sebebi?” diye sormuştu.
 

Müzikte daha çok beste ile uğraşanların aşina olduğu prozodi diye bir konu vardır. Dilimizde tevcid terimi veya “bir dili doğru vurgularl a güzel konuşma bilgisi” tarifiyle karşılanabilecek olan Yunan asıllı “prosodia”nın konumuz olan müzikteki anlamı, “sözle müzik arasındaki, öğrenme ve icrayı kolaylaştıran uyum ve dengedir. Teknik detaylara girmeden, kabaca “açık (kısa) hecelerin kısa ezgilerle, kapalı (uzun) hecelerin uzun ezgilerle bestelenm esi” diye de tarif edilebili r. Bir misal verelim: “Dün yine günümüz geçti beraber” sözünü, açık ve kapalı hecelerin durumunu bozmadan bestelers ek, ortaya Refik Fersan’ın ünlü Mahur şarkısında olduğu gibi hem doğru, hem güzel bir ezgi çıkar. Ama bu sözü bestelerk en , “Dünyiii-negünüüü-müzgeeeeeç-tibeeeraber” haline sokarsak, belki yine bir melodi söyleyebiliriz, ama bunun Türkçe olup olmadığı çok su götürür hale gelir. Azınlık şarkıcılarının söylediği kantolara veya üzerine sonradan Türkçe sözler giydirilm iş yabancı müzik parçalarına benzer. İşte İstiklal Marşımızın bestesind eki, “Carmen Silva” valsinden etkilenmiş, daha önce padişah için bestelenm iş ve Edgar Manasyan Efendiye düzelttirilmiş olmasından çok daha önemli olan problem budur.

Türkler “buuşafak; lardaa-yüüzee-naalsancak; sönmedenyur-duumu-nüüstün-deetü-teenen-soono- CAAKOBE!” diye konuşmazlar. Konuşmadıkları için şarkı da söylemezler. Sözlü müzik besteciliğinde sözün besteye zamanda önceliği olduğu, yani bestenin “söze göre” yapılması gerektiği, başka amaçla başka bir müziğe konfeksiy on elbise usulü söz giydirile meyeceği gibi çok basit bir bestecili k kuralının bilinmeme sinden doğan yukarıki garip parçalanmalara, müzikte “prozodi hatası” denir ve dilin ses yapısını iyi bilmemekt en kaynaklarınır. Dilimizde emir kipinde kullanılan fiillerin, iki heceliyse ilk, üç heceliyse ikinci hecesi belirgin vurguyla söylenir. “Korkma!” sözünün ilk hecesi vurgulu (tiz), ikinci hecesi zayıf (pest) tonludur. Bu söz “Korkmaa” diye ikinci hecesi vurgulandırılarak söylenemez. Prozodi, başta meslekler i doğru ve güzel konuşmak olan spikerler olmak üzere, her okumuşun mutlaka bilmesi gereken bir konudur. Hele milli marş besteleme ye niyetlene nlerin, ilk öğrenecekleri şeydir. Şiirdeki mananın canına okuyup “buu celal SANA!”, “sonraaa helalakkıdır!” diyebilme k içinse, hiç Türkçe bilmemeni n ötesinde, bir şart daha vardır: kendini besteci zannedip, bir milletin kanıyla yazdığı en mukaddes şiiriyle alay etme cür’etini gösterebilmek! (11 Şubat 1995)

Akif’in “Kahraman Ordumuza” başlıklı detanı 1921’de milli marş olarak kabul edilince, içlerinde Rauf Yekta Bey, H.S.Arel ve S.Kaynak’ın da bulunduğu 30 kadar besteci 1924’de açılan yarışmaya katılmış , A.R.Çağatay’ın bestesi yarışma dışı birinci gösterilerek 1930’a kadar okunmuş, bu tarihte bugünkü marş olan Z.Üngör’ün bestesi Viyana’dan icazetnam e getirilip oldu bittiyle eskisinin yerine kabul edilmiştir



İSTİKLAL MARŞI VE EDGAR MANAS
 
http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/928073-istiklal-marsini-orkestraya-bir-ermeni-vatandasin-uyarladigini-bilir-misiniz

İstiklâl Marşı'nın kabulünün 93. yıldönümü ve millî marşımızın pek bilinmeye n bir tarafı: Sözleri millî şairimiz Mehmed Akif'in, bestesi de Zeki Üngör'ün olan marşın ilk orkestra düzenlemesi, Edgar Manas adında bir ermeni vatandaşımıza aittir.

Önümüzdeki çarşamba günü, İstiklâl Marşı'nın Meclis'te kabulünün 93. yıldönümü... Marş ile ilgili olarak bundan senelerce önce başlayan tartışmalar hâlâ devam ediyor ama bestenin orkestray a kimin tarafından uyarlandığının üzerinde pek durulmuyo r. İşte, İstiklâl Marşı'nın beste macerası ve ilk orkestra düzenlemesini yapan Ermeni vatandaşımız Edgar Manas'ın öyküsü...

BU hafta millî marşımızın, yani İstiklâl Marşı'nın kabulünün 93. yıldönümü...
Türkiye'de senelerde n buyana devam eden bir tartışma vardır: İstiklâl Marşı'nın doğru şekilde okunmasının güç olduğu söylenir, bir kesim marşın bestesini n değiştirilmesini ister, karşı taraf marşın anayasal koruma altında olduğunu ve dolayısı ile değiştirilmesinin bile teklif edilemeye ceğini söyler ama millî marşımızın başka özellikleri, meselâ orkestray a kimin tarafından uyarlandığı pek bilinmez ve dolayısı ile bu konuda birşeyler yazılıp çizilmez...

Zaten, millî marşımızın bestelenm e macerası da tuhaftır:
Büyük Millet Meclisi, 1920'de bir marş yarışması açtı. Kurtuluş Savaşı bütün şiddeti ile devam ediyordu ve herkesin hep bir ağızdan, heyecan duyarak okuyabile ceği bir marşa ihtiyaç vardı...
Önce güfte, yani marşın sözleri belirlene cek; sonra bir başka yarışma daha açılacak ve beste üzerinde karar kılınacaktı...

PARİS'TE YARIŞMA HAYALİ

Bir ara beste seçiminin musiki konusunda çok daha tecrübe sahibi olunan bir başka memlekett e, meselâ Fransa'da yapılması ve Paris'te yabancı üstadların da yeralacağı bir jüri oluşturulması gibisinde n fikirler de gündeme geldi. Ama, savaş içerisindeki bir memleketi n müzik seçimi için tâââ Paris'te jüri toplamaya kalkışması biraz tuhaf kaçacağı için Fransa hayâlinden vazgeçildi.

Sonrasını kısaca hatırlatayım: Meclis'in açtığı yarışmaya 700'den fazla eser gönderildi. Müsabakaya cephelerd e savaşan paşalar, meselâ Kâzım Karabekir bile katıldı ve neticede Mehmed Akif'in "kazandığı takdirde ödülü almamak" şartı ile gönderdiği manzume birinci seçildi ve Meclis'in 12 Mart 1921 günü yaptığı toplantıda alkışlar arasında defalarca okundu...

DEVLET, JÜRİ KURAMADI

Sırada sözlerin üzerine müzik giydirilm esi, yani Akif'in şiirinin bestelenm esi vardı; seneler önce ortaya çıkan ve bugünlere kadar gelen beste tartışmaları da işte o zaman başladı...
Memleket hâlâ savaş içerisinde olduğu için, Akif'in şiirinin bestelenm esi iki sene ertelendi, 1923'e sarktı ve 1923'ün 12 Şubat'ında İstanbul Maarif Müdürlüğü'ne beste yarışması açma vazifesi verildi.
Yarışmaya 55 besteci katıldı. Sadeddin Kaynak'tan Lemi Atlı'ya, Kapdanizâde Ali Rıfat Bey'den Ali Rıfat Çağatay'a, Rauf Yekta Bey'den Muallim İsmail Hakkı Bey'e kadar Türkiye'de o günlerin önde gelen müzisyenlerinin neredeyse tamamı Mehmed Akif'in şiirini bestelemiş ve müsabakaya göndermişlerdi. Asıl zorluk işte o zaman ortaya çıktı ve devlet bir jüri teşkil edemedi! Zira bu işi yapabilec ek, yani en güzel besteyi seçebilecek kim varsa yarışmaya aday olarak katılmıştı ve jüri teşkiline imkân yoktu.

YEDİ YIL LİSTE BAŞI OLDU

Bestelene n marşlar içerisinde hangisini n resmî marş olabileceği konusunda işte bu yüzden bir karar verilemey ince, bestecile r kendi marşlarını kendileri tanıtma yolunu seçtiler ve bu işte en başarılısı Ali Rıfat Bey veya son senelerin deki ismi ile Ali Rıfat Çağatay oldu.

Ali Rıfat Bey, başta "Tereddüd" olmak üzere, dillerden düş­meyen birçok Türk Müziği par­çasının bestecisi ydi. Acemaşiran makamında, mehteri andıran bir tavırda bestelediği marşı İstan­bul'un Asya yakasında ve Batı Anadolu'nun İzmir dışında ka­lan yerlerind e okunur oldu. Rumeli yaka­sında Zati Arca'nın, Edirne'de Ahmet Yek­ta Madran'ın, İzmir'de İsmail Zühdü'nün marşları; Ankara'da ise sonraki yıllarda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası hâlini alacak olan "Riyaset-i Cumhur Orkestrası"nın şefi Osman Zeki Bey'in bestesi hâkimdi.

Ali Rıfat Bey'in marşı yedi yıl boyunca listebaşı oldu ve hattâ devletten tolerans gördüğü bile söylendi. Diğer bestecile rden bazıları "Devlet sanki onun bestesine sahip çıkmayacak da bizimkile ri mi icra ettirecek? Kardeşi Samih Rıfat hem milletvek ili, hem de Maarif Vekâleti'ne istediği her kararı aldırabilecek güce sahip. Tabii ki ağabe­yinin marşını okutturac ak..." diyorlardı.

MİLLİ EĞİTİMİN TALİMATI

Ama 1930'lara gelindiğinde, Ali Rıfat Bey'in eseri aşağı sıralara indi ve bu defa Riyaset-i Cum­hur Orkestrası'nın şefi Zeki Bey listebaşı oldu! Devlet bu marş kargaşasına daha sonra bir düzen vermeye karar verdi ve Maarif Vekâleti'nden o sene okullara ve devlet daireleri ne bir tamim yollandı. Tamimde "Resmî marşımız artık Zeki Bey'in bestesidi r, bundan böyle diğer marşlar icra edilmeyec ektir" deniyordu .

İstiklâl Marşı'nın o tarihten itibaren icra edilen bestesi işte bu şekilde, yani bir yarışma ile değil, emirle millî marş olmuştur ama "okunması zordur", "Türk gırtlağına uygun değildir", "Güfte-beste uyumu bozuktur" ve hattâ "Batı Müziği'nin filânca eserinden alınmıştır" şeklindeki tartışmalar hâlâ devam etmektedi r.

Peki, 1920'li senelerde bestelene n diğer marşların âkıbetleri ne mi oldu?

BİRÇOĞU HİÇ BİLİNMİYOR

Hemen hemen tamamı unutuldu, sadece bir-ikisinin nağmesi musiki meraklılarının hafızalarında kaldı, o kadar... Musiki toplantılarında arada bir çalınırlar, birkaçı İstiklâl Marşı konusunda yapılan CD'lere kaydedilm iştir ama 1923 Şubat'ında açılan yarışmaya gönderilen ve yayınlanmış olanlar dışındakilerin notaları büyük ihtimalle hâlen Meclis'in arşivinde muhafaza edilen diğer marşlar incelenme dikleri için kimin nasıl bir beste yaptığı konusunda elimizde bilgi yoktur.

FAVORİM İSMAİL HAKKI BEY'DİR

Daha önceki İstiklâl Marşları arasında benim favorim, Mu­allim İsmail Hakkı Bey'in Rast makamında yaptığı bestedir. Eski kayıtlarından birini dinleyebi lir yahut notasını temin ederek çaldır­abildiğiniz takdirde, büyük ihtimalle siz de beğenirsiniz.

Zeki Üngör'in bestesini n pek bilinmeye n bir başka özelliği daha vardır: Armonisi, yani orkestra düzenlemesi Edgar Manas adındaErmeni bir vatandaşımız tarafından yapılmıştır ve ilk bando düzenlemesi de İhsan Künçer'e aittir.

Senelerde n buyana okuduğumuz ve orkestral ardan dinlediğimiz millî marşımızı orkestray a uyarlayan ama isminden ve mevcudiye tinden sadece konunun meraklılarının haberdar bulunduğu Edgar Manas'ın kim olduğunu merak ediyorsanız, bu sayfadaki kutuyu okuyun...

KİLİSE KOROLARIN I İDARE EDERKEN MARŞIN ORKESTRAS YONUNU YAPTI

İSTİKLÂL Marşı'nın ilk orkestra uyarlamasını yapan Edgar Manas 1875'te İstanbul'da doğdu, babası Aleksi'nin ölümü üzerine 13 yaşında iken İtalya'ya gitti ve Venedik'teki Murad-Rafaelyan Kolleji'nde beş sene okudu.
Podova Konservat uvarı'ndan füg ve kontrpuan öğrenerek mezun olan Manas 1905'te İstanbul'a döndü, Gallia Korosu'nun şefliğine getirildi ve 1912'den 1933'e kadar İstanbul Konservat uvarı'nda hocalık yaptı, konservat uvarın orkestrasını ve kadınlar korosunu idare etti. 1937'de Patrikhan e'nin Meryemana Kilisesi'ndeki Koğtan Korosu'nun şefliğine tayin edildi, yirmi sene boyunca bu koroyu yönetti ve Ermeni okullarında da solfej dersleri verdi.

Musiki hayatının 60. yılı Beyoğlu'ndaki Atlas Sineması'nda 1954'te bir jübile ile kutlanan Edgar Manas 1964'te İstanbul'da öldü ve Pangaltı'daki Ermeni Katolik Mezarlığı'na defnedild i.

Türk Müziği'nin bazı meşhur bestecile rine de batı müziği dersleri vermiş olan Edgar Manas bir senfoni ile bir oratoryon un yanısıra çok sayıda başka besteler de yapmış ve bazı halk müziği eserlerin i de çokseslendirmişti (Kevork Pamukciya n'ın "Biyografi leriyle Ermeniler"inden).

MİLLİ MARŞIMIZIN OLMADIĞI YILLARDA MARŞ DİYE TEKBİR GETİRİP TÜRKÜ OKURDUK

OSMANLI Devleti'nin millî marşı yoktu...
Osmanlı tarihinde ilk defa bir bando teşkil eden İkinci Mahmud'dan itibaren her padişah için ayrı bir marş bestelenm iş, bestelere "Mahmudiye", "Azîziye" yahut "Hamidiye" denmiş, yani hükümdarların isimleri verilmiş ve törenlerde bu marşlar icra edilmişti.
Hükümdar marşlarının sözleri yoktu ve sadece bando ile icra edilmeler i için bestelenm işlerdi...
Padişah marşı geleneğini Sultan Vahideddi n bozmuş, "Memleket ateş içerisinde iken yeni bir beste yapılmasına gerek yoktur" diyerek adına marş besteletm emiş ve tahtta bulunduğu dört sene boyunca büyükbabası İkinci Mahmud'un marşını çaldırmıştı.

TUHAFLIKL AR YAŞANDI

Ama devletin bir millî marşa sahip bulunmama sı, uluslarar ası toplantılarda bazı tuhaflıklara sebep oluyordu. Millî marşların karşılıklı okunmaları gerektiği durumlard a Türk tarafı sıkıntıya giriyor ve marş ile hiçbir alâkası olmayan güfteli eserleri hep bir ağızdan okumak zorunda kalıyorlardı.

DEVRİMDEN KALAN MARŞ

Meselâ, 20. yüzyılın ilk senelerin de Paris'te Osmanlı ve Fransız askerî heyetleri nin yaptıkları bir toplantıdan sonra Fransızlar 1789'daki devrimden kalma millî marşları "La Marseilla ise"i hep bir ağızdan okumuşlar, sıra Türk tarafına gelince askerleri miz marş niyetine tekbir getirmişlerdi!

ENTARİSİ ALA BENZİYOR

Benzer bir garipliği Birinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde sipariş ettiğimiz bazı gemileri teslim almak için Almanya'ya giden bahriye heyetimiz yaşamıştı. Törende şampanyalar patlatılmış, konuşmalar yapılmış, uzun uzun Türk-Alman dostluğundan bahsedilm iş ve sıra millî marşların okunmasına gelmişti. Alman tarafı Joseph Haydn'ın bir Hırvat halk şarkısından esinlener ek bestelediği "Deutschla nd, Deutschla nd über alles" sözleri ile başlayan millî marşlarını okumuş, sıra bizimkile re gelince bir şaşkınlık yaşanmış ama sıkıntı hemen halledilm iş ve subaylarımız millî marş niyetine "Entarisi ala benziyor, Sultan Reşad bana benziyor" türküsünü icra etmişlerdi

ISTİKLAL MARŞI  MUAMMASI

http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/579227-istiklal-marsi-muammasi

ALMANYA'daki GEMA isimli kuruluşun İstiklâl Marşı'ndan telif hakkı istediği ortaya çıkınca, Bakanlar Kurulu bundan 80 sene önce yapılması gereken işi yapmaya soyundu ve marşın kamulaştırılması kararını imzaya açtı.
Ama, bir Alman kuruluşunun İstiklâl Marşı ile ne alâkası olduğu pek sorgulanm adı...
Söyleyeyim: GEMA, bir telif hakları kuruluşu, yani bestecile rin ve müzisyenlerin haklarını koruyan bir meslek birliğidir ve bu konuda faaliyet gösteren müesseselerin en eskilerin dendir. Türkiye'de gerçek anlamda bir telif hakları kanununun mevcut olmadığı senelerde birçok Türk besteci, Almanlar'ın GEMA'sı ile Fransızlar'ın SACEM'ine üye olmuşlar ve hakları bu meslek birlikler i tarafından korunmuştur.
GEMA'nın haklarının korunması için kendisine vekâlet vermeyen bestecile rin eserlerin e müdahalede bulunması ve her çalınıştan sonra telif hakkı istemesi sözkonusu değildir, böyle bir hak ancak bestecini n yahut vârislerin yetkilend irmesi ile mümkündür. Dolayısı ile GEMA'nın böyle bir işe kalkışması, Osman Zeki Üngör'ün vârislerinden yetki belgesi almış olduğu anlamına gelir. Yani, İstiklâl Marşımızın bestekârının hakları, şu anda bir Alman meslek birliğinin himayesin dedir!
Bu yazdıklarımdan, millî marşımızın bestecisi ne ait hakların bir Alman telif kuruluşuna verilmiş olduğunu eleştirdiğim mânâsını çıkartmayın! Vârisler, bana sorarsanız en doğrusunu yapmışlardır, zira Türkiye'de "telif hakkı" meselesi, özellikle de musiki alanındaki telifler konusu hâlâ karmakarışıktır. Kanuna göre oluşturulmuş meslek birlikler i arasında işbirliği falan hakgetire dir; üstelik bu meslek kuruluşlarından biri yönetiminden, harcamala rından ve ödemelerinden kaynaklan an şikâyetler sebebiyle kayyuma devredilm iştir.
UNUTULAN BİR TARTIŞMA
İstiklâl Marşı'nın bestesini n Bakanlar Kurulu kararıyla kamulaştırılması çalışmalarına başlandığını öğrendiğimde, 1940'lı senelerde uzun uzun tartışılmış olan bir iddiayı hatırladım: Marşın melodisin deki ana temanın özgün olup olmadığını...
İddiaya göre, ana tema 1845 ile 1902 seneleri arasında yaşayan ve "Tuna Dalgaları", "Çardaş", "İki Gitar" gibi meşhur olan çok sayıda eserin sahibi lon Ivanovici adındaki bir Romen besteciye aitti! Ivanovici'nin "Carmen Silva" isimli valsinden alınmış, bu iş yapılırken vals temposu bir dörtlük ilâve edilerek marşa dönüştürülmüştü!
Cemal Reşid Rey'in "Onuncu Yıl Marşı" hakkında ortaya atılan söylentiler gibi...
18. yüzyılın meşhur Fransız filozofu Jean-Jacques Rousseau, 1750'lerde "Le Devin de Village" yani "Köy Kâhini" ismini verdiği kısa bir opera bestelemişti. Eserin içerisinde, oyunun kahramanl arından Colette'in okuduğu, "Saadetimi kaybettim, hizmetkârımı kaybettim" sözleriyle başlayan bir şarkı vardı. 1950'li senelerde, bu şarkının bizde "Çıktık açık alınlaaaa!" hâlini aldığı ileri sürülmüş ve bu benzerlik yüzünden Onuncu Yıl Marşı'nın bestesini n değiştirilmesi bile teklif edilmişti...
KOLAYCA BULABİLİRSİNİZ
İstiklâl Marşı hakkında bir başka iddia daha vardı: Eserin bestecisi olan viyolonis t Osman Zeki Üngör, Ankara'da o zamanki ismi "Riyâset-i Cumhur Musiki Heyeti" olan bugünün Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestra-sı'nın başına geçmeden önce, Sultan Vahi-deddin'in sarayındaki orkestranın başında idi. Hükümdara "Şeh-i âlem mâh-ı envâr ...sultânım" sözleriyle başlayan bir "medhiye" sunmasının yanısıra, padişahın tahta çıkması münasebetiyle bir de marş bestelemiş ama Sultan Vahideddi n marşı çaldırmamıştı. Mehmed Akif'in şiiri daha sonra işte bu marşın üzerine yerleştirilip "İstiklâl Marşı" yapılmıştı ve prozodini n bozuk olmasının, yani güfte ile bestenin uyumsuzluğunun sebebi de buydu!
Bir zamanlar temin edilmeler i zor olan iki eser, yani Ion Ivanovici'nin "Carmen Sylva"sı ile Jean-Jacques Rousseau'nun "Le Devin de Village"ı arandıklarında artık internett e bile hemen bulunabil iyorlar. Dolayısı ile bu her iki marşımız hakkında hiçbir yorum yapmayayım, Ivanovici ile Rousseau'nun eserlerin i dinleyin ve kararı kendiniz verin

İSTİKLAL MARŞI TÜRK  DEĞİLDİR
https://www.facebook.com/GizlenmisGercek/posts/182978235160767
İstiklal Marşı Gerçeği: Bestecisi Türk Değil!
Kitabı amcamın kütüphanesinde,Osmanlı ve tasavvuf kitapları arasında buldum. Açtım baktım ki orjinal ve imzalı kitap:
Biraz okumaya başladım ve bir bölüm var; İstiklal Marşı Üzerine (sayfa 31) okudukça kan beynime sıçradı,vatana ihanet dediğin böyle olur,Mehmet Akif Ersoy'a hainlik budur dedim. Yazar güzel bir noktaya değinmiş ve yazıyı aynen aktarıyorum kardeşlerime...
...
İstiklal Marşı bestecisi kim? Hemen Zeki Üngör diyeceksi niz. Değilmiş... Zülfü Livaneli, batı müzik ansiklope dilerinde n ilginç bir bilgi aktarıyor. Meğer bizim İstiklal Marşının bestecisi Vittorio Radaklia imiş? Kimdir bu milli kahraman diye düşünün bakalım...
Murat Bardakçı'dan alıntı yapan Livaneli konu ile ilgili olarak ayrıca şu bilgileri veriyor: "Murat Bardakçı'nın yazdığına göre 1940 yılında İstiklal Marşı'ının müziği mecliste tartışılmış ve CARMEN SİLVA adlı Fransız halk şarkısından alındığı, orkestra uyarlamasının EDGAR MANAS adlı bir Ermeni müzisyen tarafından yapıldığı öne sürülmüştür...
Ah Türkiyem. İyi mi milli marşımızı dinleyen bir Fransız içinden ne geçiriyordur acaba. Üstelik Fransızlara karşı verilen bir savaşta azanılan destansı bir zaferin hikayesin i, Fransız ezgisi ile seslendir mek olacak iş değil.
Ama burası Türkiye.
Araştırmacı Muhiddin Nalbantoğlu'nun elinde önemli bilgi ve belgeler var. Akif, bu marşı MEHTER müziğini düşünerek kaleme almıştır ve ilk olarak da buna uygun şekilde bestelenm iş. Marşın bestelenm esi için açılan yarışmaya gönderilen eserlerin büyük bir bölümünü bu temel espiri ile hazırlanmıştı. Ancak aniden bir gecede ne olup bittiyse kapalı kapılar arkasında verilen bir kararla, skandal nitelikli bir oyunla, bir milletin İstiklal Marşının seslendir ilmesinde hafifimeşrep türden, kendileri ne karşı savaşarak bağımsızlığımızı elde ettiğimiz bir ülkenin ezgileri bu sözlerin üzerine döşenmiştir

KAYNAK: Abdurrahm an Dilipak - Laik Demokrati k Cumhuriye t İlkelerine Bağlı Kalacağıma 19.3.93
KAYNAK: Ayşe Hür - ‘Devşirme’ Marşlarla Milliyetçilik - 20.04.200 8 ( Taraf Gazetesi )







İSTİKLAL MARŞI MİLLİ MARŞMIDIR


http://turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=23787

İstiklal Marşının bestesi gercekte kime aittir? İsterseniz gelin bu konu üzerinde tarihi bir yoklayalım ve asıl bestecini n kim olduğunu, nasıl yoğrulduğunu ve gercekten MİLLİ olup OLMADIĞINI görelim.

Mehmet Akif'in şiirine kısaca değinmek gerekirse;

İstiklal marşının bir an önce hazırlanması için güfte yarışması açılmıştır. Yarışmaya gönderilen 724 şiiri beğenmeyen "Türkçü" Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Mehmet Akif'e bir mektup yazar ve kendisini n bu yarışmaya katılımı için ricada bulunur.D aha önceleri "Milletin başarılarının para ile övülemeyeceğini" söyleyen Akif, fikir değiştirip uzun bir çabanın ardından şirini yazar.

Oturum başkanlığını M.Kemal'in yaptığı tartışmada diğer 6 şiirle birlikte Akif'in şiiri de okunur.Çok beğenilmiştir ve birinci olur.

Sonra Akif ödül parasını çok yoksulluk çekmesine rağmen bir hayır kurumuna bağışlar.

Beste Çalıntı mı

İstiklal Marşının bestesi uzun süre hazırlanamamıştı.Bu sorunu gidermek gerekiyor du.Bunun üzerine bir emirle Riyaset-i Cumhur Orkestrası şefi Osman Zeki (üngör)ün batılı tarzdaki bestesini n "milli marş olarak kabul edildiği" memleketi n dört bir yanında duyrulur.

O yıllarda TBMM'de Bursa Milletvek ili olarak görev yapan akeri tabip Osman Şevki (Uludağ) Bey'e göre "Osman Zeki Bey'in bestesi Karmen Silva adlı bir sokak şarkısından esinlener ek yapılmış,özgün olmayan bir eser olup ilk şekli Padişah Vahdettin e takdim edilmiştir.Marşın orkestray a uyarlamasını da Ermeni Edgar Manas Efendi yapmıştır! "


Osman Zeki Bey,kendisi için talihsiz olan bu tesbiti yalanlaya mamış ve üç hususun da "olumsuz" faktörler olduğunu söylemiştir.

Yani beste çalıntıdır, Cumhuriye t öncesi bir döneme aittir ve hamurunda bir Ermeni'nin katkısı vardır!! O halde milli de olamaz...


Osman zeki Bey'in daha önce başkasına ait "Papatyala r" adlı şarkıyı da sahiplend iği ve bestecisi gibi imza attığı da Osman Şvki Bey tarafından defalarca dile getirilmiş, fakat yetkilile r ve besteci tarafından tatmin edici bir cevap alınamamıştır.Konuyu TBMM gündemine getiren Maarif Vekili Hasan Ali Yücel kendisine şu cevabı vererek adeta iddaları doğrulamıştır :

"Mütehassısların bendenize söylediklerine göre bu bize Karmen operasından bir kısım değil de,Karmen Silva diye bir vals varmış,revaçta imiş,onun bilmem kaç batutası benziyorm uş. Zeki Bey bunun orkestras yonunu Ermeni bir zata yaptırmıştır..."

Tüm ısrarlı sorulara rağmen besteci Osman Zeki Üngör,eserini kısmen Karmen Silva adlı sokak şarkısından kopya ettiği yolundaki iddalara karşı suskun kalmıştır.

Bu konuda detaylı açıklama ve diğer kaynaklar a ilişkin 18 Şubat 2011 tarihli Agos Gazetesin e bakılabilir


İSTİKLAL MARŞI  

http://muzikdersinotlari.blogspot.com.tr/2014/02/istiklal-mars.html


  İstiklal Marşı, Türkiye Cumhuriye ti'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriye ti'nin milli marşıdır.
 
            Milli mücadele döneminde işgal altında olan topraklarımızı geri almak için, Türk ordusu ve Türk halkının yeniden doğması, içinde bulunduğu durumdan silkelenm esi gerekliliği adına, Türk halkına cesaret vermek için, 1921 yılında Milli Eğitim Bakanlığı, para ödüllü bir şiir yarışması düzenleme kararı almıştır. Bu şiir yarışmasına toplam 724 tane şiir gönderilmiştir. Mehmet Akif Ersoy ise yarışmaya para ödülü konduğu için katılmak istememiştir. Fakat bu durumu bilen dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mehmet Akif Ersoy'a ısrar ederek katılmasını istemiştir. Mehmet Akif Ersoy'un ise katılması için sunduğu tek şart, para ödülünün kaldırılmasıdır. Böylelikle Mehmet Akif Ersoy, "Kahraman Ordumuza" ithafı taşıyan şiiriyle yarışmaya katılmış ve 12 Mart 1921 yılında resmi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından İstiklal Marşı kabul görmüştür.
 
 
Besteleniş Hikayesi
 
 ***1 Güfte 12 Beste Belgeseli***
 
          
 
            Beste yarışması ise güfte kadar ilgi görmedi. Bu da memleketi n o zamanki musiki durumunu yansıtmaktadır. Yarışmaya katılan bestecile rden bazıları şunlardır:
 
            Ahmet Cemaletti n Çinkılıç, Ahmet Yekta Madran, Ali Rifat Çağatay, Asım Bey, Bedri Zabaç, Hasan Basri Çantay, H. Saadettin Arel, İsmail Hakkı Bey, İsmail Zühdü, Kazım Uz, Lemi Atlı, Mehmet Baha Pars, Mustafa Sunar, Rauf Yekta, Saadettin Kaynak, Zati Arca, Zeki Üngör.
 
            Güfte yarışması sonuçlandırıldıktan sonra Anadolu’daki savaş iyice kızıştığı sıralarda beste yarışması ilgisini tabii olarak kaybetmiştir. Buna rağmen muhiti olan bestekârlar faaliyett en geri durmamışlar ve kendi besteleri ni yaymaya uğraşmışlardır.
 
            O sıralarda Edirne’de müzik öğretmeni bulunan Ahmet Yekta Madran, kendi marşını Edirne ve havalisin de yaymaya ve söyletmeye başlamıştır. İzmir’de müzik öğretmeni bulunan İsmail Zühdü de kendi marşını İzmir ve havalisi ile Eskişehir’de yaymakta idi. Ankara’da da Zeki Üngör’ün marşı söylenmekte olup İstanbul’da ise iki marş söylenip yayınlanmaktaydı. Bunlar da İstanbul tarafında birçok mektepler de öğretmenlik yapan Zati Arca’nın, Kadıköy tarafında ise Ali Rifat Çağatay’ın bestesi söylenmekteydi.
 
 
            Bu durum birkaç yıl böylece devam etmiş ve 1924’te Ankara’da maârif vekâletinde toplanan bir kurul, Ali Rifat Çağatay’ın marşını resmi marş olarak kabul ederek ilgili kurullar ile bütün okullara bildirmiştir.
 
 
                                          
 
            Bu marş, 1924’ten 1930 yıllarına kadar söylenip çalındıktan sonra 1930 sıralarında yeni bir emirle Riyaseti Cumhur Orkestrası şefi Zeki Üngör’ün bestesi milli marş bestesi olarak kabul edilmiştir.
 
            Ekim 2013 itibariyl e Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ün talimatıyla  Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Rengim Gökmen yönetiminde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından İstiklal Marşı’nın yeni kaydı yapılmıştır. 170 sanatçıyla yapılan kayıtta, enstrüman sayısı arttırılmış ve son teknoloji ses sistemler i kullanılmıştır.
 
 
 
 
            Zeki Üngör, İstiklâl Marşı’nın besteleniş hikâyesini şöyle anlatmıştır:
 
            "İstiklâl savaşının devam ettiği sıralarda ben, Muzika-i Humayun muallimi idim. Yani doğrudan doğruya Saray’a ve Vahdettin’e bağlıydık. Bando, Fasıl Takımı ve Orkestra benim emrimde idi.
 
Şişli’de Uğurlu Han’ın 4 numarasında oturuyord um. Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir’e girdikler inden iki veya üç gün sonra evimde, Talim-Terbiye Heyeti azası ve terbiye mütehassısı dostum Haydar merhumla oturuyord uk. Kapı çalındı. İlkokul öğretmeni İhsan merhum geldi. Büyük bir heyecan içinde, süvarilerin İzmir’e girişlerini anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk. Hemen kalkıp piyano başına geçtim. Ve derhal içimde doğan parçayı çalmaya koyuldum.
 
            İlk etapta marşın giriş kısmındaki akoru oluşturdum. Bu şekilde iki, üç mezür yaptım. Arkadaşlarım: "Aman dediler, bu çok güzel bir şey olacak." Bunun üzerine İhsan’a İzmir’in kurtuluşunu ve büyük zaferi bütün teferruatı ile anlatmasını rica ettim. O anlattı, ben çaldım. Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı. Ertesi gün de çalıştım. İki gün sonra beste bitti. Götürüp arkadaşlara gösterdim. Çok beğendiler. Bunun üzerine bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim. Kıymeti hakkında daha kat’i bir fikir edinmek maksadıyla da besteyi Viyana Konservat uarı direktörüne gönderdim. On gün sonra direktörden gelen mektupta, eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisin in Türk milletini n ihtişamına yakışacak şekilde olduğu belirtile rek tebrik ediliyord um.
 
            Bu mektup geldikten on beş gün sonra beni Ankara’dan çağırdılar, gittim. Bana Muzika-i Humayun’u bütün kadrosu ile Ankara’ya nakletmek vazifesi verildi. Bunun üzerine tekrar İstanbul’a döndüm. Ve Ankara’ya ilk olarak başlarında piyanist Sabri’nin bulunduğu beş kişilik bir heyet yolladım. Vahdettin henüz padişah olduğu için bu işleri gizli yapıyorduk. Bir ay sonra da kimseye bir şey söylemeden Ankara’ya gittim. Ve hemen İstanbul’daki arkadaşları bir telgrafla çağırdım. Üç gün sonra geldiler. Böylece milli marşı bu heyete ilk defa Ankara’da verilen o baloda Atatürk’ün huzurunda çaldık. İşte milli marş böyle bestelend i.”
 
            Bestekârın bu anlatışından, eseri önce sözsüz olarak bestelediği ve daha sonra Mehmet Akif’in şiirini besteye giydirdiği anlaşılmaktadır. Bu sebepten meydana gelen prozodi hataları, eser hakkında sonradan yapılan tenkitler in başında gelmekted ir. Bestekâr yukarıdaki beyanatının bir yerinde her ne kadar, "Bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim" diyorsa da, eserdeki ses sahasını halk tabakasını nazara almadan kullanması bestenin milli marş olarak bestelenm ediğini meydana çıkarmaktadır. Marştaki bu teknik hatalarda n başka ses ritminden ağır çalınıp söylenmesinde bestekârın kusuru başta gelmekted ir. Besteci bu durumu şöyle anlatmıştır:
 
            “Ben İstiklal Marşı’nı bestelerk en kulaklarımda İzmir’e koşan atlıların dörtnal sesleri vardı. Eserin başında metronomu (1 dörtlük=80) olan bir eser hiçbir vakit cenaze marşına benzemez.
 
            Plaklarda ki ağır tempolu çalınışı ise; "Sahibi’nin Sesi" stüdyosunda orkestra ile plağa çaldığımız zaman teknisyen ler, bunun çok süratli bir marş olduğunu ve dolayısıyla plağın ancak yarısını doldurduğunu söylediler. Bu sebeple plağın aynı yüzüne bir marş daha çalmamızı rica ettiler. Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim . O anda aklıma bir şey geldi: "Marşı biraz ağır çalalım, böylece plak dolar. Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır, olur biter" dedim. Bu fikir pek münasip görüldü ve dediğim gibi yapıldı. Fakat bilahare böyle bir fikir vermekle hata ettiğimizi anladım. Çünkü marş çalınırken gramofonu n hızlıya ayarlanma sı icap ettiğini kim bilebilir di?”
 
 
 
          
            İstiklal Marşının bestesi uzun süre hazırlanamamıştı. Bu sorunu gidermek gerekiyor du. Bunun üzerine bir emirle Riyaset-i Cumhur Orkestrası şefi Osman Zeki Üngör’ün batılı tarzdaki bestesini n "milli marş olarak kabul edildiği" memleketi n dört bir yanında duyurulur .

            O yıllarda TBMM'de Bursa Milletvek ili olarak görev yapan askeri tabip Osman Şevki (Uludağ) Bey'e göre "Osman Zeki Bey'in bestesi Karmen Silva adlı bir sokak şarkısından esinlener ek yapılmış, özgün olmayan bir eser olup ilk şekli Padişah Vahdettin’e takdim edilmiştir. Marşın orkestray a uyarlamasını da Ermeni Edgar Manas Efendi yapmıştır! "

            İşte çalındığı iddia edilen J. Ivanovici’ nin Carmen Sylva’ sı…
 
https://www.youtube.com/watch?v=dEiYllMbh40
 
 
 
            Marşın çalıntı olduğu iddiaları, prozodi hataları ve hızındaki sorun nedeniyle daha sonraları değiştirilmesi tezi ortaya atılarak yetkili yetkisiz türlü şahıslar tarafından türlü fikirler ileri sürülmüşse de değiştirilmesi fikri tutmamıştır. Bu konudaki makul olan umumi kanaat; her ne kadar yeniden daha iyisini yapmak imkânsız değilse de eskisinin artık tarih olmuşluğu hakikati nazara alınarak, bunun üzerinde gerekli rötuşlarla mevcudu onarmaktır.
 
 
 
 
 
 
             Şef Saim Akçıl yönetimindeki Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın, Türkiye Cumhuriye ti’nin 85. yıldönümü dolayısıyla düzenlediği “Cumhuriyet Konseri”, 1921 yılında İstiklal Marşımız için düzenlenen beste yarışmasına katılan eserleri tekrar yıllar sonra izleyici ile buluşturmak amacını taşıyordu. Yarışmaya katılmış olan besteleri n sayıları bilinmeme kte idi. Tekfen Vakfı katkısı ile Mehmet Altun ve arkadaşları tarafından çalışılan araştırmalar sonucunda bu bestelerd en 11’inin notaları bulunmuştu. Bu eserler aynı tarihlerd e Kâzım Karabekir Paşa tarafından yazılmış bir beste ile birlikte, Cumhuriye timizin 85. yılını kutlamak üzere Tekfen Filarmoni Orkestrası tarafından ilk kez seslendir ilmiş oldu.
 
            İşte o bestelerd en bazıları:
http://www.youtube.com/watch?v=wA7_IfqvoXY#t=41
 
 Ahmet Yekta Madran Bestesi
 
Kazım Karabekir Bestesi
 
Halid Lemi Atlı Bestesi
 
Mustafa Sunar Bestesi

Devlet Çoksesli Korosu - Mi Minör
(Sözlü)


Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Mi Minör
(Sözsüz)



Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Sol Minör
(Sözsüz)


Yakup Kıvrak Düzenlemesiyle Re Minör
(Sözsüz)

 
         ''Ti Sesi'nin kökenini merak ettiniz mi bilemem. Ben merak ettim. Merakımı, bir önceki Amerika Birleşik Devletler i(ABD) Başkanı Buş'un Türkiye'ye geldiği zaman söylediği söz artırdı. Buş, İstiklal Marşı'ndan önceki saygı duruşunda Ti Sesi'ni duyunca çok memnun olmuş, kültürümüz buraya kadar gelmiş demiş.
 
           Konuyu biraz araştırdım. Anılan Ti Sesi'nin önce, 1953 yılı ABD yapımı "From Here To Eternity"adlı ve Türkçe'ye "İnsanlar Yaşadıkça" olarak çevrilen filimdeki müzik parçalarından biri olan "Military Taps" olduğunu öğrendim. Müziğin bestekarı ise Daniel Butterfie ld idi
 
 
 
              İlk başlangıçta, Ti Sesi'nin "İnsanlar Yaşadıkça" filminden alındığı sanılabilir. Ancak, araştırmayı biraz derinleştirdikçe, müziğin bestekarı Daniel Butterfie ld (1831-1901)'in Amerikan İç Savaşı'nda generalliğe kadar yükselmiş bir iş adamı olduğu ortaya çıkıyor. Bu müziğin de, iç savaş sırasında savaşın yıkımlarına karşı yakılmış bir ağıt olduğu söylenebilir.''


                                                                                                      Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı
                                                                                                                     Odatv.com

« Son Düzenleme: Nisan 11, 2018, 07:59:02 ÖÖ Gönderen: admin » Logged
Sayfa: [1]
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2008, Simple Machines
LinkBacks Enabled by LordReco | FoRuMBoL Themes